Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Genel Kültür & Serbest Forum > ForumSinsi Ansiklopedisi

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
gizli, güçler, istihbarat, metafizik

Gizli Güçler Ve Metafizik İstihbarat

Eski 08-20-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Gizli Güçler Ve Metafizik İstihbarat




Kader Aynam
O Cilalı Taş mıydı?

Parapsikolojik Güçlerle Metafizik İstihbarat kitabının konularına girmeden önce, gerek kitabı niçin kaleme aldığım gerekse şahsımın da zaman zaman faydalandığı bu güçleri daha iyi anlatabilmek için çocukluğumda yaşadığım bazı hatıraları siz değerli okurlarımla paylaşmak istediğimi kitabın giriş cümlelerinde vurgulamıştım Sanırım kendi yaşadığımız hayattan vereceğimiz tecrübeler, kitap boyunca paylaşacağımız diğer olayları hep birlikte daha sağlıklı tahlil etmemize yarayacaktır Ayrıca bu kitapta sık sık yer verilen parapsikolojik hadiseler, farkında olmadığınız veya olduğunuz yaşanmış veya yaşayacağınız bir takım hadiseleri de daha iyi değerlendirmenize yarayacaktır

O sabah nedense güne iyi başlayamamıştım

Üstelik hava da insanı bayağı geriyordu Yağmur bulutları semada bir kurşun gibi ağırlaşmış, insanların sinir sistemlerini tetikliyordu Tabii o günkü atmosferi henüz bu kadar iyi tarif edemezdim ancak havanın kapalı olmamasının şuur altımda ayrı bir keyifsizlik bıraktığının farkındaydım

O zamanlar -70’li yılların başında- otomatik çamaşır makineleri henüz yaygın değildi Haliyle annem de her emekçi hanımı gibi yemek pişirdiğimiz ocakta çamaşır yıkamak için su kaynatıyordu Her çamaşır günü olduğu gibi annem o gün de fazlasıyla gergindi Kendi kendime, “oğlum hem hava gergin; hem de annen, ikisinden biri patlayacak çıtın çıkmasın şeklinde telkinde bulunuyordum

Az sonra korktuğum başıma geldi Hava patlamadı ama annem patladı Ayakaltında dolaşıyorum diye beni hiddetle dışarıya çıkarmak istedi Bir an önce sokağa çıkıp dışarıda oynamamı istiyordu Oysa diğer günler bir şey olur diye istesem de dışarıya çıkarmaz, yalvar yakar zorla izin alırdım Hele, hava o gün ki gibi ha yağdı ha yağacak durumdayken izin almak akla hayale gelir bir durum değildi

Lakin her an bir kazaya uğrayacakmış gibi hal vardı üstümde Gerçi bugün ki nazarlarla baktığımda; belki “yeniden doğmaya zorlanmak!” da denilebilirdi buna

Bir türlü annemin evdeki varlığımın verdiği “ayakaltı psikolojisini” büyütmesini anlayamıyordum Biricik kuzusu oğlunu adeta görmüyor, sanki kaderin önünde istem dışı bir role zorluyordu Hatta ne yaptığının bile farkında değildi diyebilirim Dışarı çıkmam için sürekli ısrar ediyordu Üstelik henüz o kadar da yaramazlık yapmamıştım, hatta -bana göre- hiç yapmamıştım Dedim ya her şey sanki üzerime üzerime geliyor, kaderi kazalardan birinin yaşanacağı labirentin içine sokulmaya çalışıyordum

Neticede içimdeki sıkıntıyı bir türlü anneciğime anlatamadım

Üstelik üzerimdeki kareli-desenli (ekose) kısa pantolonu da hiç sevmiyordum Adeta kendimi çıplak hissediyordum Bu da dışarıya çıkmamam için bir başka nedendi

İstemesem de dışarıdaydım artık Çok şükür ki hiç bir arkadaşım ortada yoktu da beni bu sevimsiz, kendimle barışık olmadığım halimle görmüyorlardı Gergin hava herkesi kıyıya bucağa çekmişti İnsanlar her an gelebilecek bir fırtınadan çekindiğinden oldukça ezik başlamışlardı güne Haliyle uçuşan bir kaç ağaç yaprağı ve ürkek bakan tekir bir kediden başka hareketli bir varlık da göremedim etrafta

Kendimi biraz yalnız, biraz itilmiş biraz da sevimsiz hissediyordum Sözün özü hiç ama hiç havamda değildim Söylendiğine göre o zamanlar bayağı güzel bir çocuktum, haliyle de ilgiye oldukça alışıktım Hoş ablam kadar girişken ve kendini sevdiren biri olmasam da bu mesafeli halime rağmen insanlarda iyi bir intiba uyandırdığımı fark edebiliyordum Ancak her ne olursa olsun o gün çok farklıydı ve ben cezbe kabiliyeti içersinden alınmış mıknatıs gibiydim Kimsenin de beni bu ruh haliyle görmesini istemiyordum Dedim ya çok şükür ki etrafta da kimsecikler de yoktu

