Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Genel Kültür & Serbest Forum > ForumSinsi Ansiklopedisi

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
dna

Dna

Eski 08-17-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Dna





İnsanlık Tarihinde Önemli Bir Dönüm Noktası
İnsanlık tarihinin önemli bir dönüm noktasında yaşıyoruz Bu dönüm noktasının en önemli özelliklerinden biri, bir zamanlar bilimsellik maskesi altında tüm dünyaya empoze edilen materyalist felsefenin, bizzat bilim tarafından yıkılmasıdır Materyalizm, yani herşeyin maddeden ibaret olduğunu zanneden ve Allah'ın varlığını inkar eden felsefe, aslında putperestliğin çağdaş şeklidir Bilindiği gibi eski putperestler taştan ve tahtadan yapılma totemlere, yani cansız maddi varlıklara tapınır, bunları ilah kabul ederlerdi Materyalist felsefe ise, insanın ve tüm canlıların atomlar ve moleküller tarafından yaratıldığı inancına dayanmaktadır Yani yine cansız maddi varlıkları "ilah" kabul etme söz konusudur Materyalizmdeki bu batıl inanca göre, cansız atomlar her nasılsa tesadüfen kendi kendilerini düzenlemişler, zamanla hayat ve bilinç kazanmışlar ve son olarak da insanı var etmişlerdir
Materyalizmin bu batıl inancına "evrim" adı verilir İlk kez eski Sümer'deki ve sonra da Eski Yunan'daki putperest kültürlerde ortaya atılan "evrim" inancı, 19 yüzyılda bir grup materyalist bilim adamı tarafından adeta diriltilmiş ve dünyanın gündemine getirilmiştir Charles Darwin bu bilim adamlarının en ünlüsüdür Ortaya attığı evrim teorisi, 150 yıl boyunca bilim dünyasını oyalamış, yanlış olduğu görülmesine rağmen ideolojik nedenlerle yaşatılmıştır
Ancak başta da belirttiğimiz gibi materyalizm günümüzde büyük bir gürültüyle çökmektedir 19 yüzyıla yön veren üç önemli materyalist fikir adamı olduğu söylenir: Freud, Marx ve Darwin İlk ikisinin teorileri geçtiğimiz 20 yüzyıl içinde denenmiş, incelenmiş ve sonunda geçersizlikleri anlaşılarak birbiri ardına reddedilmiştir Darwin ise içinde bulunduğumuz dönemde yıkılmaktadır
2000 yılının Haziran ayı içinde yaşanan bazı önemli gelişmeler, materyalizmin bu büyük çöküşüne hız kazandırdı
Önce, ışık hızını aşma amacıyla deney yapan bilim adamları, tüm bilimsel kabulleri alt-üst eden bir bulguyla karşı karşıya geldiler Işık hızının kat kat aşıldığı bir deney ortamında, deneyin sonucunun sebebinden daha önce gerçekleştiğine hayretle şahit oldular Bu, 19 yüzyılda materyalist temellere dayanarak ortaya atılan "nedensellik" iddiasının çürümesi anlamına geliyordu Bir gazete manşetinde konu "sebepsiz sonuç olabileceği ve bir olgunun sonunun, başından önce meydana gelebileceği kanıtlandı" diye özetlendi Gerçekten de bir olayın sonucunun sebebi gibi gözüken olaydan önce gerçekleşmesi, tüm olayların ayrı ayrı yaratıldığının bilimsel bir delilidir ve materyalist dogmayı tamamen yıkmaktadır
Bundan bir kaç hafta sonra, Darwinistler'in bir yüzyılı aşkın bir süredir "en büyük fosil delilimiz" dedikleri Archaeopteryx adlı kuş fosilinin Darwinizm'e delil değil darbe olduğu ortaya çıktı Ancak "kuşların ilkel atası" olduğu iddia edilen bu fosilden tam 75 milyon yıl daha eski olan ve günümüz kuşlarından farkı olmayan bir fosil bulununca, evrimciler şok geçirdiler Eski haberlerinde Archaeopteryx'i "kuşların ilkel atası" gibi gösteren ve "kuşlar dinozorlardan evrimleşti" iddiasını savunan Milliyet gazetesi bile, 25 Haziran 2000 tarihli sayısında, "Kuşların Atası Kuş Çıktı" başlıklı haberi yayınlamak zorunda kaldı
Son olarak da, insanın gen yapısını çözmek için yürütülen İnsan Genomu Projesi sonuçlandı ve Allah'ın canlıları ne denli üstün bir yaratılışla var ettiğini ortaya koyan "genetik bilgi"nin detayları insanlığın önüne serildi Bugün bu projenin sonuçlarını inceleyen, tek bir insan hücresinde binlerce ansiklopedi sayfasını dolduracak kadar bilgi saklandığını öğrenen her insan, bunun ne kadar büyük bir yaratılış delili olduğunu kavramaktadır
Ancak evrimciler gerçekte kendi aleyhlerinde olan bu son gelişmeyi, çarpıtmaya ve "evrim" delili gibi göstermeye çalışıyorlar En küçük bir bakterinin bile DNA zincirinin nasıl oluştuğunu açıklayamayan evrimciler, "insan genleri hayvan genlerine benziyor" gibi bilimsel bir mana ifade etmeyen, sadece toplumu yönlendirmek amacı güden mesajlar vermeye çalışıyorlar Bazı basın kuruluşları ise, hem konu hakkındaki bilgisizlikleri hem de önyargıları nedeniyle, İnsan Genomu Projesi'nin "evrime kanıt" sağladığını zannediyor veya öyle göstermeye çalışıyorlar
Bu çalışmada söz konusu evrimci yanılgılar açıklanmakta, yaratılışa karşı getirilen itirazların mantıksızlığı ve yüzeyselliği ortaya konmaktadır Son bilimsel bulguların Darwinizm'e ne denli büyük bir darbe indirdiği de açıkça gözler önüne serilmektedir
Bu çalışmayı okuduğunuzda, Allah'ı inkar eden materyalist felsenin artık son çırpınışlarını yaptığını ve insanlığın 21 yüzyılda bu gibi aldatmacalardan kurtularak gerçek yaratılış amacına döneceğini siz de göreceksiniz

Alıntı Yaparak Cevapla

Dna

Eski 08-17-2012   #2
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Dna



Canlılığın Bilgi Kaynağı DNA
Gelişen bilimin ortaya çıkardığı tablo, canlıların asla tesadüflerle ortaya çıkamayacak kadar kusursuz bir düzenliliğe ve son derece kompleks bir yapıya sahip olduğudur Bu ise canlıların üstün bir güç ve bilgi sahibi olan bir Yaratıcı tarafından yaratıldıklarının delilidir Örneğin son dönemde, İnsan Genomu Projesi vesilesi ile gündemde olan insan genindeki kusursuz yapı, yani Allah'ın eşsiz yaratması bir kere daha gözler önüne serilmektedir
Amerika'dan Çin'e kadar birçok ülkeden bilim adamları, 10 yıldır DNA'da yer alan 3 milyar kimyasal harfi okumak ve sıralarını belirlemek için uğraştılar Ve bunun sonucunda, insan geninde yer alan bilgilerin %85'i doğru olarak dizilebildi Bu her ne kadar heyecan verici, önemli bir gelişme olsa da, İnsan Genomu Projesi'nin başında bulunan Dr Francis Collins'in de "İnsanın kullanım kılavuzunda ilk defa bir bölümü tamamlayabildik" sözleriyle belirttiği gibi, DNA'daki bilginin deşifresi için henüz ilk adım atılmıştır
Bu bilginin deşifresinin neden bu kadar uzun sürdüğünü anlayabilmek için DNA'ya sığdırılan bilginin genişliğini ve fonksiyonlarını anlamak gerekir

DNA'NIN SIR DOLU YAPISI
Teknolojik bir ürünün veya tesisin yapımı ve yönetiminde insanoğlunun yüzyıllar boyunca elde ettiği tecrübe ve bilgi birikimi kullanılır Dünyanın en ileri ve karmaşık tesisi olan insan vücudunun inşası için gereken bilgi ve tecrübe ise DNA'da saklıdır DNA, hücre çekirdeğinde titizlikle korunan oldukça büyük bir moleküldür ve bu molekül insan vücudunun bir nevi bilgi bankasıdır DNA'da korunan bilgiler, insanın saç ve gözlerinin renginden, boyunun uzunluğuna kadar tüm fiziksel özellikleri ile birlikte, hücrelerde ve vücutta meydana gelen binlerce farklı olayı ve sistemi de kontrol eder Örneğin, insanın kan basıncının alçak, yüksek veya normal olması bile DNA'daki bilgilere bağlıdır
Burada vurgulanması gereken önemli nokta, daha ilk insandan itibaren milyarlarca insanın hücresinde yer alan trilyonlarca DNA'nın şimdiki mükemmellik ve karmaşıklığıyla birlikte varolageldiğidir Akıllara durgunluk veren yapı ve özellikleriyle, böyle bir molekülün, evrimcilerin öne sürdüğü gibi tesadüfler sonucu oluşmasının ne derece mantık dışı olduğunu ilerleyen satırları okudukça sizler de daha net göreceksiniz

İNSAN HÜCRESİNDEKİ CİLTLERCE BİLGİ
DNA'da kayıtlı bulunan bilgi pek hafife alınacak gibi değildir Öyle ki, insanın tek bir DNA molekülünde tam bir milyon ansiklopedi sayfasını veya başka bir deyişle yaklaşık 1000 kitabı dolduracak miktarda bilgi bulunur Dikkat edin; tam 1000000 ansiklopedi sayfası veya 1000 kitap Yani, her bir hücrenin çekirdeğinde, insan vücudunun işlevlerini kontrol etmeye yarayan bir milyon sayfalık bir ansiklopedinin içerebileceği miktarda bilgi kodlanmıştır Bir benzetme yapmak istersek, dünyanın en büyük ansiklopedilerinden birisi olan 23 ciltlik "Encyclopedia Britannica"nın bile toplam 25 bin sayfası vardır Bu durumda, karşımıza inanılmaz bir tablo çıkar Mikroskobik hücrenin içindeki, ondan çok daha küçük bir çekirdekte bulunan bir molekülde, milyonlarca bilgi içeren dünyanın en büyük ansiklopedisinin 40 katı büyüklüğünde bir bilgi deposu saklı durmaktadır Bu da yaklaşık 1000 ciltlik, dünyada başka eşi, benzeri olmayan dev bir ansiklopedi demektir Her gün, 24 saat boyunca, hiç durmadan, her saniyede insanın gen bilgilerinden bir tanesi okunacak olsa, bu işlemin tamamlanması için 100 yıl geçmesi gerekmektedir DNA'daki bilginin kitap haline getirildiğini varsaydığımızda ise, bu kitapları üst üste koyduğumuz takdirde, kitapların yüksekliği 70 metreye erişecektir Yapılan tesbitlere göre ise, bu dev ansiklopedi yaklaşık 3 milyar farklı "konu"da bilgiye sahiptir Eğer DNA'daki bilgileri kağıt üzerine yazılı hale getirseydik, kağıtların uzunluğu Kuzey Kutbu'ndan Ekvator'a kadar uzanacaktır
Tek bir DNA molekülünde 1000 kitabı dolduracak kadar bilgi bulunur A,T,C ve G harfleriyle sembolize edilen bir tür alfabe ile insanın bütün özellikleri şifrelenmiştir
Bu örnekler, DNA'nın ne kadar muuzzam bir bilgiye sahip olduğunun bir göstergesidir Peki ama, nasıl olur da, bir molekülün bilgi sahibi olmasından söz edebiliriz? Çünkü, burada sözünü ettiğimiz bir bilgisayar veya kütüphane değil, yalnızca protein, yağ ve su moleküllerinden oluşan, milimetreden yüzbinde biri küçüklüğünde bir et parçasıdır Bu küçücük et parçasının içinde, değil milyarlarca bilgi, tek bir bilginin var olması ve onun bu bilgiyi muhafaza etmesi bile son derece hayret verici bir mucizedir
Günümüzde, bilginin saklandığı en ileri teknoloji bilgisayarlardır Bundan 30 yıl önce, oda büyüklüğündeki bir bilgisayarın sahip olabildiği bilgiyi, bugün küçük "disk"ler saklayabilmektedir İnsan zekasının asırlardır edindiği bilgi birikimi ve yıllar süren çabaları sonucunda geliştirdiği bu son teknoloji bile daha tek bir hücre çekirdeğinin bilgi saklama kapasitesine uzaktan yakından ulaşabilmiş değil Böyle muazzam bir kapasiteye sahip olan DNA'nın küçüklüğünü yansıtması açısından, ünlü mikrobiyoloji profesörü Michael Denton'ın yaptığı şu karşılaştırma sanırız yeterlidir:
Bugüne kadar yaşamış, gelmiş geçmiş her canlı türünün bütün özellikleri bilgi olarak DNA'ya yüklense toplam DNA hacmi bir çay kaşığının ancak küçük bir kısmını doldururdu Dahası geriye şu ana kadar yazılmış bütün kitapları saklayabilecek kadar boşluk kalırdı
Gözle göremediğimiz, çapı milimetrenin milyarda biri büyüklüğünde olan, atomların yanyana dizilmesiyle oluşmuş bir zincir, acaba böyle bir bilgiye ve hafızaya nasıl sahip olabilir? Bu soruya şunu da ekleyin: Vücudunuzdaki 100 trilyon hücreden her biri bir milyon sayfayı ezbere biliyorken, acaba siz zeki ve şuurlu bir insan olarak hayatınız boyunca kaç ansiklopedi sayfası ezberleyebilirsiniz? Daha da önemlisi, hücre bu bilgileri kusursuzca, son derece koordineli ve planlı bir şekilde ve asla hata yapmadan ilgili yerlerde kullanır Hatta daha insan var olmadan önce, hücreleri faaliyet halinde onu inşa etmeye başlamıştır bile…

Çekirdekteki DNA molekülü kromozom adlı özel kılıflarda paketlenir Tek hücrede bulunan kromozomlarda paketlenen DNA molekülünün toplam uzunluğu 1 metreyi bulur Kromozomun toplam kalınlığı ise 1 nanometre yani milimetrenin milyarda biri kadardır Yaklaşık 1 metre uzunluğundaki DNA molekülü bu küçücük bölgeye nasıl paketlenebilir? DNA molekülü kromozom paketleri aslında çok daha küçük özel ambalaj sistemlerinden oluşur DNA molekülü önce adeta bir ipin makaraya sarılması gibi sıkı sıkıya histon adlı özel proteinlere sarılır Bu histon makaralara sarılmış DNA bölümleri nükleozom olarak adlandırılır Bu nükleozom bölümleri DNA’nın korunması ve zarar görmemesi için özel olarak dizayn edilmiştir Nükleozomlar ucuca eklendiğinde kromatinleri oluştururlar Kromatinde iyice birbirine sarılıp kıvrılarak yoğun yumaklar meydana getirirler Ve böylece DNA molekülü kendi uzunluğunun milyarda biri kadar küçük olan bir yere muhteşem bir yaratılışla sığdırılmış olur


