Prof. Dr. Sinsi
|
Nusaybin'in Kültürel Mirasları - Nusaybin'de Bulunan Tarihi Yapılar
Zeynel Abidin Camii
Hz Muhammed`in 13 torunundan biri olan Zeynel Abidin ve onun kız kardeşi Zeynep`in türbelerinin bulunduğu, ilçenin en önemli camisidir Cami eskiden küçük bir mescitti 1956 yılında Kaymakam Mustafa Tütüncü`nün girişimleri ve halkın yardımları ile görkemli minaresi yapılmış, sonraki yıllarda eyvan son cemaat yerine eklenmiştir Daha sonraları da iki katlı ek bir bina yapılarak cami ilçenin en önemli ibadethanesi durumuna getirildi
Gırnawas
Yeterli ilginin gösterilmesi ve gerekli araştırmaların yapılması halinde dünyaya ışık tutacak, medeniyetler tarihine yeni bir sayfa ekleyecek olan Gırnawas,Nusaybin`in 4 km kuzeyinde, Çağçağ Vadisi`nin Kuzey Mezopotamya ovasına açıldığı noktada, tam vadi ağzında bir höyüktür Çağçağ`ın batısında yer alan höyük 350 m çapında yuvarlak bir alanı kaplamaktadır Şu anda mevcut yüksekliği 25 m`dir Çevresi sulanabilir tarım arazisi ile kaplıdır Günümüzde basit bir kanal sistemi ile sulanan bu arazide her türlü ağaç ve sebze yetişebilmektedir Arkeolojik önemi nedeniyle Gırnawas, birçok bilim adamı tarafından ziyaret edilmiştir 1918 yılında A T Olmstead, daha çok yüzey buluntularına dayanarak Gırnawas`ı Asur devri Nasibina`sı ile bir tutmak istemiştir 1969 yılında E Lucius ve K Sornig, Gırnawas`ın 2 km güneyinde bulunan Veysiki köyünün, ad benzerliği nedeniyle, Mitanni devletinin henüz bulunamayan başşehri Waşşuganni (Waşşukani) için yeni bir arayış noktası saymıştır 1980 yılında K Sornig Waşşuganni`nin lokalizasyonuyla yeniden ilgilenmiş, bu sefer tarihi kaynakların ışığında daha emin bir şekilde Gırnawas`ı Waşşuganni olarak değerlendirmiştir K Sornig`in bu görüşü, 3 yıl sonra Prof Dr Hayat Erkanal tarafından, daha çok arkeolojik ve topografik değerlendirmelerle desteklenmiştir 1980 yılından itibaren iki yıl süre ile Prof Dr Hayat Erkanal tarafından sürdürülen yüzey araştırmalarından toplanan buluntulara göre, Gırnawas`ın geç Uruk çağından yeni Asur devrine kadar, yani MÖ 4 bin sonlarından MÖ 7 yüzyıla kadar kesintisiz iskân edildiği anlaşılmıştır Höyük üzerinde ayrıca İslami dönemlere ait büyük bir mezarlık bulunmaktadır Erkanal`ın 1982 yılında başlattığı kazı çalışmaları 1991 yılına kadar devam etmiştir Kazılar sırasında ele geçen ve Hurrili sanatçılarca yapıldığı saptanan bir kült vazosu, bu yerleşim alanının önemli bir Hurri-Mitanni merkezi olduğunu kanıtlamıştır Yerleşimin en alt kültür tabakasını MÖ 4 bin sonlarına tarihlenen geç Uruk devri oluşturmaktadır Bu kültür tabakasının üzerinde yer alan ve MÖ 3 bin ortalarına yerleştirilen Ur hanedanlar devri mimari tabakaları daha çok ölü gömme âdetleri açısından araştırılmış ve değerlendirilmiştir Tespit edilen mezarlara göre ölüler bu devirde Mezopotamya geleneklerine uygun biçimde, açılan çukurlara dizler karına çekik olarak yatırılmakta, sonra yakılan hafif bir ateşle manevi bir temizlik sağlanarak