Rizeli Çemberci ailesine ait apartmanın girişine doğru yürürken, aklım hala bana üzerimde yokmuş gibi gelen sevimsiz kısa pantolonumdaydı Etrafımda ki canlı cansız her şey âdete bu halimi fırsat bilmiş, sürekli psikolojik baskı yapıyor gibiydi Bir an kendimi hayatın içinde yarı canlı bir gölge gibi hissettim Benliğimdeki çatışmalar bittiğinde apartmanın zemin katından bodrum katının ön bahçesinde bulunan ‘’o cilalı taşa’’ bakıyordum Taş cilalı mıydı, yoksa ayrı bir taş türü müydü bilemiyordum ama ayakkabı boyacılarında gördüğüm cila maddesi gibi taşın üzeri yağlı ve bir o kadar da parlaklıktı Bu parlaklıktan olsa gerek anlamlandıramadığım bir dürtüyle bakışlarımı mıknatıs gibi kendisine çekiyordu ve hipnoz olmuş gibi bakışlarımı bir türlü ondan alamıyordum Neticede taşın bir buçuk metre kadar üzerindeydim Ve yine uzun bir süre şaşkın şaşkın taşın üzerinden gözlerimi alamadığımı hatırlıyorum

Bir ara ne olduğunu anlayamadan içimdeki bir şeyin vücudumdan sıyrıldığımı hissettim Gerçi bu duruma çok da şaşırmadım Çünkü çoğu kez hem rüyamda hem de uyanıkken farklı yerlere gittiğimi hisseder çoğu zaman bu durumun uykuda mı yoksa uyanıkken mi olduğuna karar veremez sonunda da bu durumu daha fazla düşünmeden “öyle bir hal” deyip geçiştirirdim Ancak bu kez daha farklıydı: Bu defa, ayaklarımın bitişip taşın üzerine doğru hazır ol vaziyetinde düştüğümü, taşın üzerinden ayaklarımın kayarak yere temas ettiğini ancak bu arada başımın namazdaki rükû pozisyonu gibi dizlerime çekildiği bir anda cilalı taşa kafamı çarparak alnımın kana bulandığını görmüştüm

Görüntünün içinde kan olduğundan olsa gerek; kendime geldiğimde bayağı sevindim İçimden hemen orayı terk etmek geldi Ancak taştan ve taşın yüzeyinden kendimi bir türlü alamıyordum Üstelik bu defa az evvel ayakta gördüğüm rüya benzeri halin gerçekte zuhur edip etmediğini merak etmeye başladım İçimde bu hali daha önce yaşadığımla ilgili anlamsız bir hal oluşmuştu ki bu düşünce inanılmaz derecede baskındı Sanki yaşayacak sahneyi programlar yayına girmeden evvel televizyonların izleme odasında görmüş, eve gelip televizyonu açtığında ise bu sahnede şunlar olacak diyen insanlar gibiydim Ancak işin içinde kan vardı ve sahne beni ilgilendiriyordu ki bir an önce bu –setten- kaçmalıydım Bu niyetle ayaklarımı kıpırdatmama daha fırsat kalmadan adeta iki ayağım yerden kesildi Üstelik az evvel gördüğüm hayali vaziyette olduğu gibi; ayaklarım bitişik bir halde taşın üzerine düşmüş, kısa bir duraksamanın ardından tekrar ayaklarım bitişik bir vaziyette kayarak hızlı bir şekilde rükuya eğilir vaziyette kafamı bir türlü kendisinden kaçamadığım o cilalı taşa çarpmıştım Ardından sımsıcak bir kan deryası

Artık çok şeyi değil tek bir şey düşünüyordum Az evvel ki rüya benzeri hali nasıl olmuş da yaşamıştım Ya da yaşasam bile niye 20-30 saniye önceden üstelik gözüm açık görmüştüm?! Evet sahne tekti ancak, sahnenin yeri o sessizlik, o düşüş, düşüşteki teferruat, cilalı taşın işlevi ve kan!

Ne oluyordu bana bir türlü anlamıyordum Üstelik içimde de müthiş bir öfke vardı Canımın acısı bir yana herkese kırgındım Öncelikle istemediği halde kuzucuğunu sokağa salan anneme Niye sevmiyordu ki bugün beni Bir an sıcağı sıcağına canımın en çok yandığı bu anda beni böyle kanlar içinde görüp vicdanın sızlamasını istedim Hele gözleri şişene kadar ağlarsa daha da iyi olurdu Ya diğerleri, niye bir arkadaşım dahi sokağa çıkıp da beni yanına çağırmadı, niye koskoca apartmandan bir amca, bir teyze çıkıp da sabahın bu vaktinde “ne yapıyorsun oğlum orada, düşersin deyip” beni buradan uzaklaştırmadı, ya da yanına çağırıp başımı okşamadı? Niye ama niye bu labirentte yalnız bırakıldım, itildim

Niye; her şey kalbimi kırıp, ruhumu sızlatmak için böylesine organizeydi?

Niye ama

Niye!

Bir ağacı, bir çekirdeğe sığdırır gibi bir hayatı bir ana sığdırmışlardı adeta O etrafımda gezen soğuk sonbahar yelinin şahitliğinde başıma gelecekleri belki bir kaç dakika belki saniyeler önceden görmüştüm ama bundan kime neydi ki?

