Prof. Dr. Sinsi
|
Nefislerin Tedavisi (İbn Hazm)
Nefislerin Tedavisi (İbn Hazm)
İbn Hazm Kimdir?
Ali b Ahmed b Said b Hazm b Galip b Salih b Halef b Maden b Süfyan b Yezid el-Farisidir İbn Hazm soy bakımından Kureyşli olmasına rağmen Endülüs'te yaşadığı için Endülüsî olarak tanınır Soyundan Endülüs'e ilk gelen dedesi Haleftir Yine soyundan ilk müslüman olan da Yezid'dir
Hicri 384, Miladi 994 yılının Ramazan ayında Endülüs'ün meşhur şehri Kurtuba'da dünyaya geldi Babası Ahmed kıymetli bir ilim adamı olduğundan ve aynı zamanda Halife Mansur ve oğlu Muzafferin döneminde vezirlik yaptığından dolayı İbn Hazm'ın çocukluğu lüks bir hayat içerisinde geçti İbn Hazm da 1023'te kendisine halifelik üzerine biat edilen Müstezhar Billah tarafından vezirliğe getirildi, ancak bu görevinde uzun süre kalamadı, halife yedi hafta sonra öldürüldü ve İbn Hazm da hapse atıldı Daha sonra Hişam el Mu'temed Billah döneminde ikinci defa vezaret görevine getirildi Fakat sonunda bu görevi bırakarak kendisini tamamen ilmî araştırmalara verdi
İbn Hazm, hadis ilimlerinde ve fıkıhta otoriteydi, Kitap ve Sünnet'ten hüküm çıkarma gücüne sahipti Siyer ve tarih konularında da ulaştığı üstün seviyeden dolayı ortaya koyduğu her meseleye tarihten yaşanmış örnekler getirmesini kolaylaştırıyordu Bunlardan başka mantık ilmiyle de uğraşmış ve bu konuyla ilgili olarak et-Takrîb isimli bir eser yazmıştır Daha sonra mantık ilmini bırakarak tamamen İslâmî ilimlere yönelmiştir Aslında o zaten, mantık örneklerini bile hep fıkıhtan vermekteydi
Öğreniminin ilk dönemlerinde Maliki fıkhını incelemiş, Muvatta'yı okumuştur Daha sonra Şafii fıkhına yönelmiş ve bu mezhebin koyu bir taraftarı olmuştur Bilahere Zahirî mezhebine bağlanmıştır ki kurucusu daha önceleri Şafii olan Davud b Ali ez-Zahiri'dir (202-270) (miladi 817-884) İbn Hazm, bu mezhebin kök salması için her yerde onun savunmasını yapmış ve bu konuda kitaplar yazmıştır
İbn Hazm, münakaşa ve tartışmalarıyla meşhurdur Tarihçiler İbn Hazm ile maliki fıkıhçısı Süleyman el Baci arasında geçen ateşli tartışmalara kitaplarında uzun uzun yer verirler Tarihçilerin belirttiğine göre İbn Hazm'ın en önemli özelliklerinden birisi geçmiş büyük alimlerde kusurlar bulması ve onları eleştirmesiydi "Haccac'ın kılıcı ne ise, İbn Hazm'ın dili de odur" sözü şöhret bulmuştur Büyük imamları eleştirdiğinden dolayı çağdaşları tarafından yoğun bir hücuma uğramış, sapıklıkla nitelendirilmiştir Görüşlerini ve eserlerini kabullenmeyen alimler, sultanları ona karşı uyarmışlar, onun görüşlerini almayı ve yanına yaklaşmayı halka da yasaklamışlar Bütün bunlardan dolayı sultanların hışmına uğrayan İbn Hazm bir çok işkencelere ve sürgünlere maruz kalmıştır Kitapları yırtılmış, parçalanmış, hatta meydanlarda aleni bir şekilde yakılmıştır
İbn Hazm, sırasıyla şu alimlerden ders almıştır Ebu Ömer Ahmed b , Hüseyn, Yahya b Mes'ud, Ebu'l-Hıyar Mes'ud b Said, Abdullah b Rebi et-Temimi, Abdullah b Yusuf b Nami Zehebi Tezkiretü'l Huffaz isimli eserinde İbn Hazm hakkında der ki:
İbn Hazm büyük alimlerden biridir İctihad şartlarının hepsi onda mevcuddur Herkese bazı görüşlerinde eleştiri yöneltilebileceği, ona da yöneltilebilir Muhakkak ki Allah Rasûlünden başka herkesin sözü alınabilir de, bırakılabilir de
İmam Gazali der ki:
Allah'ın isimlerini anlatan kitaplar arasında gördüğüm İbn Hazm'a ait olan çok değerliydi Anladığım kadarıyla akıcı bir zihni yapıya ve güçlü hafızaya sahip bir kişi
Öğrencisi el Humeydi:
"Zeka, hızlı ezber, cömertlik ve dindarlığın bir araya geldiği onun gibi bir şahsiyet daha görmedim Gerçekten şiiri de onun kadar hızlı ve anlamlı söyleyebilen biri daha yoktur " der
İzzüddin b Abdüsselam der ki:
İslami kitaplar arasında İbn Hazm'ın Muhalla ve İbn Kudame'nin Muğni'si gibisine rastlamadım
İbn Hazm Hicri 456 yılının şaban ayına iki gece kala, kendi mülkü olan ve sağlığında sık sık gittiği Ment Lisem köyünde vefat etti ve oraya devnedildi
Eserlerinden bazıları:
İbtal el-Kıyas ve'r-Re'y ve't-Taklid ve't-Talîl, El-İcma ve Mesailuhu ala Ebvab el Fıkh, El-İhkam fi usûl el-Ahkam, El-Ahkam ve's-Siyer, Esma el-Hulefa ve'l-Vulât ve Müdedühüm, Esmaullah, Esma es-Sahabe ve'r-Ruvât, En-Nebzetu'l-Kafiye, Ashab el-Feteva, Tavk el-Hamame, Müdavatü'n-Nüfûs, izhar Tebdil el-Yehud ve'n-Na-sara li't-Tevrat vel-încil, El-Mücella, El-Muhalla, Mera-tibu'l İcma, Neka el-İslam
Nefsin Tedavisi ve Kötü Ahlakın Islahı
Akıl sahibinin lezzeti iyiyi kötüden ayırmakta, ilim sahibinin lezzeti ilminde, hikmet sahibinin lezzeti de hikmetindedir Allah yolunda çalışanın bu çalışmasından duyduğu lezzet, yiyenin yemesinden, içenin içmesinden, yatanın yatmasından, kazananın kazanmasından, oynayanın oynanışından ve emredenin emretmesinden daha üstün ve lezzetlidir Bunun delili ise, bu saydığımız kimselerin bu işlerinden anladıkları lezzetleri, bunlara kendilerini kaptıran kişiler kadar, alimler ve akıllılar da anlar Hayatlarını böyle şeylerle geçirenler kadar da becerebilirler Öyleyken bu gibi geçici lezzetlere aldanmadılar, onları terkedebildiler
