Prof. Dr. Sinsi
|
Gilles Deleuze Felsefesi
Felsefesi
Gilles Deleuze'ün düşüncesinin kavramsal bir haritasını çıkarmak için öncelikle Deleuze'ün felsefenin yaratıcı bir etkinlik olduğunu vurgulayan yaklaşımına ve özgün kavram kayrayışına başvurmak gerekir Deleuze, felsefeyi bir tefekkür etkinliğinden ziyade kavram yaratımı olarak tanımladığından bütün çalışmalarında yeni kavramlar ortaya koymuştur Felsefenin yaratıcı bir faaliyet olarak tanımlanması öncelikle özdeşlikten ziyade farkı, kapalılıktan ziyade çoklu bağlantıları ve mutlak kararlılık ya da keskinlik gözeten bir tespitten çok kararsızlıklık ve belirsizlikleri kucaklayan bir açık uçluluğa dayanan yeni bir yaklaşımı gerektirdiğinden ne çalışmalarında ortaya koyduğu kavramlar ne de bu kavramlar arasındaki ilişkiler bir sabitlik arz eder Deleuze'e göre hiçbir kavram tek bir parçadan, tek bir öğeden oluşmaz bu yüzden her kavram komplekstir ve bir çokluk belirtir Bu parçalar hem birbirlerinden ayrıdır hem de birbilerine temas ettikleri ya da birbirlerini kestikleri sahalar söz konusudur Bu ayırtedilemezlik eşikleri en nihayetinde ayrı birer konsept ifade edecek olan çokluklar arasında da mevcuttur Kavramlar dahili tutarlılıklarını parçalarının örtüştüp içiçe geçtiği bu sahalardan, dışsal tutarlılıklarını da diğer kavramların aynı düzlemde oluşturdukları bağlantılardan alırlar Deleuze'ün kavram kavramının diğer bir önemli özelliği de kavramın bir şeyin özünü ifade etmekten ya da zamansal-mekansal bir eksende konumlandırmaktan ziyade bir yeğinlik ekseni boyunca dizilim ifade etmesidir Bu yeğinlik ekseninde kavramların bu parçalı yapısı ve bu parçaların çakışma, örtüşme ve kesişme ilişkileri bir yapbozun parçaları gibi birleştirilince ortaya bir bütün çıkaracak bir dağılım arz etmez Kavramları birbirine bağlayan köprüler her zaman için hareketli köprülerdir
Deleuze'ün diğer filozoflar üzerine yaptığı çalışmalar kavramların bu parçalı ve değişken yapısının açıkça görülebileceği bir saha çalışması gibidir Felsefe tarihinin en önemli kavramları farklı bir şekilde titreştirilerek yahut bu kavramlar arasındaki köprülerin yerleri değiştirilerek mevcut kavramsal ilişkiler incelikli bir şekilde altüst edilir Bu, bir yazısında Deleuze'ün belirttiği gibi söz konusu filozoflarla reddedemeyecekleri bir canavar çocuk yapan bir arkadan yaklaşma (enculage) etkinliğidir
Deleuze'ün yirmi sekiz yaşında yayımladığı ilk çalışması Ampirizm ve Öznellik özellikle Fransa'da yoğun bir şekilde çalışılan Heidegger ve Husserl'in çalışmalarının aksine yüzünü İngiliz ampirizmine ve bu geleneğin en önemli filozoflarından Hume'a dönmüştür Deleuze bu kitabında felsefenin en önemli sorunsallarından birini, ampirizm ve usçuluk gelenekleri arasındaki ilişkiyi, tamamıyla faklı bir düzlemde kurgulayacaktır Deleuze'ün Hume'da özellikle dikkatini çeken birleştirici herhangi bir üst unsura dayanmadan ortaya konan kendilik ve öznellik anlayışıdır, diğer bir deyişle, Deleuze Hume'da aşkınsal mekanizmalara gerek duymadan ortaya konacak bir öznellik anlayışının izlerini sürer Hume'un zihnin çalışma biçimlerini açıklarken ortaya koyduğu çağrışım (association) nosyonunun yanı sıra inanç ve ilişkilerin dışsallığı fikri sadece öznellik açısından değil toplumsallık kavrayışı açısından da Deleuze'ün içkinlik felsefesinin önemli kaynaklarından bir olacaktır