Kendimi biraz toparladığımda düştüğüm yerin pek de uzağında olmayan caddeye çıktım Ağlıyordum, üstelik hıçkıra hıçkıra Sesimi herkes duysun yaşadıklarını herkes anlasın istiyordum Bir ara, ‘’Biliyordum, böyle olacağını biliyordum Gördüm işte, gördüm ama engelleyemedim İyi ama niye engelleyemedim’’ gibi başkalarına manasız gelecek sözlerle hiç durmadan haykırmak, bağırmak geçti içimden Belki birileri beni anlardı, belki sabahtan beri her şeyin üzerime niye bu kadar geldiğini birileri izah ederdi Belki ben de kabaran öfkemi biraz olsun dindirebilirdim Ancak bunların hiç biri olmadı Yüreğime, yüreğimin derinliklerine kadar inen o büyüklerin ‘’CENAN’’ denen merkeze ininceye kadar acımı, ezikliğimi, küskünlüğümü hatta yılgınlığımı içime, ciğerime çektim Yarılan başımdan akan kanla, gözlerimden inen yaşları birleştirip dolu bir yürekle ağladıkça ağladım

Öfkeliydim

Az evvel yanımda olmayanları bu defa ben hiç ama hiç istemiyordum Ağlaya ağlaya eve doğru henüz yürümeye başlamıştım ki uzun beyaza yakın pardösüsüyle yıllar sonra BÜYÜK ADA’ya Şükrü Kılıç arkadaşımla yüzmeye gittiğimiz gün yolda tanıştığımız ismini ‘’Selamünaleyküm Mehmet Efendi’’diye tanıtan şahsa sonradan benzettiğim (üstelik o gün de hava kurşun gibiydi ve o yüzerken bizi seyredeceğini söylemesine rağmen aniden başlayan yağmur yüzünden yüzemedik) beyamcanın bana doğru gülerek geldiğini gördüm Bir an önce ellerini tutmak acımı hafifletmesini, yaşadıklarımı anlamasını istiyordum ama o nedense muzipçe gülüyordu Oysa böyle durumlar karşısında büyükler ‘’Ah yavrum, vah evladım, yazık günahsız yavrucağa, sabiciğe’’ gibi laflar ederlerdi Ama bu amca tebessüm edip, anlaşılmaz bir şeyler söyleyip gülüyordu işte

Her şey o gün beni eziyor demiştim ya Eziyordu işte, amca bile halime üzülüp, ahlayıp vahlayacağına gülücükleriyle eziyordu Ancak, tebessüm eden dudakları acımasa da elleri sıcaktı ki bu sıcaklığı acımı dindiriyordu Üstelik bir anda kalabalıklaşan cadde de bana sahip çıkmış beyamca beni anneme teslim etmek üzere evimize doğru getiriyordu Yıllar sonra bir arkadaşıma bu hadiseyi anlattığımda “Peki evinizi nereden biliyordu” diye ilginç bir soru sormuş ben de işin bu tarafını hiç düşünmediğimden şaşırıp cevap verememiştim

Hastanede başıma dikiş atılırken canımın yanmasına rağmen, vücudunun rahatladığını hissettim Üstelik hastanenin camlarından dışarıya baktığımda, dışarıda da güneş açmış adeta her taraf ışıklarla yıkanıyordu Bir an önce başıma dikiş atan doktorun elinden kurtulup kendini sokağa atmak istiyordum ki annem bu niyetimi sezerek “Anlaşılan deli kanın daha henüz tamamen çıkmamış” dedi İşini ciddiyetle yapan doktor bey, bu söze çok güldü Doktorun kahkahaları güzeldi ama o gülücükle attığı kontrolü kaçırdığı dikişler hiç de güzel değildi Yine de canının yandığını belli etmedim az sonra biter deyip işini bitirmesini sabırla bekledim Doktor geçmiş olsun dediğinde dispanserin slüetim düşen camlarına baktığımda başımın sarımtırak bir sargı beziyle takke gibi sarılı olduğunu gördüm Savaştan çıkmış küçük gaziler gibi hissettim kendimi

Akşam olduğunda babam her zamankinden biraz erken geldi Uyku vaktinden önce gelmez deyip kanepenin üzerinde gönül rahatlığıyla tencere kapağı elimde şoförlük yapıyordum İçeri geldiğinde hem bana hem anneme sitem dolu kelimeler beklerken, beklemediğim bir iltifatla karşılaştım: ‘’Ooo sevgili oğlumuz gene sarığı sarıp, hocaefendilerden olmuş’’ deyip başımı okşadı Ve o akşam başındaki sargıyı sevdim



’Ol Der Oluverir’’

‘’Kun fe yekûn/ Ol der oluverir’’ Kuran’ı Kerim’de birkaç surede tekrarlanır bu yüce ayet

Hiç bir şey O’nun ezeli ilminin karşısında duramaz Günü, saati, saniyesi geldiğinde her hadise bir hikmete -isteyen vasıta veya vesile kelimesiyle de karşılayabilir- dayalı olarak tecelli eder

Sevgili okurlarım şimdi de o çocukluk günlerine has masumiyet içersinde, kader defterine yazılı yaşadığımız bir başka hadiseyi anlatarak, ileride işleyeceğimiz konuların önünü iyice açmak istiyorum Zira hatıralar, kıssalar olayları anlamamızda en yararlı kıyas malzemeleridir

Yıldırım, enteresan bir çocuktu Ailesinin 4 erkek çocuğundan üçüncüsüydü Kendisinden bir kaç yaş büyük olmam sebebiyle daha çok benimle yaşıt olan bir büyüğü, Yıldıray ağabeyiyle arkadaştık Gerçi bende 7 yaşına sürüyordum ama kendimi bir çok arkadaşım gibi pek de çocuk hissetmediğimi itiraf etmeliyim

