Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Kültür - San'at & Eğitim > Ülke & Şehirler > Türkiye > Akdeniz Bölgesi

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
ilinin, osmaniye, tarihcesi, tarihi

Osmaniye Tarihi - Osmaniye İlinin Tarihcesi

Eski 08-11-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Osmaniye Tarihi - Osmaniye İlinin Tarihcesi



TARİH BOYUNCA YUKARI ÇUKUROVA VE OSMANİYE:


Yukarı Çukurova'da, Ceyhan Nehri'nin doğu yakasında yer alan, alabildiğine geniş hinterlandıyla Osmaniye; Ceyhan Nehri, Hamıs, Karaçay, Kesiksuyu ve Sabun Çayları nedeniyle sulak, hem de Çukurova'yı doğuya bağlayan yolların kavşağında olması nedeniyle işlek bir bölgededir


Uluslar arası karayolu (D-400) ve Gaziantep-Tarsus otoyolu (TEM), hatta demiryolunun geçtiği güzergah binlerce yıldan beri "Maraş Yolu" olarak kullanılmıştır Bu güzergâh Gâvur Dağlarını, meşhur Aslanbeli (Nurdağı Tepesi) denen yerden aşarak Çukurova ile doğu arasında bir köprü olmuştur Bu yoldan MÖ333'te İran Kralı Dara ve ordusu da geçmiştir 1671 yılında Evliya Çelebi de aynı yolu kullanmıştır


Gavur Dağları tarihin en eski devirlerinden itibaren kaynaklarda yer almış ve birçok tarihi olaya sahne olmuştur MÖ 3bin yılı Mezopotamya kaynaklarında (Eski Akat ve Sümer), "Amanum", imparatorluk devrine ait bir Hitit tabletinde "Amana", MÖ 4 - 7 yy Asur yazıtları da "Hamanu", klasik kaynaklarda "Maurun Oros" ( Karadağ ), haçlılar devrine ait batı kaynaklarında "Montana Migra" (Karadağ)İslam kaynaklarında ise "Cebel'ül - lukkam" olarak kaydedilmektedir


Boğazköy kökenli Naramsin Tabletinde "Sedir Ağacı (Amanos) kralı İskuppu" adının geçmesiyle eski dönemlerde Gâvur Dağlarının çeşitli ağaçlar bakımından zenginliğini, bölgede MÖ 3 binin sonunda yerli halkın Akadlarca da tanınan bir siyasi birlik oluşturduklarını görmekteyiz


Amanos Klik yasında Prokonsüllük yapmış olan, meşhur hatip ve devlet adamı Çiçeronun MS 51'de yazdığı mektupta da Amanos'lardan bahsedilmektedir


MS 2 yy'de Roma çağında, Küllü Köyünün yakınlarında yerleşik bir toplumun yaşadığı bugün hala var olan gömütlerden anlaşılmaktadır


Osmaniye üzerinden doğuya giden ikinci yol, Örenşar, Kastabala'dan gelip, Karatepe üzerinden anti-torosları aşan, halk arasında Ağyol, Kocayol diye bilinen yoldur


Böylesine geniş, işlek ve sulak bir bölgenin merkezini oluşturan yukarı Çukurova, doğal olarak antik çağlardan beri önemli bir yerleşim bölgesi olmuştur


OSMANLILAR DÖNEMİNDE KINIK KAZASI VE SINIRLARI


Anadolu Fatihi Kutalmış oğlu, 1 Rükneddin Süleyman Şah 1083 yılında Adana, Tarsus, Misis ve Anazarva dahil bütün Çukurova'yı, 17 Aralık 1084 Salı günü Antakya'yı fethetti Böylece bütün Çukurova bu tarihte, Anadolu Selçuklu Devleti'nin egemenliğine girmiş oldu


Ancak, kısa bir süre sonra, 1096'da haçlıların işgaline uğramıştır Anadolu'da Haçlı ordularıyla amansız bir savaşa giren Selçuklular, Çukurova'yı biraz ihmal etmişlerdir Bu hassas dönemde, Haçlılarla işbirliği yapan Ermeniler dağlardan inerek, Kilikya Ermeni Prensliğini kurmuşlardır Ancak hiçbir zaman tam bağımsız devlet olamayan Ermeni Prensliği, daima güçlü devletlere bağlı olarak yaşamıştır Adana Müzesindeki bir yüzünde Ermeni Prensi'nin, diğer yüzünde Selçuklu Sultanı'nın adının yazılı olduğu sikkeler, bu görüşü destekleyen çok önemli belgelerdir


