Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Eğitim - Öğretim - Dersler - Genel Bilgiler > Eğitim & Öğretim > Tarih / Coğrafya

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
bilgiler, dünyası, hakkında, türk

Türk Dünyası Hakkında Bilgiler -Türk Dünyası

Eski 08-16-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Türk Dünyası Hakkında Bilgiler -Türk Dünyası



Türk Dünyası, 20 yüzyılın sonları ve 21 yüzyılda tüm Türk halkları için kullanılan coğrafi ve kültürel bir kavram [1
Türk Dünyası, Tüm Türksoylu halklarını kapsayan bir kavramdır Bazı araştırmacılar sadece Orta Asyaiçin bu kavramı kullanır Türkistankavramı ile eş anlamlı kullanıldığı da olur Ancak Orta Asya ve Türkistan kavramlarından daha genişbir kavramı ifade eder
Türk Dünyası, Orta Asya'ya ek olarak Türkiye, Avrupa Kafkasya, Çinve Rusya Federasyonu içindeki Türki bölgeler ile Türk diasporasını kapsar Çünkü kavramın ifade ettiği, tüm Türk Cumhuriyetleri ve özerk Türk Cumhuriyetleri ve topluluklarıdır
Türk Dünyası ile eşanlamlı olan Türkeli kavramı ise, 19 yüzyılda ve 20 yüzyılın başlarında tüm Türk halkları için kullanılmış coğrafi ve kültürel bir kavram olarak eskilerde kalmıştır Çoğunlukla, Türklerin çoğunlukta olduğu bölgeler için kullanılmaktadır
Türk Dünyası

Türkeli Kavramı
19 yüzyılın sonlarında ise günümüzde kullanılan Türk Dünyası teriminden daha çok "Türkeli" terimi kullanılmıştır Türkeli ile Türk Dünyası sözcükleri eşanlamlı terimlerdir Türkeli sözcüğü Türk ili anlamına gelmektedir ve Türk halklarının çoğunlukta oldukları coğrafyaya verilen Türkçe isimdir Türkeli kelimesi özellikle 19'ncu yüzyılın ortalarında meşrutiyet kazanan Türkçülük ile Türkiyede ve Rusya Türklerince kullanılmaya başlanmıştır
1930'larda Mustafa Kemal Atatürk Türkeli kavramını şöyle açıklamaktadır: "Türk Milleti Asya'nın garbında ve Avrupa'nın şarkında olmak üzere kara ve deniz sınırlarıyla ayırt edilmiş, dünyaca tanınmış büyük bir yurtta yaşar Onun adına Türkeli derler Türk yurdu daha çok büyüktür… Yakın ve uzak zamanlar düşünülürse, Türk'e yurtluk etmemiş kıta yoktur Bütün dünyada, Asya, Avrupa, Afrika Türk atalarına yurt olmuştur Bu hakikatler eski ve hususiyle yeni tarih vesikalarıyla malûmdur"[kaynak belirtilmeli

Alıntı Yaparak Cevapla

Türk Dünyası Hakkında Bilgiler -Türk Dünyası

Eski 08-16-2012   #2
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Türk Dünyası Hakkında Bilgiler -Türk Dünyası



Asya kıtası, asırlarca dünya tarihine hükmetmiş bir coğrafyadır; fakat ilim alemi XIX yüzyıla kadar bu coğrafyanın tarihini ayrıntılı olarak araştırmamış, adeta unutulmaya terk etmiştir İnsanoğlunun kültür hayatını zirveye çıkararak büyük imparatorluklar kurduğu bu coğrafya, çağı içinde diğer kıtalardaki kültürel, ekonomik ve askeri gelişmeleri fersah fersah geçmiştir
"Büyüklüğü atlı göçerlere maceralar sunan ve vahaları yerleşiklere, onların bilge ve kararlı emeklerine zenginlikler sağlayan bu topraklar üzerindeki dikenli tellerden oluşan bir sınır, sanki başka bir Çin Seddi gibi, yaşamın düzgün akışını paramparça ederek manzaraları ve halkları böldü Afgan dağlarından aşağılara inerek bozkırın çayırlarında döne döne giden ya da Baykal Gölü'nün buzlu aynasında oynaşan bu özgürlük ülkesinde, yerini başka hiçbir düzenin alamayacağı bir sistem, "Asyalı'yı yaratarak koca bir dünyayı ele geçirmiş ve etkisini egemen kılmıştı"