Hava çok güzeldi Annemin’’ karşıda gözümüm önünde oynayın’’ deyişinden esinlenmiş olmamız gerek ki Yıldırımla sohbet ettiğimiz bu yere Selma ablam da ben de ‘’Karşı’’ diyorduk Karşı’ya gidiyoruz, Karşı’da oynayacağız, Karşıdayız vb

O günde Karşı’daydık Yıldırımla önceki muhabbetlerden daha bir samimiyet kurmuş, ağabeylerinden, aralarındaki ağabey-kardeş ilişkisinden konuşuyorduk Ayrıca mevsim yaz hava da sıcak olduğu için ikimiz de şort denilen kısa pantolonlarımızı giymiştik Bu yüzden konuşurken arada bir Yıldırımın bacaklarındaki yanıklar dikkatimi çekiyor, anlamsız bir suçluluk duygusuyla içim sızlıyordu Daha önce bacaklarının nasıl böyle kabaran bir börek tortusu gibi feci şekilde yandığını bana anlatmıştı Doğrusunu söylemek gerekirse bir yandan sohbet ediyor bir yandan kendisine acıyordum Hatta bu acıma hissini bazen o kadar ileriye getiriyordum ki yüzümün kızardığını, alnımın terlediğini bile fark ediyordum İstiyordum ki bundan sonra hiç ama hiç acı çekmesin

Ama yine olacaklar göründü işte? Bunca duygu yoğunluğunu daha fazla suçluluk hissi duymak için yaşamış gibi haller görünmeye başlamıştı bile Ben Yıldırım’la bir kayanın üstünde oturmuş ona çaktırmadan acıyarak konuşurken, onun yeni bir acının içinde cebelleştiğini görüyordum Üstelik alışılmamış tuhaf bir kaza geçiriyordu ‘’Yıldırım kayanın üzerinden aniden dengesini kaybedip düşmüş, Sağ dirseğinin o yuvarlak, sivri kemiği içeri geçmişti” Bir an aklım başımdan gidecek gibi oldu Kolu kırılsa, bileği çıksa anlardım ancak dirseği içeri geçmişti Kolu tuhaf bir şekil almıştı Kolunuzun sırtınıza doğru ters yöne baktığını düşünün(!) Bütün vücudumun yandığını hissettim, kısa bir süre bulanıklık hali yaşadım Kendime geldiğimde Yıldırım karşımdaydı ve hala evdeki ağabeyleriyle olan maceralarını anlatıyordu Onu hala karşımda sapasağlam görünce tam rahatlamak üzereydim ki korktuğum başıma geldi Evet, kader, kaydını yine birkaç dakika önden göstermiş vuku bulacak sahneyi bir kez daha rejiye girmeden izleme odasından görmüştüm Evet, maalesef Yıldırım üzerinde oturduğu kayadan bir buçuk metre aşağıya yuvarlanmış yerde dirseğini tutarak acılar içinde çırpınıyordu Benim o günkü halimi hatırlamak bile istemiyorum Bugünkü moda tabiriyle tam anlamıyla şoka girmiştim İnanılmaz derecede suçluluk hissediyordum Bu suçluluğu hissetmemin birinci nedeni: acaba sanki bazı hadiselerin beynimden geçtiği gibi tezahür etmesini isteyebilir miydim? Acaba anlamlandıramadığım bu durumları ben mi -bir nevi sözsüz içsel bir beddua gibi- istiyor Yüce Yaradan da bu isteğe göre yaratıyordu? Yani dua edecek yerde beddua eden ve bu bedduası anında tutan kötü gözlü/nazarı çabuk değen birisi gibi miydim?! Benliğimi yokladığımda böyle kötü hiç bir temennim olmadığına emindim Üstelik Yıldırım’ın kolu hayatta düşünülemeyecek bir şekilde dirsekten ters dönmüştü ki böyle bir akıbeti bugün bile tahayyül edemem Bilek de dirsekte ya kırık ya da çatlar ancak içe geçmiş bir dirsek olayını kim düşünebilirdi ki

Diğer suçluluk duygum ise kalbimin sesi sebep oluyordu ki “niye engellemedin” diye sesleniyordu benliğime? Diğer dürtünün mahkemesini görmüş suçsuz çıkmıştım ama bu suçlama ağır basıyordu Evet, sahneyi gördüğümde pekâlâ kendisini kayanın üstünden çekip alabilir veya bir oyun bahanesiyle başka bir mekâna sürükleyebilirdim Ancak bu defa da durumu tahlil ettiğimde vücudumun her uzvunun ilahi takdire boyun eğmek zorunda kaldığını anlamakta gecikmedim Biliyorsunuz ama hiç bir şey yapamıyorsunuz İdrakiniz, mafsallarınız kilitlenip kalıyor Öyleyse bu da yersiz bir suçluluk olsa gerek

Zavallı Yıldırım’ın feryatlarına mahalleli cevap vermekte gecikmedi Çocukcağız apar topar yanımdan alınırken ben ‘’Sen mi yaptın’’ bakışları üzerime bir tokat gibi yağacak diye çok korktum Şükür ki öyle olmadı Bir ara bu olay yaşanmadan önce yaşadıklarımı anlatayım istedim ama kimsenin hiç de oralı olmayacağını anladığım için bu olay tanımlanamayan kader sayfalarından biri olarak içimdeki hard kaydoldu

Nitekim anladığım kadarıyla herkese olduğu gibi kader bana da bir cümle kuruyordu ve ben de birçok insan gibi kelimeleri daha karatahtada görmeden evvel tebeşirin ucunda görme ikramından faydalanıyordum En azından çocukluğun masumiyeti buna müsait bir zemin hazırlıyordu diyebiliriz sanıyorum

Cin Dedikleri Dost mu Düşman mı?