dünyevi ilişkiler kesilmektedir Daha sonra çeşitli eşyalar bırakılmaktadır Bu eşyalar arasında şahsi eşya olarak metal silahlar, metal süs eşyaları, yarı kıymetli taşlardan ve hayvan kemiklerinden yapılan süs eşyaları ve mühürler çok sayıda tespit edilmiştir Aynı mezarlar içerisinde ayrıca kült eşyaları ve sayıca çok fazla seramik kap örnekleri görülmektedir Seramik kapların içi öteki dünyaya götürülmek üzere yiyecek maddeleri ile doldurulmuştur Gömme sırasında mezar çevresinde büyük bir tören yapılmakta ve bu tören sırasında Tanrılara sunuda bulunulmaktadır Sunu kapları da yine mezar çevresinde bırakılmaktadır Mezar çukuru toprakla kapatılmadan önce bazı mezarlar ayrıca sanduka şeklinde kerpiçle örülmüştür Ur hanedanlar devrinden sonra Gırnawas, MÖ 2 bin başlarına tarihlenen eski Asur, MÖ 2 bin ortalarına tarihlenen Hurri-Mitanni ve MÖ 2 binin sonlarına tarihlenen orta Asur devirlerinde de yoğun bir şekilde iskân edilmiştir Yeni Asur devri mimari tabakaları höyüğün merkezinde ve kuzey terasında bulunan kazı alanlarında ortaya çıkarılmıştır Tespit edilen mimari özellikler çok büyük boyutlara sahiptir Bu nedenle mevcut çalışmalar bir yapının tümünün ortaya çıkarılabilmesi için yeterli olmamıştır Bu büyük yapılarda avlu sistemine dayanan bir mimari anlayış hâkimdir Avlulardan bir tanesinin zemini taş kaplıdır Bu taş kaplama altında atık su için kullanılan kanallar mevcuttur Avlu etrafındaki mekânlar farklı karakterdedir Bazıları büyük salon şeklinde donatılmış olup bazıları da daha çok mutfak veya atölye görünümündedir Bunların içinde iri küpler, tandırlar ve ocak yerleri açığa çıkarılmıştır Atölyelerden biri metal üretimi ile bağlantılı olmalıdır Burada çeşitli ocak kalıntıları yanında bir tane de cevher zenginleştirme taşı bulunmuştur Bazı bağımsız mekânlar banyo işlevine sahiptir Bunlardan birinin tabanı tuğla kaplı olup ayrıca asfalt sıvalıdır Bu tabanla bağlantılı seramik künklerden oluşan bir suyolu, tahliye havuzuna açılmaktadır Diğer bir mekân içinde taban içine gömülü seramik küvetler tespit edilmiştir Gırnawas yeni Asur devri mimari kalıntıları, inşaat malzemesi ve yapı tekniği bakımından Mezopotamya geleneklerini yansıtmaktadır İnşaatlarda malzeme olarak sadece kare şeklinde kerpiçler kullanılmıştır Yapıların duvarları kerpiç veya kerpiç harcından oluşturulan geniş kaideler üzerine oturtulmuştur Böylece duvar ağırlığı daha büyük bir alana dağılmakta, duvarın yumuşak bir zemin içine gömülmesi önlenmektedir Taş temeller nadiren görülmektedir Seramik buluntular dikkate alınırsa, yeni Asur devri mimari tabakalarının daha çok MÖ 8 yüzyılın sonuna veya MÖ 7 yüzyılın başına tarihlendirilmesi gerekir Seramik örnekler arasında küpler, çömlekler, çanaklar, süzgeçler ve şişeler çoğunluktadır Saraylarda kullanıldığı düşünülen ve bu nedenle “saray seramiği” olarak tanımlanan çok ince cidarlı kapların sayısı da oldukça fazladır Delme ve çizme yöntemleri ile bezeli konik kaideli