Prof. Dr. Sinsi
|
&Quot;Turk Fasizmi&Quot; Uzerine İki Yazi
TÜRK FAŞİZMİ:
VİCDANSIZLARIN VİCDANLA ÇARPIŞMASIDIR
Hrant Dink katliamının yarattığı sarsıntı artarak devam ediyor Her boydan ve her cinsden tartışmalar sürüyor Türk ırkçılığı dizginsiz bir şekilde atağa kaldırıldı Bu zamana kadar ülkemiz, bastırılmış veya yok sayılmış Ermeni soykırımı ile ilk defa bu kapsamda yüzleşiyor Yüzleştikçe kudurganlaşan yeni bir barbarlık ile karşı karşıya kalıyoruz
Ermeni meselesi Hrant’ın katliamıyla daha yakıcı bir hal aldı Kuşkusuz bu tek başına bir Ermeni sorunuyla da ilgili değildir Daha ötesinde bu Türkiye Cumhuriyeti’nin sınıf karakterini belirleyen, ezilen ulusların milli zulmüne dayanan ve devletin anti demokratik niteliğini su yüzüne çıkaran bir karakterle sabitlenmiş olmasıydı aynı zamanda
Düzenin iğdiş edilmiş tarihçileri başta olmak üzere ruhunu kaybetmiş eli kalem tutan aydınları ortak bir koro halinde “Türkiyenin tarihinde ırkçı olan bir gelenek yoktur Ermeni soykırımı dedikleri şey yalandır Kaynaklar bunun kanıtıdır” demektedirler Şimdi binlerce yazılı kaynaklardan da gösterildiği gibi bu argümanların nasıl temelsiz ve boş olduğu açıktır Ama bana göre daha önemlisi okuduğumuz bu kaynaklardan çok Ermeni halkının soykırım katliamlarında yaşanmış olan çok acı hatıraların, örneklerin, ikinci, üçüncü kaynaklardan anlatılmış olmasıdır Ama bir kısmı var ki doğrudan yaşayanların anlatımından ya da yaşama tanıklık etmiş kaynaklardan öğrenmiş olmamızdır Benim için bu tanıklıklar okuduğum kitaplardan daha baskın ve daha ikna edici olmuştur her zaman
Burada benim de tanık olduğum bir kaç hadiseyi anlatacağım Ben Arapkir (eski bir Ermeni şehridir) sınırında bir köyde doğdum Her yıl köyümüze değirmenci, köşker, boyacı, duvar ustası, kalaycı vb gibi değişik zanaat erbabı olan Ermeni komşularımız gelirdi Bu vesile onları yakından tanıdım Baba dostlukları kurulmuştu Biz onları sevdik, onlar da bizi Annem anlatmıştı yıllar sonra; İstanbul Kocamustafapaşada oturuyorduk 12 Eylülün ilk yıllarıydı Ben aranıyordum Başka bir şehirde yaşıyordum kaçak olarak Annem pazarda alışveriş yaparken kalaycı Mışık usta ve karısını görür Birbirlerine sarılırlar Onlarca yıl önceye dayanan dostluklardır bunlar Bırakmazlar, illa eve gideceğiz derler Giderler Annemi ağırlarlar Annemin ise iki gözü iki çeşme ağlar “Oğlumu göremiyorum, polis arıyor Korkuyorum öldürecekler diye ” Biraz dertleşirler eski kadim dostlarıyla Mışık usta şunu anlatır; “bire Pamuk bacı, biz ağladığımız zamanlar sizler bize kapınızı açtınız, biz bunları unutmadık hiçbir zaman Üzülme Oğlun gelecek Elimizden gelen bir şey varsa söyle, yapmaya hazırız ” Konuşma bu mihvalde geçer Annem anlatmıştı daha sonra “O zaman çok rahatladım Üzüntüm biraz olsa da dağıldı Ne iyi insanlardı bunlar Allah onlara selamet versin ” Evet, gerçekten Ermeni emekçileri kadim dostlarımızdı Böyle bir bağ böyle bir kardeşleşme vardı