Cinlerle ilgili bilgiler ilahi kitapların hepsinde özellikle Kuran’ı Kerim’de onlarca ayette geçiyor Hatta insandan sonra akıllı varlıklar olarak medeniyetleri ve cürümleri mükâfat veya cezaya tabi olan bu varlıklar hakkında başlı başına Cin Suresi bile var O dönem medeniyetinin anlayışıyla bu bilgiler gelişeceği için yine o dönemin algılayışına hitap etsin diye Dumansız ateşten yaratıldıkları şeklinde mecazi bir anlatım kullanılan bu varlıkların, bir çok türü olduğu biliniyor Envar’ül Aşıkın gibi sırlarla ve hikmetlerle yüklü kitaplarda da -Tabii Kuran’dan ve diğer ilahi kitapların muharref/değiştirilmeyen kısımlarından deliller, yorumlar getirerek- insandan evvel yeryüzünde yüksek bir teknolojiye sahip” Cin Uygarlığı”nın yaşadığı ifade ediliyor

Bu konuda binlerce eser var ortalıkta Ama en ciddisi tabi ki Allah’ın bildirdiği Kuran’ı Kerimden derlenen, tefsir ve tevil edilen bilgiler ve peygamber açıklamaları Ondan sonra pratik ve teorik kaynaklara dayanarak meseleyi ciddi tahlil eden ehil insanların saptamaları ve yorumlarına dikkat etmek gerekiyor Her mesele de olduğu gibi 21 Asır gibi paranormal hadiseler de bütüncül bir bakış açısıyla çözülmeye çalışılmalı Bu konuda ihtisas sahibi “sapla-samanı ayrıştıran” gerçeği ilahi ve pozitif bilim kaynaklarından damıtarak süzecek ve ayrıştıracak bilim adamlarına ve onların bu çalışmalarını kitlelere doğru kelimelerle ve akıcı anlaşılır bir üslupla anlatacak yazarlara, fikir adamlarına ihtiyaç var

Bugün başta İsrail olmak üzere, Rusya, ABD, Çekoslovakya, İngiltere, Almanya gibi ülkelerde bu konuları araştıran devlet destekli yüzlerce ‘’Parapsikoloji’’ merkezleri, enstitüleri var Allah vergisi yeteneklerinin farkında veya farkında olmayan bir çok insan gerek psikiyatrisi gerekse psikologlardan oluşan heyetler tarafından ciddi tahlillerden geçiriliyor Haliyle
meczup veya “şovmen olmayanlar ayıklanarak devletlerin veya şirketlerin ‘’metafizik istihbarat-donanım’’ birimlerinde istihdam ediliyorlar Her meselede olduğu gibi bu meseleye de ciddiyetle bakanlar haliyle başarılı oluyorlar Önemli olan her türlü ilmi tahkik edip hakkını vermek Burada asıl önemlisi de kötü niyetli kişilerin madde ötesi bu ilme sahip olmaması gerekir ki maalesef bugün bu ilmin propagandası onların kontrolünde


Rüzgarlımeşe Mahallesi


Ahh Rüzgarlımeşe

Mahalleye verdiği isim yetmezmiş gibi okuduğum ilkokula da adını vermişti Adını vermesine vermişti ama kendisiyle hiçbir zaman müşerref olamadık Değil mahalle de üstelik okuduğumuz ilkokulun bahçesinde bile bol bol kavak ağacı olmasına rağmen o yoktu Acaba bir şaşkın “Rüzgarlı kavak diyeceğine Rüzgarlımeşe diyerek” bunca insanı şaşırtmış mıydı? Nitekim, mahallede bol bol kavak vardı da, meşeyi bulana aşk olsun Öyleyse kavakların Zonguldak şehrine tepeden bakan ve tepede olması sebebiyle bol bol rüzgârla karşılaştığından üzerine giydirilen bu mahalledeki namı ve sıfatı çalınmıştır ki bu çok ayıp Haa kör bir baltaya kurban gitmiş, adı kalmış kendisi çoktan kül olup toprağa karışmış bilmem kaç bin kalorilik ısı vermiş bir ağaçtan bahsediliyorsa onu bilemem gari*

Mahallenin meşesi yoktu ortalık da ama püfür püfür esen rüzgarı her daim vardı Üstelik tepeden bakardı Zonguldak şehrinin dört tarafına Liman, haliyle uçsuz bucaksız deniz insanın ayaklarının ucunda gibiydi Hayatımda “hortum” denilen basınçlı hava olayının denizde neler yaptığını ilk defa bu mahalde bulunan ilkokulumun en üst katının camlarından seyretmiştim Ve hayatın ne kadar değişken neticede yok olacağını hatta günü geldiğinde hayatı tıpkı sokağı camdan seyrettiğim gibi seyredeceğimi o olay ürküterek öğretmişti bana