1243 Kösedağ savaşı sonrasında ortaya çıkan Moğol baskısı ile Anadolu'da yoğun bir nüfus hareketliliği yaşanmaya başladı İçlerinde Beydili mensubu Türkmenlerinde bulunduğu bir grup Suriye'ye göç ederek Memluk Devletine sığındılar Bir Memluk müellifi, Moğolların baskısından kaçıp Memluk Devletine sığınan Türkmenlerin 100 bin aile olduğunu ve Sultan Baybars'ın bunlara Gazze'den Sis'e ( Kozan ) kadar uzanan yerlerde, İktalar vermiş olduğunu söylemektedir Sultan Baybars 1266, 1273 ve 1275 yıllarında Çukurova ve çevresine Türkmen atlıları ile akınlar yaptı Bu Türkmen atlıları dediğimiz ve dalga, dalga Çukurova'ya akın eden Türkmenler, Oğuz'ların üçok kolundan, Yüreğir, Kınık, Bayındır ve Salur boylarının mensuplarıdır Orta Asya bozkırlarında olduğu gibi, konar-göçer yaşayan, oku ve yayı çok iyi kullanan, uzun saçlı bu Türkmenlerden Yüreğir oğlu Ramazan, 1352 yılında, Memluk Devleti tarafından, Çukurova'daki Türkmenlerin Beyliğine getirildi Böylece 14yy da, çoğunlukla kalelerine oturulan Çukurova'da, köyler ve kasabalar kurulmaya başlandı Bu yeni uygarlık döneminde Pyrmos; " Ceyhan Nehri", Amanos'da "Gâvur Dağları" adını aldı


Çukurova'ya gelen Türkmenler arasında Selçuklu Devleti'nin kurucularını ve hanedanını da çıkarmış olan Kınıklar, güçlü bir boydu Hatta 1375 yılının başlarında, Ebu Bekir adında beyleri ile 15000 Kınıklı Kozanı (Sis) kuşatmışlardı Böylece Kilikya Ermeni Prensliğini de sona erdirmişlerdi Bu olaydan üç yıl sonra, Memlukların kışkırtması sonucu, Yüreğir'ler ile arası açılan Kınıkların, büyük bir kısmı Çukurova'dan göç etmiştir


Çukurova'nın 1516'da Osmanlı Devletine bağlanmasından sonra, 1521 tarihinde yapılan arazi ve nüfus yazımında, Kınık'ların, bir kaza kurdukları tespit edilmiştir Üstelik Kınık'ların göçebe olmadıkları, yani yerleşik ve çok uygar yaşadıkları anlaşılmıştır


Yapılan inceleme ve araştırmalarda, şimdiye kadar yeri bilinmeyen bu ünlü Kınık Şehrinin yerinin, bugünkü Osmaniye olduğu anlaşılmıştır


1521 yılında, iki mahallesi olan Kınık Şehrinin, 1572'de beş mahallesi, 16 köyü ve 54 ekinliği (mezrası) olduğu belirlenmiştir Nüfusu' da 728'i merkezde, 1504'ü köy ve ekinliklerde olmak üzere, 2332 kişidir Aynı yıl beyliğin merkezi olan Adana'nın nüfusu da 3981'dir


Kınık halkının çoğunluğu çeltikçilik yapıyor, pamuk, buğday, arpa ve yulaf tarımı ile uğraşıyorlardı Bizanslıların bazalt taşlarla yapılmış basit el değirmenlerine karşılık, Çukurova Türkmenlerinden Kınık'ların Mercin Çayı üzerinde Ramazanoğlu Vakfı ile yaptırılmış, su ile çalışan değirmenleri vardı


Kınık Şehri aynı zamanda ünlü bir ticaret merkezi ve pazaryeri idi Adana-Misis-Kurtkulağı - Payas hattı üzerinden geçen Şam yolu (İpek Yolu) ile buradan geçen Maraş Yolu tüccarları develerle, atlarla, katırlarla gelip alış-veriş yapıyorlardı Haftada bir kurulan ve İsneyn pazarı denen bu pazarda; pirinç, bal, yağ, üzüm, un, pekmez, bez, arpa, keçe ve yapağı gibi çeşitli mallar alınıp satılıyordu