Burada size katliamlarla ilgili iki örnek vereceğim; ilk örnek kendi köyümün büyüğü İsmail Canpolat’ın anlattıklarıydı İsmail Dede altmışlı yılların sonunda öldü Bize anlattığı şuydu; “Ben Fırat nehrinde Sal’cılık yapıyordum o zamanlar Askerler benim Salı’ma el koydular Arkadaşımın Salı’na da el koymuşlardı Zira Keban’da o zaman iki tane Sal vardı Ekmek paramızı buradan çıkarıyorduk Benim Sal’ıma askerler binmişti Arkadaşımın Sal’ına ise elleri ve kolları bağlanmış olan üç erkek, bir kadın ve bir de çocuk olan Ermeniler bindirilmişti Olan oldu Askerler diğer Sal’a yaklaşarak devridiler azgın Fıratın sularına Bu beş insan Fırat’ın derinliklerine gömülmüştü Ama ben bunu hatırladıkça, özellikle o çocuk aklıma geldikçe hala ağlarım ” Koca bir çınar seksene mi yetmişe mi dayanmıştı hatırlayamıyorum, o yaşına karşın gözlerinden yaşlar akıyordı İsamil Dede’nin Bu çocukluk bilincimden silinmeyen, silinemeyen acılardan birisidir Unutamadığım bir andır bu İkinci örnek eşimin ninesi olan Fatma Nine’nin (Fato Bacı olarak ünlenen bu kadın hala bugün Keban’da hemen herkes tarafından bilinir) anlatımlarıydı Kendisi 110 yaşında öldü Ben Keban’da Ortaokul’da okuduğum yıllarda ondan çok hikayeler duymuştum Ona aklımda kalan şu soruyu sorduğumu hatırlıyorum; sorumdan önce soruma konu olan bir mahalle isminden bahsedeyim Keban’da bir dar ağacı semti vardır Bugün Keban’a yolu düşenler bu semti sorabilirler Hala bu semt bu isimle anılır Fato Bacı olarak tanınan ninemize bu ismin nereden geldiğini sormuştum Bugün gibi hatırlıyorum Fato ninenin cevabı oldukça acılıdır; “Evladım, o isim Ermenilerin asılmasından gelir Ben yüz diyeyim sen bin de, orada bir dar ağacı kuruldu ve bu dar ağacında Ermeni olan kadın, erkek, yaşlı insanlar asıldı O günden bu yana da buranın ismi dar ağacı semti olarak kaldı Ben de hala burada oturuyorum ” Fato ninenin de gözleri dolmuştu Oysa Fato Bacı için söylenen korkusuz, ağlamayan, hatta biraz da özellikle kocasına karşı gaddar ve gece iki de bile Seftili’nin tepesinde (Keban’a bakan vahşi bir dağdır) kışlık için odun vb toplayan bir insan olarak anlatılırdı O bile gizlice gözyaşlarına hakim olamamıştı
Bunları neden anlattım; bugüne kadar tarih gerçeğe dayanmayan resmi görüşler üzerinden yazıldı Oysa tarih yazımı, tek tek ya da birlikte yaşanmış olan pratik süreçlerin bütün parçalarının toplanarak bir senteze kavuşturulması hadisesidir Elbette bu koşulların ve nedenlerin göz önüne alınmasını yok saymaz ama, tarih yazımı biraz da bu koşullar ve nedenler gerekçe gösterilerek tırnak içinde kendini haklı göstermeye dayanan bir mazeret olarak sunulamaz Gerçekler acıdır ve bu hiçbir mazeret kabul