* Gari: Zonguldak ve çevresindeki halkın “gayri” manasında kullandığı kelime

O gün de “Rüzgarlımeşe İlkokulu”nun bahçesindeydim Selma ablamla ismini annemin tanımlamasından çıkardığımız mahalle, yani “Karşı’ya sığmıyordum artık, çünkü büyümüştüm Evin yakınlarından az da olsa açılabilme iznim vardı Bir kaç arkadaş bir araya gelmiş, vakit geçirmek için oyun üretmeye çalışıyorduk Daha sonra okulum olacak Rüzgarlımeşe ilkokulunun bahçesinin dış kapısındaydık Bu kapıya bir araç park etmiş bizler o aracın etrafında yakalamaca oynuyorduk Bu yakalamaca sırasında dikkatimi çeken aracın kaymaması için arka lastiğine konulan daha sonraki yıllarda türüne ‘’Çay Taşı’’ denildiğini öğrendiğim bir adam başı büyüklüğünde, siyaha yakın rengi olan taş olmuştu Nedense koştukça gözüm ona takılıyor, ona baktıkça içime manasız bir ürperti kaplıyordu Dakikalar ilerledikçe bu ürperti daha da artıyordu Haliyle bu aracın bir an önce buradan gitmesini istiyordum Zira o kara taşa gözüm takıldıkça bir türlü içimde huzur bulamıyordum

Oyuna ağırdan aldığımız bir sırada aracın etrafında iki üç kişiyi gördüm Belli ki sahipleriydiler Nihayet, araçta okulun bahçesinden çekip gidecekti Ben de bana göre o kara taşın hissi bir hal olarak araçla kendisi arasında kurduğum“kara bakışlarından” kurtulacaktım Bu araçtan dolayı bu taşta menfi bir güç vardı

Bu niyetle olsa gerek araç hareket ederken sırtımı döndüm Arkamı döndüm çünkü yüzümü döndüğümde içimin huzur bulması için bir an önce gitmiş olmasını çok istiyordum Tabii bu da ilk önceleri manasız bir dürtüydü Belli ki aklım, ‘’Gitti işte deyip’’ kalbimdeki sıkıntının manasızlığını yine kalbi hislerime ispatlamak istiyordu

Sırtım arabaya dönmesine dönüktü Ancak içimden bir ses adeta otomatiğe geçmiş sürekli olarak ‘’ÇÖK ÇÖK ÇÖK’’ diye sesleniyordu Çok kısa bir süre sonra kulaklarımda da aynı sesi duydum, ancak bu defa seri olarak ‘’ÇÖK, ÇÖK, ÇÖK’’ denmeye başlandı Biraz ötede karşımda gezinen arkadaşlarıma baktım hepsi de başka tarafa bakıyor benimle ilgilenmiyorlardı bile Lakin ses hiç durmuyordu, bense kendimce manasız bu hal üzerine inat ediyor vaziyeti “hayda niye çökeyim? ” demeye getiriyordum Belki saniyeler, belki saliseler böyle geçti ama bana yine dakikalar gibi geldi Ve istem dışı da olsa daha fazla dayanamayıp çöktüm Ancak daha dizlerim tam kırılmamıştı ki başımın üstünden mermi gibi bir şey geçti ve gözlerimin önünde gürültüyle okulun bahçesinin beton zeminine düşerek tok bir ses çıkarak yuvarlanıp gitti Çok kısa bir afallamadan sonra tahmin ettiğim gibi başımın üstünden geçen, saçlarıma ufak bir fön çeken bu şeyin o kara bakışlı kara taş olduğunu gördüm Arkamı döndüğümde arabadan inmiş, korkudan gözleri dışarı çıkmış araba sahiplerinin fal taşı gibi olmuş korkulu gözleriyle karşılaştım Sadece korku yoktu o gözlerde en az benim kadar şaşkınlık da vardı Bir süre sonra içlerinden şoför koltuğunda oturduğu için aynadan durumun olabilecek vahametini daha iyi fark ettiğini sandığım birisi, Nasıl çöktün evlat dedi Olayı anlatınca diğerleri de gelip başımı okşayıp, Allah’a şükretti Bir yandan da taşın bir ucu başıma deyip kanatmış olabilir mi diye de sözde bana çaktırmadan kontrol ettiler Daha fazla endişelenmeye gerek olmadığı anlaşılınca da araba hareket etti Araba hareket etti etmesine ama arabayı süren amcanın yüzünde hala ‘’ya çökmeseydi’’ diyen sualin verilememiş cevabı var gibiydi Haklıydı, zira Maazallah o taş o hızla beyin kanamasından pekâlâ bizi götürebilirdi

Bir Levitasyon Anıymış Meğer

Levite olmak; Düşünce gücüne bağlı olarak, insanların yer çekimine karşı gelerek havalanması Su üzerinde yürümek olarak da gecen parapsikolojik fenomenlerden biri olarak tanımlanıyor Bana sorarsanız paranormal hadiselerle ilgili terimler bir yana hadiseleri inceden inceye tahlil ettiğimizde bilim bugün tamimiyle ‘’ehli keşfin’’peşine takılmış durumda Tasavvuf ehlinin “tayyi mekan”, “bast-ı zaman” dediği bir takım fiziksel tanımlamalarla adlandırılamamış meseleleri bir yandan “anlamlandırmaya” çalışırken bir yandan da”adlandırmaya” çalışıyor Hatta bir çok kitapevinin raflarında bu konuya eğilmiş onlarca Tibet kökenli yayınları görünce kendi kendime üzülüyorum Bu ilmin has adamlarına bir iç ses gönderip: ‘’Vallahi Üstadım sizlerin döşediği kaldırımlarda bu adamlar yalan yanlış yürüyorlar Hakikat kaldırım kadını gibi muamele görüyor ki en tehlikelisi bu deyiveriyorum

