Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Eğitim - Öğretim - Dersler - Genel Bilgiler > Psikoloji / Sosyoloji / Felsefe

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
intiharın, nedenleri, psikolojik

İntiharın Psikolojik Nedenleri

Eski 08-13-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

İntiharın Psikolojik Nedenleri




İntihar, özellikle yüzyılımızda, psikiyatristlerin ve psikologların ilgilendikleri en önemli konulardan biri durumuna gelmiştir Bu alanlarda konu ile ilgilenenler intiharı kişinin bir sorunu olarak ele almışlar ve toplumsal koşullara gereken önemi vermemişlerdir
Psikiyatrist ve psikologlar, sosyolojik açıklamaları eleştirerek, Neden şu kişi değil de, bu kişi intihar ediyor? sorusuna kişilerin psikolojik yapılarına inerek cevap aramışlardır Bu tür görüşler birçok yönden eksiklik göstermelerine rağmen, yine de intiharın nedenlerini açıklayabilmede önemli katkılarda bulunmuşlardır
Psikiyatri ve psikolojinin nerede ayrıldıkları, bu iki bilimin farklılığı tam olarak belirlenememektedir Birbiri içine geçen bu tür görüşleri ayırabilmek güç olduğu için iki bilim dalının görüşleri de tek bir başlık altında toplanmıştır Önce kısaca psikiyatrinin bakış açısına değinilecek ve daha sonra ise psikoloji alanında geçerlilikleri hala tartışma konusu olan bazı teoriler üzerinde durulacaktır
Psikiyatrinin intihar olgusu karşısındaki tutumu oldukça ilginçtir Bu tutum, çok uzun bir süre boyunca intihar problemini herhangi bir akıl hastalığı teşhisi koyarak halletme gibi kestirme olmuştur
Ruhsal bozukluğu olan hastalarda kendi canlarına kıyma olaylarına oldukça sık rastlanır Bu verilerden hareket eden psikiyatristler her intihar olayına bir akıl hastalığı damgası vurmak ve sorunu akıl hastahanelerinin içerisinde halletme eğiliminde olmuşlardır Oysa, istatistikler delilikle intihar arasında zorunlu bir bağ olmadığını, ikisinin de frekanslarının hiç uyuşmayan değişiklikler gösterdiğini ortaya çıkarmıştır Bazı akıl hastalarının bilinçsizce canlarına kıymalarını intihar olarak ele alamayacağımız gerçeği bir yana; günlük hayatta normal olarak kabul edilen kişilerin intihar oranları yanında, akıl hastalarının sözde intihar oranı önemsenmeyecek kadar küçük bir yüzde teşkil etmektedir
Günümüzde bile psikiyari bu eğilimini korumaktadır İntihar eden bir kişi amok sendromu, histerik kişilik, affektif psikoz, psikotik depresif ve manik depresif psikoz, yaşdönümü depresyonu vb gibi hastalıklardan birine sokulmaktadır Bunların gerçeklik payları olduğu inkar edilemez; ancak bu kişilik yapılarının oluşmasında kişinin ailesinin, çevresinin ve toplumun önemli payı vardır ve bunları dikkate almadan intiharın nedenlerini açıklamak imkansız olmaktadır
Bourdin ve Esquirol gibi Fransız psikiyatristleri intiharı patolojik bir olay sayarlar Esquirol’a göre, intihar eden kişi bu davranışı aşırı bir hezeyan halindeyken yapar Fakat intiharı delilik olarak ele alan bu görüşün ömrü fazla uzun olmamıştır
Daha sonraki yıllarda intiharı psikopatolojik yoldan açıklamaya çalışan Delmas, sosyolojik teorileri reddederek, intiharda önemli olan noktanın insandaki ölüm isteği ve iradesi olduğunu söyleyerek intihar determinizminin tamamen kişisel bir determinizm olduğunu söylemiştir Kişi yaşamak mümkünken ölümü seçer demektedir Sözde intiharları bir yana bırakan Delmas’a göre gerçek intiharın nedeni üç değişik halde belirir:
1 Çöküntü halleri ya da melankoli nöbetleri,
2 Kronik, devamlı çöküntü halleri ya da yapıdan ileri gelen çöküntü halleri,
3 Yapıdan ileri gelen aşırı heyecanlılıktaki son dönemler
Delmas’a göre intiharlarda %90 oranında kronik çöküntü halleri yahut yapıdan ileri gelen çöküntü halleri neden olmaktadır Sıkıntı (anxiete) halinin bir dereceden sonra intihar için yeter sebep olduğunu ileri süren Delmas, dış nedenlere ve sosyal faktörlere aşırı heyecan hallerinde bir şok etkisi yapmasıyla intihara neden olduğu ölçüde önem verir Başlangıçta intiharı tamamıyla psikolojik açıdan incelemeye çalışan Delmas, sonunda bu işi tümüyle yapıya bağlar; biyolojik bir sorun haline getirir Delmas’ın teorisi sonradan birçokları tarafından eleştirilmiştir; ancak onun en önemli katkısı gerçek intiharı diğer türlerinden ayırması olmuştur
