Prof. Dr. Sinsi
|
Ölebilmek ( A Star İs Born )
Yakında kitabı yayınlanacak Özcan Türkmen'in bir yazısından alıntıdır Buradan selamlar ona
---------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Tuhaf ki insan iki tarih arasına sıkışmış, kısa hayatında bu iki tarihe denk düşen o iki belirleyici olayı, doğumunu ve ölümünü, gerçekten yaşıyor sayılmaz Doğumu ve ölümü dolayımla, belki en çok da çocuğumuzun doğumu ve annemizin ölümü dolayımıyla "yaşarız" Yeni doğmuş bir bebek de, toprağa vermeden önce yüzüne son kez baktığımız ölü de bize hiçbir özdeşleyim olanağı tanımaz Onlar yabancılaşmış geçmişimiz ve yabancı geleceğimiz olarak, görmediği ölçüde gördürmeyen gözleriyle, oradadırlar
Ölüm, bilinci olan bir varlık için kabul edilmesi zor bir gerçekliktir; hele bu varlık, Dünya'yı mülk edinmiş görünen bir varlıksa Buna bir de ölümü tümüyle bilemeyecek oluşumuz eklenince ölümün pratikte ihmal edilebileceği düşünülebilir Nitekim Montaigne'den bu yana gerek felsefede gerekse edebiyatta, giderek Batı uygarlığının hemen her katmanında ölüm bir veri olarak pek hesaba katılmamıştır Yadsıma, yüceltme, aktarım gibi türlü mekanizmalarla, ölüm, ampirisist veya rasyonalist, idealist veya materyalist geleneklerde kısa devre edilmiştir Öte yandan Doğu, insan tekini loş bir alanda, ölümün hiçseyici gölgesiyle kuşatılmış olarak kavrar Öyle ki Dünya'yı doğudan batıya kateden gün, doğduğu yerde gölgeleri de iyiden iyiye koyultmuş gibidir; karanlığı tanıyan o coğrafyada şafağı ve akşamı karşılamak bir ritüele dönüşmüştür Doğu'dan yükselen ışık, Batı için karanlıktan kurtuluşu simgeler; Doğu ise karanlığın gün boyu, gölgelerde sürüp gittiğini bilir Ölümle damgalanmış ruh, karanlıktan kurtulamaz; bu yüzden suretler ve imzalar değerlerini yitirirler ve koskoca krallar ab-ı hayat peşine, bengisu peşine düşerler "Dünya" sözcüğünün etimolojisinin de fısıldadığı gibi, "aşağı" bir Dünya'dır bu; Doğulunun yüzü, ne yer ne gökyüzüdür
Ruhun ölümsüzlüğü, Doğulu için apaçıkken Batılı için örtüsü us aracılığıyla kaldırılması gereken bir fenomen olmuştur Batı, hıristiyanlığı kendi "ratio"suna felsefe ile yedirmeye çalışırken (Augustinus, Aquino'lu Thomas, Descartes, Spinoza vb) teoloji Doğu'da hemen tümüyle felsefenin kendisidir Doğu'da mutasavvıfların tanrıyla kurdukları senli benli ilişkiye Batı'da hemen hiç rastlamayız; Batı'da "rahim" olmayan tanrının adı, daha çok "Baba'nın adı"dır Elbette hiyerarşik bir düzenleme içinde, Doğu'da, ölümsüzlüğün doğrudan aranmasına ve yeniden hayat bulma inancına rastlarız Buradaki kutlu diriliş, Batı'da, "et" anlamındaki latince bir kökten türeyen, dar ve cılız bir sözcükle, "reenkarnasyon" (tekrar ete bürünme) ile karşılanmıştır
İnsan ruhunun ölümle ilişkisine dair neler söyleyebiliriz? Her şeyden önce, ölümlülüğün savunma mekanizmalarımızın başlıca konusu olduğu savlanabilir Ölümü bastırır veya çeşitli ritüellerle yüceltir ve katlanılır kılmaya çalışırız Bu çabaların kimisi, gerçekte yırtıcı bir hayvan olan gelinciğe adeta ona yaranırcasına "gelincik" gibi güzel çağrışımlı bir isimle hitap etmiş olduğumuzu akla getirir Nekrofili (ölüsevicilik), zenofobi (yabancıdan duyulan korku), eremofobi (yalnızlık korkusu) vb kılıklara girebilen bu ilişki, temelde iki kipte, "yadsıma" ve "kabullenme" kiplerinde incelenebilir
Ölümlülüğü yadsıma veya ölümü içselleştirememe , insan varoluşunun kırılganlığını da yadsıma pahasına gerçekleşir ve beraberinde iki şeyi getirir: Karamazov Kardeşler'deki "Tanrı yoksa her şey yapılabilir" cümlesinde dile gelen "ölçüsüzlük" ve Nemrut örneğinde billurlaşan "ölümsüzlük yanılsaması" Gerçek anlamında ölümsüzlüğe kavuşamayacağımıza göre, sahip olabileceğimiz şey onun bir yanılsamasından ibarettir Bu yanılsamanın gerektirdikleri şunlardır: 1) Ölümsüzlükle bir tutulan güç 2) Gücün uygulayıcısı özne 3) Güce tabi tutulacak nesne(ler) Lacan'ın sadistlik olgusunda saptadığı "yer değiştirme"ye çok benzeyen bu tabloda, güç isteminde bulunanın tabi olmaktan ötürü acısını çektiği "güç", bu gücü isteyip uygulayan özneyi aşan, asıl öznedir Güç isteminde bulunan, ancak kendisini bu güce sahip iradenin belirmesine aracı kıldığında haz duyabilmektedir Sadistin öncelikle mazohist olduğu, tuhaf bir denklemdir bu
Ölümlülüğü ve kırılganlığı tanımam, "Arkadia'da bile olan"ın(***) önünde, beni canlı-cansız tüm varlıkla eşit kılar Aşkınlıklarını onayladıklarımı ne varedebilir ne de yokedebilirim; onlar, güzelliği kendilerinden bildiklerimdir İçimdeki tohum soyludur ve asla küçüklüğümü haykırmaz O tohum meyveye durunca, işte o zaman, ölebilirim
(***) Arkadia : Batı şiirinde pastoral bir mutluluğun hüküm sürdüğü hayali ülkenin adı Poussin'in Et In Arcadia Ego -"Arkadia Çobanları" olarak da bilinir- adlı tablosundaki mezar yazıtında da okunduğu gibi, Arkadia'da bile olan, ölümdür
|