Askeri hüviyete sahip olan Asya imparatorluklarında varlığıyla devleti güçlü bir birlik altında toplayan liderler zaferleriyle kısa sürede bu coğrafyada hakim olabiliyorlardı Fakat bu sistemin çöküşü yükselişine zemin hazırlayan sebepte yatıyordu, yani her şey bir tek lidere bağlıydı Devleti kuran kişinin ölümü, arkasından gelen liderlerin dağılan boy birliğini tekrar sağlayamamaları çöküşe sebep oluyordu Bu da yükselişteki hız seyrinin az bir farkla aynı şekilde çöküşte de oluşmasına zemin hazırlıyordu

"Atlıların dörtnalları kadar atılgan ve ateşli, vahalarının tarlaları kadar bitek ve verimli, çöllerinin kumları kadar parlak, gözkamaştırıcı ve kontraslarla dolu olan bu uçsuz bucaksız topraklarda olağanüstü heyecanlı bir tarih örtüsü örtülmüştür"

Orta Asya acımasız hayat şartlarının insanı çelikleştirdiği bir coğrafyadır Nasıl soğuk kış gecelerinde aç gezen kurtlar, kendi sürülerinden bile olsa, kan kokusu aldıklarında yaralı kurdu parçalayıp yiyebiliyorlarsa, boylar da birbirlerini böyle yok edebiliyorlardı Oysa öldürülen kurt, o sürünün bir ferdidir İnsan mantığında acımasızlık şeklinde görünen bu olay, hayatta kalmak için öldürmenin zaruretini açıkça göstermektedir Hayatta kalabilmenin tek yolu budur Ölmek ya da yaşamak arasında yapılacak seçim her şeyin sonunu belirlemektedir Bu mücadele, hayatın seyri içinde ama barbarca gerçekleşiyor ama normal bir şekilde devam ediyordu bu hiçbir şeyi değiştirmiyordu

İşte bu mücadele ortamında yaşayan her boy, kurtlar gibi acımasız olmanın zaruretine inanırdı Asırlar, onlara bağışlamanın, zayıflığın sonunun ne olduğunu tecrübeleri ile göstermişti Çarpıcı fakat acı olan bu gerçek, tüm çıplaklığıyla gözler önündeydi Boyların bu realiteyi görmezlikten gelme gibi bir alternatifleri yoktu ve olamazdı

"Olağanüstü boyutlardaki doğal karmaşıklığına rağmen Orta Asya, kendi özgün kimliğine, coğrafi bütünlüğüne, dinsel, dilsel, kültürel ve etnik insan topluluklarına sahip olan bir ülkedir"

"Orta Asya her zaman bir karşılaşmalar ve kopuşlar yöresi olageldi Geçmişte yükselen imparatorluklar, uluslara, kültürlere ve dinlere, yan yana bulunma ve kendini ifade etmeyi sağlayan hoşgörüleriyle göze çarparlardı"

Asya kıtasında kurulan imparatorluklar dünya hakimiyetini gerçekleştirme mücadelesini verirken, çağdaşı Avrupa, ilkçağın karanlıklarında yolunu bulma çabasındaydı Asya kıtası bu üstünlüğünü Milattan önceki yüzyıllardan MS XVIII yüzyıla kadar devam ettirmiş ve bu yüzyıllardan sonra hakimiyeti Avrupa kıtasına tamamen kaptırmıştı Artık şanlı geçmişi ile avunmak, Asyalının sonraki yüzyıllarda yaptığı dövünmenin ardından kalan nostaljiyi temsil ediyordu