Nietzsche ve Felsefe çalışmasında ise Heidegger'in yorumunun hakim olduğu Nietzsche çalışmalarına yeni bir bakış açısı getirecek ve Nietzsche çalışmalarını radikal bir şekilde değiştirecektir Deleuze bu kitabında öncelikle Nietzsche'deki aktif ve reaktif kuvvetlerin ilişkisine eğilerek neden reaktif kuvvetler tarih boyunca aktif kuvvetlere üstün çıkageldiği sorusuna yoğunlaşır Bu çalışmasında vurgulayacağı diğer hususlardan biri Nietzsche'nin olumlayıcı felsefesidir Olumlama herşeye evet demek demek değil, evet ve hayır arasında Hegelci olmayan bir karşıtlık kurmak anlamına gelecektir Reaktif kuvvetler kendilerini bir çifte olumsuzlama ile tanımlamak durumundayken aktif kuvvet için başlangıç noktası hep bir olumlama olacaktır Deleuze'e göre Nietzsche'deki güç istenci de güç istemek demek değil olumlanan herşeyin "üssü n" biçiminde olumlanması demektir Bu yüzden Deleuze için Bengi Dönüş aynılığın geri dönmesinden ziyade bir test ifade eder ve bu testten sadece aktif kuvvetler ve olumlama geçebilir Deleuze Nietzche'nin felsefesini yaşamı başka aşkın değerler karşısında değersizleştimenin, yani yaşamın değerini sıfıra indiregeyen nihilizmin karşısında yaşamı olumlayan içkinci bir çalışma olarak sunar Nietzsche'nin iyinin ve kötünün ötesinde kurmaya çalıştığı etik böylece daha önce kötü kabulen herşeyin artık makbul sayılacağı bir yerde değil, iyinin ve kötünün birtakım aşkınsal değerlerden ziyade içkin kriterlere göre değerlendirileceği bir düzlemde cereyan eder
Kant'ın Eleştirel Felsefesi kitabında da gerek Hume monografında öznellik teması etrafında gerekse Nietzsche'nin ahlak eleştirisi çerçevesinde öne çıkan aşkınsallık eleştirisini bu kez aşkınsallığın en önemli adreslerinden birinde, Kant'ın usun eleştiri çalışmalarını değerlendirerek yeniden formüle edecektir Bu çalışmayı Deleuze'ün en özgün "arkadan yaklaşma"larından biri olarak değerlendirmek mümkündür zira Deleuze bu monografında Kant'ın aşkınlıksal hareketlerinin güzergahlarını ortaya koymaktansa Kant düşüncesinin içkinlik hatlarının bir haritasını çıkarır Deleuze için Kant'ın dehası bir noktada usun içkin bir eleştirisini sunmasında yatmaktadır zira Kant'ın aşkınsal yanılsama kavramı kaynağını dış dünyadan değil bizzat usun kategorilerinin gayrımeşru kullanımından alır Kant'a göre aşkınsal illüzyon, usun kategorilerinin Tanrı, Ruh, Kozmoz gibi deneyim alanında dahil olmayan antitelere uygulanmaya çalışılmasından ileri gelir oysaki bu antiteler usun birtakım tasım dizilerininin boşluklarını doldurmak üzere ürettiği tamponlardan başka bir şey değildir Yani usun meşru işleyişi içkin bir işleyişe bağlı kılınmıştır Ne var ki Kant'ın bilinç için kurduğu bu içkinlik düzlemi en nihayetinde bu düzlemin dışarısında tasarlanan aşkın bir özneye endekslenecek ve böylece usun eleştirisi içkin bir güzergahtan uzaklaşacaktır Bu sebeple Deleuze için Kant'ın mümkün deneyimin koşullarını ortaya koymaya çalışan aşkınsal