1671 yılında, İsneyn pazarının da kurulduğu gün, buradan geçen dünyaca ünlü Türk seyyahı Evliya Çelebi, pazarda 20000 - 30000 kişinin alışveriş yaptığını biraz abartarak belirtmiştir Hatta "Müzeyyen İsneyn" yani "güzel İsneyn" diyerek övmüştür "İnşallah-u Taala bu İsneyn bir şehr-i azim olur" diye de dua etmiştir Daha sonra İsneyn adı o kadar ünlenmiştir ki Kınık adıyla özdeşleşmiştir Mesela H1118/ M 1707 tarihli fermanda "İfraz-ı Zülkadir taifesinden mukaddema İsneyn ovası civarında cibal-i saibbaya tehassun iden tacirlü cemaatlerinin biavnihi Taala cemiyetlerinin tefrik ve cezaları verilmesi" denilerek, Kınık yerine, İsneyn adı da kullanılmış ve buradaki asayiş sorunlarının çözümü istenmiştir


Kanuni Sultan Süleyman zamanında Kınık halkının, pazarının ve çeltikçilerinin hukukunu düzenlemek için, 18 madde halinde "Kanunname" yayınlanmıştır Mesela kanunnamenin bir maddesinde "ve etraftan Pazaryerine gelip dükkân kuran tacirlerden ve çerçilerden her birinden dükkân başına ikişer Halebî Akçe alınır imiş" denilerek dükkân açmak isteyenlerden alınacak ücret belirlenmiştir


1691 tarihli sınır nameye göre Kınık şehrinin sınırlarının, bugün de yukarı Çukurova dediğimiz; Erzin, Hacbel, Zorkun, Hınzır ve Cebel üzerinden Düldül dağına, ovada Osmaniye ve Ceyhan Nehri boyunca, Ceyhan İlçesinin kuzeyinin tamamını içine alan bölgeye yayıldığı görülmüştür Evliya Çelebi de Aslanlıbel'e geldiğinde "O mahalde İsneyn Pazarının Kınıklı kazası ve Adana eyaleti hududu tamam oldu" diyerek, Kınık'ın doğu sınırının buraya kadar geldiğini bildirmiştir


Böylesine geniş bir bölgeye yerleşmiş olan keçe külahlı Türkmen kocaları, sandal tumanlı Türkmen kızlarıyla, Kınıklar, çok mutlu yaşıyorlardı Çukurovalı ünlü ozan Karacaoğlan da bu dönemde yaşamıştır Ancak Celali isyanları ile başlayan yasa dışı hareketler nedeniyle, Kınıkların mutluluğu uzun sürmemiştir Dulkadiroğlu elinden ayrılıp geldikleri için "İfraz-ı Zülkadiriye" denen aşiretlerden özellikle Tecirli, Cerit ve Akçakoyunlular Kınık'a yerleşmişlerdir Devletin aşırı vergi isteklerinden, aşiretlerin talanlarından yılan Kınıklar, yerlerini yurtlarını terk etmek zorunda kalmışlardır Çoğunun dağlara çekildiği söylenirse de, nereye gittikleri tam olarak bilinmemektedir


Kınık Şehrinin köylerinden olan Viranşehir'in; Toprakkale'nin doğusu veya Osmaniye'nin kuzeyindeki Örenşar denen yer Laçalu'nun, Toprakkale'nin güneyindeki Leçelik İnab'ın, Sakızgediği yamacındaki Hanneblikeli denen yer, Mercin'in, halen Ceyhan'ın kuzeyindeki aynı adla anılan köy, Türki'nin de, yarpuzdaki Türkdüzü olduğu sanılmaktadır


Harabeye dönen Kınık Şehrinden ayakta kalanlar; Kınık eşrafından Hacı Osman ağanın kendi adıyla anılan köyü, yani şimdiki Hacı Osmanlı Mahallesi ve Evliya Çelebi'nin "Kınık Kalesi" dediği Toprakkale ile Karaçay'da Hasan Dede, Dereobasında Pir Sofu, Fakıuşağında Yağmur Dede, Toprakkale'de askeri mühimmat deposunun batısındaki tepede Süleyman Dede, adlı Kınık ulularının mezarlarıdır