İNSANIN YAPITAŞI HÜCRELER…
Bir yumurtanın spermle döllenmesi, yeni bir insan hayatının ilk başlangıcıdır Milyonlarca sperm, yumurtayı döllemek için birbiriyle yarışır ve sonuçta bir tanesi başarılı olur Ancak bu şansa veya tesadüfe dayalı bir yarış değildir, her aşaması Allah tarafından kaderde tespit edilerek yaratılmıştır Allah bir ayetinde bu gerçeği insanlara şöyle bildirir:
Sizleri biz yarattık, yine de tasdik etmeyecek misiniz? Şimdi (rahimlere) dökmekte olduğunuz meniyi gördünüz mü? Onu sizler mi yaratıyorsunuz, yoksa yaratıcı biz miyiz? (Vakıa Suresi, 57-59)
Babanın sperm hücresi, annenin yumurta hücresini döllediğinde, doğacak bebeğin bütün kalıtsal özelliklerini belirlemek üzere babanın ve annenin genleri birleşir Bu binlerce genden her birinin özel bir işlevi vardır Saç ve göz rengini, yüzünün biçimini, iskelet çatısındaki, iç organlardaki, beyin, sinirler ve kaslardaki sayısız ayrıntıyı belirleyen genlerdir
Sperm ile yumurta birleştiklerinde oluşan bu hücre ile beraber, insanın hayatının sonuna kadar her hücresinde şifresini taşıyacağı DNA molekülünün de ilk kopyası oluşmuş olur
Döllenmiş yumurta dediğimiz o ilk hücrenin, bir insana dönüşmek için, çoğalması gereklidir ve bunun bilincinde, yüksek bir şuurla hücre bölünmeye karar verir Bu yüksek şuur kendini bir sonraki aşamada da belli eder Hücreler bölündükçe başkalaşır ve vücutta bulunması gereken bölgelere giderler Birbirinin aynı hücrelerden oluşan bir et yığını değil de, bir kısmı, örneğin göz hücresi olup tam olması gerektiği yere, bir kısmı kalbi oluşturup göğüs kafesindeki yerine gider veya deri hücresi olarak bütün vücudu kaplar Tüm hücreler, oluşturacakları dokunun gerektirdiği kadar çoğalır ve bu dokular da gerekli yapıyı oluşturmak üzere yanyana gelerek organları oluşturmaya başlarlar
Bu başkalaşım ve yapılanma koordinasyonu DNA molekülü tarafından sağlanır Şunu unutmamak gerekir ki DNA, ne en son teknolojiyle donatılmış laboratuvarlarda çalışan bir biyokimyager, ne de saniyede trilyonlarca işlem yapabilen bir süper-bilgisayardır DNA, karbon, fosfor, azot, hidrojen ve oksijen gibi atomlardan oluşan bir moleküldür
Şimdi düşünelim ve kendi kendimize soralım: İnsan vücudunda bulunan trilyonlarca hücre, bölünerek birbirinden çoğalıyor Ancak her hücredeki farklı gen farklı zamanlarda aktive oluyor ve bu şekilde hücrelerde başkalaşım sağlanıyor Diğer bir deyişle, ilk hücreden sonra bölünerek çoğalan her hücrede, tüm genetik bilgi vardır; yani her hücre aslında kalp kası, deri, alyuvar veya vücudun herhangi başka bir dokusunu üretme yeteneğine sahiptir Her hücre o vücut için tam bir DNA tarifine sahip olsa da, gelişmenin farklı aşamalarında ve farklı organlarda sadece bazı genler aktiftir Örneğin, böbrek oluşum ve fonksiyon kodları her hücrede bulunur; ancak sadece ilgili genler, gelişme sırasında, belirli zamanlarda, bu organda aktif olur Benzer olarak, belli enzimler-örneğin, glükoz 6-fosfat esas olarak karaciğerde bulunur, fakat diğer organların her hücresi bu proteinin tarifine sahiptir, ama asla bu proteinin üretimini yapmaz Örneğin göz hücresi bu enzimi üretmez, göz için gerekli olanları üretir; sinir hücreleri, beyin ve organlar arasında gidip gelen uyarı ve emirleri taşıyacak, karaciğer hücreleri toksinleri zararsız hale getirecek ve yağ hücreleri zayıf dönemler için yiyeyecek depolayacak şekilde uzmanlaşırlar; hiçbiri mide ile ilgili enzimleri üretme hatasına düşmez Peki bu kusursuz işbölümünü kim yapmaktadır? Hücrelere bölünme ve bölündükten sonra farklı konularda uzmanlaşma emrini kim vermektedir? Dahası, tüm hücreler itaat şuuruna nasıl sahiptirler ve kimi dinleyerek böylesine kusursuz bir disiplin ve organizasyon içinde çalışmaktadırlar? Bunların hiçbirinin tesadüfen gelişen olayların sonucunda oluşmuş tesadüfi sistemler olmadığı son derece açıktır
Hücrelerin sadece doğru zamanda doğru yerde bulunmaları ve doğru genleri aktif hale getirmeleri ile de bu kusursuzluk bitmemektedir Hücreler aynı zamanda yaşamın doğru safhasında, doğru miktarlarda bulunmalıdırlar Bazı "bakım" genleri, hemen hemen bütün hücrelerde, her zaman çalışır Diğer genler, sadece bazı hücrelerde, kişinin yaşamındaki tek uygun, kritik bir dönemde, birkaç saatten az işlevini yapar, sonra bir daha çalışmak üzere bekleme moduna geçer Örneğin emzirme sırasında süt üretimi genler tarafından hızlandırılır Mevcut bilgi, uygun zamanda, uygun miktarda ve uygun yerde harekete geçirilir DNA'da saklı milyarlarca bilginin bu kadar şuurlu, planlı, iradeli, hesaplı ve akılcı idaresi ve kullanımı evrimcilerin "tesadüf" iddiaları ile kesinlikle açıklanamaz Dünya üzerinde hiçbir sistem, en basiti dahi tesadüfen oluşamazken, mikroskobik bir alanda gerçekleşen olağanüstü planlı ve organize olayların nedeni olarak tesadüfleri görmek büyük bir mantık çöküntüsüdür Nitekim evrimciler de hücrelerdeki bu başkalaşıma ve kusursuz görev dağılımına bir açıklama getirmekten çok uzak olduklarını kabul etmektedirler Evrimci mikrobiyoloji profesörü Ali Demirsoy şu itirafta bulunur:
Özünde, döllenmiş bir yumurtadan çok değişik yapıda ve işlevde birçok hücre grubunun meydana gelmesi şimdiye kadar doyurucu bir şekilde açıklanamamıştır
Tüm bu olağanüstü olayların, tesadüflerin veya hücrenin eseri olamayacağı açıkca ortadadır Peki, hücrede meydana gelen bu olayları yöneten, belli bir amaca yönelik olarak yaratan, milyarlarca bilgiyi, gözle görülmeyecek kadar küçük bir alana sığdıran akıl ve güç kime aittir?

HÜCREDEKİ AKIL
Bu durumda şunu kabul etmek gerekir ki, midedeki ya da kulaktaki herhangi bir hücre insandan kat kat daha bilgili olduğu ve bu bilgiyi en doğru ve en kusursuz şekilde değerlendirebildiği için insandan çok daha akıllıdır
Peki bu aklın kaynağı nedir? Nasıl olur da insan vücudundaki 100 trilyon hücrenin herbiri ayrı ayrı böylesine inanılmaz bir akla, bilgiye ve beceriye sahip olabilir? Bunlar sonuçta atomlardan oluşmuş ve bilinci olmayan yapılardır Önümüze tüm elementlerin atomlarını alıp farklı biçimlerde ve sayılarda birbirlerine bağlayarak milyonlarca farklı molekül oluştursak, yine de akıl elde edemeyiz Bu moleküllerin büyük, küçük, basit ya da karmaşık olması da birşey değiştirmez Sonuçta, bilinçli olarak bir işi organize edip başaracak bir zihin asla ortaya çıkmaz
O zaman nasıl oluyor da, belli sayıdaki akılsız ve bilinçsiz atomun belli şekillerde dizilmesinden meydana gelen DNA molekülü ve onunla uyumlu olarak çalışan enzimler bilinçli birçok işler yapıp, hücredeki sayısız karmaşık ve farklı işlemleri kusursuz ve mükemmel olarak organize edebiliyorlar? Bunun cevabı çok basittir; akıl, bu moleküllerde ya da bunları içinde barındıran hücrede değil, bu molekülleri bu işleri yapacak şekilde programlanmış olarak var edenin Kendisi'ndedir Kısaca akıl eserde değil, o eseri yaratanda bulunur

Bir gün kağıt üzerinde “hiçbir şey tesadüfen oluşamaz” yazısını görseniz bu yazının mürekkebin dökülmesi ile oluştuğunu düşünmezsiniz Akıl sahibi her insan bu yazıyı yazan birinin olduğunu düşünecektir Evrimcilerin DNA daki bilginin oluşumu ile ilgili iddiaları ise, bu yazının tesadüfen oluştuğunu iddia etmekle kıyas dahi edilemeyecek kadar büyük bir mantık bozukluğudur

En gelişmiş bilgisayar bile, onu en ince ayrıntısına dek dizayn eden, tasarlayan, onu çalıştıracak programları yazıp ona yükleyen ve kullanan bir akıl ve zekanın ürünüdür Aynı şekilde, hücre de, içindeki DNA ve RNA'lar da, bu hücrelerden oluşan insan da, kendilerini ve yaptıkları işleri yaratanın eserinden başka birşey değildirler Eser ne kadar mükemmel, kusursuz ve etkileyici olursa olsun, akıl her zaman o eserin sahibindedir
Masanızın üzerindeki deftere yazılmış tek bir anlamlı cümle dahi görseniz, bunun yazarının kim olduğunu merak edersiniz Defter ile kalemin veya mürekkebin tesadüfen bir araya gelerek, rüzgarın etkisiyle bu cümleyi yazdığını kesinlikle düşünmezsiniz DNA'da ise milyarlarca bilgi söz konusudur ve bu bilgilerin her biri bir insan için son derece hayati öneme sahiptir
Peki aynı soruyu neden hücre için sormuyoruz? Defterinizdeki veya bilgisayarınızdaki bilgiler birileri tarafından oraya yazılmış ise, bunlardan çok daha üstün ve ileri bir teknolojiye sahip olan DNA, kim tarafından en mükemmel şekilde tasarlanıp, yaratılıp, kendisi de ayrı bir mucize olan minicik hücrenin içine özenle yerleştirilmiştir? Hem de binlerce yıl öncesinden günümüze kadar hiçbir özelliğini kaybetmeden Bu satırları okumanız, görmeniz, nefes almanız, düşünmeniz, kısaca var olmanız ve varlığınızı sürdürmeniz için her an görev başında olan bu hücrelerin kim tarafından ve niçin yapıldığını sormaktan daha önemli ne olabilir sizin için?
Hayatta en çok merak etmeniz gereken, bu sorunun cevabı değil midir sizce? Gökyüzüne baktığınızda gördüğünüz Güneş'ten, vücudunuzdaki DNA'larınıza kadar herşeyde muhteşem bir tasarım, plan ve düzen vardır Bunların herhangi birini tesadüflerin eseri saymak ise, kesinlikle kabul edilemez ve ciddiye alınamaz bir iddiadır

HİÇBİR TASARIM TESADÜFEN GERÇEKLEŞEMEZ
Mutlaka rastlamışsınızdır; bazı binaların önündeki çiçekler bazen binanın ismi yazılacak şekilde düzenlenir Uzaktan veya tepeden baktığınızda, çiçeklerle binanın veya şirketin adının yazılı olduğunu hemen fark edebilirsiniz Bu, çiçeklerin orada rastgele büyümediklerinin, bahçıvanlar ve peyzaj mimarları tarafından tasarlanarak düzenlendiklerinin bir göstergesidir Siz bahçıvanları bu düzeni yaparken görmemiş olabilirsiniz, ancak çiçeklerle yazılmış ismi gördüğünüzde bunu anlarsınız

Bir saatin resimde görülen parçalarını tasarlayan birinin olduğuna dair hiç kimsenin kuşkusu yoktur DNA’daki bilgilerin kodlanışı ise bir saatin tasarımdan çok daha ihtişamlıdır O halda bu bilgilerin tesadüfler sonucunda şuursuz atomların karar almasıyla kendiliğinden oluştuğunu iddia etmek büyük bir yalandır

Veya arkadaşlarınızla kelime oyunu oynadıktan sonra, harfleri masanın üzerinde karışık bırakıp gittiğinizi düşünelim Geri geldiğinizde masanın üzerindeki harflerle OYUNU BEN KAZANDIM yazdığını görseniz, bunu yazan birinin olduğunu hemen anlarsınız Hiçbir zaman harflerin rastgele yanyana gelerek bu anlamlı cümleyi tesadüfen oluşturduğunu düşünmezsiniz, aynı bahçedeki çiçeklerin tesadüfi dizilimlerle binanın ismini yazdığını düşünmeyeceğiniz gibi Kısacası, bir yerde bir amaca yönelik bir tasarım varsa, bunun mutlaka bir tasarımcısı olduğunu bilirsiniz Siz bu tasarımcıyı görmemiş olabilirsiniz, ancak eserinden veya ardında bıraktığı izden onun varlığını ve amacını anlarsınız
Bu örneklerle anlatmak istediğimiz şudur: Eğer bir yerde en ufak bir planlanmışlık varsa, orada mutlaka bir akıl sahibinin izleri vardır Hiçbir akıl ürünü tesadüfen oluşmaz Örneğin bir dağın üzerine trilyonlarca kez beyaz taşlar yuvarlasanız, bir binanın isminin tesadüfen oluştuğunu göremezsiniz Eğer bir yerde bir kelime, cümle varsa, herkes kabul eder ki, mutlaka o kelime biri tarafından yazılmıştır Yazarsız kelime, tasarımcısı olmayan tasarım olmaz
İnsanın bedeni ise, bir bina isminden veya "Oyunu ben kazandım" cümlesinden trilyonlarca kez daha kompleks bir yapıya sahiptir ve bu karmaşık yapının kendiliğinden ya da "tesadüfen" oluşmuş olması kesinlikle ve kesinlikle mümkün değildir Üstelik milyonlarca yıldır, milyarlarca canlının sahip olduğu trilyonlarca DNA, hiçbir kusura sahip olmadan, en mükemmel haliyle yazılmakta, gözle görülmeyecek kadar küçük bir mekana sığdırılmakta ve en akılcı şekilde kullanılmaktadır Öyleyse insanı da, onun hücresini de, DNA'sını da kusursuz ve mükemmel bir şekilde planlayıp düzenleyen bir Yaratıcı vardır Bunun aksini iddia etmek, aklın sınırlarının dışına çıkarak, gerçeklere, akla ve mantığa saldırmak demektir