felsefesini gerçek deneyimin genetik koşullarını ortaya koymaya çalışan bir düşünceye dönüştürmeye girişecektir Kant'ın açtığı bu usun içkin eleştiri güzergahı, daha sonra Guattari ile birlikte kaleme alacakları Anti-Oidipus için en temel temalardan birini teşkil edecektir Kant'ın eleştirel felsefesi kitabında öne çıkarılan problemlerden biri de Kant'taki usun yetilerinin birbiriyle uyumu ve ilişkisi sorunsalıdır Deleuze Kant'ın bir anlamda bu ilişki problemini ele aldığı ve yargı yetisine yoğunlaştığı son kritiğini yetilerin uyumundan sorumlu aşkınsal bir mekanizma ortaya koymamasından dolayı olumlayacaktır
1964'te yayımlanan Proust ve Göstergeler çalışması Deleuze'ün edebiyata etraflıca yöneldiği ilk çalışmasıdır Dönemin [[Kayıp Zamanın İzinde]] serisini yaygın ele alış izleğinin aksine Deleuze bu çalışmayı hafızaya dair fenemonolojik bir deneme olarak okumayı reddecek ve bu "izinde olma" (recherche) halini çeşitli göstergelerin anlamını idrak etmeye çalışmaya dair bir çıraklık olarak ele alacaktır Deleuze, Marcel'in keşfetmeye giriştiği bu göstergeleri dünyevi göstergeler, aşk göstergeleri, duyusal deneyim göstergeleri ve sanat göstergeleri olarak dörde ayırır Deleuze bu kitaplar husunda sıklıkla öne çıkarılan "istemsiz hafıza"yı da duyusal deneyim göstergelerine dahil eder fakat Deleuze için istemsiz hafıza bu seri için ayrıcalıklı bir konum sahibi olmaktan uzaktır zira sadece sanat göstergeleri özlere ve zamana dair etraflı bir kavrayış sunabilir Bu özler, değişmeyen nitelikler olarak hakikatlerine ulaşılacak kapalılıklara değil bir karşılaşma serisi içinde sürekli varyasyon halinde olan bir üretime işaret eder Bu üretim geçmişe endeksli bir aynılıktan ziyade yalnızca farklılığığın tekrarlandığı yaratıcı bir zamansallık prensibiyle çalışır
Bergsonculuk (1966), Proust ve Göstergeler'de ön plana çıkan geçmiş ve hafıza konusundaki incelemenin yeni bir bağlamda detaylıca ele alınacağı bir çalışmadır Bu bağlam kaynağını öncelikle Bergson'un sezgi metodundan alır Deleuze Bergson'un felsefesini süre, hafıza ve elan vital olmak üzere üç basamakta inceleyecek ve sezgi metodunu bunları çaprazlamasına kesen bir kavram olarak öne çıkaracaktır Deleuze'e göre sezginin üç temel faaliyeti vardır: sorunsallar yaratır, niteliksel farkları keşfeder ve gerçek zamanın kavranmasını sağlar Bergson'un yanlış problemler kavramı Deleuze'ün sezgi tartışmasında önemli bir yer tutar Yanlış kategorisini sorunsala uygulamayı tercih eden bu Bergsoncu manevra iki çeşit yanlış problem tanımlar Bunlardan ilki, olmayan problemlere ilişkindir, diğer bir değişle, bu problemler bir yanılsamadan ibarettir Gerçek ve olası, varlık ve hiçlik, düzen ve kaos kavramları değerlendirilirken bu ikililerden ilk terime ikinci terimin sahip olmadığı bir ayrıcalık tanıyıp ikinci terimi tekrar bu yoksunluk üzerinden tanımlamak olmayan probleme örnektir Söz gelimi olası kavramı gerçekleşmeyi bekleyen olarak yani gerçekleşmiş olmaktan mahrum olmak özelliğiyle karakterize edilir ve zamansal ölçekte böylece gerçeğin öncesine yerleştirilir Deleuze, virtüel kavramını Bergson'un işaret ettiği bu yanlış