Psikoloji alanında intihar konusu ile yakından ilgilenen teoriler, daha çok psikanalätik teorilerdir Bu teorilerin öncüsü ve en çok tanınanı Freud’un teorisidir Freud intiharın tam bir açıklamasının hiçbir yolla yapılamayacağını belirtir Bundan dolayı, Freud ve onu takip edenler, sadece intihara zemin hazırlayan psişik durumları ortaya koymaya çalışmışlardır
Freud intiharı saldırganlık olarak ele alır Çöküntü halinin dinamiklerini ortaya çıkarmak amacıyla intiharın açıklamasını denemiştir Freud’a göre kişilik üç tabakadan oluşur:
İd kişiliğin temel sistemidir; kalıtımsal olarak gelen, içgüdüleri de içeren ve doğuştan varolan psikolojik gizilgüçlerin tümüdür Enerjisini bedensel süreçlerden alan id, fazla enerji birikimine katlanmaz Böyle bir durum ortaya çıkarsa organizmada gerilim yaratır Cinsiyet, kendini koruma, saldırganlık gibi içgüdülerin de bulunduğu id’e, Freud “gerçek ruhsal varlık” demiştir Ego ve süperego id’den ayrılarak gelişir Ego, psişenin en önemli kısmıdır, çocuklukta yavaş yavaş idden ayrılarak gelişir ve kişiliği oluşturur Dış dünya ile ilişki kuran, bilince gelen duyuşları, izlenimleri birbirlerine bağlayan bu kısımdır Süperego ise, çocuğa anababası tarafından aktarılan, ödül ve ceza uygulamalarıyla pekiştirilen geleneksel değerlerin temsilcisidir Egodan ayrılan bu kısım, id ve egoyu kendi istediği düzene yöneltme eğilimindedir Süperego sadece terbiye edenlerin damgasını taşımakla kalmaz, ayrıca sosyal ve kollektif bir özü de vardır
Normal bir insanda kişiliğin bu üç öğesi birlikte, düzen içinde işler; ego bu düzenlemeyi sağlar İç çatışmaysa bu üç öğenin arasında bir çatışma olmasıdır İdin arzularına karşı koyan ego bir yandan da süperegoya uymak ve ona hesap vermek zorundadır Yani, bir yandan idin isteklerine uyarak baştan çıkarılmak, öte yandan süperegonun ahlâk kurallarıyla tehdit edilmiş olmak her insanda bir iç çatışma yaratabilir Eğer kişi normalse çatışma bilinçte olur ve ego durumu kontrol edebilir Eğer çatışma bilinç dışında oluyorsa, durum egonun kontrolünden çıkar ve nevroz başgösterir
Tehlike karşısındaki iç çatışmada bazen tehlike gerçektir ve kişinin dışındadır Böyle bir tehlike karşısında insanın içinde bir atılım belirir; kendini savunmayı dener Tehlike gerçek bir engelden geliyorsa, insa saldırıcı kuvvetlerini bu tehlikeye karşı çevirir ya da ondan kaçma yolunu tutar Ancak, savunma olanaksızsa ve bertaraf edemeyeceği bir tehlikeyle karşı karşıyaysa, acıdan kurtulmanın başka bir yolu olmadığını görünce bilerek, isteyerek kendini öldürebilir
Bir tehlike karşısında bütün canlılar gibi, insanın da yapacağı şey kendini korumak ya da tehlikeden kaçmaktır Bu kaçma iki şekilde olur: biri tehlikeden uzaklaşarak kaçmak, diğeri ise kendini tehlikenin içine atarak Nevrozlu bir kişi ise tehlikeyi açıkça göremez ve yorumlayamaz İki zıt kutup arasında bocalar ve zıt isteklerden istemediğine doğru sürüklenir Böylece ölüm, yani intihar meydana gelir Ölüm korkusundan azap duyan ve çaresiz hastalıklara yakalananların, bu korkudan kurtulmak için kendilerini öldürdükleri gibi
Freud, “gerçek ruhsal varlık” dediği id üzerinde görüşlerini yoğunlaştırır Ona göre her organizmada cinsiyet ve kendini koruma içgüdülerinden oluşan “yaşam içgüdüsü” ve buna karşılık da “ölüm içgüdüsü” vardır Her organizmada biri yapıc diğeri yıkıcı olmak üzere iki faaliyet vardır “Yaşamın düşünülmeyecek ölçüde uzak bir geçmişte, düşünemiyeceğimiz bir biçimde cansız bir varlıktan doğduğu gerçekse, varsayımımıza göre amacı, yaşamı bir kez daha yokederek nesneleri inorganik duruma dönüştürmek olan bir içgüdünün de bulunması gerekir Bu içgüdüde varsayımımızdaki kendini yıkma dürtüsünü de bulursak, o zaman bu dürtüyü her türlü canlı sürecin içinde bulunan ölüm içgüdüsünün belirtisi olarak kabul edebiliriz