İki şey hakkında hüküm verebilecek kimse, o iki şeyi de bilen kimsedir Bunlardan sadece birini bilip diğerini bilmeyen, her iki şey hakkında hüküm veremez Bütün işleri takip etmeye kalkışırsan karıştırırsın, dünyanın çeşitli halleri karşısında fikrin izmihlale uğrar
Halbuki hakikat olan ancak ahirete çalışmaktır Çünkü dünyada ümit bağlanılan her şeyin sonu üzüntüdür Zira, ya sen o şeyi bırakacaksın veya o şey seni bırakacak Bu iki yolun dışında yol yoktur Ancak Allah için çalışmak vardır ki sonucu her zaman sürürdür, memnuniyet vericidir
Dünya bakımından rahattır; zira ona pek önem vermediğin için dostun ve düşmanın sana heybetle bakıyor Ahiretteki sonucu ise cennettir
Öyle bir şeyi gaye edineceksin ki, bütün insanlar bunu hoş görecek ve isteyecek Ben böyle tek bir şey buldum ki, o da "üzüntüyü atmaktır"
Düşündüm de, demek bütün insanlar bu işi yapamıyorlar Fakat yine baktım bütün insanlar, bütün çalışmalarıyla, söz ve hareketleriyle hep üzüntüyü atmak için çalışıyorlar, ama çeşitli yollar tutmuşlar, herkes kendine göre hedefe doğru gidiyor İçlerinde yolun şeklini şaşıran veya hataya yakın giden vardır, fakat böyleleri azdır
Üzüntüyü atmak, Allah Teala'nın halkı yarattığı günden ta hesap verecekleri güne kadar alemi meşgul eden ve bunun için çalışmaktan başka güvenilir çare bulunamayan meseledir Bunun dışında hiç bir gayenin bütün insanlar için gaye olduğu görülmez
Zira insanlar arasında dini olmayanlar vardır ki onlar ahiret sevabını bekleyerek çalışmazlar İnsanlar arasında şerr ehli de vardır ki, ne hayır ararlar, ne emniyet ve ne de hakk ararlar İnsanlar arasında hevai arzularının zebunu olmuşlar da vardır Bazen de mal varlığına karşılık yokluğunu tercih edenler vardır, bir çok peygamberlerde olduğu gibi 
İçlerinde dünya lezzetlerini tabiatında sevmeyenler, hatta peşine düşenleri kusurlu görenler vardır, yukarıda zikrettiğimiz fakirliği mal peşine düşmeye tercih edenler gibi 
Bir çokları da cehaleti ilme tercih ederler, umumiyetle gördüğümüz bir çok insanlar gibi  
Görülüyor ki insanlar bir gaye etrafında toplanmıyor, birleştikleri bir tek gaye varsa o da üzüntüden kurtulmaktır
Üzüntüyü Atmak
Alemde baştan itibaren üzüntüyü hoş gören ve onu nefsinden atmak istemeyen kimse yoktur Bu gerçek bir ilim olarak nefsimde istikrara kavuştuktan ve bu acaip sır benim için apaşikar olduktan sonra, cahili ile, alimi ile, salihi ile, verimsiz ve tembel her sınıf insanın ittifak halinde arayıp durduğu ve peşinden koştuğu "üzüntüyü atma" hakikatına ermenin yolundan bahsettim Bu yolu da ahiret amelleriyle Allah'a yönelmekten başka bir şeyde bulamadım
Öyle ya, malın peşine düşenler fakirliğin üzüntüsünü atmak için düşerler, şan ve şöhret peşine düşenler kendilerine tepeden bakılmanın üzüntüsünden kurtulmak için düşerler Lezzetlerin peşine düşenler nefsinin kuvvetini rahatlatmak ve lezzeti kaçırmamak için düşerler İlmin peşine düşenler, cehaletin üzüntüsünden kurtulmak için düşerler Haber ve insanlarla konuşma talipleri yalnızlığın vahşetini atmak için koşarlar Yiyenin yemesi, içenin içmesi, evlenenin evlenmesi, giyinenin giyinmesi, oynayanın oynaması, mal toplayanın toplaması, binenin binmesi, yürüyenin yürümesi, bırakanın bırakması hep bunların zıddından gelecek üzüntülerin atılması içindir
Bütün bunlar düşünenler için geçici üzüntülerdir Bunlar arasında bir takım arızaların ve özürlerin bulunması zaruridir Bunların elden gitmesi ve acizlik içinde kalınması bunların afetlerindendir Ayrıca bunlar üzerine kıskanmanın, hasedin, tecavüzün, takip edilmenin, kötülenmenin ve günahkâr olmanın afetleri variddir Ve daha neler 
Ahiret için çalışmak, bütün bu endişelerden selamete ermektir ve her türlü ayıptan ve kederden uzaktır Hakikatta üzüntünün atılmasına vesiledir
Ben ahiret için çalışanın, arzu etmediği şey ile karşılaşmasından üzüntü duyduğunu görmüyorum, belki memnunluk duyuyor, çünkü onun gayesi akibettir, bu yolda karşılaştığı şeyler onun gayesine ancak katkı olur Bu yolda çalışıyorken gayesine eremeyeni de üzüntülü bulmuyorum, çünkü ondan sorumlu değildir ve kendisi aradığı şeyde müessir değildir Yine bu yolda olana eziyet edilirse rahatlar, sürür duyar, yorulursa sevinir, O her zaman neşeli ve sevinçlidir, başkaları ebediyyen bunun hilafınadır
Bunlardan anlıyorum ki, üzüntüyü atmanın tek yolu Allah için çalışmaktır Bundan başkası sapıklık ve akılsızlıktır
Sen de nefsini ondan daha üstün olmayan şeye feda etme
Bunun tek yolu da Allah (c c) için Hakk'a davetçi olacaksın O'nun harim-i himayesinde duracaksın, seni yaratanın sana borç etmediği kıymetsiz şeyleri defedeceksin, mazluma yardımcı olacaksın
Dünyaya nefsini teslim eden, cevheri taş karşılığında satan gibidir
Dini olmayanın mürüvveti olmaz
Akıl sahibi, nefsine cennetten başka paha görmez
Riyanın zemmi hususunda İblis'in çok oyunları vardır Riya zannederek hayra mani olan niceleri de vardır?  