etmez Bir halk ana topraklarından ve kendi köklerinden kopartılmışsa bunun hiçbir gerekçesi olamaz Bu ister ‘sosyalist devlet çıkarları’ olarak lanse edilsin, isterse bizde ki gibi Türk kavminin devlet çıkarları olarak lanse edilsin asla kabul edilebilir bir nokta değildir Bu toprakların en eski yerleşim halklarından birisi olan Ermeni halkı 1920 yıllarında milyonlarla ifade edilirken şimdi 40-50 binlere düşmüşse ve üstelik bu sayıda İstanbul gibi metropollere şu veya bu nedenle sürülmüşse bunun nedenini her aklı başında olan insan sorgular, sorgulamak zorundadır
Kuşkusuz tarihe meraklı bir insan olarak, buna benzer daha nice olayları ikinci elden dinlemiştim O zaman sorunun kendisini anlayacak bir yaşta değildim Mazlumdan yana olan bir Kızılbaş Alevi geleneğinin ben de bıraktığı bir duyarlılığın ötesine geçmezdi Sonra tarihi inceledim Anlamaya çalıştım Kendi köyüm dahil olmak üzere yaşadığımız o topraklar bir zamanlar başka bir halka, Ermeni halkına yurtluk yapmıştı Yakın zamana kadar bu insanlardan geriye kalan sadece birkaç aile dışında hiçbir şey kalmadı Bugün ise bunlar da terki diyar etmişlerdi ana yurtlarını
Hrant katledildiğinde bütün bunlar geldi aklıma Yeniden hafızamı zorladım Hrant şahsında bütün zanaat erbabı olan bu güzel insanları gördüm Ama şimdi yoktular Şimdi Hrant’ta yoktu Vicdanım sızladı Utandım Hrant bu toprakların çocuğuydu Öyle ki adeta yakınımda olan bir kadim dostumu yitirmiş kadar etkiledi beni Aynen Haçik dayı gibi, aynen Mışık usta gibi, aynen arkadaşım Donyanoğlu gibi Ama bir farkla; Hrant kendi halkına reva görünen mezalimi tartışıyordu, tartışmak istiyordu Diğerleri gibi “ne yapalım kaderimiz budur” demiyordu Bu benim, bizim gözlerimizde kendi gözbebeklerimiz gibi korunacak ve korunması gereken ürkek güvercinler gibiydi Ama ne acıdır ki, bir ürkek güvercine bile dokunacak ırkçı ve faşist olan bu kin onu da yok edecekti
Türkleşen egemen sınıfın yüreğindeki vicdansızlık, şimdi musalla taşına yatırılmış insanlığın vicdanının ateşinde yanıyor gibi geliyor bana artık Ölen gerçekten Hrant’lar mı, yoksa ruhunu kaybetmiş böyle bir insanlık mı? Vicdanını yitirmiş ve gözü dönmüş büyük ırkçı bir barbarlıktır bu anlattıklarımız Oysa Hrant onurlu ve insani olan bir vicdanı temsil ediyordu Şimdi bir nebze de olsa vicdanlarımız kirlenmedi mi? Kimliğim komünist bir sınıf kimliği dahi olsa Türk kökenli bir marksist olarak yeteri kadar benim de vicdanımın kirlendiğini hissediyorum artık Bunun için ırkçı ve kendisi dışında herkesi yok etmeye and içmiş faşist bir varoluştan, böyle bir Türk kimliğinden tiksinti duyuyorum Vicdansız olan her birey, her toplum ve her organizasyon şimdi Hrant’ın vicdanında, dahası her Ermeni çocuğunun yüreğinde asılı kalmayacak mıdır? Bu vicdansızlık nasıl temizlenecektir?