Alıntı Yaparak Cevapla

Türk Dünyası Hakkında Bilgiler -Türk Dünyası

Eski 08-16-2012   #3
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Türk Dünyası Hakkında Bilgiler -Türk Dünyası



Türkiye Cumhuriyeti, aşağı yukarı 3000 yıllık bir milletin 22 yüzyıldan beri aralıksız var olan devletinin bugünkü adıdır

Karanlık olan en eski çağları bırakırsak, tarihimiz, Makedonyalı İskender’in milattan önce 4 yüzyılda, Türkelleri’nin batısı demek olan Maveraünnehir’e saldırışı ve yaptığı kırgınlar dolayısıyla daha doğuya çekilen atalarımızın Kuzey Çin’de doğudan batıya doğru kurduğu devletlerle başlar Tanrıkut Mete (veya Motun) milattan önce 209–174 arasında bu devletleri birleştirerek Türk birliğini sağlar, yasaları ve teşkilatı ile Türk Milleti’ni yaratır Ondan sonrası dışarıda düşmanlara, içeride tabiata ve afetlere karşı savaşın hikâyesidir Bu arada iç kavgalar, boylar ve uruklar arasındaki çekişmeler ve bu çekişmeler sonundaki hanedan değişiklikleri de tabloyu tamamlar

Tanrıkut’un Kunlar’ı dört asır sonra hâkimiyeti Siyenpi – Tabgaçlar’a bırakıp anayurt tarih sahnesinden çekilirler Çoğu yeni hâkimlerin adını alır Kalanı, batıya doğru ilerleyip nihayet Atillâ ile Avrupa’yı allak bullak eder Siyenpi – Tabgaçlar’ın yerine geçen Aparlar’ı da Gök Türkler devirdikten sonra milletimizin adı artık “Türk” olarak kesinleşip günümüze kadar gelir

Devletin sınırları Mançurya’dan Hazar kuzeyine ve Urallar’ın batısına kadar uzanmaktadır Bazen batıda daha ileri gittiği bazen de devlete başkaldıran bir kısım Türkler’in resmî devleti tanımayarak ayrı bir devlet halinde yaşadıkları görülür Fakat bunlar geçicidir ve vatanın büyüklüğünden doğmaktadır

Bütün tarihimiz boyunca bir hanedan kanunumuzun bulunmayışı, ölen kağandan sonra başa kimin geçeceğinin bir türlü tespit edilemeyişi gibi millî bir kusur yüzünden doğan prenslerin taht kavgaları nihayet, devletin, hanedanın ortak malı olduğu prensibini doğurur Böylelikle bazen büyük devlette birkaç imparator birden hüküm sürmekte, fakat bir tanesi, ismen bile olsa ötekilerden büyüğü, metbuu tanınmaktadır Bu merkeziyetsizliğin tipik örneklerini bilhassa devletin çok geniş topraklara hâkim olduğu Gök Türk, Karahanlı, Selçuklu ve Çengizli çağlarında görürüz

Aslında devlet tektir Hatta birbiriyle çarpışan iki Türk devletinde bile biri, ötekinin daha büyük ve aslî devlet olduğunu tanımaktadır Osmanlılardan İkinci Murad zamanında yazılan “takvim” şeklindeki bir tarihte Müslüman olmayan Çengiz, Ögedey, Güyük, Mengü ve Hülegü’nün rahmetle anılması Türklerdeki tek devlet prensibinin ifadesidir Çarpışanlar “devletler” değil “hanedanlar”dır

Bu sebeple Selçuk hanedanının Anadolu’da hüküm süren kısmına Türkiye Selçukluları deyip onu ayrı ve bağımsız bir devlet saymak büyük yanlıştır Anadolu Selçukluları, Başkent Merv, Rey veya Isfahan’dan idare olunan büyük imparatorluğun büyük bir eyaletidir Devlet, hanedanın ortak malı olduğu için bu devletin bir bölümünün başındadırlar ve anadevletteki imparatoru metbu tanımışlardır