Buna göre, cansız maddeden gelen hayat, yine cansız organik olmayan maddeye dönme eğilimi gösterir; ki buna Freud, ölüm içgüdüleri adını vermiştir
Freud’a göre, yaşama ve ölüm içgüdüleri devamlı olarak birbirleriyle savaşırlar “İnsan ölüm ve yaşam içgüdülerinin birbirlerine karşı savaştıkları bir alandan öte bir şey değildir Bu iki farklı içgüdü her insanda bulunur
Ölüm içdüdüsünün en önemli türevi saldırganlık içgüdüsüdür Freud’a göre bu, insanın kendine yönelik olan yıkıcı eğilimlerinden kaynaklanır Çoğu insanda bu içgüdü yaşam içgüdüsü tarafından engellenir Bu iki içgüdü birbiri tarafından engellendiği gibi, birbirlerinin yerine de geçebilirler Sevgi nefretin, nefret sevginin yerini alabilir Kişi sevdiği şeyden nefret edebilir Onu özdeşleştirdiği için kendini yokederek onu da yokedeceğine inanır
Freud daha çok içgüdülerle ilgilendiği için, daha sonra birçok takipçisi tarafından eleştirilmiştir Gerçekten de, biyolojik ögelere gerekenden çok önem veren Freud, sosyal faktörleri hiç dikkate almamaktadır Oysa, insanı diğer canlılardan farklı kılan en büyük özelliği, onun psikososyal bir varlık olmasıdır
Erich Fromm, Freud’daki yaşam ve ölüm içgüdülerine benzer bir şekilde, “yaşam sevgisi” ve "ölüm sevgisi”nden sözeder Bunlardan hangisinin ağır basarak insan davranışını belirlediğini araştırır Ona göre, yaşam ve ölüm severlik, Freud’un dediği gibi doğuştan kazanılmış ve yokedilemez değildir İnsanların büyük bir çoğunluğu ölüm sever değildir, ama özellikle bunalım dönemlerinde umutsuz ölüm severlerden etkilenirler
Katlanılmayan bir duygudan kurtulma zorunluluğu o derece kuvvetlidir ki, kişi uydurma bir çözüm yolunun dışında bir çözüm yolu bulmayı başaramamaktadır “Eğer başka kişiler herhangi bir sebeple bir kişinin tahripkârlık objesi olamıyorlarsa, o kişinin kendi benliği derhal tahripkârlık objesi haline gelivermektedir Bu belli dereceye ulaştığında intihara bile girişim edilmektedir
Marx’ın yabancılaşma kuramından etkilenen Fromm’a göre, insan kendini etkin bir şekilde diğer kişilere ve doğaya bağlayamazsa kendini yitirir, güdüleri de insan niteliğinden çıkar; sakatlanmış bir yaratık olur
Fromm’a göre batı toplumlarındaki intiharların çokluğu, sürüye uyumdaki başarısızlığın nisbi belirtisidir İnsanoğlu hem ilerlemeyi hem de mutluluğu birarada gerçekteştiremez diyen Fromm, gelecekte intiharların artacağını vurgulamakta, ancak belli ölçüde de kaderciliğe varmaktadır
Bir diğer ünlü psikanalist de Karl Menninger’dir Menninger daha çok Freud’un temel fikirlerinin ayrıntılarını açıklamaya girişmiştir
Menninger’e göre intiharın üç bileşeni vardır ve bunların hepsi her intihar olayında değişen oranlarda yeralırlar:
1) Öldürmek İstemek: Saldırı, suçlama, ayıplama, imha,
2) Öldürülmüş Olmak İstemek: İtaat, mazoşizm, kendini ayıplama, kendini suçlama,
3) Ölmek İstemek: Umutsuzluk, korku, yorgunluk,
İntiharda öncelikle adam öldürme istekleri belirir Bu, ya kendisi ya da başkası hakkında açık bir şekil alabilir İntihar eden kişi bu istekleri açıktan açığa kendine karşı çevirip, kendini öldürmeye kalkar Fakat asıl mesele ölümü istemektir, ancak o zaman kişi intiharı başarı ile sonuçlandırabilir
Menninger’e göre yaşın ilerlemesiyle öldürmek istemek ve öldürülmüş olmak istemek azalır, ölmek istemek ise artar Genç yaşlarda girişimlerin çoğunluğuna işaret eden Menninger’e göre, bunlar gerçekten ölmek istememektedirler Bunlarda önemli olan etken insanlararası ilişkilerdir Yaşlılarda ise gerçek intihar oranının arttığına işaret ederken de, bu yaşlıların ölümü gerçekten istediklerini ve insan-içi güdülerin önemli olduğunu vurgular
Shneidman ve Farberow 1957 yılında Los Angeles’ta Menninger’in hipotezi doğrultusunda yaptıkları bir araştırmada intihar notlarından şöyle bir sınıflama yapmışlardır Bu araştırmada 489 erkek ve 130 kadının bıraktığı intihar notu araştırılmış, sınıflandırılanmayanlar kategorisinde bulunan 111 erkek ve 25 kadına ait intihar notu kapsam dışı bırakılarak geriye kalan sadece yüzdeleri alınmıştır