Bu resimdeki gibi bir yap-boz oyunu düşünün Oyunun tamamlanması ve resmin ortaya çıkması için her parçanın kendisi için ayrılmış özel yerine konması gerekmektedir Tıpkı bu oyunda olduğu gibi DNA moleküllerinin de bir canlının eksiksizce oluşup hayatını devam ettirebilmesi için bütün nükleotidlerin kendileri için ayrılmış özel sıralamalarda bulunmaları gereklidirBütün parçaları etrafa saçılmış olan bir yap-boz oyunun tesadüflerin sonucunda kendiliğinden aşağıdaki resmi oluşturduğunu düşünmek elbette saçmadır Ancak bir yap-boz oyunuyla kıyaslanmayacak kadar kusursuz tasarıma ve kompleks bir şifreleme sistemine sahip olan DNA’nın tesadüfen oluştuğunu iddia etmek bundan çok daha mantıksızdır

Oysa, ne yazık ki, harflerin kendi kendilerine dizilip üç küçük kelimeyi bile yazabilmelerinin imkansız olduğunu bir çırpıda söyleyecek birçok kişi, milyarlarca atomun tek tek planlanmış bir dizilimle biraraya gelip DNA gibi muhteşem işler başarabilen bir molekül oluşturmasının "tesadüfler" sonucu olduğu aldatmacasını itiraz etmeden dinleyebilmektedir Tıpkı hipnotize edilen bir kişinin yapılan telkinle, kendisinin bir kapı, ağaç ya da kertenkele olduğuna itiraz etmemesi, kabul etmesi gibi
DNA'daki kusursuz tasarımın örnekleri bunlarla sınırlı değildir Bilgilerin DNA'da şifrelenişi çok daha muhteşem ve hayranlık uyandıracak şekilde tasarlanmıştır…

DNA'NIN ALFABESİ
Hücrenin çekirdeğinde bulunan DNA, sarmal bir yapıya sahiptir Bu sarmal yapı açıldığında, DNA, yaklaşık bir metre uzunluğunda ipince, uzun bir şerit haline gelir Yaklaşık bir metre uzunluğundaki DNA'nın, bir küçücük hücre çekirdeğinin içinde paketlenmiş halde yer alıyor olması ise üzerinde dikkatle durulması gereken bir konudur
DNA'da atomların kendine has dizilimi maksimum şifreyi, minimum alanda taşıyabilecek üstün bir tasarıma sahiptir Birbirine geçmiş iki spiral merdivenin her basamağında üç türlü element bulunur: şeker, fosfat ve DNA'nın şifrelerini oluşturan azotlu organik baz Tüm insanlarda malzemelerin ve fonksiyonların aynı olmasına rağmen, birbirlerinden farklı olmalarını sağlayan özel şifreler, işte bu azot bazları tarafından oluşturulur Dört farklı çeşidi olan bu bazların diziliş sıralarındaki farklılıklar insanlar arasındaki tüm farklılıkların sebebidir Bu baz çeşitleri; Adenin, Guanin, Sitozin ve Timin olarak adlandırılmıştır Bazlar belirli bir kurala göre birbirlerine bağlanır Bilimadamlarının yeni yeni çözmeye başladığı yabancı bir lisan gibi, belirli bir kod sistemine göre dizilmiş bu dört çeşit azotlu organik bazda, biyolojik varlığımızın tüm şifresi gizlidir
DNA molekülünü oluşturan bu bazlar, isimlerinin baş harfleri ile anılırlar; A, T, G ve C İşte çekirdekteki bilgi bankasında bilgiler bu şekilde 4 harften oluşan bir alfabe kullanılarak depolanmıştır
DNA molekülünün bir bölümü olan herbir gen insan vücudundaki belli bir özelliği kontrol eder Boyun uzunluğu, gözün rengi, burnun, kulağın, kafatasının malzemesi, şekli gibi sayısız özellik ilgili genlerin emriyle meydana gelir Bu genlerin herbirini bir kitabın sayfalarına benzetebiliriz Sayfaların üzerinde ise A- T- G- C harflerinden oluşmuş yazılar vardır
İnsan hücresindeki DNA'larda 200000 civarında gen bulunur Her gen, karşılığı olduğu protein türüne göre, sayıları 1000 ile 186000 arasında değişen nükleotidlerin özel bir sıralamada dizilmesinden oluşur Bu genler insan vücudunda görev yapan yaklaşık 200000 civarındaki proteinin kodlarını saklar ve bu proteinlerin üretimini denetler

GENLERİN DÜZENLENMESİ
Moleküler biyolojinin en önemli buluşlarından biri, bazı genlerin bazıları üzerinde daha etkili olduğunun keşfedilmesidir Bunun sebebi, genlerin çok komplike bir sıra ile organize olmalarıdır Genetik hiyerarşinin temelinde genellikle tekrar eden belirli işlevlerle görevlendirilmiş genler vardır: hemoglobin yapmak, saçın uzaması veya sindirim enzimlerinin üretilmesi gibi Bu moleküler işçilerin üzerinde "düzenleyici" genler bulunur, bunlar bu işçi genleri çalıştırır ve durdurur Örneğin, çocukluk döneminde hemoglobin geninin çalışmasını durdurur Hem işçilerin, hem de "orta dereceli yöneticilerin" üzerinde bir seri ana kontrol geni bulunur Bunların kararları düzinelerce, hatta yüzlerce altbirimi etkiler Bu genler o kadar hayatidir ki, embriyo döneminde zarar görmeleri ölümcül olabilir
Bu, üzerinde dikkatle düşünülmesi gereken bir bilgidir Genler, atomlardan oluşan moleküllerdir Peki bu moleküller, aralarında böylesine düzenli bir organizasyonu nasıl kurmuşlardır? Nasıl olup da, bir molekül bir insanın artık boyunun uzamasını durdurma kararı alır, bu kararını diğerine iletir, diğeri ise bu kararı nasıl anlayıp, itaat edip, uygulamaya koyar? Bu disiplinin kurucusu kimdir? Dahası, milyonlarca yıldır, trilyonlarca gen, aynı disiplin, itaat, akıl ve şuurla görevini eksiksiz yerine getirmektedir
Böyle bir sistemin tesadüfen oluştuğunu iddia etmek, çok büyük bir safsatadır Genleri, en akılcı ve en kusursuz biçimde programlayan şüphesiz, herşeyin Rabbi olan Allah'tır

TESADÜFLERLE AÇIKLANAMAYAN DNA
Matematik bugün DNA'da yazılı bilgilerin oluşumunda tesadüfe yer olmadığını kanıtlamıştır Değil milyonlarca basamaktan oluşan DNA molekülünün, DNA'yı oluşturan 200000 genden tek bir tanesinin bile tesadüfen oluşabilme ihtimali imkansız tanımının dahi zayıf kaldığı bir durumdur Evrimci bir biyolog olan Frank B Salisbury bu imkansızlıkla ilgili olarak şunları söylemiştir:
Orta büyüklükteki bir protein molekülü, yaklaşık 300 amino asit içerir Bunu kontrol eden DNA zincirinde ise, yaklaşık 1000 nükleotid bulunacaktır Bir DNA zincirinde dört çeşit nükleotid bulunduğu hatırlanırsa, 1000 nükleotidlik bir dizi, 4 üzeri 1000 farklı şekilde olabilecektir Küçük bir logaritma hesabıyla bulunan bu rakam ise, aklın kavrama sınırının çok ötesindedir

Francis Crick ve James Watson DNA’daki ihtişamlı yapıyı keşfederek Nobel Ödülü aldılar

Yani ortamda bütün gerekli nükleotidlerin bulunduğunu, bunların aralarında bağlanması için gereken bütün kompleks moleküllerin ve bağlayıcı enzimlerin hepsinin hazır olduğunu farzetsek bile bu nükleotidlerin istenen sırada dizilmesi ihtimali 4 üzeri 1000'de 1, diğer bir ifadeyle, 10 üzeri 600'de 1 ihtimal demektir Kısaca insan vücudundaki ortalama bir proteinin DNA'daki şifresinin şans eseri, kendi kendine oluşma ihtimali, 10'un yanında 600 tane sıfır olan sayıda 1'dir Bu astronomik olmanın da ötesindeki sayı ise, pratik olarak "0" ihtimal anlamına gelir Demek ki böyle bir dizilim ancak akıllı ve şuurlu bir gücün bilgi ve kontrolü altında gerçekleşmek zorundadır
Şu anda okumakta olduğunuz yazıyı düşünün Harflerin (her harf için farklı bir baskı kalıbı kullanılarak) kendi kendilerine ve rastgele biraraya gelerek böyle bir yazı oluşturduklarını iddia eden birisine ne gözle bakardınız? Bu yazı belli ki akıl ve bilinç sahibi birisi tarafından kaleme alınmıştır İşte DNA'daki durum da bundan hiç farklı değildir
DNA'nın yapısını keşfeden biyokimyacı Francis Crick, konu üzerinde yaptığı çalışmalardan dolayı Nobel ödülü aldı Crick koyu bir evrimci olmasına rağmen DNA'nın mucizevi yapısına şahit olduktan sonra yazdığı eserinde bu bilimsel gerçeği şöyle ifade etmiştir: "Bugün sahip olduğumuz bilgiler ışığında, dürüst bir adamın yapabileceği tek yorum, hayatın bir mucize eseri olarak ortaya çıktığıdır"Crick'e göre hayat kesinlikle dünya üzerinde kendiliğinden var olamazdı Görüldüğü gibi DNA üzerinde en uzman kişi bile, bir evrimci olmasına rağmen, yaratılışta tesadüfe yer vermemektedir

İnsanda hücrelerindeki 46 kromozom 23 çift halinde bulunur Her çift kromozom vücuttaki belirli faaliyetlerin yerine getirmesinden sorumludur Bu kromozom çiftlerindeki herhangi bir bozukluk onarılmaz hasarlar meydana getirir

DNA'da yer alan bilgilerin ne kadar hassas bir düzen ve dengeye sahip oldukları gözönünde bulundurulduğunda ise, tesadüfen oluşumun ne kadar imkansız olduğu daha da iyi anlaşılır Üç milyar harften oluşan DNA'daki bilgiler, A-T-G-C harflerinin birbiri ardına özel ve anlamlı bir sıra içinde dizilmesi ile oluşur Ancak bu sıralamada tek bir harf hatasının dahi yapılmaması gerekir Ansiklopedide yanlış yazılmış bir kelime ya da harf hatası önemsenmez, hatta çoğu zaman fark edilmez bile Buna karşın, DNA'da herhangi bir basamaktaki, örneğin 1 milyar 719 milyon 348 bin 632'nci basamaktaki bir harfin yanlış kodlanması gibi bir hata bile, hücre için, dolayısıyla insan için korkunç sonuçlara yol açabilir Örneğin çocuklarda görülen hemofili (kan kanseri) hastalığı bu tip bir yanlış kodlanmanın sonucudur Genetik yapıdaki çeşitli bozuklukların neden olduğu birçok kalıtsal hastalık vardır Herbiri çok ciddi olabilen bu hastalıkların tek nedeni, genetik şifredeki milyarlarca harften yalnızca bir veya birkaç tanesinin yanlış yerde bulunmasıdır Sözgelimi, Mongolizm veya Down Sendromu oldukça yaygındır Nedeni ise her hücredeki 21 kromozom çiftinde fazladan bir kromozom bulunmasıdır Bir diğer örnek ise Huntigton koresidir Hasta 35 yaşına kadar sağlıklıdır, ama bu yaştan sonra birdenbire kol, bacak ve yüz kaslarında denetlenemeyen istemsiz kasılmalar başlar Tedavisi olmayan bu ölümcül hastalık beyni de etkilediğinden hastanın belleği ve düşünme yetileri de giderek zayıflar

21 kromozom çiftinde fazladan bir kromozom bulunan Down sendromlu bir çocuk

Tüm bu genetik hastalıkların gösterdiği önemli bir gerçek vardır; genetik şifre o kadar hassas, dengeli ve kusursuzca hesaplanarak planlanmıştır ki, bu düzendeki en küçük bir değişiklik dahi ciddi sorunlar oluşturabilmektedir Sadece bir harfin eksikliği veya fazlalığı ölümcül hastalıklara veya hayat boyu sürecek ciddi sakatlıklara neden olabilmektedir Dolayısıyla böylesine hassas bir denge ve düzenin tesadüfen oluştuğunu, ve evrim teorisinin iddia ettiği gibi mutasyonlar yoluyla geliştiğini söylemek kesinlikle imkansızdır Öyle ise, DNA'da yeralan muazzam bilgi ilk olarak nasıl oluşmuş ve şifrelenmiştir? Hayatın kökenini tesadüflere dayandıran evrimciler, hayatın kökeni ile ilgili her soruda yanıtsızdırlar DNA'nın, yani genetik şifrenin kökenini sorduğunuzda da her birinden aynı cevabı alırsınız Örneğin günümüzün en önde gelen evrimci biyokimyacılarından olan Leslie E Orgel, bu soruya şu yanıtı verir:
Genetik şifrenin kökeninin genel özelliklerini bile hala anlayabilmiş değiliz Genetik şifrenin kökeni, hayatın kökenleri probleminin en şaşırtıcı yönüdür Sağlam bir ilerleme gerçekleştirmeden önce asıl olan kavramsal ya da deneysel bir buluşa ihtiyaç vardır
Milyonlarca sayfalık, milyarlarca bilginin tesadüfen yazıldığını iddia edenler elbetteki bu şekilde cevapsız kalacaklardır Nasıl ki her eserin veya her bilginin bir yazarı ve sahibi varsa, DNA'daki bilginin de bir sahibi ve yaratıcısı vardır; ve O Yaratıcı, üstün ve güçlü, sonsuz ilim ve akıl sahibi olan Rabbimiz Allah'tır

BENZERSİZ BİR YARATILIŞ: DNA'NIN KENDİNİ EŞLEMESİ
Daha önce de değindimiz gibi hücreler bölünerek çoğalırlar Öyle ki, insan vücudu başlangıçta tek bir hücre iken bu hücre bölünür ve sonuçta 2-4-8-16-32 oranında bir katlanmayla çoğalır
Peki bu bölünme işlemi sonucunda DNA'ya ne olur? Hücrede tek bir DNA zinciri vardır Halbuki yeni doğan hücrenin de bir DNA'ya ihtiyacı olacağı açıktır Bu açığı gidermek için DNA, her aşaması ayrı bir mucize olan ilginç bir seri işlem yapar Sonuçta, hücrenin bölünmesinden kısa bir süre önce kendisinin bir kopyasını çıkarır ve bunu yeni hücreye aktarır!
Hücrenin bölünmesi ile ilgili yapılan gözlemlerin gösterdiğine göre hücre, bölünmeden önce belirli bir büyüklüğe ulaşmak zorundadır Bu belirli büyüklük sınırını aştığı anda ise bölünme süreci kendiliğinden başlar Hücrenin şekli bölünmeye uygun şekilde yayvanlaşmaya başlarken, DNA da az önce belirttiğimiz gibi kendini eşlemeye başlar
Bunun anlamı şudur: Hücre bir bütün olarak bölünmeye "karar vermekte" ve hücrenin içindeki farklı parçalar bu bölünme kararına uygun olarak davranmaya başlamaktadırlar Hücrenin böylesine kollektif bir işi başaracak bilince sahip olmadığı açıktır Bölünme işlemi, gizli bir emir ile başlar ve başta DNA olmak üzere hücrenin tümü buna göre hareket eder