Ermeni bir aydın olan Hrant Dink katliamında ruhsuzluğun ve vicdansızlığın bu derece toplumsal bir temeli ortaya çıkmışsa ve bu damla damla azımsanmayacak oranda toplum katlarına sirayet etmişse ve buradan ırkçı ve şoven bir “ulus” kimliği türetilmişse, doğaldır ki katiller sürüsü aklanacak ve buradan “hepimiz Ogün Samat’ız” sloganları üretilecekti Artık en zoru ve belki de en tehlikelisi şovenizmin, ırkçılığın ve faşizmin giderek toplumsal bir karakter kazanmış olmasıdır Nihayet Türk burjuvazisi, egemen güçler ve bu devletin kurumları bunu da başardı Ama bu süreç yoksul halklardan ziyade onların da başını yiyecek gibi görünüyor Yoksul emekçilerin zaten bir dikili ağacı bile yok bu topraklarda Yani kaybedeceğimiz çok şey yok aslında Ama onların kaybedecek çok şeyleri var
Açıkca itiraf edelim Komünistler 12 Eylülde yenildi Bu ülkenin bütün yaşayan farklı ulus ve kültürlerinden gelen emekçilerin çimentosuydu sosyalizm Onu geçici de olsa ezdiler, yok etmeye çalıştılar Irkçı faşizmi (milliyetçi ve kafatascı Türklüğü) bu topraklara bela edenler (eski bir hikayedir bu) belki şimdilik sosyalizmden kurtuldular Ama bu böyle devam etmeyecek Sosyalist sol’un başını gövdesinden ayırarak ve koyu bir karanlık dönemin önünü açanlar daha ağır bir bedel ödeyecekler Bu açık Ama bu topraklara etnik soykırım gibi büyük bir belayı getirmiş olmaları kendi egemenlik süreçlerini de tasfiye edecek gibi görünüyor Yakın zamanın örnekleri hala canlıdır; Balkanları, Kafkasları ve Irak gibi Ortadoğu ülkelerinin sonunu iyi okuyanlar yakalarını ülkemizin emekçi halklarının ve işçi sınıfının devrimci sınıf kininden kurtarayamayacaklar
Ancak  Ne acı ki hala liberal sağ veya sol aydınlar sosyalizmin birleştirici gücünü anlamadılar ve anlamak istemediler Marksist sol’a karşı saldırarak, ona karşı elbirliği ederek ve egemenlerle birlikte adeta haçlı seferleri açtılar Açtıkça da battılar Bu ülkenin vicdanını unutmayalım beğensek de beğenmesek de marksistler temsil ediyordu Dün de böyleydi bu, bugün de böyledir Bu vicdan bir kez daha Hrant’ın cenazesinde bölük pörçük de olsa ortaya çıkmadı mı? Biraz da olsa yine birleştirici çimento rolünü sosyalistler oynamadı mı? Daha dün eskinin sol’cu kurmayları TV ekranlarından katliamın ilk akşamında Taksimde toplanarak bu sloganlarla yürüyüşe geçenleri “aşırı sol örgütler” olarak ilan ettiler Aşırılığını bilmem ama, evet bu sürece müdahale edenler İstanbul’un sosyalistleri, ilericileri ve demokrat insanlarıydı Bundan onur duymaları gerekenler şimdi bu onurlu vicdan temsilcilerine saldırmakta bir beis görmüyorlar
Bir nokta üzerinde durmak gerekiyor Bu topraklar da elbette umut tükenmez Ve bu anlamda umudumuzu yitirecek nedenler fazla karamsar nedenlerdir Bu söz kuşkusuz son günlerin gelişmesine bakarak fazla bir anlam ifade etmeyebilir Ama biraz tarih bilinci, biraz toplumsal özneler ve biraz da politik varsayımlarla soruna yaklaşırsak neden umutsuz olamayacağımızı anlamış da olabiliriz Zira sosyalizmi ve sosyalizmin gücünü unutmadan, daha önemlisi birlikte kardeşce yaşama umudu olan ciddi bir emekçi damarın varlığını kabul edersek, bu, ülkede neden umutlu olacağımızın