Akıl ve Rahat
Bunun önemi insanların sözleri üzerindeki ihtimamı azaltmak ve Yaratıcı Allah'ın (c c) kelamı üzerine ihtimam göstermektir, belki aklın tamamı ve rahatın tümü budur
İnsanların ayıplamalarından ve iğnelemelerinden kendini kurtarabileceğini zanneden mecnundur
Esaslı düşünüp hakikata teslim olmaya nefsini razı eden ve olgunluğunu muhafaza edebilen kimse görecektir ki, kendisini kınayan kimselere duyduğu soğukluktan daha büyüğünü, kendisini methedenlere karşı duyacaktır Çünkü onu methedenler doğru olarak methederler ve o methiyeleri de kendisi duyarsa bundan ucub -kendini beğenme- doğar, ucub ise faziletlerini ifsad eder Eğer kendisi hakkında söylenen sözler doğru olmaz da, uçurtma kabilinden methedilmiş ve kendisi de bundan sürür duymuşsa, yalan bir şey için sevinmiş olur, bu ise büyük noksanlıktır
Ama insanların kendisini kınaması haklı olarak yapılıyor da bunu kendisi de işitiyorsa, kınanmasına vesile olan kusurlardan uzaklaşmasına sebeb olur Bu ise büyük kazançtır, eksik olmayan bundan müstağni kalamaz Kendisinde olmayan bir takım şeylerle kınanıyorsa ve kendisi de onlara karşı sabrediyorsa, bu hilmi ve sabrıyla fazladan fazilet kazanmış olur Sevaba en çok muhtaç olduğu günde, yorularak kazanmadığı bir sevabtır ki, onu haksız yere ayıplayan kimsenin sevabını almakla da kazançlı çıkar Bu da çok büyük paydır ki, mecnun olmayan bunu kaçırmaz
Kendisini methedenlerin sözünü duymazsa, bu sözün söylenmesiyle söylenmemesi arasında fark yoktur Ama kınamak böyle değildir, kendisi işitse de işitmesede sevabıyla kazançlıdır Eğer Resûlullah (s a v) medh hakkında:
"Mü'minin peşin müjdesidir" dememiş olsalardı, aklı olanın, haklı olarak medholunmaktan çok haksız yere zemmolunmasma rağbet göstermesi vacib olurdu Ama madem ki bu haber geldi, müjde olacak medh, ancak haklı olandır, batıl olan değildir Müjde ise medhin kendisi değil, medhin içindeki değerdir Faziletle rezalet, taat ile isyan arasında nefsin nefret veya ünsiyet duymasından başka bir fark yoktur Saadetli kimse, fazilet ve taattan nefsi ünsiyet duyan, şaki ise nefsi, rezalet ve isyana karşı ünsiyet, fazilet ve taata karşı nefret duyandır Bu da Allah Teala'nın yaratması ve hıfzından başka bir şey değildir Ahireti arayan meleklere, şerri arayan şeytana benzer Şan ve galibiyet arayan yırtıcı canavara benzer, lezzetlerin peşine düşen behimi hayvanlara benzer İhtiyacı ve nafakası için aranılan malın dışında, malın kendisi için mal peşinde düşen kimse hayvanlardan da aşağı olup, dağlarda ve mağaralarda kalmış kimseye fayda sağlamayan pislikler mesabesindedir
Aklı olan, yırtıcı canavarların, hayvanların ve cansızların üstün olduğu yönlerden biriyle üstünlüğe imrenmez, ancak kendisini onlardan ayıran ve Allah'ın ihsanı olan faziletlerle ileri gitmeye imrenir İşte bu temyizle ancak meleklere iştirak eder
Gerçek Kıymet
Her kim Allah'ın değerlendirmediği yerde kullandığı şecaatıyla gururlanırsa, bilsin ki, aslan, kaplan, kurt ve fil kendisinden daha kuvvetlidir
Ağır yük taşımasından gururlanıyorsa, katır ve eşek daha ağır yük taşır
Ataklığıyla gururlanıyorsa, köpek ve tavşan daha ataktır
Sesinin güzelliğiyle mağrursa, nice kuşlar ve çeşitli çalgılar daha tatlı ve daha güzel sesler çıkarır
Çeşitli hayvanların üstün yeteneklerinden biriyle üstün olmanın nesiyle iftihar edilebilir?
Ancak temyiz kabiliyetinin, ilminin ve güzel amelinin kuvvetiyle insan sürür duyar Zira bu hususlarda ancak melekler ve insanların hayırlıları ileri gidebilirler, öne geçerler
Allah'ın (c c):
"Herkim Rabbinin makamında korkar ve nefsini hevâdan nehyederse işte onun yeri gerçekten cennettir " (Nazi'at: 40-41) kavl-i şerifleri bütün faziletleri içinde toplamaktadır
Çünkü nefsi hevâdan nehyetmek tabii olan öfkeyi yenmek ve şehevî arzulardan kurtulmaktır Zira bunların ikisi de hevâi arzuların emrindedir Bunların tahakkümünden nefsini kurtaran kimse için, kendisini hayvanlardan, haşerattan ve yırtıcı canavarlardan ayıran konuşma kabiliyetini güzel kullanmaktan başka bir zorluğu kalmadı Bu hususu da Resûlullah (s a v) "la tağdab - öfkelenme" sözleriyle ve "İnsan kendi nefsi için sevdiğini başkaları içinde sevmeli "şeklideki güzel ifadeleriyle tavsiyede bulunmuşlardır Bu iki tavsiye bütün faziletleri bir arada toplamıştır Zira nefsin öfkesini yenen, nefsini hevâdan kurtarmış ve kendi nefsi için sevdiğini başkaları için seven, yine nefsini şehevi arzulardan kurtarmış olur ve bunun gereği olarak ta adalete bağlanmış olur Donuk nefse konuşma kabiliyetinin verilmesindeki faide de burdandır
Yaşadığım zaman içerisinde gördüğüm insanlar -Allah'ın koruduğu kimseler müstesna ki onlar da çok azdır- şekavete, üzüntüye ve dünya için zorluklara katlanmaya acele ediyorlar Kendilerine asla menfaat temin etmeyeceği halde, ahirette cehennem azabını gerektirecek büyük günâhları irtikab ediyorlar, sevmedikleri birileri için en büyük belayı temenni ediyorlar, kaldı ki onların bu temennileri kadere tesir etmeyecek, ancak kendilerini günahkâr kılacak Eğer iyi niyetli olsalardı peşinen nefisleri rahatlayacak, kendi işlerine rahat bakacak, ahirette sevap kazanacaklardı, bundan daha büyük saadet olur mu?