DNA eşleme işlemi belirli bir nükleotid diziliminde başlar Bu özel bölümün adı eşlenme merkezidir Bu merkezde DNA’nın sarmal kolları DNA Helikaz adlı enzim tarafından açılmaya ardından da ayrılmaya başlar ayrılan kolların tekrar birbirine dolanmaması için sarmalı sabitleyen özel proteinler görev alır Tam o sırada ayrılan kolların arasında başlangıç primer RNA adlı özel bir RNA molekülü sentezlenir Bu molekül eşlenme işlemini yapacak olan DNA polimeraz enzimine işlemin başlayacağı yeri gösterirDNA polimeraz enzimi ayrılan kolların karşısına gelecek şekilde nükleotidleri bağlayarak yeni DNA kollarını oluşturmaya başlar Eşlenme işlemi her iki kolda da aynı anda ters yönlerde ilerler Eşlenme işlemi tamamlandığında ortaya iki yeni sarmal çıkmış olur Her iki sarmalda da birer kol yeni işlenmiştir

DNA, kendini çoğaltmak için önce karşılıklı iki parçaya ayrılır Bu olay oldukça ilginç bir şekilde gerçekleşir Yapısı sarmal bir merdivene benzeyen DNA molekülü, bu merdivenin basamaklarının ortasından fermuar gibi ikiye ayrılır Artık DNA iki yarım parçaya bölünmüştür Her iki parçanın da eksik olan yarıları (eşlenikleri) ortamda hazır bulunan malzemelerle tamamlanır Böylece iki yeni DNA molekülü üretilmiş olur Operasyonun her kademesinde enzim denilen ve adeta gelişmiş robotlar gibi çalışan uzman proteinler görev yapar İlk bakışta basit gibi görünse de bu operasyon sırasında gerçekleşen ara işlemler o kadar çok ve karmaşıktır ki, olayı ayrıntılarıyla anlatmak sayfalar tutar

Telomeraz adlı özel bir enzim DNA’nın eşlenmesi sırasında DNA’nın uç bölgelerinde meydana gelen baz kayıplarını engeller Eksik olan bazları tamamlar Böylece hücre bölümlerinden sonra ortaya çıkan her hücre orijinalinin aynısı olur

Bu noktada şunu unutmamak gerekir Atomların birleşiminden oluşan enzimler, DNA sarmalının yarısına bakar, eksik bölümleri tespit eder, eksikleri ilgili yerlerden temin ederek, en uygun yerlere eklerler Bu şekilde DNA'nın kopyalanması gerçekleşmiş olur Şuursuz, akıl ve bilgisi olmayan küçücük yapıların bu kadar kompleks, bilgi, bilinç ve akıl gerektiren işlemleri kusursuzca yerine getirmeleri, okuyarak geçilecek bilgiler değildir Bu bilgilerin insana gösterdiği ve düşündürdüğü önemli gerçekler vardır

DNA da buluna bilgiler sayesinde vücudumuzda sayısız görevleri üstlenen proteinler tam sahip olmaları gereken özelliklerle üretilirler
Kopyalama sırasında ortaya çıkan yeni DNA molekülleri denetleyici enzimler tarafından defalarca kontrol edilir Yapılmış bir hata varsa-ki bu hatalar son derece hayati olabilir-derhal tespit edilir ve düzeltilir Hatalı şifre kopartılıp yerine doğrusu getirilir ve monte edilir Bütün bu işlemler öyle baş döndürücü bir hızla yapılır ki, dakikada 3000 basamak nükleotid üretilirken bir yandan da tüm bu basamaklar görevli enzimler tarafından defalarca kontrol edilir ve gereken düzeltmeler yapılır
DNA'nın çoğaltılması işleminin ne kadar büyük bir hızda gerçekleştiğini daha iyi anlamak için şu bilgiler daha da açıklayıcı olacaktır: Bir hücre bölünmesi 20 ila 80 dakika arasında sürer ve bu esnada DNA'daki bilgi de kopyalanarak çoğaltılmalıdır Yani DNA'daki 3 milyar bilgi, 20 ila 80 dakika arasındaki bir sürede hiçbir hata, unutma veya eksiklik olmadan kopyalanabilmektedir Bu, bir kütüphane dolusu bilginin veya 1000 kitabın veya bir milyon sayfalık yazının bu kadar kısa sürede hiç hata ve eksiklik olmadan çoğaltılması kadar mucizevi bir olaydır Ve dikkat edin, bu işlemi gerçekleştirenler teknolojik aletler, üstün nitelikli fotokopi makinaları değil, bazı atomların birbirine eklenmesiyle oluşan enzimlerdir
Büyük bir hızla üretilen yeni DNA molekülünde, dış etkiler sonucunda normale göre daha fazla hatalar yapılabilir Bu sefer hücredeki ribozomlar, DNA'dan gelen emir doğrultusunda DNA onarım enzimleri üretmeye başlarlar Böylece DNA kendi kendini korur ve hem kendisini hem soyun devamını güvence altına alır
Hücreler de insanlar gibi doğar, çoğalır ve ölürler Ancak hücrelerin ömrü meydana getirdikleri insanın ömründen çok daha kısadır Örneğin altı ay önce bedenimizi oluşturan hücrelerin bugün büyük bir çoğunluğu hayatta değildir Fakat zamanında bölünerek yerlerine yenilerini bıraktıkları için, siz şu anda hayatta kalabilmektesiniz Bu yüzden hücrelerin çoğalması, DNA'nın kopyalanması gibi işlemler-her ne kadar çok karmaşık da olsalar-insanın varlığını sürdürmesi açısından en ufak bir hataya yer verilmemesi gereken hayati işlemlerdir Ancak çoğaltma işlemi o kadar kusursuz işler ki, hata oranı 3 milyar basamakta yalnızca bir basamaktır Bu tek hata da herhangi bir probleme sebep olmadan vücuttaki daha üst kontrol mekanizmaları tarafından yok edilir
DNA kendi kendini tamir eder hataya izin vermezDNA eşlemesi işlemi bittiğinde her bin nükleotidde bir hata meydana gelir Fakat bu hata da düşünülmüştür DNA’da meydana gelen hataları tamir etmek üzere özel görevli olan bir grup enzim vardır Bu enzimler şuurlu bir şekilde hatayı tespit ederler ve hatalı nükleotidi yerinden çıkarırlar Hatalı nükleotidin yerine yenisin sentezleyip koyarlar bu işlem sürecinde ortaya çıkan kırılmayı yapıştırırlar
İşin en ilginç yönü de, DNA'nın hem üretimini sağlayan hem de yapısını denetleyen bu enzimlerin, yine DNA'da kayıtlı olan bilgilere göre ve DNA'nın emir ve kontrolünde üretilmiş proteinler olmasıdır Ortada içiçe geçmiş öyle muhteşem bir sistem vardır ki, böyle bir sistemin kademe kademe oluşan tesadüflerle bu hale gelmesi hiçbir şekilde mümkün değildir Çünkü enzimin olması için DNA'nın olması, DNA'nın olması için de enzimin olması, her ikisinin olması içinse hücrenin de, zarından diğer bütün kompleks organellerine kadar eksiksiz olarak var olması gerekir
Canlıların birbirini izleyen "yararlı tesadüfler" sonucunda "aşama aşama" geliştiklerini öne süren evrim teorisi, söz konusu DNA-enzim paradoksu tarafından kesin biçimde yalanlanmaktadır Çünkü DNA'nın ve enzimin de aynı anda var olması gerekmektedir Bu ise bilinçli bir yaratılışın varlığını gösterir

DNA’nın eşlenmesinde ve protein üretiminde bir çok enzim DNA ile birlikte var olmak zorundadır Resimde görülen kırmızı ve sarı bölümler ise DNA ile birlikte çalışan enzimleri göstermektedir

Bütün bir gün, siz hiç farkında değilken, vücudunuzda sizin yaşamınızın problemsiz olarak devam etmesi için akıl almaz bir titizlik ve sorumluluk anlayışı içinde sayısız işlemler ve denetimler yapılır, tedbirler alınır Herkes görevini eksiksiz olarak ve başarıyla yerine getirir Allah en büyüğünden en küçüğüne, en basitinden en karmaşığına kadar sayısız atomu ve molekülü sizin yaşamınızı güzel ve sağlıklı bir biçimde sürdürmeniz için hizmetinize vermiştir Yalnızca bu lütuf ve nimet bile hiç durmadan şükretmeniz için yeterlidir
Allah, kendisinde sükun bulmanız için geceyi, aydınlık olarak da gündüzü sizin için var etti Şüphesiz Allah, insanlara karşı (sınırsız) bir fazl sahibidir Ancak insanların çoğu şükretmiyorlar (Mü'min Suresi, 61)

DARWINİZM, DNA'DAKİ BİLGİLERİN KÖKENİNİ VE HER TÜRDE FARKLI OLUŞUNU AÇIKLAYAMAZ
Evrimciler DNA'nın ilk olarak nasıl ortaya çıktığı konusuna kesinlikle bir açıklama getiremezlerken, DNA konusunda çıkmaza girdikleri önemli bir nokta daha vardır: Balıklar, sürüngenler, böcekler, bitkiler, kuşlar veya insanlar nasıl olup da, farklı DNA'lara, farklı genetik bilgilere sahip olabilmişlerdir?
Evrim teorisi, bu soruya cevap olarak, DNA'daki bilgilerin zaman içinde gerçekleşen tesadüflerle arttığını ve çeşitlendiğini ileri sürerler Sözünü ettikleri tesadüfler "mutasyon"lardır Mutasyon DNA'da radyasyon ya da kimyasal etkiler sonucunda meydana gelen değişikliklerdir Bazen bir radyoaktif ışınım DNA zincirine isabet eder ve oradaki bir veya birkaç basamağı tahrip eder ya da yerini değiştirir Evrimcilere göre, canlılar, tek bir DNA'nın, bu mutasyonlar (yani kazalar) sonucunda farklılaşması ile bugünkü mükemmel hallerine ulaşmışlardır
Bu iddianın akıl dışı olduğunu göstermek için, DNA'yı yine bir kitaba benzetelim DNA'nın bir kitapta olduğu gibi yanyana dizilmiş harflerden oluştuğunu söylemiştik Mutasyonlar, bu sitenın yazılımı sırasında meydana gelen harf hatalarına benzerler İsterseniz bu konuda bir deney yapalım Kalın bir dünya tarihi kitabının baştan sona bilgisayara yazılmasını isteyelim Bu iş yapılırken de bir kaç kez dizgiye müdahale edelim ve dizgiyi yapan kişiye tuşlardan birine gözü kapalı ve rastgele basmasını söyleyelim Bu şekilde yazılmış olan harf hatalı metni, bir başkasına verip yine aynı şeyi yaptıralım Bu yöntemle kitabı birkaç bin kez baştan aşağı yazdıralım, her seferinde metne rastgele birkaç harf hatası ekleyerek
Acaba tarih kitabı bu yöntemle gelişir mi? Örneğin daha önce kitapta var olmayan "Eski Çin Tarihi" gibi bir bölüm oluşabilir mi?
Elbette ki kitaba eklediğimiz harf hataları kitabı geliştirmez, aksine tahrip eder, anlamını bozar Hatalı kopyalama işlemini ne kadar artırırsak, o kadar bozuk bir kitap elde ederiz
Ama evrim teorisinin iddiası, "harf hatalarının bir kitabı geliştirdiği" yönündedir Evrime göre DNA'da meydana gelen mutasyonlar (hatalar) birikerek tesadüfen faydalı sonuçlara yol açmış, örneğin canlılara göz, kulak, kanat, el gibi kusursuz organları; düşünmek, öğrenmek, mantık yürütmek gibi şuur gerektiren özellikleri kazandırmıştır
Kuşkusuz bu iddia, biraz önce söz ettiğimiz, bir dünya tarihi kitabına harf hatalarının birikmesi sonucu "Eski Çin Tarihi" bölümü eklenmesinden bile daha akıldışıdır (Kaldı ki doğada, hata yapan dizgici örneğinde olduğu gibi düzenli olarak mutasyonlar meydana getiren bir mekanizma yoktur Doğadaki mutasyonlar bir kitabın yazımı sırasında meydana gelebilecek harf hatalarından çok daha nadir oluşurlar)
Evrim teorisinin canlılığın kökeni hakkında getirmeye çalıştığı her türlü "açıklama" işte bu denli akıl ve bilim dışı iddialardır Bu gerçeği kabul eden açık sözlü otoritelerden biri, Fransız Bilimler Akademisi'nin eski başkanı olan ünlü Fransız zoolog Pierre Grassé'dir Grassé de bir evrimcidir, ancak Darwinist teorinin canlılığı açıklayamadığını savunmakta ve Darwinizm'in temelini oluşturan "tesadüf" mantığı hakkında şunları söylemektedir:
Şanslı mutasyonların havyanların ve bitkilerin ihtiyaçlarının karşılanmasını sağladığına inanmak, gerçekten çok zordur Ama Darwinizm bundan fazlasını da ister: Tek bir bitki, tek bir hayvan, binlerce ve binlerce tam olması gerektiği şekilde faydalı tesadüflere maruz kalmalıdır Yani mucizeler sıradan bir kural haline gelmeli, inanılmaz derecede düşük olasılıklara sahip olaylar kolaylıkla gerçekleşmelidir Hayal kurmayı yasaklayan bir kanun yoktur, ama bilim bu işin içine dahil edilmemelidir
Gerçekten de, cansız maddelerin kendi kendine bir araya gelip DNA gibi muhteşem sistemlere sahip canlıları oluşturduğunu iddia eden evrim teorisi, bilime ve akla tamamen aykırı olan bir hayalciliktir Tüm bunlar bizi apaçık bir sonuca götürür Yaşamın bir planı (DNA) olduğuna ve tüm canlılar bu plana göre yapıldıklarına göre, açıktır ki bu planı ortaya çıkaran üstün bir Yaratıcı vardır Yani tüm canlılar, sonsuz bir güç ve akıl sahibi olan Allah tarafından yaratılmışlardır Allah Kuran'da bu gerçeği şöyle bildirmiştir:
O Allah ki, yaratandır, kusursuzca varedendir, şekil ve suret verendir En güzel isimler O'nundur Göklerde ve yerde olanların tümü O'nu tesbih etmektedir O, Aziz, Hakim'dir (Haşr Suresi, 24)
İnsanların bugün teknolojinin imkanlarını kullanarak başardıkları ise, Allah'ın insan DNA'sında tecelli eden ilminden bir parçayı olsun anlayabilmek için çalışmaktan ibarettir