da bir göstergesi değil midir? Son noktaya kadar Hrant ülkeyi terk etmediyse bunun nedeni budur Hrant’ta bu sol kültür, ‘kardeşleşmenin temeli sosyalizmdir’ bilinci olmasaydı, o da diğer Ermeni aydınları gibi kaderci bir yolu tutmayacak mıydı? Ama emekçi güçler ve sol dağınıktır Güçsüzlüğümüzden bahsetmek gerekirse güçsüzlük burada ortaya çıkar En umutsuz koşullarda bile sevgili kardeşimiz Hrant’ın cenazesinde yüzbinler yürüyebiliyorsa, bu umudun elbette temel bir göstergesidir Peki ama bu büyük güç nasıl kalıcı olarak varlığını sürdürebilecektir? Burada maalesef yeniden bir umutsuzluk görmek istemem Özlemim bu gücün kalıcılaşmasıdır elbette Belki o zaman umudumuzun elle tutulur yanından bahsetme hakkına sahip olabiliriz
Burada bir noktayı daha değerlendirmek istiyorum; sol’un bazı liberal kalemleri cenazeye katılan yüzbinleri “Türklüğün onurunu kurtardı” anlamına gelen yazılar yazdılar Bu doğru değildir Bu cenazeye katılanlar, “Hepimiz Hrant’ız, hepimiz Ermeniyiz” sloganlarını üretenler daha ilk günden itibaren bu ülkenin dağınık da olsa sosyalist, demokratik ve ilerici güçleri olmuştur Şimdi “ulusalcı” gericiler buna saldırıyor Burada ne Türk duyarlılığı adına ne de “Türk’ün onurunu” kurtarmak adına bir katılımdan bahsedilemez Durum tersidir Sol duyarlılıktır temel neden Onun kardeşce yaşama isteğine yol veren ideolojik ve kültürel bir varoluştur Bunu anlamak önemlidir Ve bunun üzerinden es geçilemez
Şimdi şunu biliyoruz; ülkenin ruhu adeta ortadan ikiye bölündü Namuslu insanlar bu katliamı nefretle karşılarken, başka bir el, ırkçı ve şoven bir Türk faşizminin söylemlerini dayatmaya başladı Takıntı noktası olan slogana bakmayın “Hepimiz Ermeniyiz” sloganına karşı geliştirilen “Hepimiz Türküz” sloganı etrafında fırtınalar kopartılıyor Dahası korkmuş olan liberal sol temsilcilerinin bazıları ürkek ve utangaçca bu sloaganın bu veya şu anlama gelmediğini savunurken, bazıları da “Hepimiz Türküz ve cinayeti lanetliyoruz” diyebilmekteler Saldırı kuşkusuz boyutlu Ülkede “akıllı” sermaye bile kendi güvenliğinden korkmaya başladı Burada burjuva medyanın rezilliklerini anlatmaya gerek var mı bilmiyorum Büyük bir ırkçı dalga toplumsal temel kazandıkça liberalizmin sözcüleri de irkilmeye başladı General eskisi Kemal Yılmaz bile “bu böyle devam ederse 20 yıla kalmaz ülke bölünebilir” mealinde açıklamalarda bulundu Onların korkusunu elbette anlıyorum Zaten bu böyle devam etmez Bunu bizden önce sermaye de görmeye başladı Ama buradan bazılarının sandığı gibi bu “akıllı” sermayeden olumlu anlamda hiçbir icraat çıkmaz Buradan demokrasi de çıkmaz AB’ne yaslanmak onların korkusunu yenmeye de neden olamaz Kapitalist liberalizmin sermayesi de aydınları gibi korkak ve sefildir Yarın düdüğü kim öttürür ise onun arkasında dizilirler yeniden Bu ülkenin acılı tarihi buna yeterince kanıt sunmuştur