Bir diğer hakikatte şu ki bu mevzulara olan açlık, bu konunun ehli eller tarafından bir an önce muhakkak surette doyurulmalı Yoksa leblebi niyetine taş gibi nohutları yedirirler adama ki bizler milletçe böyle ne “demir leblebiler” yemedik ki? Şimdi de günümüzde, IQ, EQ derken bir de SQ (Siprituel zeka) konuşulmaya başlandı Oysa sufiler, ehli ilmin batınıyla yani derinliğiyle uğraştığı için yüzyıllardır bu zekaları bilir, anlatır ve insanlarda gelişmesinin yollarını anlatırlar Bununla ilgili reçeteler verirler İnsan ruhunun donanıp yeryüzünde cismi bedenine emanet edildiğini ve bu emaneti farkına varılıp layıkıyla taşınması halinde 4 Ruh halinin zuhur edeceğinden bahsedilir Daha birçok kişi Ruhu inkâr ederken veya Reenkarnasyon bataklığında orkide kokularına aldanmışken; onlar Cismani, Revani, Sultani ve Ruhul Kuds (Azim) den bahsettiler, insan vücudundaki yerlerini gösterdiler Tıpkı bilgisayarımıza yüklenmiş programları fark edip kullanmayı öğrenip olağanüstü tasarımlar yapacak hale geldiğimiz gibi haller sahaya çıkardılar Haliyle hakikati olan bütün ilimlerin tıpkı çeyizlik bir sandıkta saklıymış gibi ruhlarda saklı olduğuna bir çok delil getirdiler Önemli olan bedeni inceltip/kalaslık halinden mobilya haline getirip, ruhun çeyizlerini, hazinelerini ortaya çıkarmaktır Sürekli sandığın üstüne oturan bir insanın sandığın içini açıp içindeki cevherleri bulabilmesi mümkün müdür?

Mümkün değil tabii Tabii biz önce şu zekâ olayını halledelim de asıl mevzuumuz olan levitasyon meselesiyle ilgili küçük tecrübeden bahis edelim

Bakınız bu meselelere derinlemesine ilgi gösteren insanlar aklı nasıl düşünüp/değerlendirip tasniflemişler, kitabımıza boyut katması amacıyla özetle değinelim:

1-Dünyalık akıl
2- Kalbi akıl: Öteleri düşünen, hayal edebilen hatta görebilen akıl
3-Ruhi Akıl – Spritüel akıl
4-Külli Akıl – Kulun iradesini Allah’ın iradesine bağlamasıyla ortaya çıkan akıl

Tabii bu akıl makamlarının her birinin de ayrı bir Ruh haliyle ortaya çıktığını hatırlatmak isterim Özellikle dünyalık akıldan büyüklerin tabiriyle “akl’ı meaş”tan sonra ki akli safhalar; öyle ha diye ortaya çıkmıyor Bu mevzuda sıralanacak kelimelerin yetersiz kalacağını düşünüyorum Haliyle de mevzuyu, tamamen bu konuya eğilecek bir başka esere havale etmek gerekiyor


Şimdi bu ara sohbetten sonra konuyu yeri geldiğinde daha derinleştireceğimizden ben yine Rüzgarlımeşe’ye dönmek istiyorum Sahi levitasyon’dan bahsediyorduk değil mi?!


Uç Uç Kelebek

O gün okulun bahçesinde kurtlarımı kıracak iyi bir futbol maçı yapamamanın sancısını çekiyordum Nitekim annemin sokağa çıkma yaşına eriştim diye izin verdiğinden bu yana sanki bağını koparmış deli danalar gibiydim Bir türlü kabıma sığmıyordum Üstelik ilk defa mahallede ilk defa oynadığım futbol oyunundan da müthiş bir haz almıştım Sanki benim yerime çok daha tecrübeli biri oynuyordu ve vurduğum top, gol oluyordu Üstelik minyatür kale oynuyorduk Bir bilardo sopası gibi nereye bakıyorsam topu oraya yuvarlıyordum Tabii bu isabetlilik yüzdesinde babamın dışarıda oynamak için aldığı ayakkabıların da garip bir sihri var gibiydi Hatta bir ara ayakkabıların aklı olabileceğini bile düşünmüştüm Belli ki bu ayakkabılara tutkum biraz da bu yüzdendi Onlar da sanki özel bir güç seziyordum Hatta bunları düşündüğüm yaşımdan daha ileri yaşlarda şimdi başlığını hatırlayamayacağım ancak ana teması ayağına geçirdiği ayakkabıları sayesinde kötü yollara gitmekten kurtulan onu hep iyi yollara sürükleyen bir ayakkabı hikayesini okumuştum’’ da, kendi adıma o çocukluk kurgularımı yıllar sonra başka bir şekilde de olsa bir hikaye olarak karşımda bulmak beni hayli sevindirmişti