EVRİMCİLERDEN DNA İTİRAFLARI
DNA gibi olağanüstü bir tasarıma sahip bir molekülün nasıl ortaya çıktığı sorusu, buraya kadar incelediğimiz gibi evrimcilerin binlerce çıkmazından biridir Tüm canlılığı "tesadüf" cevabıyla açıklamaya kalkan evrim teorisi, DNA'da özenle ve kusursuzca kodlanmış bulunan olağanüstü bilginin kaynağını asla izah edememektedir
Kaldı ki konu DNA zincirinin nasıl ortaya çıktığı sorusundan ibaret değildir Çünkü DNA zinciri, daha önce de belirttiğimiz gibi, içindeki olağanüstü bilgi kapasitesi ile birlikte var olsa bile, bu tek başına hiçbir şeye yaramamaktadır Canlılıktan söz edilebilmesi için, mutlaka bir de bu DNA zincirini okuyan, kopyalayan ve bu kopyalara göre proteinler üreten enzimlerin bulunması gerekir (Enzimler hücrede belirli görevler üstlenmiş ve bunları bir robot titizliğinde yerine getiren büyük moleküllerdir)
Yani canlılıktan söz edilmesi için, hem DNA adı verdiğimiz bilgi bankasının hem de bu bankadaki bilgileri okuyarak üretim yapacak makinaların var olması gerekmektedir
İşin daha da ilginç yanı ise, DNA'yı okuyup ona göre üretim yapan enzimlerin kendilerinin de yine DNA'daki şifrelere göre üretilmeleridir! Yani hücrenin içinde öyle bir fabrika vardır ki, bu fabrika hem çok çeşitli ürünler üretmekte, hem de bir taraftan bu üretimi yapan robot ve makinaları da inşa etmektedir Tek bir noktasında eksiklik olsa işe yaramayacak olan bu sistemin nasıl ortaya çıktığı sorusu, evrim teorisini tek başına yıkmaya yeterlidir
Alman evrimci Douglas R Hofstadter, bu soru karşısındaki çaresizliklerini şöyle itiraf etmektedir:
Nasıl oldu da genetik bilgi, onu yorumlayan mekanizmalarla (enzimler ve diğer moleküler yapılarla) birlikte ortaya çıktı? Bu soru karşısında kendimizi bir cevapla değil, hayranlık ve şaşkınlık duyguları ile tatmin etmemiz gerekiyor
Bir başka evrimci otorite, dünyaca ünlü moleküler biyolog Leslie Orgel, bu konuda biraz daha açık sözlü davranmaktadır:
Son derece kompleks yapılara sahip olan enzimlerin ve nükleik asitlerin (RNA ve DNA) aynı yerde ve aynı zamanda rastlantısal olarak oluşmaları aşırı derecede ihtimal dışıdır Ama bunların birisi olmadan diğerini elde etmek de mümkün değildir Dolayısıyla İNSAN, YAŞAMIN KİMYASAL YOLLARLA ORTAYA ÇIKMASININ ASLA MÜMKÜN OLMADIĞI SONUCUNA VARMAK ZORUNDA KALMAKTADIR
"Hayatın kimyasal yollarla ortaya çıkması imkansız" demek, "hayatın kendi kendine oluşması imkansız" demektir Bu gerçek, canlılığın bilinçli bir biçimde yaratıldığının açık bir ispatıdır Ancak evrimciler açık delillerini gördükleri bu gerçeği, sırf ideolojik nedenlerle kabul etmezler Sırf Allah'ın varlığını kabul etmemek için, imkansız olduğunu kendilerinin de bildiği saçma senaryolara inanırlar
Bir başka evrimci Caryl P Haskins ise DNA şifresinin tesadüfen oluşmasının imkansızlığını ve bu gerçeğin Yaratılış için güçlü bir delil olduğunu şöyle ifade eder:
Biyokimyasal genetik düzeyinde evrime ait en kapsamlı sorular hala cevaplandırılmamıştır Genetik şifre ilk kez nasıl ortaya çıkmıştı ve nasıl evrimleşmişti? Bugün yaşayan tüm organizmalarda hem DNA'nın replikasyonu hem de DNA şifresinin etkili bir şekilde çevirimi süreçleri, son derece kesin enzimlere gereksinim duymaktadır Aynı zamanda bu enzimlerin moleküler yapılarının DNA'nın kendisi tarafından kesin bir şekilde belirtilmiş olması, dikkate değer evrimci bir gizemi ortaya çıkarmaktadır Şifre ve şifreyi çevirme yolları evrim sürecinde kendiliğinden mi ortaya çıkmıştı? Böyle bir rastlantının gerçekleşmiş olabileceğine inanmak neredeyse akıl almazdır Bu bulmaca Darwin'den önceki dönemde olduğu gibi Darwin'den sonra da evrimden kuşku duyanlar tarafından özel yaratılış için en güçlü kanıt türü olarak yorumlanmıştır
Evrim teorisinin geçersizliğini anlatan "Evolution: A Theory in Crisis" (Evrim: Kriz İçinde Bir Teori) adlı kitabın yazarı olan ünlü moleküler biyolog Prof Michael Denton, Darwinistler'in bu akıl dışı inancını şöyle anlatır:
Yüksek organizmaların genetik programlarının yapısı, milyarlarca bit (bilgisayar birimi) bilgiye ya da bin ciltlik küçük bir kütüphanenin içindeki tüm harflerin dizilimine eşdeğerdir Bu denli kompleks organizmaları oluşturan trilyonlarca hücrenin gelişimini belirleyen, emreden ve kontrol eden sayısız karmaşık işlevin tamamen rastlantıya dayalı bir süreç sonucunda oluştuğunu iddia etmek ise, İNSAN AKLINA YÖNELİK BİR SALDIRIDIR AMA BİR DARWİNİST, BU DÜŞÜNCEYİ EN UFAK BİR ŞÜPHE BELİRTİSİ BİLE GÖSTERMEDEN KABUL EDER!
Gerçekten de Darwinizm, akla tamamen aykırı, batıl bir inançtan başka bir şey değildir Akıl sahibi olan her insan ise, ister DNA'ya isterse tabiatın başka herhangi bir yönüne baksın, o büyük gerçeğin kanıtlarını görür: İnsan ve tüm canlılar, Alemlerin Rabbi olan Yüce Allah tarafından yaratılmıştır

EVRİMCİLERİN ÇARESİZLİĞİNE BİR ÖRNEK DAHA: "RNA DÜNYASI" SENARYOSU
Evrimciler, ilk canlı hücrenin nasıl var olduğu sorusu üzerinde 20 yüzyılın başından itibaren çeşitli teoriler geliştirdiler Bu konuda ilk evrimci tezi öne süren Rus biyolog Oparin, yüzmilyonlarca yıl önceki ilkel dünyada birtakım tesadüfi kimyasal reaksiyonlarla ilk önce proteinlerin oluştuğunu, bunların birleşmesiyle de hücrelerin doğduğunu ileri sürdü Oparin'in 1930'lı yıllarda ortaya attığı bu iddianın en temel varsayımlarının bile yanlış olduğu ise 1970'li yıllardaki bulgularla anlaşıldı: Oparin'in "ilkel dünya atmosferi" senaryosunda organik moleküllerin oluşmasına imkan verebilecek metan ve amonyak gazları yer alıyordu Ama gerçek atmosferin metan ve amonyak temelli olmadığı, aksine bir de organik molekülleri parçalayan oksijen gazından bol miktarda içerdiği anlaşıldı
Bu durum moleküler evrim teorisi için büyük bir darbe oldu Miller, Fox, Ponnamperuma gibi evrimcilerin "ilkel atmosfer deneyleri"nin tümünün geçersiz olduğu anlaşıldı Bu nedenle 80'li yıllarda başka evrimci arayışlar gelişti Bunun sonucunda, ilk önce proteinlerin değil, proteinlerin bilgisini taşıyan RNA molekülünün oluştuğunu öne süren "RNA Dünyası" senaryosu ortaya atıldı 1986 yılında Harvard'lı kimyacı Walter Gilbert tarafından ortaya atılan bu senaryoya göre, bundan milyarlarca yıl önce, her nasılsa kendi kendisini kopyalayabilen bir RNA molekülü tesadüfen kendiliğinden oluşmuştu Sonra bu RNA molekülü çevre şartlarının etkisiyle birdenbire proteinler üretmeye başlamıştı Daha sonra bilgileri ikinci bir molekülde saklamak ihtiyacı doğmuş ve her nasılsa DNA molekülü ortaya çıkmıştı
Her aşaması ayrı bir imkansızlıklar zinciri olan bu hayal etmesi bile güç senaryo, hayatın başlangıcına açıklama getirmek yerine, sorunu daha da büyütmüş, pek çok içinden çıkılmaz soruyu gündeme getirmişti:
1- Daha, RNA'yı oluşturan nükleotidlerin tek birinin bile oluşması kesinlikle rastlantılarla açıklanamazken, acaba hayali nükleotidler nasıl uygun bir dizilimde biraraya gelerek RNA'yı oluşturmuşlardı? Evrimci biyolog John Horgan RNA'nın tesadüfen oluşmasının imkansızlığını şöyle kabullenir:
Araştırmacılar RNA dünyası kavramını detaylı biçimde inceledikçe giderek daha fazla sorun ortaya çıkıyor RNA ilk olarak nasıl oluştu? RNA ve onun parçalarının laboratuvarda en iyi şartlarda sentezlenmesi bile son derece zor iken, bunun prebiyotik (yaşam öncesi) ortamda gerçekleşmesi nasıl olmuştur?

Yandaki resimde ribozomda üretilen protein zincirleri görülmektedir
2- Tesadüfen oluştuğunu farzetsek bile, yalnızca bir nükleotid zincirinden ibaret olan bu RNA hangi bilinçle kendisini kopyalamaya karar vermiş ve ne tür bir mekanizmayla bu kopyalamayı başarmıştı? Kendisini kopyalarken kullanacağı nükleotidleri nereden bulmuştu? Evrimci mikrobiyologlar Gerald Joyce ve Leslie Orgel, durumun ümitsizliğini şöyle dile getirmekteler:
Tartışma, içinden çıkılmaz bir noktada odaklaşıyor: Karmakarışık bir polinükleotid çorbasından çıkıp, birdenbire kendini kopyalayabilen o hayali RNA'nın efsanesi Bu kavram, yalnızca bugünkü prebiotik kimya anlayışımıza göre gerçek dışı olmakla kalmamakta, aynı zamanda RNA'nın kendini kopyalayabilen bir molekül olduğu şeklindeki aşırı iyimser düşünceyi de yıkmaktadır3- Kaldı ki eğer ilkel dünyada kendini kopyalayan bir RNA oluştuğunu ve ortamda RNA'nın kullanacağı her çeşit amino asitten sayısız miktarlarda bulunduğunu farzetsek ve bütün bu imkansızlıkların bir şekilde gerçekleşmiş olduğunu düşünsek bile, bu durum yine de tek bir protein molekülünün oluşabilmesi için yeterli değildir Çünkü RNA, sadece proteinin yapısıyla ilgili bilgidir Amino asitler ise hammaddedir Ancak ortada proteini üretecek "mekanizma" yoktur RNA'nın varlığını protein üretimi için yeterli saymak, bir arabanın kağıt üzerine çizilmiş tasarımını o arabayı oluşturacak binlerce parçanın üzerine atıp sonra arabanın kendi kendine montajlanıp ortaya çıkmasını beklemekle aynı derecede saçmadır Ortada fabrika ve işçiler yoktur ki, bir üretim gerçekleşsin
Bir protein, hücre içindeki son derece karmaşık işlemler sonucunda pek çok enzimin yardımıyla ribozom adı verilen fabrikada üretilir Ribozom ise yine proteinlerden oluşmuş karmaşık bir hücre organelidir Dolayısıyla bu durum, ribozomun da aynı anda tesadüfen meydana gelmiş olması gibi bir akılalmaz varsayımı daha beraberinde getirecektir Evrimin en fanatik savunucularından Nobel ödüllü Jacques Monod bile protein sentezinin yalnızca nükleik asitlerdeki bilgiye indirgenmesinin mümkün olmadığını şu şekilde açıklamaktadır:
Şifre (DNA ya da RNA'daki bilgi), aktarılmadıkça anlamsızdır Günümüz hücresindeki şifre aktarma mekanizması en az 50 makromoleküler parçadan oluşmaktadır ki, bunların kendileri de DNA'da kodludurlar Şifre bu birimler olmadan aktarılamaz Bu döngünün kapanması ne zaman ve nasıl gerçekleşti? Bunun hayali bile aşırı derecede zordur
İlkel dünyadaki bir RNA zinciri hangi iradeyle böyle bir karar almış ve hangi yöntemleri kullanarak, 50 özel görevli parçacığın işini tek başına yaparak protein üretimini gerçekleştirmiştir? Evrimcilerin bu sorulara getirebildikleri hiçbir açıklama yoktur
San Diego California Üniversitesi'nden Stanley Miller'ın ve Francis Crick'in çalışma arkadaşı olan ünlü evrimci Dr Leslie Orgel, "hayatın RNA dünyası ile başlayabilmesi" ihtimali için "senaryo" deyimini kullanmaktadır Orgel, bu RNA'nın hangi özelliklere sahip olması gerektiğini ve bunun imkansızlığını, American Scientist'in Ekim 1994 sayısındaki "The Origin of Life on the Earth" başlıklı makalede şöyle ifade eder:
Bu senaryonun oluşabilmesi için, ilkel dünyadaki RNA'nın bugün mevcut olmayan iki özelliğinin olmuş olması gerekmektedir: Proteinlerin yardımı olmaksızın kendini kopyalayabilme özelliği ve protein sentezinin her aşamasını gerçekleştirebilme özelliği
Açıkça anlaşılacağı gibi Orgel'in, "olmazsa olmaz" şartını koyduğu bu iki kompleks işlemi RNA gibi bir molekülden beklemek, ancak evrimci bir hayal gücü ve bakış açısıyla mümkün olabilir Somut bilimsel gerçekler ise, hayatın rastlantılarla doğduğu iddiasının yeni bir versiyonu olan "RNA Dünyası" tezinin, kesinlikle imkansız bir masal olduğunu ortaya koymaktadır

CANSIZ MOLEKÜLLERİN BİRARAYA GELMESİ CANLILIĞI AÇIKLAYAMAZ
Buraya kadar bahsettiğimiz bütün imkansızlıkları ve mantıksızlıkları bir an için unutalım ve ilkel dünya koşulları gibi olabilecek en uygunsuz ortamda bir protein molekülünün tesadüflerle meydana geldiğini varsayalım
Tek bir proteinin oluşması da yetmeyecek, söz konusu proteinin, bu kontrolsüz ortamda başına hiçbir şey gelmeden kendi gibi tesadüfen oluşacak başka proteinleri beklemesi gerekecekti Ta ki hücreyi meydana getirecek milyonlarca uygun ve gerekli protein hep "tesadüfen" aynı yerde yanyana oluşana kadar Önceden oluşanlar o ortamda ultraviyole ışınları, şiddetli mekanik etkilere rağmen hiçbir bozulmaya uğramadan, sabırla hemen yanıbaşlarında diğerlerinin tesadüfen oluşmasını beklemeliydiler Sonra yeterli sayıda ve aynı noktada oluşan bu proteinler anlamlı şekillerde biraraya gelerek hücrenin organellerini oluşturmalıydılar Aralarına hiçbir yabancı madde, zararlı molekül, işe yaramaz protein zinciri karışmamalıydı Sonra bu organeller son derece planlı, düzenli, uyumlu ve bağlantılı bir biçimde biraraya gelip, bütün gerekli enzimleri de yanlarına alıp bir zarla kaplansalar, bu zarın içi de bunlara ideal ortamı sağlayacak özel bir sıvıyla dolsaydı, tüm bu "imkansız ötesi" olaylar gerçekleşseydi bile bu molekül yığını canlanabilir miydi?