İlim Bölümü
İlmin başka fazileti olması bile, ilim erbabını cahillerin sevmesi, heybetli görmeleri, alemlerin takdirine mazhar olması, ilmin aranmasını vacib kılacak yeterli sebeptir Kaldı ki dünya ve ahirete ait bir çok fazileti vardır
İlmin ve onunla iştigâlin insanı bir takım vesveselerden, insana üzüntü getiren düşüncelerden kurtarmasından başka faydası olmasa bile, ilmin aranması için önemli sebebtir bu Kaldı ki sayılması uzun olacak nice faziletleri vardır Yukarıda zikrettiğimiz hususlar ilmin talipleri için en küçük faydadır Halbuki bunun için bir çok zayıf padişahlar nefislerini eğlendirmek için vakitilerini santranç ve tavla oynamaya, içkiye, çalgıya, av peşinde hayvan kovalamaya vererek, dünya ve ahirette zarardan başka bir fayda sağlamayan birtakım fuzuli şeylerle meşgul olmuşlardır
Eğer ilim sahibi düşünse de, ilmin her saat için kendisini kurtardığını ve içine düşmekten koruduğu zilleti, cahillerin kendisi üzerine olacak tasallutunu ilim açmamış olsaydı, bundan dolayı nice üzüntülere maruz kalacağını, gizli hakikatları ve haline dışardan duyulan gıbtayı görseydi Allah'a (c c) hamdetmeyi daha da fazlalaştırır ve yanında bulunan nimetin büyüklüğünü daha iyi anlardı
İlmin daha önemli olanlarını elde edebilecekken, önemli olmayanlarıyla meşgul olmak, buğday yetiştirecek temiz toprağa darı ekmek veya hurma ve zeytin yetiştirecek yere söğüt dikmek gibidir
İlmi ehli olmayana vermek, fesaddır İçerisi yanana ve sıtma olana bal yedirmek veya safradan başı ağrıyana misk koklatmak gibidir
İlimde cimrilik gösteren, malda cimrilik gösterenden daha pintidir Zira ilimde cimrilik gösteren, harcanmakla tükenmeyecek aksine artacak olan şeyin harcanmasından korkmuş, malda cimrilik eden ise harcandığında tükenecek olan şeyin harcanmasından korkmuştur
İlmin hangi dalından olursa olsun, birine kendini veren, Endülüste narenciye ve Hindistanda zeytin ağacı dikmiş gibidir, başka şeye meşgul olamaz İlmin en kıymetlisi seni Yaradanına yaklaştıran, O'nun rızasına ermende yardımcın olandır
Varlıkta ve sağlıkta senden aşağı olana bak, dinde, ilimde ve fazilette senden üstün olana bak Derin ilimler kuvvetli ilaçlar gibidir, kuvvetli vücudu İslah eder ama zayıf vücudu helak eder Derin ilimler de kuvvetli akılları takviye ve tasfiye eder, zayıf akılları da tehlikeye sokar Akılla derin şeylere dalmak mecnunluğa dalmak gibidir Araştırmalarını mecnunluğa dayandırdığı kadar akla dayandırsaydı Hasan el Basrî'den, Eflatun'dan, Bürüzcemhir'den daha hekim olurdu Eğer Cenabı Hak dinde tevfik ve dünyada saadetle teyid etmezse akıl faydasız şeyler üzerinde durur
Yanlış görüşte olanları deneyeceğim diye kendine zarar verme, onların fesadını gösteriyorum derken kendin bulaşırsın, bulaşık insanların kınamasına maruz kalırsın, sonra mazeretin veya pişmanlığın seni kurtaramaz Kendin için istemediğin bir şeyi başkasına gelmesinden sevinme Şeriatın ya da faziletin sana borç kılmadığı bir şeyle başkalarını sevindirmeğe kalkışma
İlim Allah'ın (c c) sıfatı olarak cehaletin karşısında yer alır İlim ve ilim ehli için en büyük afet, cahillerin ilme müdahalesidir Onlar bilmezler, bildiklerini zannederler, ifsad ederler İslah ettiklerini zanneder
Her kim ahiretin hayrını, dünyanın hikmetini, doğru yaşamayı, güzel ahlakın tümünü kendine toplamayı, her türlü faziletlere müstahak olmayı murad ederse, Rasûlullah'a (s a v) iktida etsin, imkanı nisbetinde onun ahlâkını takınsın, yaşantısını örnek alsın Allah onu örnek almakta mu'inimiz olsun:
Hayatımda cahillere iki defa kızdım; birincisi benim bilmediğim günlerde bilmediklerini konuşmaları, diğeri de huzurumda susmalarıdır Halbuki onlar faydalı şeylerde susar, zararlı şeylerde konuşurlar
Hayatımda alimler beni iki defa sevindirdi; birincisi, bilmediğim günlerde bana öğrettiler, ikincisi öğrendikten sonra, ilmin faziletlerini ve dünyadan zahidçe el etek çekmeyi onlarla müzakere ettim Allah (c c) bu ikisini ehlinden ve müstahak olanından başkasına vermez Dünya malı ve şöhreti peşine koşanı görürseniz, onlar ilmin de sohbetin de ehli değildirler
Fazilet arayan, ehlinden başkasında bulamaz, bu yolda gerçek dost olmayan da arkadaş olamaz Gerçek dost ise, geniş görüşlü, doğru, dürüst, kerem sahibi, sabırlı, vefakâr, emniyetli, ağır başlı, temiz kalbli, dostluğuna güvenilir kimsedir Dünya malını, makam ve mevkiini ve lezzetini arayanın arkadaşı, yırtıcı köpek, kapıcı tilki cinsinden olur, bu yolda da ancak, kötü itikadlı, pis tabiatlı düşman olabilir
Fazilet göstermekte ilmin menfaati çok büyüktür, faziletin güzelliğini bildiği için nadiren de olsa gösterir Rezaletin kötülüğünü bildiği için nadiren de olsa sakınır uzak durur Güzel övgüleri dinler, kendisi gibi olana rağbet eder, kötülemelerden nefret eder Böylece ilim faziletten, cehaletten, rezaletten hisse alır İlim ehli olmadığı halde fazilet gösteren, yaratılışında temiz tabiatlı saf kimsedir Bu peygamberlere mahsus yüksek bir derecedir Allah onlara, insanlardan öğrenmedikleri şeyleri ve hayrın tamamını öğretmiştir
Halk arasında avamdan sayılan nice insanlar vardır ki, ahlak ve siyretleri ile fevkalade kamil insanlardır, ama bunlar cidden azdır Peygamberlerin nasihatini, hükemanın tavsiyelerini dinleyen ve öğrenen nice okumuş yazmışlar da vardır ki rezilce bir hayat yaşamaktalar, bunlar hayatta çoktur da Demek ki bunlar birer Allah vergisi ya da Allah'ın mahrum bırakması kısmındandır Allah korusun!
Ahlak ve Sîret
Halinin sadelikle tanımasına çalış, dahi olarak tanınmandan sakın, aksi halde seni murakabeye alanlar, kollayanlar çoğalır, çok kere zararını görürsün, seni öldürebilir de
Sevmediğin şeylere nefsini alıştır ki, karşılaştığın zaman üzüntün az olsun! Önceden yaptığın riyazetin bir zararını görmezsin, senin hesaba katmadığın ve beklemediğin sevindirici bir şeyle karşılaşırsan sevincin büyük olur Üzüntüler çoğalır da üst üste yığılırsa, biri birini götürür, hafifler
Gaddar bazen vefakarlık gösterir, vefakâr birinin de bazan gadrettiği görülür En büyük saadet, zamanın zorlamasıyla insanın kardeşlerini imtihan etmek mecburiyetinde kalmamasıdır Onlara muhtaç olup ne yapacaklarını öğrenmemektir
Sana eziyet eden biri hakkında kötülük düşünüp kin bağlama, aksi halde kötülükte onun seviyesine tenezzül etmiş olursun, senin saadetin sana yeter Onu tamamen karşılıksız bırakacak olursan onu şımartmış ve meydanı kötülüğe terketmiş olursun O halde onu karşına almıyorsan aciz olduğun için değil, kendine yakıştırmadığın için olduğunu hatırlatmalısın Fesada meydan vermemeli
Ne mutlu o insana ki, insanların kendisinde bildikleri ayıpların daha çoğunu kendi nefsinde bilir
Cefaya karşı sabretmek üç kısma ayrılır ;
1 - Onun gücü sana yetecek, senin gücün ona yetmeyecek kimseden gelen cefaya karşı sabır,
2 - Senin gücün yetecek, sana gücü yetmeyecek kimseye karşı sabır
3 - Senin ona, onun da sana gücü yetmeyecek kimseye karşı sabır
Birinci durumda sabır, zillet ve hakirliktir, fazilet değildir Bu durum karşısında, korku sabrı bastırıyor Ondan uzak durmak ve terketmek gerekir
İkinci durum fazilet ve ağır başlılıktır, fazilletli insanın işidir
Üçüncü kısım ikiye ayrılır ki, biri, cefa diğeri hata eseri olarak yapıldı, kabahat olduğu bilindi ve pişmanlık duyuldu Bu durumda sabır efdaldır hatta farzdır, gerçek hilim de budur İkincisi, cefa eden haddini bilmiyor ve yaptığı cefayı yerinde görüyor, pişmanlık ta duymuyor Böylelerine karşı sabır, sabreden için zillet, sabır gösterilen kimse için fesattır Bunlara karşı sabır göstermek onları şımartmaktır Yaptıklarına misliyle karşılık vermek düşüklük olur, uygun olan, onlara karşı müdâfadan aciz olmadığını, bunu yapmıyorsa, karşı tarafın buna değer bulunmadığı için ve kendisine layık görmediği için yapmadığını duyurmakla yetinmeli, bundan fazlası yapılmamalıdır
Sefil insanlara kasrı cevap, yalnız iade ve tenkil (örnek, ibret cezası) etmektir
İnsanlarla devamlı oturan, nefsinde üzüntüsüz kalmaz, ahirete ait günah yüklenir, nefsini kabartacak bir takım öfke edinir, geri dönülmeyecek himmet kırıklığına uğrar Onlardan ayrıldıktan sonra da onlardan aldığı sıkıntıyı içinden duyar Ya bir de tamamen onların içinde yaşayan kişi hakkında ne düşünürsün?