Ama sorun bizim taraftadır Sorunun çözümü şçilerde, yoksul kitlelerde ve onların öncüsü olması gereken sosyalist sol’dadır Dağınık ve bölük pörçük durumundayız Ama daha önemlisi de var Zaman zaman sorarım kendime; Hrant’ın katliamı hepimizin vicdanını etkiledi, sorguya çekti Bu elbette iyi bir şeydi Ama şimdi soru şudur; duygularımız bilincimize baskın çıkmaya mı başladı acaba? Vicdanımızı temizlerken bilinç kirlenmesiyle karşı karşıya mı kalıyoruz? Vicdanımız bilincimizin körelmesine neden mi oluyor? Eğer böyle ise çok kötü Hem de çok kötü Eğer duygularımız bilincimizi görünmez kılıyorsa orada ciddi sorun var demektir B Russell haklı olarak “Akla karşı başkaldırma, uslamlamaya karşı bir başkaldırış olarak başlamıştır” der Alman nazizmi anlatırken Şimdi kardeşleşme duygusuna ve bilincine karşı yeni olmasa da bir Türk aklı ve ona yol veren bir Türk duygusaldaşlığı, ırkçı ve parçalayıcı bir tarzda akıl fenomonine, dolayısıyla namuslu insanlığın vicdanına karşı bir savaşa yol açmıştır Vicdansızlık vicdan ile savaş halindedir şimdi Bunun adı yeni Türk faşizmidir Elbette bilinç (akıl) asla duygudan bağımsız olmaz, olmuyor Olmaması da gerekiyor Bilincin mihenk taşı, insanlığın vicdanında ortaya çıkan mihenk taşıyla ölçülür birazda
Herkes ağlarken yarın ne yapacağımız açık mıdır? Kim neyi ve nasıl sorguluyor? Kanımca ortak yol şu; herhalde bilincimizi duygularımızın temiz suyunda yıkarken, bilincimizi yeniden sorgulamaya dönüştürerek kendini yeniden üretmesi gerekirken, duygularımız da bilincimizin aydınlatan ışıklı yolunda içselleşmesi, anlamlaşması gerekir Yani vicdanımız ağlayan çocuğun vicdanından öte bir şey olmalıdır Biraz da duygularımızın evrimi bilincimizin temiz suyunda temizlenmesi gerekir diye düşünüyorum artık Üzülme, kederlenme, ağlama vs elbette bütün bunlar insani bir varoluştur Ama sormak isterim; ağlamamıza, kederlenmemize veya üzülmemize neden olan faktörler nelerdir? Bu faktörlerden nasıl kurtulabiliriz? Vb  Şimdi kardeşler arasında oluşan bu ortak duygudaşlık elbette çok güzel Bunu kendini feda etme pahasına bir can başardı, sevgili kardeşimiz Hrant Dink başardı Bu anlamda Hrant’ı bir gruba veya başka bir yere sığdırmak ne anlamlıdır ne de doğrudur O kardeşleşme dugusunun mimarıdır aslında Dolayısıyla o bize aittir Ama yine de burada ciddi bir tehlikeden bahsetmek gerekir diye düşünüyorum; ortaya çıkan bu duygudaşlık iyi olmaya iyi de, bu işin olumsuz yanı şu; duygular bilincimizde adeta akıl tutulmasına yol açmış gibi görünüyor şimdi İster buna akıl tutulması deyin, isterseniz aklın parçalanmışlığı  Yanılıyor muyum? Alacakaranlığın bilinmez dehlizinde savruluyoruz adeta Cenazemizi yüzbinlerle kaldırmış olmamız işimizin bittiğini değil, yeni başladığını gösterir aslında Ölüm tehditleriyle, katliamlarla, tutuklamalar ve daha önemlisi yasal kurumlarımızı bile savunamayacak durumla karşı karşıyayız Aradan daha iki hafta geçmeden BEKSAV yöneticisi devrimci bir marksist olan Hacı Orman güpegündüz kaçırılmak istendi Fiilen kaçırma sürecinde Hacı’ya “sen de Hrant gibi bir sonuçla mı yoksa Saddam gibi bir sonuçla mı karşılaşmak istiyorsun” meyalinde tehditler de bulundular Bu asla tekil bir örnek de değil Yani şunu demek istiyorum; işe kaldığımız yerden hiçbirşey yokmuş gibi devam mı edeceğiz, yoksa yeni bir atılım sürecinin görevlerine mi soyunacağız? Birleşik ve örgütlü müdahale mi, yoksa her cenaze kaldırılmasında yaşadığımız gibi ağlama ve sızlama mı?