İlhanlılar’ın Anadolu’ya hâkim olmaları da büyük devletteki bir hanedan değişikliği olayıdır Karaman beğlerinin İlhanlılar’la çarpışması yabancı bir müstevliye karşı millî bir ayaklanma değil, Almanya tarihinde de örneklerini gördüğümüz bir küçük hükümdarın ihtiras ve nüfuz hareketidir Aynı Karamanlılar, aynı şekildeki hareketleri Osmanlılar’a karşı da yapmışlar, Osmanlı – Karaman vuruşması pek kanlı ve çirkin safhalar göstermiştir

Osmanlılar Kırım’a, bir aralık Kazan’a da hâkim olmuşlar, fakat Türkistan’ı ele geçirememişlerdir Bunun başlıca sebebi Azerbaycan ve İran’a hâkim olan Türklerin şiîliği kabul ederek Türk tarihine mezhep kavgasını sokmalarıdır Safevîler’in şiîlik taassubu olmasaydı Türkistan’daki Özbek Hanlıkları da Osmanlı hakimiyetini kabullenecek ve birlik yalnız duygu alanında değil, idarede de gerçekleşerek devam edecekti

Bugünkü Türkiye, Türk tarihinin varisi ve devam ettiricisidir İlerdeki Türk Birliğini de yine Türkiye Cumhuriyeti kuracaktır

Fakat bugünkü görünüşüyle, Türk’ün, tarihin bütün zamanları içinde görülmemiş bir takım manevî hastalıklarla illetli olduğu meydandadır Türkler, tarihte pek korkunç kıtlıklar, kırgınlar ve felaketler görüp geçirdiler Ölü insan ve hayvan kemiklerini un haline getirip yiyecek kadar acıklı anlar yaşadılar Fakat millî ruh ayakta olduğu için bu korkunç felaketleri atlattılar

Bugün ise dış tesirler ve içerden bulunan yardakçılarla millî ruh baltalanmıştır İşin en acıklı tarafı, hükümet başında bulunanların bu yıkıcılığa karşı kayıtsız davranmaları, tehlikeyi görememeleridir Eskiden ana prensip “büyümek ve başka milletlere hâkim olmak”tı Şimdiki prensip “yabancıları güçlendirmemek, içerde gürültü çıkarmamak, her şeyi örtbas etmek” olmuştur

İnsanî düşünceler ne kadar ilerlerse ilerlesin, dünya, milletlerin savaş alanı olmakta devam edecektir Bu bir sosyal kanundur Edebiyat ve felsefeyle bu kanun değişmez Bütün dünyada, insaniyetten bahseden milletlerin veya partilerin, kuvvet kazandıkları zaman kendi prensiplerine nasıl sırt çevirdiklerini görüyoruz Rusya, Amerika’nın Vietnam’da asker bulundurmasını “tecavüz” diye ilan ederken Çekoslovakya’yı istiladan asla utanç duymuyor Birçok başka devletin tutumu da aynıdır

Bizim konumuz Türkiye olduğu için, dışardan fazla örnek vermeden kendi devletimizden bahse başlayacağız:

Bugün, uzun Türk tarihinde ilk defa olarak, devlet başkanlığı etmiş bir adamın, devleti yıkmak ve yabancılara bağlamak isteyen vatan hainlerini idamdan kurtarmak teşebbüsünde bulunduğunu görüyoruz Bu bir tek örnek bile çok mühim bir hastalığın ârâzıdır Bu çirkin davranış anayasaya dayanılarak yapılmaktadır Bu da anayasanın eksik yönlerinin bulunduğunu gösterir

Bu memleketin bir senatörü bazmorfin kaçakçılığından Fransa’da tutuklanmıştır Bu memleketin bir kültür bakanı, komünizmin son kurtuluş çaresi olduğunu söyleyen birisiyle, doğuda Ermenilere toprak vermek isteyen başka birisine kültür ödülü vermiştir

Bu memlekette insanları bir açgözlülük bürümüştür Çabuk ve kolay kazanç için kaçakçılık, hırsızlık, dolandırıcılık, cinayet bol bol yapılmaktadır