İzzet, rahatlık, sevinç ve selamet onlardan ayrı yaşamaktadır Ancak, onları ateş gibi tutacaksın, onunla ısınacaksın, fakat içine girmeyeceksin
Böylesi insanlarla birlikte olmanın şu iki ayıbından başka bir ayıbı olmasa bile, onlardan ayrı yaşamayı gerektirmesi için bunlar yeterli mazeretlerdir Birincisi, onlarla ünsiyet temin edildikten sonra bir takım tehlikeli -belki öldürücü- sırların açıklanmasına zemin hazırlanmış olmasıdır İkincisi ise, ahireti tehlikeye atacak dedikodulara düşülmesi Bu iki beladan selamette olmak için toplumdan ayrı kalmaktan başka yol yoktur
Bugünün işini küçük te olsa hafif görerek yarına bırakma, zira küçükler toplanır da bir gün büyük iş oluverir ve o zaman da onu yapmaktan aciz kalırsın, tümünden mahrum kalırsın
Kıyamet gününde terazini ağırlaştıracağını ümit ettiğin hiç bir şeyi hakir görme ve hemen yerine getir az da olsa Ola ki o azlar birleşerek cehenneme atılman gerekirken ondan kurtuluverirsin
Acı, fakirlik, ezginlik ve korkunun üzüntüsünü ancak bizzat onların içinde yaşayan bilir, hisseder, hariçte olanlar bunları duymaz Yanlış görüşü, kusuru ve günahı da, bunların içinde yaşayan göremez, dışardan bakanlar görür Emniyyetin, sihhatin ve zenginliğin hakkını içinde yaşayan bilmez, hariçten bakan anlar İsabetli görüşü, fazileti, ahirete ait emeli ancak fazilet erbabı olan ehilleri takdir eder, anlar, ehli olmayanlar bunları anlayamaz
Haini ilk terkedecek kimse, kendisi için hainlik yaptığı kimsedir Yalancı şahitliğini ilk başına kalkacak kişi, kendisi için yalan şahitliği yaptığın kişidir Zina eden kadını ilk aşağılayacak kişi, kendisiyle zina ettiği kişidir
Bir şeyin fesada gittikten sonra sıhhate dönüştüğünü görmedik, belki neden sonra dönebilir Her gece aklını içkilerle ifsad eden için ne demeli? Eğer onun aklı bunu hoş gösteriyorsa bu akla şüpheyle bakmak gerekir
Yol usandırır, acılar olgunlaştım, mal çokluğu hırsı artırır, azlığı da aza kanaat ettirir
Akıllı tedbiriyle bazan yanılabilir, ama ahmakın tedbiriyle isabetli iş yapması caiz değildir
Bir sultan için en tehlikeli şey, etrafını avare kişilerle doldurmasıdır Akıllı kişi, onlara zulüm sayılmayacak şeylerle onları meşgul eder Aksi takdirde kendisine zulüm sayılacak şeyle onu meşgul ederler, ya da onlar yaklaşan düşmanları olur ki bu da kendisini tehlikeye atmak demektir
İnsanların gözlerini diktiği meşhur biri olmak, onun işini kolaylaştırır da, kendisini gözden düşür de
Birinin kendisinde olmayan meziyetlerle süslenip heybet ve azamet gösterme gayreti, dünyadan birazcık pay almış cahillerin cehaletini kapatmak için altında saklandıkları perdedir Akıllı insan geçici devletin kendisine getirdiği iltifat ve sadâkata aldanmaz, devleti devam ettiği müddetçe zaten herkes kendisine dosttur
Birinin yardımını isteyeceksen, o işte senin kadar kendisinin de çıkarı olacak birinden iste, o işte seninle başkasını eşit görecek birinden isteme
Biri size bir söz getirirse, o sözün sahibinden çıktığını isbat etmedikçe ona cevap verme, aksi halde size yalancı olarak gelen, haklı olarak sizden ayrılır
Din ehline güven, velevki onun dini senin dininden ayrı olsun Dini hafife alana da güvenme, velevki kendisi de senin dininden olduğunu söylesin
Allah'ın haram kıldığı şeyleri hafife alana güvenme, kıymet verdiğin herhangi bir şeyini ona teslim etme!
İnsanlar arasında mallarıyla ortak olanlardan çok ruhlarıyla ortak olanları buldum, bu hususta uzun düşüncelerim oldu, tecrübelerim sonunda bundan başka bir şey bulamadım, sebebini ise bir türlü anlayamadım, ancak bu beşerin tabiatında Allahın takdiridir dedim
Kötülükleri çok olan birinin, nadiren bir iyilik etmesini inkar etmek çirkin bir zulümdür
Bir düşmandan kurtulan, çok düşmanlarla karşılaşabilir
Gördüğüm kadarıyla dünya gölge hayaline benzer, değirmen pervaneleri gibi bir tarafı kapandıkça diğer tarafı peyda olur
Ölümü uzun zaman hayretle düşündüm Sebebi ise, bir çoklarıyla ruh-cesed dost oldum, sadakâtla birbirimize bağlandık, öldükten sonra bazılarını rüyamda gördüm, bazılarını görmedim Halbuki onlarla öldükten sonra rüyada bir birimizi ziyaret edeceğimize dair sözleşmiştik -tabi mümkünse- Ama ahirete intikallerinden sonra görmedim, bilmem unuttular mı, yoksa meşguliyetleri mi var?