problemi gözeterek kurgular zira Deleuze'de virtüel olan gerçek olanın zıddı değildir Virtüel, en az gerçek kadar gerçektir bu yüzden gerçekleştirilmeyi beklemez Aktüel olan ise virtüel olandan gerçeklik ölçeğinde değil yeğinlik ölçeğinde farklılaşır Yani virtüelin, aktüel ile genetik bir ilişkisi olsa da aktüelizasyon bir benzerlik ilşkisine dayanmaz Deleuze bu farklılaşmayı da Bergson'un işaret ettiği bir diğer yanlış sorunsal fikrini gözeterek tasarlar Bergson'a göre niteliksel olarak birbirinden farklı terimleri aynı gruba dahil etmek bozuk ifade edilmiş sorunsalların karakteridir Zeno paradoksu zaman ve uzamı an şeklinde bir üçüncü kategoride buluşturup aynı şekilde parçalamaya çalıştığı için bozuk ifade edilmiş sorunsala bir örnektir Aktüel ve virtüel arasındaki fark da niceliksel değil niteliksel bir fark ifade eder
Yine Deleuze'ün en çokyüzlü ve girift kavramlarından biri olan çokluk da Deleuze'ün Bergson okumasıyla sıkı sıkıya ilişkilidir Çünkü çokluk Bergson'un vurguladığı türden niteliksel bir farkı yüzeye taşır ve diferansiyel bir düzlem öngörür Bergson uzayı uzamsal nümerik çokluklara zamanı ise yeğinliksel sürekli çokluklara dahil ederek ilk kategorinin nitelikte herhangi bir değişiklik olmadan bölünebileceğini fakat ikinci türden çoklukların yani yeğinliksel sürekli çoklukların bölünmesinin ise bu çoklukların niteliğinin bütünüyle değişmesi anlamına geleceğini ifade eder Deleuze'ün hem aktüel hem de virtüel kavrayışı için Bergson'un nicelikten çok niteliksel bir toplamın altını çizen Bergsoncu çokluğun sunduğu bu diferansiyel düzlem elzemdir
1968 yılında yayımlanan Fark ve Yineleme kitabında Deleuze yeni bir fark kavramı ortaya koymaya çalışır Bu girişimin odağında farkı özdeşliğin türevi yani iki özdeşlik arasındaki bir ilişki olarak değil de hiçbir dolayıma başvurmaksızın kendinde fark olarak kavramak yatar Deleuze özellikle Platon, Aristo, Descartes, Hegel ve Heidegger'in farkı ele alış biçimlerini detaylıca değerlendirir ve Platon'un simulakrayı bir modele bağımlı ve ikincil kıldığı, farkı temelde bir olumsuzlamaya endeksleyen düşünce güzergahının tam tersi yönünde bir manevrayla kendinde fark kavramını ortaya koyar Bu anti-Platonik fark kavrayışı, özdeşliği kendinden her daim farklılaşan bir farka ardıl kılar ve soyutlamayı değil farklılaşmayı vurgulayan yeni bir İdealar kuramının hatlarını çizer Bu yeni anlayışa göre İdealar modelden ziyade bir problem belirtir
Bu yeni fark kavrayışı beraberinde yeni bir yineleme kavrayışını da getirecektir zira farkı özdeşliğe indiregeyen en temel manevralardan biri tekrarın varsaydığı zamansal dağılıma ilişkindir Bu noktada Deleuze dairesel ve Kantçı olmak üzere iki farklı zaman kavrayışına eğilir Deleuze'e göre dairesel zamanın işaret ettiği teleoloji ve Kantçı zamanın dönüşü olanaksız kılan doğrusal dağılımı yinelemeyi özdeşliğe mahküm etmektedir Deleuze'ün yineleme anlayışı ise Nietzsche'nin olumlamayı esas alan Bengi Dönüş'ü gibi aynılığın değil sadece farkın geri dönüp ve tekrarlanabildiği seçici bir zamansallığa dayanır Deleuze'ün tarih anlayışı için Hegelci diyalektikte olduğu gibi olumsuzlama değil farkların olumlanması esastır