Yoksul veya ortahalli bir hayata razı olmayan birçok genç kız evinden kaçarak fuhuş yuvalarına düşmektedir

Gazeteler, evlerinden kaçan genç kız ve oğlanların babaları, anaları tarafından çağırıldığını gösteren ilanlarla doludur

Disiplin ve kanunlara, nizamlara saygı kalmamıştır

Bu memleket geri zekalılarla, delilerle, ruh hastalarıyla doludur

Ne belediye nizamları, ne devlet kanunları yürümektedir

Bu saydıklarım, çöküntünün manevî yönleridir Bir de maddî ve tabiata ait olanları var: Toprak kayması yüzünden, milyonlarca tonla ifade edilen toprak her yıl denizlere dökülmektedir Ormanlar tarla açmak için kasden yakılarak memleket çölleştirilmektedir 1960’ta uçakla İstanbul’dan Ankara’ya yaptığım bir yolculukta ormansız, yeşilliksiz bir çöl seyrettim 1931’de çam ormanlarıyla kaplı gördüğüm Bolu dağları çevresini 1960’ta otobüsle yaptığım İstanbul’a dönüş yolculuğumda bomboş buldum

Büyük şehirler, hele “dünya incisi” denen İstanbul milyarlarca liralık şeddâdî binalarla tahrip edilmektedir İstanbul’a “iri bir köy” diyorlar Köy bile değil de sokakları, yapıları ile güneşsiz, ağaçsız bir manastırhane

Haydarpaşa ile Pendik arası tek bir şehir haline gelmiştir Bu iki istasyon arasında trenle bir banliyö yolculuğu yapanlar, demiryolu boyunca 3 metre aralıkla yapılmış 4–5 katlı koca apartmanlar göreceklerdir Halbuki belediye nizamlarına göre banliyöde bunun 6 metre olması lazımdır Bunca inşaat suçunu belediye mühendisleri neden müfettiş göndererek sorumluları araştırmamıştır? Burada her suç, yapanın yanına kar mı kalacaktır? Bu suçlar neden işlenmektedir?

Dertler ve suçlar saymakla tükenmez Bunları saymaktansa çarelerini, yeniden kurulması gereken Türkiye’nin hangi temellere dayanması gerektiğini sıralayalım:

Türk milletinin yaşaması isteniyorsa önce ele alınacak konu onun sağlığını sağlamaktır

Sağlık konusu yalnız iyi beslenme, güneşten faydalanma, beden hareketi yapma meselesi değildir Sağlık konusu aynı zamanda bir de irsiyet meselesidir Birçok fertleri irsî akıl ve ruh hastalıkları ile illetli olan millete sağlam millet denemez Biz bugün bu durumdayız Geçen yıllarda 400000 geri zekalı çocuktan bahsolundu Akıl ve ruh hastalığını çocuğuna geçirecek olan fertleri kısırlaştırmak, bugün “aile planlaması” denen ve Türkiye’nin hızla büyük nüfuslu ülke haline gelmesini önleyen tedbirden daha önce ele alınmalıdır Türlü kanser ve cinnetlere sebep olan fabrika ve kalorifer dumanları, egzoz gazları, tütün, ağır alkollü içkiler gibi ırkı tahrip edici faktörlerin mutlaka önüne geçilmelidir Bunlardan bir kısmının çaresi bulunmuştur Pahalıdır diye ihmal etmek asla doğru değildir

Sağlam yapılı bir millet iyi bir hammaddedir İşlenmesi için okutulması, eğitilmesi lazımdır Bu sıralarda moda olan “reform” kelimesinin eğitime neler getireceğini bilmiyorsak da çarşambanın gidişinden perşembenin gelişi belli olduğu için pek ümitli değiliz Sınıf geçme yerine ders geçme, 10 numara yerine 4 numara veya puan ile reform olmaz Hele okuyup yazma oranı 1970 sayımına göre %55 iken ilköğretimi 8 yıla çıkarmak fanteziden başka bir şey değildir Öğretmenler arasında azımsanmayacak kadar bir kalabalıkla sızmış bulunan komünistleri topyekûn ayıklamadan ise hiçbir şey yapılamaz