Urey-Miller deneyinin geçersiz olduğunun anlaşılması ile evrimciler yeni arayışlara girmek zorunda kaldılar
Cevap, "hayır"dır! Çünkü araştırmalar göstermiştir ki, hayatın başlaması için yalnızca canlılarda bulunması gereken maddelerin biraraya gelmiş olması yeterli değildir Yaşam için gerekli tüm proteinleri toplayıp bir deney tüpüne koysak yine de canlı bir hücre elde etmeyi başaramayız Bu konuda yapılan tüm deneyler başarısız olmuştur Bütün deney ve gözlemler ise hayatın ancak hayattan geldiğini göstermiştir Hayatın cansız maddelerden çıktığı iddiası, bu bölümün en başında da belirttiğimiz gibi, sadece evrimcilerin hayallerinde yer alan, tüm gözlem ve deneylere aykırı bir masaldır
Bu durumda, yeryüzündeki ilk hayatın da ancak bir Hayat'tan gelmiş olması gerekir İşte bu, "Hayy" (Hayat Sahibi) Allah'ın yaratmasıdır Hayat ancak O'nun dilemesiyle başlar, sürer ve sona erer Evrim ise, canlılığın nasıl başladığını açıklamak şöyle dursun, canlılık için gerekli malzemenin nasıl oluştuğunu ve biraraya geldiğini bile açıklayamamaktadır
Cardiff Üniversitesi'nden, Uygulamalı Matematik ve Astronomi Profesörü Chandra Wickramasinghe hayatın tesadüflerle doğduğuna on yıllar boyunca inandırılmış bir bilim adamı olarak karşılaştığı bu gerçeği şöyle anlatır:
Bir bilim adamı olarak aldığım eğitim boyunca, bilimin herhangi bir bilinçli yaratılış kavramı ile uyuşamayacağına dair çok güçlü bir beyin yıkamaya tabi tutuldum Bu kavrama karşı şiddetle tavır alınması gerekiyordu Ama şu anda, Tanrı'ya inanmayı gerektiren açıklama karşısında, öne sürülebilecek hiçbir akılcı argüman bulamıyorum Biz hep açık bir zihinle düşünmeye alıştık ve şimdi yaşama getirilebilecek tek mantıklı cevabın yaratılış olduğu sonucuna varıyoruz, tesadüfi karmaşalar değil

TERMODİNAMİĞİN İKİNCİ KANUNU
Fiziğin en temel kanunlarından birisi olan "Termodinamiğin İkinci Kanunu", evrende kendi haline, doğal şartlara bırakılan tüm sistemlerin, zamanla doğru orantılı olarak düzensizliğe, dağınıklığa ve bozulmaya doğru gideceğini söyler Canlı, cansız bütün herşey zaman içinde aşınır, bozulur, çürür, parçalanır ve dağılır Bu, er ya da geç her varlığın karşılaşacağı mutlak sondur ve söz konusu kanuna göre bu kaçınılmaz sürecin geri dönüşü yoktur
Bu gerçek hepimizin yaşamları sırasında da yakından gözlemlediği bir durumdur Örneğin bir otobüsü çöle götürüp bırakır ve aylar sonra durumunu kontrol ederseniz, elbette ki onun eskisinden daha gelişmiş, daha bakımlı bir hale gelmesini bekleyemezsiniz Aksine lastiklerinin patlamış, camlarının kırılmış, kaportasının paslanmış, motorunun çürümüş olduğunu görürsünüz Aynı kaçınılmaz süreç canlı varlıklar için çok daha hızlı işler
İşte Termodinamiğin İkinci Kanunu bu doğal sürecin, fiziksel denklem ve hesaplamalarla ifade ediliş biçimidir
Bu ünlü fizik kanunu, "Entropi Kanunu" olarak da adlandırılır Entropi, fizikte bir sistemin içerdiği düzensizliğin ölçüsüdür Bir sistemin düzenli, organize ve planlı bir yapıdan düzensiz, dağınık ve plansız bir hale geçmesi o sistemin entropisini arttırır Bir sistemdeki düzensizlik ne kadar fazlaysa, o sistemin entropisi de o kadar yüksek demektir Entropi Kanunu, tüm evrenin geri dönüşü olmayan bir şekilde sürekli daha düzensiz, plansız ve dağınık bir yapıya doğru ilerlediğini ortaya koymuştur
Termodinamiğin İkinci Kanunu ya da diğer adıyla Entropi Kanunu, doğruluğu teorik ve deneysel olarak kesin biçimde kanıtlanmış bir kanundur Öyle ki yüzyılımızın en büyük bilim adamı kabul edilen Albert Einstein, bu kanunu "bütün bilimlerin birinci kanunu" olarak tanımlamıştır:
Entropi Kanunu, tarihin bundan sonraki ikinci devresinde, hükmedici düzen şeklinde kendini gösterecektir Albert Einstein, bu kanunun bütün bilimlerin birinci kanunu olduğunu söylemiştir; Sir Arthur Eddington ondan, bütün evrenin en üstün metafizik kanunu olarak bahseder1
Evrim teorisi ise, bütün evreni kapsayan bu temel fizik kanununu bütünüyle gözardı ederek ortaya atılmış bir iddiadır Evrim bu kanunla temelinden çelişen tam tersi bir mekanizma öne sürer Evrime göre, dağınık, düzensiz, cansız atomlar ve moleküller, zamanla kendi kendilerine tesadüflerle biraraya gelerek düzenli ve planlı proteinleri, DNA, RNA gibi son derece kompleks moleküler yapıları, ardından da çok daha ileri düzenlere, organizasyonlara ve tasarımlara sahip milyonlarca canlı türünü ortaya çıkarmışlardı Evrime göre, her aşamada daha planlı, daha düzenli, daha kompleks ve daha organize bir yapıya doğru ilerleyen bu hayali süreç, Entropi Kanunu'nun ortaya koyduğu gerçeklere bütünüyle aykırıdır Bu nedenle evrim gibi bir sürecin, en başından en sonuna kadar varsayılan hiçbir aşamasının gerçekleşmesi mümkün değildir Evrimci bilim adamları da bu açık çelişkinin farkındadırlar J H Rush şöyle der:
Evrimin kompleks süreci içinde yaşam, Termodinamiğin İkinci Kanunu'nda belirtilen eğilime belirgin bir çelişki oluşturur
Evrimci bilim adamı Roger Lewin de bir başka bilimsel dergi olan Science'daki bir makalesinde evrimin termodinamik açmazını şöyle dile getirmektedir:
Biyologların karşılaştıkları problem, evrimin Termodinamiğin İkinci Kanunu'yla olan açık çelişkisidir Sistemler zamanla daha düzensiz yapılara doğru bozulmalıdırlar
Bir evrimci olan George Stavropoulos, canlılığın kendiliğinden oluşmasının termodinamik açıdan imkansızlığını ve fotosentez gibi kompleks canlı mekanizmaların kökenini doğa kanunlarıyla açıklamanın mümkün olmadığını, ünlü evrimci yayın American Scientist'te şu ifadelerle kabul etmektedir:
Normal şartlarda, Termodinamiğin İkinci Kanunu doğrultusunda, hiçbir kompleks organik molekül hiçbir zaman kendi kendine oluşamaz, tersine parçalanır Gerçekte, bir şey ne kadar kompleks olursa o kadar kararsızdır ve kesin olarak eninde sonunda parçalanır, dağılır Fotosentez, bütün yaşamsal süreçler ve yaşamın kendisi, karmaşık veya kasıtlı olarak karmaşıklaştırılmış açıklamalara rağmen, halen termodinamik ya da bir başka kesin bilim dalı vasıtasıyla anlaşılamamıştır
Görüldüğü gibi, evrim iddiası bütünüyle fizik yasalarına aykırı olarak ortaya atılmış bir iddiadır Termodinamiğin İkinci Kanunu, evrim senaryosu karşısına bilimsel ve mantıksal açıdan aşılması imkansız bir fiziksel engel oluşturmaktadır Bu engeli aşacak hiçbir bilimsel ve tutarlı açıklama getiremeyen evrimciler ise bunu ancak hayal güçlerinde aşabilmektedirler Örneğin, ünlü evrimcilerden Jeremy Rifkin, evrimin, bu fizik kanununu sihirli bir güçle aştığına inandığını belirtmektedir:
Entropi Kanunu, evrimin bu gezegendeki yaşam için mevcut olan tüm enerjiyi dağıtacağını söyler Bizim evrim anlayışımız ise bunun tam tersidir Biz evrimin sihirli bir şekilde yeryüzünde daha büyük bir değer ve düzen artışı sağladığına inanıyoruz
Bu sözler evrimin tamamen dogmatik bir inanç olduğunu çok iyi ifade etmektedir
AÇIK SİSTEM ÇARPITMASI
Evrimciler, tüm bu açık gerçekler karşısında, Termodinamiğin İkinci Kanunu'nun yalnızca "kapalı sistemler" için geçerli olduğu, "açık sistemler"in bu kanunun dışında olduğu gibi bir çarpıtmaya başvururlar
Açık sistem, dışarıdan enerji ve madde giriş-çıkışı olan bir termodinamik sistemdir Evrimciler de dünyanın bir açık sistem olduğunu, Güneş'ten sürekli bir enerji akışına maruz kaldığını, dolayısıyla Entropi Kanunu'nun dünya için geçersiz olduğunu, düzensiz, basit, cansız yapılardan düzenli, kompleks canlıların oluşabileceğini öne sürmektedirler
Oysa burada açık bir çarpıtma vardır Çünkü bir sisteme dışarıdan enerji girmesi, o sistemi düzenli hale getirmek için yeterli değildir Bu enerjiyi kullanılabilir hale getirecek özel mekanizmalar gerekir Örneğin bir arabanın, benzindeki enerjiyi işe dönüştürmesi için motora, transmisyon sistemlerine ve bunları idare eden kontrol mekanizmalarına ihtiyaç vardır Böyle bir enerji dönüştürücü sistem olmasa, arabanın benzindeki enerjiyi kullanabilmesi mümkün olmayacaktır
Aynı durum canlılık için de geçerlidir Evet, canlılık enerjisini Güneş'ten almaktadır Fakat Güneş enerjisi, ancak canlılardaki inanılmaz komplekslikteki enerji dönüşüm sistemleri (örneğin bitkilerdeki fotosentez, insan ve hayvanlardaki sindirim sistemleri) sayesinde kimyasal enerjiye çevrilebilmektedir Bu enerji dönüşüm sistemleri olmasa hiçbir canlı varlığını devam ettiremez Güneş'in, enerji dönüşüm sistemi olmayan bir canlı için, yakıcı, eritici ve parçalayıcı bir enerji kaynağı olmaktan başka bir anlamı yoktur
Görüldüğü gibi herhangi bir enerji dönüştürücü mekanizması olmayan bir sistem, açık da olsa kapalı da olsa, evrim için hiçbir avantaj teşkil etmemektedir İlkel dünya şartlarında doğada böyle kompleks ve bilinçli mekanizmaların bulunduğunu ise hiç kimse iddia etmemektedir Zaten evrimciler açısından bu noktadaki problem, bitkilerdeki fotosentez mekanizması gibi modern teknoloji tarafından bile taklit edilemeyen kompleks enerji dönüşüm mekanizmalarının nasıl ortaya çıktığı sorusudur
İlkel dünyaya dışarıdan giren Güneş enerjisinin de bu yüzden hiçbir şekilde düzenlilik meydana getirecek etkisi yoktur Çünkü sıcaklık ne kadar artarsa artsın amino asitler düzenli dizilimlerde bağ yapmaya karşı direnç gösterirler Amino asitlerin çok daha karmaşık moleküller olan proteinleri ve proteinlerin de kendilerinden daha kompleks ve planlı yapılar olan hücre organellerini oluşturmaları için de yine yalnızca enerji yeterli değildir Asıl olarak gereken etken, bilinçli bir tasarım, diğer bir ifadeyle yaratılıştır
KAOS KURAMI KAÇIŞI
Termodinamiğin İkinci Kanunu'nun evrimi imkansız kıldığının farkında olan bazı evrimci bilim adamları yakın geçmişte Termodinamiğin İkinci Kanunu ve Evrim Teorisi arasındaki uçurumu kapatabilmek, evrime bir yol açabilmek amacıyla çeşitli spekülasyonlar üretme gayretine girmişlerdir Yalnızca bu gayretler dahi evrim teorisinin gözardı edilemeyen bir açmaz karşısında olduğunu açıkça göstermektedir
Termodinamiği ve evrimi uzlaştırma umuduyla ortaya atılan iddialarla en fazla adı duyulmuş olan kişi ise Belçikalı bilim adamı Ilya Prigogine'dir
Prigogine, Kaos Kuramı'ndan hareket ederek kaostan (karmaşadan) düzen oluşabileceğine dair birtakım varsayımlar ortaya atmıştır Oysa bütün çabalarına rağmen, Prigogine termodinamiği ve evrimi uzlaştırmayı başaramamıştır Bu durum aşağıdaki ifadelerinde de açıkça görülmektedir:
Yüzyılı aşkın bir süredir aklımıza takılan bir soru var: Termodinamiğin tanımladığı ve sürekli artan bir düzensizliğin hüküm sürdüğü bir dünyada, canlı bir varlığın evriminin nasıl bir anlamı olabilir?
Moleküler düzeyde ürettiği teorilerin, canlı sistemler için, örneğin bir canlı hücresi için geçerli olmadığını bilen Prigogine bu problemi şöyle ifade etmektedir:
Kaos Teorisi ve canlıların oldukça düzenli olan hücreleri ele alındığında, bunlardaki biyolojik düzenlilik, teorinin karşısına net bir problem olarak çıkmaktadır
İşte Kaos Kuramı ve buna dayalı spekülasyonların vardığı son nokta budur Evrimi destekleyen, doğrulayan, evrim ile Entropi Kanunu ve diğer fizik yasaları arasındaki çelişkiyi ortadan kaldıran hiçbir somut sonuç elde edilememiştir
Bütün bu kaçınılmaz gerçeklere rağmen evrimciler, "canlılar oluşmuşsa, demek ki evrim olmuş" gibi ucuz kaçamaklara sığınmaya çalışırlar Fakat, açık ve net bilimsel gerçekler, canlıların ve canlılardaki düzenli, planlı ve kompleks yapıların kesinlikle evrimin iddia ettiği gibi tesadüflerle ve doğa şartlarıyla oluşamayacağını göstermektedir Bu durum da canlıların varlığının ancak doğaüstü bir gücün müdahalesiyle açıklanabileceğini ortaya koyar Doğaüstü müdahale, bütün evreni yoktan var eden Allah'ın yaratmasıdır Bilim, her alanda olduğu gibi termodinamik açıdan da evrimin imkansız olduğunu ve canlılığın varoluşunun Yaratılış dışında bir açıklaması olamayacağını gözler önüne sermiştir