Gel de şimdi burada yine bir ara fasıl verme: Efendim, yıllar sonra tanıştığım İbrahim Güler isimli bir dostumun anlattıkları da zihinsel montaj çalışmalarımda bazı şeyleri daha sağlıklı kurgulamamı sağladı Dostum, sık sık yanına gittiği Bandırma’daki Pastaneci Ali Efendinin sabah namazından sonra uyumayıp besmeleyle ve duayla hamur yoğurduğunu neticede yaptığı pasta ve kurabiyeler piştikten sonra karşılarına geçip el açıp bu pasta ve kurabiyeleri yiyenlerin vatan ve millet yolunda gayretli insanlar olmaları için dua ettiğini söylemişti

İlginç değil mi? Oysa dünyaca meşhur marka sahiplerinin malının çok satılması, insanlar üzerinde tahakküm kurmasına yardımcı olması niyetiyle bir çok ürünün mayasında “Ölüler İlmi”, “Şeytanın İlmi” denen bir çok negatif gizli ilimleri “Kara Büyü” olarak kullandığını okültizm ilmiyle uğraşan istihbaratçılardan dinlemiştim Hatta bu konu da ürün isimlerin adlarını da vermişlerdi Ayrıca, hepsi de piyasa da kullandığımız birçok markanın adının da, logosunun da kirli/kara güçler çağırmada kullanıldığını söylesem belki de bizlere gülerler demişti Ayrıca, bunları söyleyen insanlar uluslar arası tanımış kimya profesörlerimizden birisi bir diğeri de ezoterik dini mevzular hususunda uluslararası üne sahip bir araştırmacı-yazardı ki bunlar Prof Dr Oktay Sinanoğlu ve Aytunç Altındal gibi Türkiye’nin bu sahaları en iyi bilen sayılı beyin adamlarıdır Bana göre de birçok ürünün, kötü gizemli güçler ilmi kullanılarak sahaya arz ettirildiği bir gerçek Bu konuda yazılmış eserleri tahkik ettiğinizde faraziyeler üzerine konuşmadığımız daha iyi anlaşılacaktır Sigara-İçki firmalarının logolarına, otomobil isimlerine, kıyafetlerin renk ve şekillerini bir araştırın lütfen belki de bana dua edeceksiniz 21 Yüzyılda kuşatılma bölgesel olmuyor zihinsel oluyor! Savaş insanın beyni kuşatıldığında kazanılıyor!

Bilmem dikkatinizi çekti mi bir türlü Rüzgarlımeşe ilkokulunun bahçesinde geçen istem dışı şu levitasyon olayını anlatamadım sizlere

Neyse anlatıyorum işte, ayağımda o çok iyi goller atmama vesile olan ayakkabılarım olduğu halde adam gibi bir araya gelip bir türlü ortaya bir futbol oyunu çıkaramadık Hareketsizliğin verdiği bir dinginlikle okulun bahçesinin demirlerine bir mahkûm gibi tutunmuş üç-beş metre aşağıdaki yeşilliği seyrediyordum Bir ara içimden uçup görebildiğim yerlerden daha öteleri seyredebilmeyi düşündüm Bu amaçla gözlerimi gökyüzüne diktim masmavi gökyüzü tanımlanamaz sonsuz bir derya gibi geldi bana Kim bilir öteler ne kadar güzel olmalıydı Bedenimizle böyle daracık yerlere sıkışıp kalmamalıydım Üstelik bir maç bile çıkaramamıştım(!)

Bu düşüncelere kendimi iyiden iyiye kaptırmaya başladığımı anlamam fazla sürmedi çünkü etrafımdaki arkadaşlarıma benden uzaklaştığını görebiliyordum ancak umursamıyordum İçinde bulunduğum hal çok huzurluydu Vücudumdan bir ağırlığı kalktığını hissediyordum az evvel hayal ettiğim gökyüzünde gezmek düşüncesi yavaş yavaş gerçekleşiyordu Vücudumdan ayrılan denizanası renginde soğan zarı gibi şeffaf sanki beyaz kâğıda kalıbı çizilmiş bir insan şekli gibi bir siluetin havada gezdiğini gördüm Aman Allah’ım artık istediğim yerine geliyordu, okulun bahçesinde havadan on metre kadar yükseklikte kuş gibi geziyordum Tuhaf olan bedenim yerde ama benliğim ise o siluetle birlikte havadaydı Âdete katı ve sıvı olarak ikiye bölünmüştük Bir yandan havadaydım bir yandan havada olan benliğimi seyrediyordum Hem havadaydım hem yerde; tuhaf tabii

Biraz daha yükseleceğim anda içimden bağırmak geldi Çünkü düşeceğimden korktum Sanıyorum bedenime ait bir zaaftı bu Ruhum, adeta uçmaktan korkuyorsan otur oturduğun yerde der gibi bedenime geri dönmüştü Üzerimdeki korku hali kısa sürede geçince hemen sağımda solumdaki arkadaşlara baktım Benden fazla uzakta değildiler üstelik havada gezdiği yerlere doğru bakıyorlardı ama hiçbir şey fark etmemişlerdi Bunu da herhalde her çocuğa mahsus öyle bir hal deyip hafızamdaki yine anlamlandıramadığım ilginç olaylar albümüne taşıdım

(…)


Alıntı:Hakan Yılmaz Cebi

Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.