Bütün mesele budur
Hasan Oğuz
09 02 2007
*****************
TÜRK FAŞİZMİ, FİKTİF MÜCADELE VE FİGURATİF KONUŞMALAR
MEHMET YILDIZ
Gazeteci Hrant Dink’in öldürülmesi üzerine yine Türk faşizmine karşı gerçek olmaktan ziyade etkisiz, verbal, sembolik ve politik aptallıkların ve hayallerin sürdürülmesine dayanan bir “mücadele” verildi Önümüzdeki salı günü yapılacak olan cenaze töreninden sonra bu sembolik “anti-faşist mücadele” son bulacaktır ve yine her şey eskisi gibi kalacaktır
Türk devleti ırkçı, faşist ve soykırımcı bir örgüttür Devletin tepesinde generaller oturuyor Devletin ideolojisi Hrant Dink’in korkutularak susturulmasını veya öldürülmesini biricik tutum olarak kabul ediyor Türk devleti bakımından azınlıklar sorununun tek bir çözümü vardır: “Türkleşmeyi kabul etmeyenler imha edilirler” Türk devleti 19 yüzyılın sonundan itibaren bu politikayı kesintisiz bir biçimde uyguluyor Türk halkı bu devleti ve politikayı destekliyor Türk devleti ile halkı arasında bu konuda büyük bir uyum vardır Soykırımcılık ve faşizm devletin ve toplumun ideolojisi yahut kültürü haline geldi ve bunu hiçbir kuvvet değiştiremedi Türk devletinin ve milletinin azınlıklara söylediği şudur: “Susun yoksa hepinizi imha ederiz Biz bundan başka bir çözüm tanımıyoruz ” Bu tutum devletin, partilerin, basının ve seçmenlerin değişmeyen çözüm modelidir
Hrant Dink öldürülünce sanki demokratik normal bir toplumda ırkçı-faşist bir cinayet işlendi gibi tepki gösteriliyor Tepkilerin böyle olması Türk devletinin ve halkının gerçeğini gizliyor Türk devleti ve toplumundaki internalize edilmiş sistematik ırkçılığı ve faşizmi göremeyenler Türkler ve devleti hakkında aptalca hayallerin canlı tutulmasına hizmet ediyorlar Gerçek bir anti-faşist kitle hareketi yoktur Bugünkü Hürriyet gazetesinin ileri sürdüğü gibi “Türkiye ayakta” değildir “Türkiye’nin ayakta olduğu” bir yalandır! Soykırımcı devlet ve halk masum rolü oynayarak faşizmi ve soykırımcılığı Samsunlu katil ile açıklıyor Asırlardır oynanan oyun devam ediyor Türkler insanları aptal yerine koyuyorlar Türk solcuları aptal rolü oynamaya devam ediyorlar
Gerçek bir anti-faşist mücadele kalabalıkların işidir Kalabalıklar çeşitli yöntem ve araçlarla devleti değişmeye zorlarlar Fiktif bir anti-faşist mücadele ise semboliktir Bu durumda küçük bir azınlık kalabalıklar rolünü oynar Sembolik hareketler devlet üzerinde baskı oluşturamazlar Devlet bu haraketleri ciddiye almaz Halk işin içinde değildir Aksine sembolik hareketlerin karşısındadır Her zamanki gibi ırkçı faşist politikanın arkasındadır
Fiktif anti-faşist mücadele ve anti-faşist figürarif konuşmalar faşist devlet ve toplum için zararsız oldukları gibi aslında çok yararlıdırlar Toplumun normal olduğunu propaganda etmeye yarayan her şey iyidir Nitekim General Büyükanıt başta olmak üzere bütün faşist elebaşlar kendilerini cinayeti doğuran ve yine doğuracak olan sistematik Türk ırkçılığıyla özdeşleştirmek yerine, “telin” cephesinde yer almayı tercih ettiler
Protestocular Türk toplumunun % 90 oranında ırkçı olduğu ve bu tür cinayetleri onayladığı ve daha da onaylayacağı gerçeğini olduğu gibi dile getirmeden ilericilik rolü oynamaya devam ettikleri sürece objektif olarak generallerin ve Kızıl elmacıların yedeğine düşerler Çünkü cani bir toplumu masum gösteriyorlar 70 milyonluk bir toplumda sayıları 10-20 bin civarında olduğu halde “Türk halkı ayağa kalktı” gibi bir imaj yaratmak istiyorlar Devletin, politikanın ve halkın hiç değişmeyeceğini bildikleri halde ritualistik bir anti-faşizmde ısrar ediyorlar