Kınık, 19 yy da Osmaniye kuruluncaya değin bir kaza merkezi olarak anılmaya devam etmiştir


BUNALIM DÖNEMİNDE GÂVUR DAĞLARI:


Gâvur Dağları olarak ünlenen bu sıra dağlar Belen'den başlayıp Düldül Dağlarına kadar uzanırlar Bir Başka ifade ile bu ünlü dağ silsilesi Maraş çevresinden başlar, kuzeydoğu, güneybatı yönünde sıralanarak Asi nehrine kadar ulaşır Ahmet Cevdet Paşa'nın tarifi de bu doğrultudadır


Tarihin değişik safhalarında çeşitli isimlerle anılan bu amansız sıra dağlar, Orta Çağda Bizans - Abbasi sınırını oluşturmuş ve Bizanslılar tarafından "Amanos Dağları" olarak anılmıştır Araplar ise "Kafir Dağları" demişlerdir


Karadağ ismi ilende bir dönem bilinen bu muazzam silsile Ulaşlı'lara yüzyıllarca yurtlukta yapma görevini ifa ettiğinden olsa gerek Ulaşlı dağları olarakta anılabilmektedir Bölge daha sonraları ise Cebeli bereket olarak isimlendirilmiştir Haziran 1941'de, Ankara'da toplanan 1 Coğrafya kurultayı, yukarıda saydığımız gibi değişik isimlerle anılan Gâvur Dağlarının adını, Amanos Dağları olarak kabul etmiştir


Kınık Şehrinin ve köylerinin terk edilmesinden sonra, başta Tecirli ve Ceritlerin kışlağı olan Çukurova; sazlık, bataklık ve ormanlık hale gelmiştir Ahmet Cevdet Paşa, 1865 yılında, Osmaniye'den Kadirli'ye giderken, otların aşırı yüksekliği nedeniyle askerlerin kargılarının ucunun bile görünmediğini, öncü askerlerin otları biçerek yol açtığını, 150 yıldır sürülmemiş olan toprakların leş gibi koktuğunu bildirmiştir


Mufassal Tahrir Defterleri ile Ahmet Cevdet Paşa'nın verdiği bilgilerden de öğrendiğimiz üzere, 16yy ile 19 yy arasına rastlayan dönem, Osmanlı Devletinin eski ihtişamını ve gücünü yavaş, yavaş kaybetmeye başladığı dönemdir Batıda özellikle Avusturya ve Rusya ile yapılan savaşların kaybedilmesiyle Celali isyanları Anadolu ve Rumeli'deki toprak düzeninin bozulmasına dolaysıyla devletin yerine mahalli bölgelerde Ayan ve Ağa dediğimiz nüfuzlu kişilerin ortaya çıkmasına neden olmuştur 1735' ten birkaç yıl önce, Burnaz ile Kurtkulağı arasına yerleştirilen İfraz-ı Zülkadiriye Türkmenlerinden Döngelelu, Ulaşlı, Çalışlu, Develu ve Kebelu oymakları yerlerini terk ederek Okçu İzzettinli Kürtlerinin yaylağı olan Gâvur Dağlarına göç etmişlerdir Böylece bölgedeki merkezi otorite zaafı daha da hızlanmıştır Bunun sonucu olarak merkezi otoriteden vazgeçmek istemeyen devlet ile bu nüfuzlu kişiler sonraları karşı karşıya gelmek durumunda kalmışlardır Öyle ki, bu oymaklardan çıkan, "Samur Kürklü Küçükalioğulları" sonradan Paşa olan Halil Bey ve oğlu Dede Bey ile onun da oğlu Mıstık Paşalar, Payas'da, hacıları ve yolcuları soyarak ünlenmişler, derebeyi olmuşlardı Hatta Padişah Abdulaziz'in hediyelerini Mekke'ye götüren Surre Alayı dahi, Burnaz'da soyulmuştu


Gâvur Dağlarındaki Ulaşlı oymağına mensup Alibekiroğlu, Karayiğitoğlu, Çenetoğlu, Kaypakoğlu Ağaları da, Küçükalioğullarının beylerine tabi idiler