Menninger’in intihar hakkındaki görüşü, özellikle intihar girişimlerinin açıklanmasında önemlidir
Freud’un çağdaşı olan Alfred Adler intihara kalkışan bireyi, “kendisine zarar verme hayalleri görerek ya da kendine zarar vererek başkalarını inciten insan” olarak tarif eder Saldırının aslında kimse yönelik olduğu, olaydan en çok kimin üzüldüğünü görmekle kolayca anlaşılabilir İntiharcı kendini aşırı düşünen insandır, başkalarını az düşünür, yaşamaya ve ölmeye yetenekli değildir
Adler’e göre -Freud’un aksine- kişiliğin merkezi bilinçtir İnsan bilinçli bir varlıktır ve davranışlarının nedenlerinin, eksikliklerinin, ulaşmak istediği amaçların neler olduğunun bilincindedir
İnsan doğanın güçlerine ve hatta bazı hayvan türlerine oranla zayıf bir varlıktır Dolayısıyla har insanın varoluşunda bir eksiklik duygusu bulunur; bu ise evrenseldir Bu duygu bireyi güdüleyen bir güç olarak bireyin eyleme geçmesini sağlar
Adler, “intiharın, ancak yeterli toplumsal ilgisi olmayan bir insanın acil bir sorunla karşılaşması halinde ortaya çıkabileceği”ni belirtiyor İnsanların toplumsal ilgilerinin sonuna varmaları, zaten tüm başarısızlıkların ortak noktasıdır Bunlar aşagılık karmaşasının büyğmesinden kaynaklanır Ona göre aşagılık karmaşası çocuklukta aile içinde oluştuğunu vurgular İntiharcı tipler çocukluklarında aşırı duyarlı ve şımarık tiplerdir Güç hayat durumlarıyla karşılaştıklarında, psikolojik acı nedeniyle çökme, yıkılma eğilimleri vardır
Sainsbury de, Adler gibi, toplumdan kopma duygusunun intiharların oluşumunda en önemli etken olduğu kanısına varmıştır
Freud’un diğer bir çağdaşı olan Carl Gustav Jung Freud’daki kişisel bilinçdışından daha etkili olduğunu savunduğu “kollektif (ırksal) bilinçdışı” üzerinde ısrarla durur Kollektif bilinçdışı bazı hallerde id ve egoyu gölgede bırakarak etkili olabilir Jung’un kollektif bilinçdışı dediği şey ise, insan soyunun yüzyıllar boyu kalıtımsal olarak getirdiği bir yapıdır Ona göre, belki de her ırkta intiharların görülmesinin nedeni bu olabilir
İnsanın daima sükuneti araması, ezeli bir ahengi bütün velveleye tercih etmesi, ölüme karşı olan arzusundandır İnsanlık geliştikçe kişinin saldırıları kendine yönelmektedir Adam öldürme suçlarının insanlık tarihinin başlangıç devrelerinde çok olmasını ve gittikçe azalmasını, buna karşılık intiharların aksi yönde gelişmesini, Jung kişiliğin ve dolayısıyla kollektif bilincin gelişmesine bağlamaktadır
Jung’a göre intiharlar aktif veya pasif, planlı veya plansız (dürtülü), ilgi çekmek için veya samimi olabilir Aktif intihar ölümü planlar; pasif intihar ise kendini ölüm yoluna koyar
Bahsedilen tüm bu görüşler, kişiliğin belirli bir bölümünü ele alarak, bunun diğer bölümler üzerindeki etkisiyle ilgilenmişler ve sadece kişiye ağırlık vermişlerdir Oysa kişi toplumda yaşar, toplum tarafından yaratılır, şekillendirilir ve neler yapacağı belirlenir Bundan dolayı toplumsal faktörleri gözarde eden tüm görüşler belli ölçüde doğru bile olsalar yine de eksik ve yetersiz kalırlar


Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.