Alıntı Yaparak Cevapla

Dna

Eski 08-17-2012   #3
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Dna



Canlı Yapısındaki Bilgi ve Materyalizmin Sonu
Evrim teorisinin temelinde materyalist felsefe yatmaktadır Materyalizm, var olan herşeyin sadece madde olduğu varsayımına dayanır Bu felsefeye göre, madde sonsuzdan beri vardır, hep var olacaktır ve maddeden başka bir şey de yoktur Materyalistler, bu iddialarına destek sağlamak için, "indirgemecilik" olarak adlandırılan bir mantık kullanırlar İndirgemecilik, madde gibi görünmeyen şeylerin de aslında maddesel etkenlerle açıklanabileceği düşüncesidir
Bunu açıklamak için zihin örneğini verelim Bilindiği gibi insanın zihni "elle tutulur, gözle görülür" bir şey değildir Dahası insan beyninde bir "zihin merkezi" de yoktur Bu durum bizi ister istemez, zihnin madde-ötesi bir kavram olduğu sonucuna götürür Yani "ben" dediğimiz, düşünen, seven, sinirlenen, üzülen, zevk alan ya da acı çeken varlık, bir koltuk, bir masa ya da bir taş gibi maddesel bir varlık değildir
Materyalistler ise, zihnin "maddeye indirgenebilir" olduğu iddiasındadırlar Materyalist iddiaya göre, bizim düşünmemiz, sevmemiz, üzülmemiz ve tüm diğer zihinsel faaliyetlerimiz, aslında beynimizdeki atomlar arasında meydana gelen kimyasal reaksiyonlardan ibarettir Bir insanı sevmemiz, beynimizdeki bazı hücrelerdeki bir kimyasal reaksiyon, bir olay karşısında korku duymamız bir başka kimyasal reaksiyondur Ünlü materyalist filozof Karl Vogt, bu mantığı "karaciğer nasıl öd sıvısı salgılıyorsa, beyin de düşünce salgılar" şeklindeki ünlü sözüyle ifade etmiştir Oysa elbette öd sıvısı bir maddedir, ama düşüncenin madde olduğunu gösterecek hiçbir kanıt yoktur
İndirgemecilik bir mantık yürütmedir Ancak bir mantık yürütme doğru temellere de dayanabilir, yanlış temellere de Bu nedenle bizim için şu anda önemli olan soru şudur: Materyalizmin temel mantığı olan "indirgemecilik", bilimsel verilerle karşılaştırıldığında ortaya hangi sonuç çıkar?
19 yüzyılın materyalist bilim adamları ya da düşünürleri, bu soruya kolaylıkla "bilim indirgemeciliği doğrular" cevabının verilebileceğini sanıyorlardı Ama 20 yüzyıl bilimi, ortaya çok farklı bir gerçek çıkarmıştır
Bu gerçek, doğada var olan ve asla maddeye indirgenemeyecek olan "bilgi"dir

MADDE BİLGİ ÜRETEMEZ
Canlıların DNA'larında inanılmaz derecede kapsamlı bir bilgi olduğuna önceki bölümlerde değinmiştik Milimetrenin yüz binde biri kadar küçük bir yerde, bir canlı bedeninin bütün fiziksel detaylarını tarif eden adeta bir "bilgi bankası" vardır Dahası canlı vücudunda bir de bu bilgiyi okuyan, yorumlayan ve buna göre "üretim" yapan bir sistem bulunur Bütün canlı hücrelerinde, DNA'da bulunan bilgi, çeşitli enzimler tarafından "okunur" ve bu bilgiye göre protein üretilir Vücudumuzda her saniye gereken yer için gerekli türde milyonlarca protein üretilmesi, bu sistemle gerçekleşir Bu sistem sayesinde, ölen göz hücrelerimiz yine göz hücreleri, kan hücrelerimiz yine kan hücreleri ile yenilenirler
Bu noktada materyalizmin iddiasını düşünelim: Acaba DNA'daki bilgi, materyalistlerin iddia ettiği gibi, maddeye indirgenebilir mi? Ya da bir başka deyişle, DNA'nın sadece bir madde yığını olduğu ve içerdiği bilginin de maddenin rastgele etkileşimleri ile ortaya çıktığı kabul edilebilir mi?
20 yüzyılda yapılan bütün bilimsel araştırmalar, bütün deney sonuçları ve bütün gözlemler, bu soruya kesinlikle "hayır" cevabı verilmesi gerektiğini göstermektedir Alman Federal Fizik ve Teknoloji Enstitüsü'nün yöneticisi Prof Dr Werner Gitt, bu konuda şunları söyler:
Bir kodlama sistemi, her zaman için zihinsel bir sürecin ürünüdür Bir noktaya dikkat edilmelidir; madde bir bilgi kodu üretemez Bütün deneyimler, bilginin ortaya çıkması için, özgür iradesini, yargısını ve yaratıcılığını kullanan bir aklın var olduğunu göstermektedir Maddenin bilgi ortaya çıkarabilmesini sağlayacak hiçbir bilinen doğa kanunu, fiziksel süreç ya da maddesel olay yoktur Bilginin madde içinde kendi kendine ortaya çıkmasını sağlayacak hiçbir doğa kanunu ve fiziksel süreç yoktur
Bilgi içeren bir madde , bu bilgiye sahip olan bir akıl tarafından düzenlenmiştir DNA’daki bilgi ise benzeri olmayan aklın sahibi olan Allah tarafından tasarlanmış ve yaratılmıştır
Werner Gitt'in sözleri, aynı zamanda, son 20-30 yıl içinde gelişen ve termodinamiğin bir parçası olarak kabul edilen "Bilgi Teorisi"nin vardığı sonuçlardır Bilgi teorisi, evrendeki bilginin yapısını ve kökenini araştırır Bilgi teorisyenlerinin uzun araştırmaları sayesinde varılan sonuç ise şudur: "Bilgi, maddeden ayrı bir şeydir Maddeye asla indirgenemez Bilginin ve maddenin kaynağı ayrı ayrı araştırılmalıdır"
Örneğin bir kitabın kaynağını düşünelim Bir kitap, kağıttan, mürekkepten ve içindeki bilgiden oluşur Dikkat edilirse, kağıt ve mürekkep maddesel birer unsurdurlar Kaynakları da yine maddedir: Kağıt selülozdan, mürekkep ise çeşitli kimyasallardan yapılır Ama kitaptaki bilgi, maddesel bir şey değildir ve maddesel bir kaynağı olamaz Her kitaptaki bilginin kaynağı, o kitabı yazmış olan yazarın zihnidir
Dahası bu zihin, kağıt ve mürekkebin nasıl kullanılacağını da belirler Bir kitap, önce o kitabı yazan yazarın zihninde oluşur Yazar zihninde mantıkları kurar, cümleleri dizer Bunları ikinci aşamada maddesel bir şekle sokar Yani bir daktilo ya da bilgisayar kullanarak zihnindeki bilgiyi harflere dönüştürür Sonra da bu harfler matbaaya girerek kağıt ve mürekkepten oluşan kitaba dönüşürler
Buradan da şu genel sonuca varabiliriz: "Eğer bir madde bilgi içeriyorsa, o zaman o madde, söz konusu bilgiye sahip olan bir akıl tarafından düzenlenmiştir Önce bir akıl vardır O akıl sahip olduğu bilgiyi maddeye dökmüş ve ortaya bir tasarım çıkarmıştır"

DOĞADAKİ BİLGİNİN KAYNAĞI
Bilimin ortaya çıkardığı bu sonucu doğaya uyarladığımızda ise çok önemli bir sonuçla karşılaşırız Çünkü doğa, DNA örneğinde olduğu gibi, muazzam bir bilgiyle doludur ve bu bilgi maddeye indirgenemeyeceğine göre, madde-ötesi bir kaynaktan gelmektedir
Evrim teorisinin yaşayan en önde gelen savunucularından biri olan olan George C Williams, çoğu materyalistin ve evrimcinin görmek istemediği bu gerçeği kabul eder Williams, materyalizmi uzun yıllar boyu katı bir biçimde savunmuştur, ama 1995 tarihli bir yazısında, herşeyin madde olduğunu varsayan materyalist (indirgemeci) yaklaşımın yanlışlığını şöyle ifade etmektedir:
Evrimci biyologlar, iki farklı alan üzerinde çalışmakta olduklarını şimdiye kadar fark edemediler; bu iki alan madde ve bilgidir Bu iki alan, "indirgemecilik" olarak bildiğimiz formülle asla biraraya getirilemezler Genler, birer maddesel obje olmaktan çok, birer bilgi paketçiğidir Biyolojide genler, genotipler ve gen havuzları gibi kavramlardan söz ettiğinizde, bilgi hakkında konuşmuş olursunuz, fiziksel objeler hakkında değil Bu durum, bilginin ve maddenin varoluşun iki farklı alanı olduğunu göstermektedir ve bu iki farklı alanın kökeni de ayrı ayrı araştırılmalıdır
Dolayısıyla, doğadaki bilginin kaynağı da, materyalistlerin sandığının aksine maddenin kendisi olamaz Bilginin kaynağı madde değil, madde-ötesi üstün bir Akıl'dır Bu Akıl, maddeden önce vardır Madde O'nunla var olmuş, O'nunla şekil bulmuş ve düzenlenmiştir Bu aklın sahibi tüm alemlerin Rabbi olan Allah'tır

Alıntı Yaparak Cevapla

Dna

Eski 08-17-2012   #4
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Dna



Maymun-İnsan Benzerliği Bir Masal!
Bugün insanın gen haritasının çıkarılmış olması "insan ile maymun akrabadır" gibi bir sonuç ortaya koymamıştır Evrimcilerin her yeni bilimsel gelişmeyi olduğu gibi bunu da istismar etmeye çalışmalarına aldanmamak gerekir
Bilindiği gibi içinde bulunduğumuz günlerde İnsan Genomu Projesi çerçevesinde insanlığın gen haritasının çıkarılması önemli bir bilimsel gelişme olmuştur Ancak bu projenin bazı sonuçları bazı evrimci yayınlarda çarpıtılmaktadır Şempanzelerin genlerinin insan genleri ile yüzde 98 benzerlik gösterdiği iddia edilmekte ve bunun maymunların insana yakın olduğunun ve dolayısıyla evrim teorisinin bir delili olduğunu ileri sürülmektedir Gerçekte bu, evrimcilerin, toplumun bu konulardaki bilgisizliğinden faydalanarak ortaya attıkları "sahte" bir delildir

% 98 BENZERLİK İDDİASI YANILTICI BİR PROPAGANDADIR
Öncelikle belirtmek gerekir ki evrimcilerin insan ve şempanze DNA'ları hakkında sık sık ileri sürdükleri % 98 benzerlik kavramı aldatıcıdır
İnsanla şempanzenin genetik yapısının %98 birbirine benzer olduğunu iddia etmek için şu anda insanınkinin olduğu gibi şempanzenin de genetik haritasının çıkarılması, ikisinin karşılaştırılması ve bu karşılaştırma sonucunun elde edilmiş olması gerekir Oysa elde böyle bir sonuç yoktur Çünkü, şu ana kadar yalnızca insanın genetik haritası çıkartılmıştır Şempanze içinse henüz böyle bir çalışma yapılmamıştır
Modern laboratuarlarda yapılan araştırmalar evrimcilerin hayatın kökeni ile ilgili idialarının birer masal olduğunu ortaya çıkarmıştır
Gerçekte, zaman zaman gündeme gelen insan ve maymun genlerinin % 98 benzerliği yıllar önce kasıtlı üretilmiş propaganda amaçlı bir slogandır Bu benzerlik insanda ve şempanzede bulunan 30-40 civarındaki bazı temel proteinin amino asit dizilimlerinin benzerliğinden yola çıkılarak yapılmış olağanüstü abartılı bir genellemedir Bu proteinlere karşılık gelen DNA dizilimleri üzerinde "DNA hibridizasyonu" adı verilen bir yöntemle "sekans analizi" (sequence analysis) yapılmış, ve sadece bu sınırlı sayıdaki proteinler karşılaştırılmıştır
Oysa insanda yüz bin civarında gen ve dolayısıyla bu genlerin kodladığı 100 bin kadar protein vardır Bu yüzden, 100 bin proteinin sadece 40 tanesinin benzemesiyle insan ve maymunun bütün genlerinin %98 aynı olduğunu iddia etmenin hiçbir bilimsel dayanağı yoktur
Kaldı ki, söz konusu 40 protein üzerinde yapılan DNA karşılaştırması da tartışmalıdır Bu karşılaştırma, 1987 yılında Sibley and Ahlquist adlı iki biyolog tarafından yapılmış ve Journal of Molecular Evolution dergisinde yayınlanmıştır Oysa daha sonra bu ikilinin verilerini inceleyen Sarich isimli bilim adamı, kullandıkları yöntemin güvenilirliğinin tartışmalı olduğu ve verilerin abartılı yorumlandığı sonucuna varmıştır

İNSAN DNA'SI, SOLUCAN, SİNEK VE TAVUĞA DA BENZEMEKTEDİR!
Bu temel proteinler diğer pek çok farklı canlılarda da bulunan ortak hayati moleküllerdir Yalnızca şempanzede değil, bütünüyle farklı canlılarda bulunan aynı tür proteinlerin de yapısı insandakilerle çok benzerdir
Örneğin, New Scientist dergisinde aktarılan genetik analizler, nematod solucanları ve insan DNA'larında %75'lik bir benzerlik ortaya koymuştur Bu, elbette insan ile bu solucanlar arasında sadece %25'lik bir fark bulunduğu anlamına gelmemektedir! Eğer evrimcilerin kurguladığı soyağacına bakılırsa, insanın dahil edildiği Chordata filimu ile Nematoda filumlarının 530 milyon yıl önce bile birbirlerinden ayrı oldukları görülür

Gazetelerde yer alan genetik benzerlik haberlerinden bir örnek Bu gibi haberler genetik benzerlik kavramını evrim teorisine bir delil olarak gösterme çabasının örnekleridir Ancak genetik benzerlik hiçbir zaman evrime delil teşkil etmez
Öte yandan geçtiğimiz aylarda Türk medyasına da yansıyan bir bulgu, Drosophila türüne ait meyve sineklerinin genleri ile insan genleri karşılaştırıldığında, % 60'lık bir benzerlik çıktığı yönündedir
Öte yandan bazı proteinler üzerinde yapılan analizler de, insanı çok daha farklı canlılara yakın gibi göstermektedir Cambridge Üniversitesi'ndeki araştırmacıların yaptığı bir çalışmada, kara canlılarının bazı proteinlerini karşılaştırmaktadır Hayret verici bir şekilde, yaklaşık bütün örneklerde insan ve tavuk, birbirlerine en yakın akraba olarak eşleşmişlerdir Bir sonraki en yakın akraba ise timsahtır
Evrimcilerin "insan ile maymun arasındaki genetik benzerlik" konusunda kullandıkları bir diğer örnek ise insanda 46, şempanze ve gorillerde ise 48 kromozom bulunmasıdır Evrimciler, kromozom sayılarının yakınlığını evrimsel bir ilişkinin göstergesi sayarlar Oysa eğer evrimcilerin kullandığı bu mantık doğru olsaydı, insanın şempanzeden çok daha yakın bir akrabası olması gerekirdi: "Patates"! Çünkü patatesin kromozom sayısı insanınkiyle aynıdır: 46
Bu örnekler, genetik benzerlik kavramının evrim teorisine bir delil oluşturmadığını göstermektedir Çünkü genetik benzerlikler iddia edilen evrim şemalarına uymamakta, aksine bunlara tamamen ters sonuçlar vermektedir