Fiktif mücadele ve figüratif konuşmalar faşist Türk devletine ve toplumuna hizmet ediyor Örneğin Hürriyet gazetesinin “Türkiye ayakta!” başlıklı haberini ele alalım Bunu literal bir başlık saymamız olanaksızdır Yani “Türkiye” bir insan olmadığına göre, bu başlık figüratif bir anlam taşıyor Söylenmek istenen Türk toplumunun çok yaygın bir biçimde gazeteci Hrant Dink’in öldürülmesini protesto ettiğidir Peki bu doğru mu? Hayır, çünkü gösteri yapılan iller ve bu gösterilere katılan insan sayısını göz önünde bulundurduğumuzda bunu söyleyemeyiz Gösteri yapılan iller ve gösterilere katılan toplam insan sayısı şöyledir:
Tunceli: 500 kişi
Adana: 350 kişi
Artvin: 80 kişi
Eskişehir: 200 kişi
Kars: 300 kişi
Malatya: 250 kişi
Mersin: sayı belirtilmemiş
Ardahan: sayı belirtilmemiş (21-1-2007 tarihli Hürriyet gazetesi)
Gösterileri destekleyen kuruluşlar şunlardır: CHP, ÖDP, EMEP, Atatürkçü Düşünce Derneği, Gazeteciler Cemiyeti, Halkevleri ve KESK
Bu denli küçük bir azınlık tarafından yapılan protesto gösterilerinin haberini 21 ocak 2007 tarihli Hürriyet gazetesi neden “Türkiye ayaktaydı” başlığı altında verdi? Türk faşizminin ve ırkçılığının en önemli yayın organı olan Hürriyet gazetesinin bu tutumu üzerinde düşünmek gerekmiyor mu?
Faşist ve ırkçı bir toplumda bir avuç insanın demokrasiyi, insan haklarını ve hümanizmi savunması anlamsız değildir Ancak bu insanlar kendilerini toplumun önemli bir kesimi sayarlarsa bu yalnızca yönetenlere ve egemen ideolojiye hizmet eder Türk ilericileri aptal rolünü oynuyorlar Her türlü ırkçı cinayeti onaylayan Türk halkı hakkında insanları yanıltmaya çalışıyorlar Bir şeyin gerçeği ile hayali arasındaki farkı yok sayıyorlar Türk devleti ve halkı hakkında hayal besliyorlar Onun için çok sık biçimde çok aptalca bir tarzda Türk faşizmine kurban düşüyorlar
Türk faşizmi mutlak bir sessizliğe mahkum edilmiş bir toplum yerine çok küçük bir azınlığın abartılı sembolik muhalefet yaptığı bir toplumu tercih eder Küçük azınlığın sembolik muhalefeti ve figüratif konuşmaları gerçek anti-faşist mücadeleden ve literal konuşmalardan çok iyidir Örneğin Irak’ta bir grup Türk askerinin başına çuval geçirilmesi TSK’ya çok büyük zarar verdi Türk askerinin yiğitliği, onuru, gururu vb uzun bir süre tartışma konusu oldu Türk subaylarının imajı ciddi bir zarar gördü TSK bu gibi bir bahtsızlığı yaşayacağına küçük bir sol grubun yayınlarında sürekli biçimde “yoldaşlar, general üniformalı Türk farelerini saklandıkları deliklerden bulup çıkaracağız ve onları devrimci kobraların önüne atacağız!” deyip durmalarını tercih ederlerdi Bu tip figüratif konuşmalar gerçek hareketler kadar zararlı olamazlar
Özetle toplumun ezici çoğunluğu tarafından desteklenen Türk faşizmi insanları yutup dururken ilericiler “faşizm döktüğü kanda boğulacaktır” sloganını literal bir slogan yaptılar Masumların ve anti-faşistlerin Türkler arasında çoğunluğu oluşturduğu şeklindeki inanç bir illüzyondur Türk’ün kültürü faşist ve ırkçıdır “Olmaz böyle şey! Faşizm ve ırkçılıktan kültür olmaz” diyorsanız o zaman aptalca konuşmalar yapmak yerine, Nef'i'nin şu dizesini tekrarlamanız daha doğru olur: “Türke hak çeşme-i irfanı haram etmiştir” ( aktaran Çetin Altan)
Mehmet Yıldız
|