Dulkadirli eline bağlı oymaklardan bazılarının adı, yörede hala yaşamaktadır Osmaniye / Gebeli'de Kebelular, Zorkun'da Küreciler, Küllü'de Küşne, Fenk'te Hacılar, Bahçe / Yuvaklı'da Yuvaklı, Kapılı'da Söylemezli, Cebel'de Oruçgazi oymakları yaşamış olmalıdırlar


OSMANİYE'NİN KURULUŞU:


Bilindiği gibi Padişah Abdulaziz, devletin çöküşünü önlemek amacıyla bir dizi reform yapmıştır Bu reformlar arasında Gâvur Dağları, Kurt dağları, Kozan Dağları ve Kahramanmaraş'a kadar olan bölgedeki Türkmen isyanlarının bastırılması, Zeytun Ermenileri terörünün önlenmesi ile göçebe yaşayan aşiretlerin yerleştirilmesine ilişkin çalışmalar, hem ülkenin, hem de, bölgenin kaderini değiştirmiştir


Bölgedeki isyan ve terör sorununun çözümlenmesi için askeri yönden Derviş Paşa, siyasi yönden Ahmet Cevdet Paşanın yönetimindeki "Fırka-i İslahiye" adında bir reform ordusu kurulmuştur Fırka-i İslahiye'nin yöredeki askeri harekatı ve reform çalışmaları Mayıs 1865 (Muharrem 1282) de başlamış, üç yıl gibi çok kısa bir süre sonunda, Şubat 1867 (Zilkade 1284) de tamamlanmıştır


Bu hareket esnasında, Yarpuz'da ki Türküdüzü çatışmalarından başka ciddi çatışma çıkmamış, ağaların ve beylerin hemen hepsi, kendi istekleriyle devlet güçlerine teslim olmuşlardır Fırka-i İslahiye' de, her aşireti kendi kışlaklarına veya istedikleri yerlere iskan etmiştir Buna rağmen dönemin ünlü halk ozanı Dadaloğlu'nun, Osmanlı'ya ve Fırka-i İslahiye ye tepkilerini anlamak mümkün değildir


Osmaniye'yi fırka-i İslahiye kurmuştur Osmaniye'nin kuruluş sebeplerinden birincisi, burada, Hacı Osmanlı Köyü adında çok eski bir köyün olması, ikincisi, bu köyün, yörenin en saygın köyü olması, üçüncüsü ve belki de en önemli sebep burasının merkezi konumudur Adına da zorunlu iskân nedeniyle halkın incinmiş olan gururunun okşanması için, buradaki köyün adı verilmiştir Bir başka yoruma göre ise, Osmanlı Devletine duyulan saygıdan dolayı "Osmaniye" denmiştir Osmaniye; "Osmanlılara ait" anlamına geldiği gibi "Osmanlının eli, Osmanlının yurdu" anlamlarını da çağrıştırmaktadır


Osmaniye, 20 Ağustos 1865 (26 Rebiülevvel 1282) de, Fırka-i İslahiye, Hacı Osmanlı Köyüne geldiği gün fiilen kurulmuştur Ardından kaza (Kaymakamlık) yapılmıştır Aynı yıl, Hacı Osmanlı Köyü halkı, şimdiki Hacı Osmanlı Mahallesini, Alibekiroğulları, Bostancıdamı denilen şimdiki Alibekirli Mahallesini, Tecirli'lerden Cırnazlı aşireti de, Rızaiye Mahallesini oluşturdular Daha sonra Kafkas'lardan gelen göçmenler de, "Dağıstan" denilen, şimdiki Alibeyli Mahallesini kurmuşlardır


Tecirli, Çenetoğlu ve bugünkü Ceyhan ilçesinin sınırları içinde kalan Cerit Nahiyelerini Osmaniye Kaymakamlığına, Osmaniye Payas (Üzeyir) Sancağına, Payas Sancağı da, Halep Valiliğine bağlanmıştır Ancak 1867'de Payas, Kozan ve Adana Sancakları, Halep Valiliğinden alınmış, yeni kurulan Adana Valiliğine bağlanmıştır Bu tarihte Osmaniye'nin nüfusu, nahiyeleriyle beraber 1388 hane, yaklaşık 6940 kişidir