Nefsin cesede hulul etmeden önceki imtihan yurdunda olup biten şeylere karşı gafleti ve unutması, batağa batan birinin daha önceden bildiği şeylere karşı gafleti gibidir Sonra bunun üzerinde uzunca düşündüm, bana bir şey açıklanmış oldu, o da şudur: Uyuyan biri nefsini cesedinden ayırmak ister ve bunda ciddi himmet gösterirse ve taki gaybı müşahede ederse, uykusundan biraz önceki olayların tümünü unutuyor ve yepyeni haller doğuyor O halde kendisi uyku içinde lezzet duyuyor, ihtilam oluyor, korkuyor, üzülüyor uyku halinde iken
Nefis nefisten ünsiyet duyar Cesed ise hem ağırlıklı hem de kendisinden kaçınılandır Bunun delili ise, cenazenin defni için dostunun acele etmesidir Onun cesedinin yanında bulunmasından rahat olmuyor, ünsiyet duymuyor, cesed yanında olduğu halde dostunun ayrılığının acısını çekiyor
İblisin askerlerinin insanların ağzına attığı şu iki kelimeden daha avlayıcı, daha çirkin ve daha ahmakça kelime görmedim Birincisi, birinin yaptığı kötülüğe başkaları örnek gösterilerek falan da yapmıştı bunu diye mazeret saymaları İkincisi ise, bu kabahat yalnız bugün yapılmış değil ki, önceden de niceleri yapmıştır diyerek hafife almalarıdır, ya da bugün yaptığı şeyi, canım ben bunu yalnız sana yapmadım ki, falana da yaptım bir şey olmadı, gibi sözlerdir ki, bu sözler şerri kolaylaştırmak, hatta o şerri şer olmaktan çıkararak maruf sınırları içerisine sokmak ve normal gösterilerek reddedilmesini önlemek yolunda İblisin silahıdır
Eğer sui zannı gereği kadar hududuna riayet ederek değerlendiremeyeceksen, hüsnü zannı kullan, bununla nefsini rahatlatmış olursun Sui zann mutlak olarak kötü değildir, eğer hududu içerisinde kullanılabilirse akıllılıktır
Cömertliğin hududu, malının fazlasını hayır yollarında harcamaktır, bunda en önemli olanı muhtaç komşun ve fakir akrabandır Sonra devlet düşkünü, fakir olan hemşehrilerin Bunu yapmamak cimriliktendir Bu hususta ileri giden methedilir, geri kalan zemmedilir, bu sınırı aşarsa savurganlık sayılır ve kötülenmiştir Senin yiyeceğinden keserek daha çok muhtaç olanlara vermek fazilet ve îsardır, bu cömertlikten de üstündür Bunu yapamayan bundan dolayı kınanmaz, insafın gereği de budur
Vacip olan borcun ödenmesi farzdır, yiyeceğinden fazlasını vermek cömertliktir, kendini tehlikeden kurtaracak kadardan fazlasını, ihtiyacı olduğu halde, başkasını tercih ederek vermek fazilet ve îsardır Borcunu ödememek haramdır, ihtiyacından fazlasını esirgemek cimrilik ve şuhtur (cimrilikten daha aşağı bir haldir ki, kendisi vermediği gibi başkasının vermesine de rızası yoktur), zaruri ihtiyacından olan şeyin bir kısmını muhtaçtan esirgemek özürdür Kendi nefsini veya aile fertlerinin yiyeceklerini kısmak pintiliktir, rezalet ve masiyettir
Zulümle elde ettiğin malla cömertlik göstermek, zulüm üzerine zulümdür, bunun karşılığı methedilmek değil kötülenmektir Çünkü bu, hakikatta kendi malını vermiyor, başkasının malını veriyor Başkalarının hakkı olarak senden olanı vermek cömertlik değil, haktır
Şecaatin hududu, Dini veya namusu muhafaza veya zulme uğradığı için sana sığınan veya malıyla, ırzıyla büyük veya küçük te olsa haklı durumda ezilmekte olan birini gördüğünde onu kurtarmak için gerektiğinde canın feda edilebilmesidir Bu gibi durumlarda sabır göstermek korkaklık ve kofluktur Dünya için ölüme gitmek tehevvür (köpürmek) ve ahmaklıktır Bundan daha ahmaklık, kendi borcunu ödememek için ölüme gitmektir Bundan da daha büyük ahmaklık, bir takım insanlar gördük ki canlarını ortaya koyar kavgaya atılırlar, niçin kavga ettiğini bilmezler, bir gün Zeyd için döğüşürler, ertesi gün Amr için döğüşürler, ertesi gün fikir ve saf değiştirerek yok yere tehlikeye atılıp girerler, kınanmaktan korkuyoruz derken cehennem ateşine girerler Rasûlullah'ın (s a v) şu haberinden murat bunlar olsa gerek:
"Bir zaman gelecek, insanlar birbirlerini öldürecek, ne öldüren niçin öldürdüğünü bilecek, ne de ölen niçin öldüğünü bilecek "
İffetin hududu, gözünü ve azalarını sana helâl olmayandan engellemendir, bunu aşmak zinadır Allah'ın sana helâl ettiği şeyden kendini menetmen zafiyet ve acizliktir
Adaletin hududu, borcunu vermek ve hakkını almaktır Zülmun hududu, aldığını vermemek, hakkını ödememektir Keremin hududu, hakkı kendi isteğinle yerine gektirmektir, başkasından hakkı alabilecek durumdayken ona kolaylık göstermendir ki bu fazilettir Her cömertlik kerem ve fazilettir, her kerem ve fazilet cömertlik değildir Fazilet daha umumi, cömertlik daha hususidir Zira hilim - ağır başlılık ve olgunluk -fazilettir, cömertlik değildir Fazilet farzdır, fazlası nafiledir
Bir saatlik ihmal, bir senelik riyazeti ifsad eder
Cemaat içerisindeki bir kişinin işlerini tedbirde hata etmesi, bir kişi etrafında toplanmayan bir topluluğun isabetli işinden daha hayırlıdır Zira cemaat bir kişinin hatasını toparlayıp düzeltebilir, halbuki bir topluluğun başı boşluğu kendilerini aldatır ve sonunda helak olmalarına sebep olur
Fitnenin çiçeği bağlanmaz (dilin kemiği olmaz)
Benim çok ayıplarım vardı, peygamberlerin, geçmiş büyüklerin tavsiyeleri istikametinde kendimi kontrol ettim, riyazetten geri kalmadım, nefsimin tedavisine çalıştım Tabii Allah'ın (cc) tevfiki ve ihsanı oldu Zaten riyazet ve nefis tezkiyesinin faydası ancak Allah'ın tevfik ve inayetine inandıktan sonra mümkündür
Hastalıklarım arasında külfete razı olmak ve öfkede ileri gitmek vardı Riyazetle tedavimden sonra öfkemi göstermemekte başarılı oldum ki, sözlerim, hareketlerim ve ölçüsüz konuşmalarım bir yerde kalıba girdi Savunulması helal olmayan şeylerden sakındım, bir çok ağırlıklara katlandım, bir çok elem ve endişilere karşı sabrettim, çok kere hastalandım, hazımsızlık oldu, bu hususlarda nefsime müsamaha gösterdim, çünkü bunları yaparken nefsimde bir eziklik hissettim ve bunun kibri kırdığını gördüm Ayrıca bir çok hastalıklarımla ilgili olarak nefsimle aklım açıkça tartıştı ve elhamdülillah hepsi gitti, bir eser kalmadı Gençlik gururundan kaynaklanan hareketler vardı, onlar da gitti Şöhret olmak, üstün gelmek sevdası vardı, onlar da bitti Bu hastalığın ilacı olarak tek bildiğim, Allah'ın yasakladığı şeylerden sakınacaksın, geri kalan şeyler için Allah'ın inayetine sığınacaksın!