Deleuze çizdiği bu özgün fark metafiziği çerçevesi içerisinde fark ontolojisinin de kavramlarını ortaya koyar ve [[Bergsonculuk]] çalışmasındaki zaman ve çokluk tartışmasını bu fark ontolojisine eklemler Platon'un idea ve görüngü arasında belirlediği ilişkinin aksine aktüel virtüeli model alarak taklit ediyor değildir; aktüellikler, çeşitli yeğinliksel süreçler sonucunda farklılaşarak ortaya çıkar Virtüel aktüeli dışardan koşullayıp kontrol ettiği aşkınsal bir düzlem değil, içkin bir ilişki ortaya koyar
Fark ve Yineleme kitabındaki "dogmatik düşünce imajı" tartışması da Deleuze'ün felsefe tarihiyle hesaplaşması açısından önemli izleklerden birini ortaya koyar Deleuze'e göre Descartes'ın bütün varsayımların öncesinde hakiki bir başlangıç noktası için [[cogito]]ya gitmesi esasında çok temel bir varsayıma yaslanmaktadır: herkes düşünmenin ne demek olduğunu bilir Bu varsayıma düşünme faaliyetinin hakikatla hep çok yakın bir ilişki içerisinde olması zaruriyeti eklemlenince Deleuze hakiki başlangıç aslında düşünme etkinliğinin aklıselime geri dönmesi yani aklıselimi tasdik edecek bir an bulunması probleminden ibaret olduğunu belirtir Öbür yandan Deleuze için düşünmek dogmatik düşünce imajının öngördüğü gibi dünyayla etkileşimin azaldığı, meditatif bir etkinlik belirtmez Tam tersine dünyayla birebir ilişki içerisinde, bir uyumsuzluk sonucunda ve bir zaruriyet olarak ortaya çıkar
Deleuze dogmatik düşünce imajı tartışmasında "yanılgı"ya yönelik çeşitli kavrayışların da çoğu kez aklıselimi tasdik etmekten öteye gidemediğini ortaya koyar Zira dogmatik düşünce imajı için önermelerin iki boyutu vardır: anlatım(expression) ve adlandırma(designation) Bu iki boyutlu düzlemde anlam anlatım düzlemine ait kılınır ve bir önermenin doğruluğu veya yanlışlığı anlamın adlandırdığı objeye bakılarak tasdik edilir Yani doğruluk ve yanlışlık anlamla değil adlandırmayla ilişkili kılınır zira yanlış önermelerin de belirli bir anlamı olacaktır Anlam böylece doğruluğu ve yanlışlığı koşullayan fakat hiçbir şekilde ondan etkilenmeyen bir satıhta tanımlanır Deleuze ise anlamın adlandırmaya ve adlandırmanın sonuçlarına kayıtsız bir düzlemde şekillendirilmesine karşı çıkar ve önerme ile adlandırma arasındaki ilişkiyi anlam düzlemine taşır Böylelikle anlam önermeye ait bir yüklem olmaktan ziyade önermenin içkin koşullarını ortaya koyan bir problematik halini alır
Deleuze de öteki postyapısalcı düşünürler gibi, genel felsefe tarihinin eleştirisiyle çalışır, ve onu yeniden kurgular Bu girişim, bilinen anlamda Felsefe tarihi anlayışının yerlebir edilmesi anlamına gelir Sabit bir varlık fikrini sorgular Deleuze ve özne-nesne ilişkileri üzerine kurulu kuramları devirmeyi amaçlar Bir tür Ayrım Felsefesi'dir Deleuze'un istedigi diyebiliriz Başka bir değişle ise olay ya da oluş felsefesi sözkonusdur burada Bu yepyeni bir düşünmenin temelendirilmeye çalışılmasıdır