1872 yılında Osmaniye'nin Kaymakamı, Alibeyli Mahallesine de adı verilen Ali Efendidir Bu tarihte ilçede; 1 Hükümet Konağı, 1 Cami, 3 Mescit, 1 Medrese ve 45 Dükkân ile 405 hane yaklaşık 2 025 nüfus bulunmaktadır


CEBELİBEREKET SANCAĞI VE VİLAYETİNİN KURULMASI




Cebelibereket, şimdi Amanos dağları denen Gâvur dağlarının ve burada kurulan sancağın adıdır Osmanlıca bir deyim olup, "Bereket Dağı" anlamına gelmektedir Tanzimat Fermanı'nın, Müslüman, gayrimüslim yasaklaması nedeniyle Müslüman olmayanlar için söylenen "Gâvur" deyimi de yasaklanmıştır Bu yüzden "Gâvur Dağları" yerine bu dağların orman ürünlerinin yanı sıra zengin florasından dolayı, 1865'de Fırka-i İslahiye'nin komutanları bu adı vermişlerdir




Fırka-i İslahiye'nin iskan çalışmalarını tamamlayıp İstanbul'a dönmesinden 10 yıl sonra 1877 yılında Kozan'da, Kozanoğullarından Ömer adlı bir kişinin yeniden dağlara çekilip derebeylik yapma girişiminde bulunması, yöneticileri kaygılandırmıştı Hatta bu olay üzerine Kozanoğlu aşiretinin yaktığı ağıtta şöyle denilmişti:




"Çıktım Kozan'nın dağına


Remil attım dost bağına


Ne durursun Kozanoğlu


Kaç kurtul Gavurdağına"


Cebelibereket Sancağının kurulmasının bu olayla bağlantısını kuranlar vardı Cebelibereket Sancağı II Abdulhamit'in padişahlığı zamanında, Ziya Paşa Adana Valisi iken, Gavur dağlarının yönetiminin ve denetiminin daha iyi yapılabilmesi ve Ziya Paşa'nın dediği gibi, buradaki halkın "hukukundan emin" olması için, Payas Sancağı Yarpuz'a taşınarak kurulmuştur Adına "Cebelibereket Sancağı" denmiştir




Cebelibereket Sancağının kuruluş tarihi, dönemin Adana Valisi ünlü şairimiz Ziya Paşa'nın, bir zaman, Yarpuz Orman İşletme binası olarak kullanılan Hükümet Konağı için yazdığı altı mısra halindeki şu kitabe belirtilmiştir:


"Hüda devletle han Abdulhamit'i payidar etsün


Ki ahdinde memaliki feyz ü irfana karin oldu


Payas'tan Yarpuz'a cay-i hükümet naki idüp şimdi


Bu etrafın ahalisi hukukundan emin o


Vilayette Ziya Vali iken yazdı bu tarihi


Yapıldı buraya Bab-ül Hükümet dil-nişin oldu"


"Yapıldı buraya Bab-ül Hükümet dil-nişin oldu" mısrasındaki harflerin sayı değerlerinin, ebcet hesabıyla toplanmasından H1296/M1878 tarihi elde edilir Yani, Payas Sancağı Yarpuz'a 1878 de taşınmış ve Cebelibereket Sancağı kurulmuştur




Cebelibereket Sancağı; Kozan, Mersin ve İçel Sancakları ile birlikte Adana Vilayetine bağlanmıştır




1881 yılında, Cebelibereket'in Mutasarrıfı Yusuf Paşa, Osmaniye'nin Kaymakamı, Rızaiye Mahallesine de adı verilen Rıza Bey'dir


Bundan 111 yıl önce, Rıza Bey'in Cebelibereket Mutasarrıfı, Şemsettin Efendinin, Osmaniye Kaymakamı olarak görev yaptığı 1891 yılında Osmaniye şöyle tanıtılmaktadır:




"Osmaniye kazası Merkez-i Liva'dan 6 saat süren ba'd garbide vaki Rızaiye makarr-ı kaza olup kıyı köyleri Cerit, Tacirli, Çenetoğlu Nahiyelerini havidir Rızaiye kasabasının önünde kıble canibinden Karasu cereyan idüp, 7 değirmen ve 2 pirinç dingi idare eder harklara münkasim olarak pirinç ve susam vs yetiştirir