Kaldı ki mantık ölçüleri içerisinde kalmak kaydıyla nefsin öfkesini göstermesi fazilettir, öğülen bir ahlaktır Akrabalarımdan birileri evlenmek istediği zaman bir takım gururlarla karşı çıkardım, bundan vazgeçmiş gibiyim, zira bu hususta karşılaştığım itirazlar makul ve haklıdır Bir de kin tutma hastalığım vardı, tamamen kaldıramadımsa da bunu da bir dereceye kadar yendim, belki ciddi olarak bana düşman olanlara karşı sadakat gösteremiyorum
Su-i zannı mutlak olarak kötü sayarlar, halbuki öyle değildir Eğer bu durum insanı dinde helâl olmayan veya muamelatta kabahat sayılan bir şeye götürmezse tutarlılıktır, akıllılık ve fazillettir
Halk arasında, inandığım şeyde muhaliflerime karşı direnmem, hatta yeryüzündeki bütün insanlar da olsa onlara aldırmadığım hususunda bana düşman olan cahillerin görüşlerine gelince; Benim memleket halkından hiç bir anlam ifade etmeyecek giyim kuşamlarıyla bana uymayanlarına aldırmadığım gibi onlara da aldırmıyorum Bu durum benim eşi ve benzeri bulunmayan en büyük özelliğimdir ve fazilettir Yemin ederim bundan başka bir özelliğim bulunmasa dahi onunla memnun olacağım ve Cenabı Hakka hamdedeceğim ve O'ndan isteyeceğim, sözümün yetiştiği herkese tavsiye edeceğim cok önemli fazilettir Allah'ın rızasına ve insanların takdirine vesile olmayacak aksine bir çok sıkıntıların yolunu açacak faydasız şeylerde insanlara uymakta bir yarar yoktur ve bu bir fazilette değildir
Yine hakikati göremeyen birileri, aleyhimdeki söylentilere aldırmadığımdan dolayı beni suçlarlar Ben bunu kendimi aşarak kardeşlerim adına da paylaşıyorum, bazan benim yanımda onlar aleyhine konuşulduğunda da karşı çıkmıyorum Ben onlara diyorum ki, bu husus kapalıdır, söz kapalı söylenince çirkini güzel, güzeli çirkin olur Biri "filan bacısı ile yatıyor" dediğinde bu çok çirkin olur, fakat "din kardeşiyle" dendiğinde ne kadar yanlış anlaşıldığı açığa çıkar Ben aleyhimdeki sözlerden etkilenmem desem doğru olmaz, her insanın bu gibi şeylerden etkilenmesi fıtrîdir Ancak bundan dolayı öfkelenmemeyi, heyecana kapılıp saçmalamamayı becerebilir karşılık vermeden susarsam bu bir başarıdır, Allah'tan istediğim ve vereceğini ümit ettiğim şeydir Eğer iş tartışma alanına sürüklenir de cehalete ve öfkeye götürmeden makul ölçüler içinde düşünerek, doğru olan sözleri seçerek incitmeden etkili olabilir ve ikna edersem bunu isterim ve özenirim Esasen mecbur olmadığım böyle bir alana sürüklenmek te istemiyorum Beni eleştirenlere ya da onlara cevap verme durumunda kalanlara tavsiyem, kendilerinin susması ve muhataplarını susturmasıdır Dedikodunun önlenmesi için en tesirli tedbir susmaktır Böylece bir çok düşmanlığın, soğukluğun ve fitnenin önü kesilmiş olur
Beni eleştirenler iki durumdan hali kalmaz, üçüncü şıkkı yoktur Ya yalancı ya da doğrudur Eğer yalancı ise Allah onun diliyle bana peşinen yardım etmiştir, kendisi yalancılardan olmuştur, dinleyicilerin büyük bir kısmı aynı zamanda yalan olduğunu anlamışlardır, bir kısmı ise araştırdıktan sonra anlamıştır, bana isnat ettiği şeyin bende olmadığı hususunda da uyarmış oldu Eğer doğru ise yine üç durumdan hali değildir Ya onu sırrıma ortak ettim, emin olarak gördüğü birine içini açarak rahatlayan biri gibi rahatladım ama, o emniyeti kötüye kullandı, düşüklük yaptı, kendisi kaybetti Ya da suç olmayan bir şeyimi suç zannederek açıklamıştır, o zaman da onun cehaleti beni kurtarmıştır, zira ayıp kendi üzerinde kalmıştır, ayıpladığı kişiyi temize çıkarmıştır Veya gerçekten kabahat olan bir şeyimi işitti, o da dilini kaptı koyverdi ve etrafa yaydı O zaman da onun kınanmasından çok kendimi kınamam ve suçlamam gerekir ki, o beni haklı olarak suçladığı için onu değil kendimi suçlamalıyım
Ama kardeşlerimin işine gelince, ben onları desteklemiyor değilim, ancak yumuşak bir tavırla destekliyorum Benim yanımda onların aleyhinde söz söyleyenleri caydırıyorum, ezilme, mahcup olma ve özür dileme noktasına getiriyorum Bunu yaparken, insanların aleyhinde konuşmanın güzel bir şey olmadığını, aslında insanlar başkalarının kusurlarıyla uğraşacağına kendi kusurlarını düşünmelerinin daha isabetli bir hareket olacağını anlatırken bir taraftan da dostlarımın faziletlerinden bahsediyorum "Onlar sizler hakkında eleştiri yapmıyorlar, siz de onları eleştirmemekte daha haklısınız Nefsiniz için razı olmayacağınız şeye başkaları için de razı olmayın  " vb sözlerle yumuşatıyorum Eğer ben de onun söylediklerine katılsam, onu fitlesem, ona hoş olmayacak şeyler söyletsem cinayeti ben işlemiş olurum ve böylece başkalarının da işitmediği bir takım dedikoduların yayılmasına sebebiyet vermiş olurum Belki daha da acı akıbetlerle neticelenecek hadiseler meydana gelebilir Benim dostlarıma karşı yapabileceğim bu kadardır, kendim için de onlardan bekleyeceğim bu kadardır, bundan daha fazlasına giderek aleyhimde yapılacak eleştirilerin ateşlenmesini istemiyorum Zira hasmın şahsiyet durumuna göre yapılacak atışmalarda sözü ana-babalarımıza da sürükleyebilirler, belki el sataşmalarına da gider, bu durumda bunu yapana teşekkür edilmez, ancak kınanır Tevfik Allah'tandır
Bazan da incelemeden ölçüsüz bir şekilde, malımı zayi ettiğim yolunda beni eleştirenler oluyor Bunu kısmen şöyle açıklayabilirim: Ben malımı ancak dinime, ahlakıma, ırzıma ya da nefsimin yorulmasına sebebiyet verecek yerlerde harcarım Bu yollarda harcadığım mal az da olsa, üzerine güneş doğan bütün mallarımın harcanmasından daha önemli ve daha kıymetlidir
Bir insanın mazhar olduğu Allah nimetleri arasında en büyüğü, o insana tabiatında adaleti sevdirmesi ve hakkı üstün tutturmasıdır Ben ancak bu kuvvetle dinde ve dünyada hayırlar üzerine kapanmasından sakınılacak fesatları söküp attım La havle vela kuvvete illa billahü aliyyil azîm