Felix Guatari ile birlikte yaptıkları çalışmalarda kök-sap (rizom) kavramının ortaya çıktığı ve belirleyici bir rol oynamaya başladığı görülür Kök-saplar birlik ve bütünlügü olmayan çokluklardır, ki Deleuze'un felsefesinde çokluk önemli bir kavramdır Sabit bir düzenleri sözkonusu degildir bu kök-sapların, ancak kök-sapın belli bir noktası başka bir nokta ile ilişkili olabilir Şu ya da bu noktada kopmalar olabilir, kesintiler olabilir Kök-saplar belli bir yapıya ya da köke bağlanmazlar Deleuze'un düsüncesinde Dolayısıyla kök-sap, gerçekliğin temellük edilmesi anlamında bir model degildir, yalnızca belirli karşılaşmaların (olayların ya da oluşların) bilgisine dayalı bir düşünme girişimidir
Felsefe tarihi içinde Deleuze'un ilgisini çeken düşünürler ilginc bir seyir gösterir Örneğin başlıca olarak şunlar: Stoacılar, David Hume, Henri Bergson, Friedrich Nietzsche, Leibniz ve belirgin olarak da Spinoza Bunların aralarında çok az düşünsel bağlantı noktaları vardır, buna rağmen Deleuze'un üzerinde değişik yönlerden etkileri sözkonusudur Her biri belirli şekillerde felsefe yapmayı sorun etmiş kişilerdir bunalr ve felsefe dışına doğru çaba göstermişlerdir Felsefe yapmanın eleştirisi Deleuze'un ilgisini çeken noktadır, cünkü o soyut kuramlardan daha çok oluşun yaratıcılıgının düşünülmesinden yanadır Dolayısıyla Immanuel Kant gibi filozoflar yoğun bir eleştirellikle değerlendirilir
Deleuze, özgül terimler ve kavramlar üretir Bunların her biri yine bağlamları itibariyle de özgül konumlara sahiptirler; bu bakımdan öteki postyapısalcılar gibi ve belki de çok daha fazla onun yazılarını anlamanın zorlukları vardır Bir yanda Kant türü bir ussalcılığın eleştirisi bir yanda kuramsal bir donukluk anlamına gelen Hegelciliğin reddedilmesi Deleuzecu düşüncenin özelliklerini gösterir " Bergsonculuk " kitabında Hegel karşıtlığının çerçevesi görülür
Deleuze'e göre bedenler ve olaylar her zaman şimdide (şimdiki-an'da) varolurlar ve bu nedenle Deleuze bir tür oluş felsefesi geliştirmeye çalışır Her eylem sonsuz bir oluşun parcasıdır, asla dil yoluyla belli bir özneyle bağlantılandırılabilecek bir nitelik arz etmezler Özne degil ama beden kavramı Deleuzecu felsefede temel öneme sahiptir Spinoza da gerçek anlamda bedenin ne oldugunu kavramış bir düşünür olarak kabul edildiği için Deleuze tarafından hayli önemsenir
Deleuze 1969 yılında psikanalizci ve siyasal eylemci Felix Guattari ile tanışır Bu tanışma onun düşüncesinde önemli bir uğrak olarak kabul edilmektedir İkili bu andan itibaren birlikte derinlikli ve etkili ortak çalışmalara imza atmışlardır
Felsefe Nedir? başlıklı kitap ikilinin Felsefe hakkındaki fikirlerini vermektedir açık olarak Buna göre felsefe bilimden ayrı olarak, kavramlar yaratmaktır, ama öyle ki ancak dışsal bir gönderme düzlemine ya da aşkın bir doğruluk mantığına dayanmaksızın
Deleuze, felsefenin ötesinde sanat alanlarının pek çoğu üzerinede çalışmalar yapmıştır Marquis de Sade, Franz Kafka ve Marcel Proust üzerine bilinen çalışmalarının ve Michel Tournier'a yönelik göstedigi ilginin ötesinde müzik, resim, roman ve öykülere dair birçok makalesi sözkosudur Deleuze'un geleneksel felsefeye karşı köksüz ve merkezsiz düşüncelerini en iyi ve açık olarak anlatacak kavramlar, yine kendi eseri olan " yersizyurtsuzluk " ve " göçebe düşünceler " kavramlarıdır
Kaynak : Wikipedia
|