kaplar, daha çok kült eşyası görünümündedir Bu tür örnekler üzerine boğa, insan yüzü ve kadın tasvirleri kabartma olarak işlenmiştir Gırnawas kaideli kapları, MÖ 2 ve 3 bin Suriye ve Kuzey Irak örnekleriyle karşılaştırılabilecek özelliklere sahiptir Bu tür buluntular, MÖ 2 bin geleneğinin bölgede MÖ 1 binde de devam ettiğini göstermektedir Bu gelenek, Hurri kültürü çerçevesi içinde değerlendirilmelidir Seramik buluntular dışında bu kültür tabakasından üç veya dört ayaklı taş kaplar, bir taş insan heykelciği, silindir mühürler, fayans mühürler, seramik heykelcikler, fildişi eserler açığa çıkarılmıştır Tüm bu buluntular Kuzey Mezopotamya kültür bölgesine aittir Ayrıca altın, demir ve bronzdan yapılan takılar, silahlar, çeşitli eşyalar dönemin karakteristik özelliklerini yansıtmaktadır Gırnawas`da ele geçen en önemli buluntu grubunu, dört tane yeni Asur devri tableti oluşturmaktadır Bu tabletlerden biri, bahçe satışı ile ilgili bir anlaşmadır Bu anlaşmada satılacak olan bahçenin tanımı yapılırken kral yoluyla, başka bir bahçe ile ve derenin hızlı akan kesimiyle sınır teşkil ettiği ifade edilmektedir Fakat en önemlisi bu bahçenin Nabula kenti içinde yer aldığının açık bir şekilde belirtilmesidir Bu belge K Kessler`in görüşünü doğrulamış ve Gırnawas`ın Asur kaynaklarındaki Nabula ile aynı kent olduğunu kesin bir şekilde ortaya koymuştur Nabula, orta ve yeni Asur devirleri yazılı belgelerinde oldukça sık bir şekilde yer alır Gırnawas`ın eski adının ortaya çıkması, tarihi açıdan bağlantılı olduğu daha başka merkezlerin de tanımlanmasına ışık tutacaktır Gırnawas`ın kuzey terasında açılan bir sondaj çukurundan MÖ 2 bin tabakalarına da ulaşılmıştır Orta Asur devri seramiği ve Habur seramiği örnekleri sayesinde, Gırnawas`da tüm MÖ 2 bin Kuzey Mezopotamya kültürlerinin temsil edildiği anlaşılmıştır Orta Asur devri tabakalarından ele geçen beşinci bir tablet, dönemin krallarından I Tıglatpileser`e (MÖ 1117-1077) aittir Bu tablet üzerinde ayrıca komşu kent Midyat`ın, yani Matiate`nin adı da geçmektedir Çeşitli çalışmalar ve araştırmalar sonucunda Gırnawas`ın arkeolojik önemi ortaya çıkmıştır Bilim adamları, Gırnawas`da bilimsel çalışma ve kazıların bir an önce başlatılması düşüncesinde hemfikirler Gırnawas, arkeolojik değerleri dışında halkbilim açısından da önem taşır Yöre halkı için höyük, cinlerin toplu halde bulunduğu bir merkez durumundadır Birçok hastanın ziyaret ettiği höyüğe özellikle akıl hastaları götürülmekte, bunların bir gecelik konaklama sonunda cinler tarafından iyileştirileceklerine inanılmaktadır Yöre halkına göre Gırnawas, adını ünlü Arap şairi Ebu Nuvaz`dan almaktadır Elimizde bu konu ile ilgili yazılı bir belge olmamakla birlikte, halk arasındaki söylentiye göre Ebu Nuvaz, Harun Reşid`i yeren bir şiirini okuyunca Harun Reşid buna çok sinirlenir ve onu uzak bir yere sürgün etmeye karar verir Böylece Ebu Nuvaz Gırnawas`a gönderilir ve burada uzun bir süre kaldıktan sonra geri çağrılır O günden sonra höyük, “Nuvaz`ın tepesi” anlamına gelen “Gırnawas” adıyla anılmaya başlanmış Öte yandan, şair Ebu Nuvaz`ın (şu ana kadar ulaşamadığımız) Nusaybin`i öven bir şiiri olduğu da söylenmektedir 119