GENETİK BENZERLİKLER, KURULMAK İSTENEN "EVRİM ŞEMASI"NI ALT-ÜST ETMEKTEDİR
Nitekim olaya bir bütün olarak bakıldığında, " biyokimsayal benzerlikler" konusunun evrime delil olmadığı, aksine teoriyi çaresiz bıraktığı görülmektedir South Carolina Üniversitesi Tıp Fakültesi'nden biyokimya araştırmacısı Dr Christian Schwabe, moleküler alanda evrime delil bulabilmek için uzun yıllarını vermiş evrimci bir bilim adamıdır Özellikle insülin ve relaxin türü proteinler üzerinde incelemeler yaparak canlılar arasında evrimsel akrabalıklar kurmaya çalışmıştır Fakat çalışmalarının hiçbir noktasında evrime herhangi bir delil elde edemediğini pek çok kereler itiraf etmek zorunda kalmıştır Science dergisindeki bir makalesinde şöyle demektedir:
Moleküler evrim, evrimsel akrabalıkların ortaya çıkarılması için neredeyse paleontolojiden daha üstün bir metod olarak kabul edilmeye başlandı Bir moleküler evrimci olarak bundan gurur duymam gerekirdi Ama aksine, türlerin düzenli bir gelişme kaydettiğini göstermesi gereken moleküler benzerliklerin pek çok istisnası olması oldukça can sıkıcı görünüyor Bu istisnalar o kadar çok ki, gerçekte, istisnaların ve tuhaflıkların daha önemli bir mesaj taşıdıklarını düşünüyorum
Ünlü biyokimyacı Prof Michael Denton da moleküler biyoloji alanında elde edilen bulgulara dayanarak şu yorumu yapar:
Moleküler düzeyde, her canlı sınıfı, özgün, farklı ve diğerleriyle bağlantısızdır Dolayısıyla moleküller, aynı fosiller gibi, evrimci biyoloji tarafından uzun zamandır aranan teorik ara geçişlerin olmadığını göstermiştir Moleküler düzeyde hiçbir organizma bir diğerinin "atası" değildir, diğerinden daha "ilkel" ya da "gelişmiş" de değildir Eğer bu moleküler kanıtlar bundan bir asır önce var olsaydı organik evrim düşüncesi hiçbir zaman kabul görmeyebilirdi

BENZERLİKLER, EVRİMİN DEĞİL YARATILIŞIN DELİLİDİR
Elbete insan bedeninin diğer canlılarla moleküler benzerlikleri olacaktır; çünkü aynı moleküllerden oluşmakta, aynı suyu ve atmosferi kullanmakta, aynı moleküllerden oluşan besinleri tüketmektedir Elbette ki metabolizmaları ve dolayısıyla genetik yapıları birbirine benzeyecektir Ancak bu, onların ortak bir atadan evrimleştiklerinin bir delili değildir
Ama bu "ortak malzeme", bir evrimin değil "ortak tasarımın", yani hepsinin aynı plan üzerine yaratılmış olmalarının sonucudur
Bir örnek konuyu açıklayabilir: Dünya üzerindeki tüm inşaatlar da benzer malzemelerlerle (tuğla, demir, çimento vs) yapılır Ama bu durum bu binaların birbirlerinden "evrimleştikleri" anlamına gelmez Ortak bir malzeme kullanılarak, ayrı ayrı inşa edilirler Canlıların durumu da böyledir
Canlılık evrimin iddia ettiği gibi bilinçsiz rastlantılarla değil, sonsuz bir bilgi ve akıl sahibi olan Yüce Allah'ın yaratmasıyla meydana gelmiştir

SONUÇ
Buraya kadar anlattığımız tüm bu bilgilerin ardından çok önemli bir gerçeğe daha dikkat çekmekte yarar görüyoruz
Aradaki yüzeysel benzerlik dışında maymunun insanlara diğer hayvanlardan daha fazla bir yakınlığı söz konusu değildir Hatta zeka açısından kıyaslanırsa, bir geometri mucizesi olan peteği üreten arı veya bir mühendislik harikası olan ağı üreten örümcek insana maymundan daha yakındır Hatta bazı yönlerden üstün olduğunu bile söyleyebiliriz
Ama, insanla maymun arasında, evrimci iddialarla, masallarla kapatılamayacak çok büyük bir fark vardır Maymun bir hayvandır, bilinç açısından bir attan ya da bir köpekten farkı yoktur İnsan ise bilinçli, irade sahibi, düşünebilen, konuşabilen, akledebilen, karar verebilen, muhakeme yapabilen bir varlıktır Bütün bu özellikler de onun sahip olduğu "ruh"unun işlevleridir İnsanla, hayvanlar arasındaki uçurumu doğuran en önemli fark da işte bu "ruh"tur Hiçbir fiziki benzerlik, insan ile diğer bir canlı arasındaki bu en büyük farkı kapatamaz Doğada ruhu olan tek canlı insandır

Alıntı Yaparak Cevapla

Dna

Eski 08-17-2012   #5
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Dna



İnsan Genomu Projesi Hakkında Darwinist - Materyalist Yanılgılar
İnsan Genomu Projesi'nde gelinen son noktanın açıklanması ile, Türkiye'de bazı yayın organları, evrim teorisinin içinde bulunduğu çıkmazın daha fazla ortaya çıkmaması için, yanıltıcı mesajlar yayınlamaya ve halkı yanlış bilgilendirmeye başladılar
Evrimcilerin "genetik benzerlikler" konusunda kullandıkları yanıltıcı mesajlara, bu benzerliklerin taraflı yorumlar olduğuna ve evrim teorisi lehinde bir delil değeri taşımadığına önceki sayfalarda değinmiştik Darwinist-materyalist basının, en çok gündeme getirdiği ve farklı slogan ve başlıklarla ifade ettiği konu ise, gen haritasının keşfinin Allah'ın yarattığı kadere karşı gelinebileceğini gösterdiği iddiasıdır Bu, ülkemizde belirli kesimlerce öne sürülen çok büyük bir yanılgı ve aldatmacadır Son zamanlarda gazete sayfalarında yer alan ve televizyon programlarına taşınan başlıklar, sinsice yapılan bir telkin görüntüsü vermektedir: "İnsan artık kaderine yenilmeyecek" gibi mesajların insanın gen haritası hakkındaki bilgilerle birlikte insanlara sunuluyor olması büyük bir hatadır Çünkü, gerçekte, insanın gen haritasının çıkarılması, insanın kaderinin akışını kesinlikle değiştirmez çünkü bu da insanın kaderindedir
KADERİN AKIŞI DEĞİŞTİRİLEMEZ
Kader, Allah'ın geçmiş ve gelecek tüm olayları tek bir an olarak bilmesidir Allah yaşanmamış olayların da tümünü önceden bilir İnsanların önemli bir bölümü, Allah'ın henüz yaşanmamış olayları önceden nasıl bildiği konusunu, yani kader gerçeğini anlayamazlar Oysa insanın henüz karşılaşmadığı bir olay kendisi açısından yaşanmamış bir olaydır "Sonucu bilinmeyen" olarak nitelendirilen bütün olaylar sadece bizim için "bilinmez"dir Sonsuz bir ilmin sahibi olan Allah ise zamana ve mekana bağlı değildir; zaten zamanı ve mekanı yaratan Kendisi'dir Bu nedenle Allah için geçmiş, gelecek ve şu an hepsi birdir Allah katında bizim şu an yaşamakta olduğumuz ve ileride yaşanacak olan herşey olup bitmiştir Tüm insanlar Allah'ın kendileri için yarattığı kadere, zamanı geldiğinde tanık olurlar
Film karelerini eline alan bir insanın filmin başını, sonunu, arada gelişen olayları bir bütün olarak, tek bir anda görebilmesi gibi Allah da yaratmış olduğu tüm insanlarla ilgili herşeyden haberdardır Herşeyi tek bir an olarak bilen Allah, bu tek bir anda yani sonsuz küçük zamanda sonsuzluğu yani sonsuz büyük zamanı yaratarak gücünün sınırsızlığını bize göstermektedir
Allah gelmiş geçmiş bütün insanların hayatlarını tüm ayrıntılarıyla birlikte yaratandır Bir insanın doğumundan ölümüne kadar karşılaşacağı olumlu ya da olumsuz gibi görünen bütün olaylar Allah'ın bilgisi dahilinde gerçekleşir En'am Suresi'nde yeryüzünde meydana gelen küçük büyük tüm olayların Allah'ın dilemesiyle gerçekleştiği şu şekilde ifade edilir:
Gaybın anahtarları O'nun katındadır, O'ndan başka hiç kimse gaybı bilmez Karada ve denizde olanların tümünü O bilir, O, bilmeksizin bir yaprak dahi düşmez; yerin karanlıklarındaki bir tane, yaş ve kuru dışta olmamak üzere hepsi (ve herşey) apaçık bir kitaptadır (En'am Suresi, 59)
İnsanın yaşamında gerçekleşen her tür olay; beklenmedik kazalar, hastalıklar, tedaviler, iyileşmeler kısacası iyi ya da kötü gibi görünen her şey Allah’ın belirlediği kader dahilinde gerçekleşir Resimlerde görülen kişinin iyileşip iyileşmeyeceği hastalandığı an zaten bellidir Aynı şekilde hangi hastanede ne kadar kalacağı, nasıl tedavi göreceği de Allah katında önceden belirlenmiştir Bu insanın bir gün teknolojinin imkanlarıyla sağlığına kovuşuyorsa, bu, onun kaderindedir Allah her şeyi yaratan ve her şeyden haberdar olandır
Her insan ve her olay için bu durum geçerlidir Hiç kimsenin Allah'ın kendisi için yarattığı kadere müdahale etmesi, olayların akışında herhangi bir değişiklik yapması mümkün değildir Örneğin Allah her insanı belli bir ömür ile yaratmıştır ve her insanın ölüm anı Allah katında yer, zaman ve şekil olarak da bellidir Örneğin bir insanın yakalandğı hastalık o insanın kaderinde, kendisi doğmadan milyarlarca yıl öncesinde bellidir O hastalıktan kurtulup kurtulmayacağı da, Allah tarafından kaderinde belirlenmiştir Hatta iyileşmesine vesile olacak olan doktorlar, hemşireler, hastane, ilaçlar, tedavi yöntemlerine kadar Allah katında önceden yazılmıştır Dolayısıyla, eğer bir insan iyileşirse, bu, onun kaderini yendiği anlamına gelmez, kaderinde iyileşmek yazılı olduğu anlamına gelir
Eğer gelecekte bir gün, bir insanın ömrü genlerine yapılan doğru müdahalelerle uzatılırsa, bu olay da söz konusu kişinin kendi kaderini yendiği anlamına gelmez Bunun anlamı şudur: Allah bu insanı uzun bir ömürle yaratmıştır ve gen haritasının çıkartılmış olmasını da bu insanın ömrünün uzun olmasına vesile etmiştir Gen haritasının bulunması da, bu kişinin genlerle ilgili teknolojik gelişmelerin yaşandığı bir dönemde yaşaması da, yine o insanın ömrünün tıbbi imkanlarla uzatılması da onun kaderindedir; tümü Allah katında daha o insan dünyaya gelmeden önce bellidir
Aynı şekilde bu proje çerçevesinde yapılan buluşlar neticesinde ölümcül hastalığı tedavi edilen insan da, yine kaderini değiştirmemiştir Çünkü bu insanın kaderinde, geçirdiği hastalıktan bu projenin vesilesi ile kurtulmak vardır Sonuçta, insanın gen haritasının çıkartılmış olması ve insanoğlunun genetik programa müdahale edebilecek imkanları elde etmesi, Allah'ın yarattığı kadere karşı gelmek demek değildir Aksine, bu şekilde insanlık Allah'ın kendileri için yarattığı gelişmeleri izlemekte, Allah'ın yarattığı bilgiyi keşfetmekte ve kullanmaktadır Eğer bir insan bu bilimsel gelişmeler sayesinde 120 sene yaşarsa, bu Allah'ın onun için önceden takdir ettiği bir yaştır, onun için ömrü bu kadar uzun olur Allah, her insanın ömrünün Kendi katındaki bir kitapta belirli olduğunu bir ayetinde şöyle bildirir:
Allah sizi topraktan yarattı, sonra bir damla sudan Sonra da sizi çift çift kıldı O'nun bilgisi olmaksızın, hiçbir dişi gebe kalmaz ve doğurmaz da Ömür sürene, ömür verilmesi ve onun ömründen kısaltılması da mutlaka bir kitapta (yazılı)dır Gerçekten bu, Allah'a göre kolaydır (Fatır Suresi, 11)
Senelerce üniversite sınavına giren ve başarılı olamayan ancak en sonunda dilediği yere girmeyi başaran bir öğrenci, şirketini iflastan kurtaran bir işadamı, son anda uçağı kaçırdıkları için kazadan kurtulan kişiler ve benzer olaylardaki kişiler hep kaderlerini yaşamaktadırlar Bu insanların hiçbiri kaderlerini değiştiremezler, aynı şekilde başkaları da bu insanların kaderlerine müdahale ederek değiştirme gücüne sahip değildir
Kısacası "kaderimi yendim", "kaderimi değiştirdim", "kadere müdahale ettim" gibi ifadeler, kader gerçeğini bilmemenin getirdiği cehaletten kaynaklanmaktadır Ve bir insanın bu ifadeleri kullanarak konuşması da onun kaderinde önceden belirlenmiştir Kişinin bu cümleyi nerede, ne zaman, hangi şartlar altında kullanacağı dahi Allah katında tespit edilmiştir Allah herşeyden haberdar olandır
İNSANI VEYA HERHANGİ BİR CANLIYI KOPYALAMAK ONU YARATMAK DEĞİLDİR
Bazı yayın organlarında ise, genetik biliminin ilerlemesi ile insanın da kopyalanabileceği ve böylece insanın insan yaratabileceği ileri sürülmüştür Bu da son derece çarpık ve gerçeklerden uzak bir mantıktır Çünkü yaratmak, bir şeyi yoktan var etmektir ve bu fiil sadece Allah'a mahsustur Genetik bilginin kopyalanmasıyla, bir canlının aynısından oluşturulması bu canlının yaratılması manasına gelmez Çünkü, insan veya başka bir canlı kopyalanırken, bir canlının hücreleri alınmakta ve kopyalanmaktadır Ancak hiçbir zaman, yoktan bir tek canlı hücresi bile oluşturulamamıştır Bu konuda yapılan çalışmalar ise sonuçsuz kaldığı için durdurulmuştur
Sonuç olarak, insanın genetik yapısının keşfedilmesi insanın kaderine karşı gelişini gösteren bir olay değildir, olamaz da Her olay, her konuşma ve her gelişme, Allah katında çok önceden belli bir kader üzerinde belirlenmiştir Buna teknolojinin ilerlemesi, bilimsel gelişmeler ve bu gelişmelerin insan hayatına getireceği yenilikler de dahildir Allah herşeyden haberdar olan ve herşeyi bilgisiyle sarıp kuşatandır

popilerbilgi

Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.