“Ezberciliği kaldırmak” tekerlemesi çok tehlikeli bir şeydir Ezbercilik kalkınca İstiklal Marşı, kerrat cetveli, tarih yılları ve yabancı dil nasıl öğrenilir? “Ezberciliği kaldırmak” değil, “anlamadan ezberleme”yi kaldırmak, cidden lüzumsuz ders ve bahisleri kaldırmak lazımdır İlkokuldan sonra derhal ihtisas bölümlerine ayrılmak, fakat temel ders olarak millî kültür (yani Türk Dili ve Grameri, Türk Tarihi, Türkelleri Coğrafyası ve Yurttaşlık Bilgisi) ile çocuğun kabiliyetine göre seçeceği ve seçilecek dersleri okutmak şarttır

Milletin devlet kurması için toprağa, yani vatana ihtiyacı vardır Elde sağlam ve vuruşçu bir millet olursa bu vatan her zaman bulunur

Türkiye toprağının depremle batacağına dair bir emare olmadığı için bu yönden bir korku yoktur Fakat toprağın denize akması ve ormanların yok olması sonucu memleketin çölleşmesi gibi ciddî bir tehlike vardır

Irk sağlığından sonra Türkiye’nin en mühim meselesi, yer altı servetlerini işletmeden önce yer üstünü yaşanır duruma getirmek, ormanlarla yağmur sağlayarak tarım verimini arttırmak, ondan sonra yer altı servetlerine el atmaktır

Türkiye’de 4–5 evliler de sayılmak şartıyla 60000, bunlar sayılmamak şartıyla 40000 köy var İstanbul’dan Ankara’ya trenle giderken hattın iki yanındaki köylere bakınız Bazılarında “bir tek” ağaç vardır Çoğunda da üç beşten fazla yoktur Yani görünüş tamamen bozkır ve çöl manzarasıdır Evliya Çelebi’nin bahsettiği mamur köylere hat boyunda rastlanmaz

Çağımız, köylerin yavaş yavaş tasfiye olunduğu, milletlerin şehirlere yerleştiği çağdır Bu “köy”ler de bizimkiler gibi 50 evli, 100 evli köyler değil, en aşağı 500 evli köylerdir

40000 köyü büyük köyler halinde birleştirmek nazarî olarak güzel bir düşünce ise de uygulanması çok güçtür Fakat mutlaka yapılması gerekli bir işlemdir Bu büyük iş, Planlama Dairesi’nin başaracağı iş değildir

Deprem kuşağı üstünde bulunan Türkiye’nin tehlikesizi yerlerinin seçilmesi, aynı zamanda akarsulara veya göllere yakın yerlerde bulunması, millî savunma bakımından Genelkurmay’ın fikrinin alınması lazımdır

Köyleri büyütürken şehirlerin küçülmesine de o kadar ehemmiyet vermek icap eder Eski Başbakan Süleyman Demirel, İstanbul’la İzmit arasında beş on yıl sonra tek bir şehir vücuda geleceğini müjde gibi haber vermişti Halbuki bu bir felaket haberiydi

Büyük şehirler sağlık, ahlak, asayiş, savunma bakımından büyük sakıncalar taşır Büyük şehirlere lüzum yoktur Bir milletin ileri ve güçlü olması büyük şehirleriyle ölçülmez Toprağı az milletler için bu bir zaruret olsa bile Türkiye gibi geniş bir ülke için fantezi ve hatadır

Anadolu’nun iyi bir etüdünden sonra yeni kültür ve endüstri şehirlerinin kurulması, büyük şehirleri hızla daha fazla büyütmemek için, elli yıl önce İsveç’in yaptığı gibi fabrikaları seçilecek köylerde kurmak, bugün çok az nüfuslu, fakat verimli olan Muş Ovası’na Batı Anadolu’nun sıkışık yerlerinden tarımcı nüfus göçürmek en isabetli tedbirlerdir