Yeni Kale (Saçlı Ali)
Bu kale de Bizans İmparatoru II Konstantin`in emriyle Dimitriyos`a yaptırılmıştır Kale dağdan inen Midyat-Nusaybin kervan yolu üzerindeki boğazın dar geçidinde, dağın bittiği yerde, derin vadide, balık biçimi, tek parça bir kayalık düzlüğünde yapılmıştır Kale Roma-Bizans stilindedir Oturma odaları, su sarnıçları, kuleleri ve burçları vardır Çevresi 1000 metreden geniştir; yüksekliği 10 metreyi geçer
Selmân-i Pâk (Selmân-i Farisi) Makamı
İlçemizdeki makamı çeşitli yerlerden gelen çok sayıda insan tarafından ziyaret edilen Selmân-i Pâk`ın, Hz Muhammed`in (SAV) berberliğini yaptığı söylenir İsfahanlı Selmân-i Pâk, Mecusi (ateşperest) idi İran`da iken kiliseye gidip Hıristiyan oldu Daha sonra Anadolu`ya geçip kiliselerde hizmet etti Gençlik yıllarının bir bölümünü Nusaybin`de bir kilise papazının yanında geçirdiği söylenmektedir Daha sonraları Şam`a, oradan da Medine`ye geçti Rivayete göre bir Yahudi`nin elinde köle durumunda bulunduğu sıralarda Hz Muhammed (SAV) ile karşılaşır ve Yahudi`den satın alınarak serbest bırakılır, sonradan da peygamberimizin berberliğini yapmaya başlar Resulullah`ın huzurunda ve sohbetinde kemâle erer; Hz Ömer zamanında yüksek makamlara getirilir Berberlerin piri olarak kabul edilen Selmân-i Pâk hakkında şu dizeler yazılmıştır:
Hamd ü minnet Hüda`ya, bize verdi devleti
Hazreti Selmân-i Pâk`tır pirimizin şöhreti
Hem Resul`ün berberidir ol kemâl-i zat-i pak
Gafil olma gel tıraş ol, eyle icra sünneti
Her sabah besmele ile açılır dükkânımız
Hazreti Selmân-i Pâk`tır pirimiz, üstadımız
Bu sözler eskiden bazı berber dükkânlarında asılıymış
Merdis-Mariis-Marin Harabeleri (Marinê)
Nusaybin ilçesinin 15 km kuzeydoğusundadır Asurilerin Merdis, Komukların Mariis adını verdikleri Marin, Mezopotamya`nın en eski ve en büyük şehirlerinden biridir Değişik tarihlerde çokca el değiştirmiştir Tarihin çok eski bir şehri olan Marin, bugün taş ve toprak yığını durumundadır Harabeler arasında Roma, Bizans ve Süryani Kadim cemaatine ait birçok kilise kalıntısı görülmüştür Şehrin batısında bulunan kale, Marin`in geçmişi hakkında bilgi verebilecek niteliktedir Kuzey yönüne isabet eden kesimde saraylar, kiliseler, kayaların üzerinde ve mağara girişindeki çivi ve strangila yazılar, çeşitli kabartma resimleri görülmeye değer şaheserlerdir Şehrin üst mahallesi sayılabilecek mağaraları, mezarlardan oluşmaktadır Akarsuyu olmadığı için her evin bir sarnıcı vardır Ayrıca alt doğusunda 60x60x60 m ölçülerinde kayadan oyma, tavanları kemer biçiminde birbirlerine birer ara duvarla ayrılmış 4 sarnıcı vardır Timur Cizre`yi almaya giderken, bura halkının (Timur`a karşı geldiğinden) kılıçtan geçirildiği ve böylece Marin`in bir daha şenlenmediği söylenmektedir
|