Bu kaza dahilinde, Hamıs Suyu, Mercin namlarıyla büyükçe çaylar olup, Ceyhan Nehri'ne mansıb olurlar




Merkez-i Kazanın havası yazın kesb-i vehamet iderek, ahali iki buçuk ve dört saatlik mesafelerdeki yaylaklara çıkarlar




Ormanlık ve eşcar-ı müsirresi ve mahsülat-ı arzıyyesi derece-i vüstada olup, aşaire mahsus kilim , çul ve kıl inas nesh ve imal iderler




Mezkur Cerid Nahiyesinin kilimleri aşairin, eskiden beri meşhur olan kilimlerinin en güzel nefisidir




Ahali-i kazanın bir kısmı rençberlik ve ziraat ettikleri gibi, kısm-ı diğeri de sığır, koyun ve keçi yetiştirirler




1 Cami, 5 Han, 3 Fırın, 30 Dükkan, 2 Mektep, 7 Değirmen, 2 Dink vücuttur


Nüfus; İslam: 7764, Hıristiyan: 100"




Cebelibereket Sancağı, 1908 yılında Meşrutiyet'in ilanı ile birlikte, Yarpuz'dan önce Erzin'e , sonra da Osmaniye'ye taşınmıştır Osmaniye'de Merkez Ortaokulunun yerindeki hanın, ilk sancak binası olduğu söylenir




1923 yılında Cumhuriyetin ilanı ile birlikte, sancakların vilayete dönüştürülmesi nedeniyle "Cebelibereket Vilayeti" adını almıştır Mehmet Eminler'in evinin de Vilayet Konağı olarak kullanıldığı söylenir Ama asıl Vilayet Konağı, 1930'da yaptırılan bir süre de Kaymakamlık olarak kullanıldıktan sonra, 1991 yılında yıktırılıp yerine Özel İdare işhanı dikilen binadır




Cebelibereket Vilayetinin Merkezi Osmaniye'dedir Bahçe, İslahiye, Hassa, Payas ve Ceyhan da kazaları olmuştur




1908'den itibaren 15 yıl sancak, 10 yıl da vilayet merkezi olan Osmaniye, 1 Haziran 1933'de sebebi hala anlaşılamayan bir tasarrufla ilçe haline dönüştürülmüş ve Adana'ya bağlanmıştır




Osmaniye, 1865 iskânından sonra coğrafi konumundan kaynaklanan avantajları nedeni ile hızla gelişmiştir 1927 yılında Osmaniye'de 35 konak, 200'ü kiremit örtülü olmak üzere, 400 huğ tipi konut olduğu söylenmektedir 1927 yılında nahiye ve köyleri ile birlikte Osmaniye'nin nüfusu 18282 iken, 1940 yılında 24778'e, 1945 yılında 29054'e, 1950 yılında 34661'e ulaşmıştır




1950'lerde ülke çapında başlayan sanayileşme/şehirleşme sürecinde merkezi konumu, ulaşım kolaylığı ve ılıman iklimi nedenleriyle, Osmaniye tarım işçilerinin göç cenneti olmuştur İskenderun Demir ve Çelik Fabrikasının açılması ile birlikte Osmaniye'ye göç hızla artmıştır




Tarih boyunca yukarı Çukurova'nın adeta devamı olan Gâvur Dağları ve bu dağların koyaklarındaki yemyeşil yaylaları da, bölgenin en canlı turizm köşelerindendir Osmaniye ve çevresindeki yerleşim birimlerinden her yaz sadece iki ay gibi kısa bir süre için, bu yaylalara 50000'den fazla nüfus çıkmaktadır




Çukurova'da yayla turizmi yönünden Tekir, Bürücek ve Namrun yaylalarının alternatifi olan Zorkun, Mitisin-Dervişpınarı, Olukbaşı, Fenk, Ürün, Maksutoğlu ve Bağdaş yaylaları alt yapılarının yetersiz olması nedeniyle kışın tamamen terk edilmektedir




Sonuç Olarak; Ceyhan Nehrinin doğu yakasında bulunan yukarı Çukurova, antik dönemlerde Karatepe, Kastabala ve Toprakkale, Osmanlı döneminde ise, Kınık Şehri ile ünlenmiştir

Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.