Türkiye’nin yeniden kurulmasındaki en mühim amillerden biri de kanunlardır Bilindiği üzere kanunlar örf, ırkî temayül ve ihtiyaçtan doğar Bizim belli başlı kanunlarımız ise hep tercümedir Anayasayı yapan hukuk profesörlerinin bir de Türk anayasası olduğundan haberleri yoktur Türk tarihinden haberleri yoktur ki o tarihin doğurduğu yasaları bilsinler

Başkanun olan anayasayı yalnız bir hukuk meselesi olarak düşünmek çok yanlıştır Bundan dolayı anayasayı yalnız hukukçular değil, onlarla birlikte sosyologlar, psikologlar, tarihçiler ve psikiyatri uzmanları da beraber hazırlamalıdır Bugünkü durum kanunlara saygıyı ortadan kaldırmıştır Herkes kanunları yanlış görüp kendince düzeltmeye kalkınca da, tabii, millî düzen bozulmaktadır

1962 anayasasının hazırlanmasında çok garip bir zihniyet hâkim olmuş, otorite sağlayıp diktatörlük yapmasın diye bir kimsenin iki defa üst üste devlet başkanı olması yasaklanmıştır O takdirde başbakanların da yalnız bir meclis devresi için makamda kalması gerekmez miydi? Diktatörlük zamanla elde ediliyorsa bir partinin üst üste dört defa iktidara gelmesi de aynı sonucu doğurmaz mıydı?

Bütün Türk tarihi boyunca Türk devlet başkanları otoriter olmuşlardır Otoriter olmayan bir devlet başkanının düşünülmesi bile abestir Kanunlarla sınırlandırıldıktan sonra, yüksek yetki sahibi başkanların seçilmesinde zarar değil, yarar vardır Bir de şu var ki şahsiyetler kuvvetli olunca, anayasa ne derse desin, kuvvetli şahsiyet diktatör olabilmektedir Nitekim 1924 anayasasına göre de devlet başkanlarının yetkisi az olduğu halde Atatürk bir diktatördü

Memleket, partiler yüzünden çıkmaza girdiği zaman meclisi dağıtıp yeni seçim yaptıran bir başkan, devletin kurtarıcısı olur Milletin tuttuğu, sevdiği, faydalı bir başkan neden iki, hatta üç defa üst üste seçilmesin?

Senato ise lüzumsuz bir müessesedir Anayasa Mahkemesi dururken Senatoya lüzum yoktur İşleri uzatmaya ve devlete birçok masrafa mal olmaktadır Anayasa Mahkemesi’nin biraz daha genişletilerek mühim kanunların kontrol ettirilmesi maksadı sağlar

450 mebus çok fazladır En küçük hakları bile yemeyen millî bakıyye usulü ile yapılacak seçim 200 mebuslu bir Mecliste kuvvetli partilerin tek başlarına hükûmet kurmalarını sağlar Sağlayamazsa, yeni seçim yerine, Devlet Başkanına en kuvvetli partiyi iktidarda tutmak yetkisi verilmelidir Milletlerin huzur ve istikrara ihtiyaçları vardır Mebuslar nutuk düellosu yapacak diye devlet, hükûmetsiz bırakılamaz

Zamanımız, ihtisasların çoğaldığı zamandır Her devrede yeni yeni bakanlıkların kurulduğunu görüyoruz Bu da bir mahsurdur Bunun önüne geçmenin çaresi şudur: İçişleri, Dışişleri, Adalet, Sağlık, Eğitim, Maliye, İktisat, Ulaştırma Bakanlıkları gibi bakanlıklar temel bakanlıklar olup bunlar daima mevcut olacaktır Memleketten bir Sağlık Bakanlığını kaldırmaya imkan yoktur Fakat bunların dışında kalanlar ikinci sınıf bakanlıklar olup bunları kaldırmak da mümkündür Nitekim Kültür Bakanlığı kaldırılmıştır Spor Bakanlığı, Orman Bakanlığı gibi bazı bakanlıklara da zamanla ihtiyaç kalmayabilir Böylece bu ikinci sınıf bakanlıklar için ayrı binalar yapmaya da lüzum kalmaz

Milli Savunma Bakanlığı kaldırılmalı, onun bütün görevi Genelkurmaya devrolunmalıdır Ordunun siyasetle ilgisi yoktur ama bu, particilik anlamındaki bir siyasettir Ordunun Millî Siyasetle ilgisi vardır Askerî bir kuruluşun başında askerlikten anlamayan bir sivilin bulunması doğru değildir Genelkurmay Başkanları gerektiği zaman Kabine toplantılarında bulunmalıdır

Birçok değerli subayın kadro ve yaş haddi diye emekliye ayrılmasının önüne geçmek için Türk ordusunun da üçlü teşkilat yerine ikili teşkilat kurularak rütbeler de buna göre ayarlanırsa askerliği seven subayların ordudan çıkarılması önlenmiş olur Bu takdirde 40 yaşında bölük kumandanlarına rastlanacaktır Ne çıkar? Eskiden de böyleydi ve hiçbir zararı görülmüyordu Bugün 40 yaşında insan genç insandır

Askerî liseyi bitirecekler için iki yıllık subay sınıf okulları kurulmalı, bu okulların en üstün başarılıları Harb Okuluna gönderilmelidir

Ceza Kanunlarımızda “kanun boşlukları” diye ad takılan bir takım zayıf noktalar vardır ki bunlardan faydalanan suçlular, suçlarını işlemekte yıllardır devam edip dururlar

Suç işleyenlerin, düzeni bozanların iflâhı kesilmedikçe Türk toplumu dertli olmakta devam edecektir

Kan davaları, ırza taarruzlar, para için adam öldürme, haraç alma, kabadayılıkla geçinme, hırsızlık, rüşvet, sahtekarlık gibi suçları işleyenlerin büyük bölümü profesyonel olarak yaşamaktadır

Daha önce de yazdığımız gibi, İslâmiyetten önceki Türkler evli kadına taarruz edeni ve büyük hırsızlık yapanları idam ederlerdi Bugün bu işler kolektif olarak yapılıyor Yakalananlar suçu birbirine atıyor Çaresiz kalan hâkim, birine ağırca bir ceza verdikten sonra ötekilerini, delil kifayetsizliğinden ya beraat ettiriyor ya da iki yılla işin içinden çıkıyor Sık sık gördüğümüz, üç beş yaşındaki çocuklara tecavüz edenlerin yaşatılması insaniyet midir? Şunu asla unutmamalı ki, ahlaksızlar ve hainler sertlik karşısında sinerler

Hapishanelere yıllardır silah ve esrar sokulması hükûmet adamlarının gözünü açamamıştır Hapishaneler, ceza görenlerin yaptıklarına pişman edileceği yerler olmalıdır Bu da tecritle ve yalnız bırakılmakla olur Küfürle ve dayakla değil Şunu da unutmamalı: hapishane yalnız bir ıslah evi değildir Aynı zamanda toplumun, kendisine zarar verenden öç aldığı yerdir

İnsaniyet duygusu bütün dünyada bir cıvıklık halini almıştır Bu insaniyetçilere göre suç işleyen zavallıyı o hale getiren “neden!”leri arayıp bulmalıdır İnsanlar o “neden”leri aramakla uğraşırken insanlar mahvolup hayvan derekesine inecekmiş, kimin umurunda?

12 Mart muhtırası ve bugünkü durum iyi bir fırsattır Türkiye’nin yeniden kurulması ve kurulurken millî geleneklerin, aklın, şuurun, bilimin hâkim olması için şimdiden kurulacak komisyonlar işe başlamalı, aceleleri olmadığı için konuyu ciddiyetle ele alarak üstün bir devlet kurmak için gerekli ne varsa hazırlamalıdır

Tabiî, söylemeye de lüzum yok: Bu yeni devletin adı yarısı Türkçe, yarısı Arapça mı, İtalyanca mı olduğu belli olmayan “Türkiye” değil, bütünüyle Türkçe “Türkeli” olacaktır

Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.