Bir insanın tabiatında zulmü sevme, kolayca yapma ve hafife alma sevgisi varsa, tabiatının ıslahını hiç beklemesin, onun dininden ve ahlakından felah umulmaz
Kibirlilik, hased, yalancılık ve hıyanet benim tabiatımda hiç yoktur Bu hususta öğünmüyorum da, zira Allah Teala bunlara karşı tabii bir nefret verdi Hamd Allahadır
Desinlerin kötülüğü, bir şey yapan eğer bunun için yapmışsa, yaptığının hayrını görmesi karşılığında sevap yazılmaması ve bu işiyle Allah rızasından başka bir şey murad ettiği için, Allah'a şirk koşmuşa benzemiş olmasıdır Bu hal fazilet duygusunu söndürür Zira bu duygu ile yapılan işler Allah rızası ve fazilet için değil, desinler içindir
Sizde olmayan bir şey ile medhedilmeniz, kötülenmenizden daha zararlıdır ve ağır hakarettir, zira böylece kusurunuz üzerine uyarıldınız, bunu yapan da sizin kınanmanızdan kurtulmanız için yardımınızda bulunmuş oldu
İnsan noksanını bilse kamil olurdu Hiç bir yaratık kusursuz olmaz Saadet sahibi sayılacak kimse , hayatta az kusuru görülerek defnolunandır En çok olan şey, hiç zannetmediğin şeydir Akıllılık, zannettiği şeye karşı tedbirli bulunmaktır Allah'ı (c c) tesbih ederim ki O, bunu böyle tertip etti Böylece İnsanın acizliğini ve O'na olan - yardımına - ihtiyacını gösterdi
Kardeşlik, Sadâkat ve Nasihat
Kusurunu söyleyen, hayatına yardımcı oldu Seninle ilgilenmeyen, seni terketti, hafife aldı Dostun kınaması eritmeye benzer, ya temizlenir kalıba girersin ya da uçarsın Seni ilgilendiren sırrı senden saklayan kardeşin, senin sırrını ifşa edenden daha büyük hıyanet etmiştir Zira sırrını ifşa etmekle yalnız sana hiyanet etmiş oluyorken, seni ilgilendiren sırrı gizlemekle hem kendisi sana karşı hiyanet etmiş, hem de başkalarının hiyanetine uğramana zemin hazırlamıştır
Seni aramayanın peşine düşme, bu sana ancak zarar ve mahcubiyet getirir Seni arayanı sen terketme, bu bir nevi zulüm ve iyiliği karşılıksız bırakmaktır, bu ise hoş değil bilakis kabahattir
İnsanların içine karışmak zorunda kalan kimse, her karşılaştığı kimselere her düşündüğünü söylemesin, fırsat kollayan düşmanı ve her sabah açık tarafını arayan ve hiyanet düşünen kardeşlerin var olacağını unutmasın Onların kötü işi, kendisini gören düşmanın işi gibidir Eğer bundan sağ selamet kurtularsa Allah'a hamdetsin Başka türlü olursa, alman tedbirlerden zarar görmez, öldürücü üzüntüden kurtulursun Bununla beraber, kötü muamele yapmayasın ki, kendin için kötü düşünenlerin şerleriyle karşılaşmayasın Ama burası çok zor ve sıkıntılı yoldur Bu yoldan selametle geçerek, temiz olarak Rabbine kavuşabilen kimse gerçekten dininde ve dünyasında fevz ve kurtuluşa ermiştir Bu yollardan geçinceye kadar basiretli kişinin yürüyüşü ve saksağan kuşunun uyanıklığı lazımdır Bu da senden küçük olanların sırrını ifşa etmemek ve kardeşlerine veya başkalarına lüzumsuz yere açılmamakla mümkündür, hatta en samimi dostlarına dahi açılmayacaksın
Sana emniyet edilen her hususta emin olacaksın, üzerinde titreyeceğin şeyde mecbur kalmamış kimseye emniyet etmeyeceksin, buna mecbur kaldığın zaman da ihtiyatlı davranacak ve Allah'a güveneceksin
Malını ve hatırını, sana güvenerek gelenden esirgemiyeceksin, bunu senden isteyemese bile, sana muhtaç olan ve menfaatini dokundurabileceğin yerde, bu imkanın sende olduğu bilinmese bile faydalı olmaktan geri kalma Bunu yaparken de Allah rızasından başka bir gayen olmasın Hatta senin iyiliğini gören kimsenin senin aleyhinde olabileceğini, belki ilk zararını göreceğin kimse olma ihtimalini hesaba katarak iyiliğini yap Bazı kötü tabiatlı kimseler, şiddetli kıskançlıklarından kendilerine iyilik eden kimselerin üstünlüklerine tahammül edemezler Sen herkese iyilik düşün, muameleleri güzelleştir, ancak iyilik düşündüğünü açıklama Böyle yaparsan günlerin ve gecelerin geçmesiyle bazı zamanlarda yıpransan bile yine rahat ve salim olarak yaşarsın
Her hangi birilerine nasihat ederken, kabul edilmesi şartıyla yapma İyi niyyetle giriştiğin işte, anlaşılman şart değil, karşılık şartıyla hibe etme, bunları faziletinin icabı, borcun olarak kabul ettiğin nasihat ve şefaatin gereği oduğu için yap
Dostluğun gereği bunun iki tarafına riayettir ki, dostun üzüntüsünden üzüntü ve sevincinden sevinç duymaktır, bundan aşağı düşerse dostluk sayılmaz Bazı insanlar dost olmadığı halde dost görünür Burada karşılıklı anlayış aranır Bazı insan kendisini sevmeyeni sever Bu çok kere baba-evlat, kardeş-kardeş ve karı-koca arasında olur, bazan da sevgi aşk derecesine varır Bunda sadık kalan, nasihatçı olduğu müddetçe dosttur Her nasihatçı dosttur, ama her dost nasihatçı değildir
Nasihatin hududu; birinin zarar görmesinden duyulan üzüntünün belirtilmesidir, isterse o zarar gören bundan anlamadan sevinç duysun Birinin menfeatından sevinç duymasıdır, isterse menfaat gören anlamadığı için üzüntü duysun Bu, dostluğun şartlarından fazla olarak, nasihatin şartıdır
Dostlukta samimiyetin en son mertebesi, dostluktan başka bir sebep ortada yokken nefsiyle ve maliyle sana katılması ve başkalarına seni tercih etmesidir Eğer ben böyle birini denememiş olsaydım zamanımızda böylesi dostluğun olamayacağım söylerdim Fakat her gün ayrılmaya sebep olacak şeyler varken dostluğu devam ettirecek dostlar cidden azdır
Fazilet olduğu halde, rezalete benzeyen tek şey varsa o da, dost ve kardeşlerin sayısını çoğaltmaktır Bu fazilet üstüne fazilettir Çünkü bunları kazanmak için, vekar, cömertlik, sabır, vefakârlık, yardımseverlik, nefiste ve malda fedakarlık, iffet, yeri gelince onları savunmak, bildiğini esirgemeden öğretmek gerekir ki, bunların hepisi çok sevilen ve arzu edilen hallerdir
Ancak biz bunları söylerken, dünyanın dönüşüne göre yön değiştiren ve bazı arzularını gerçekleştirmek için dost görünen, dalkavukluğu, veya içki kumar masalarında, masiyet ve kabahatların peşinde, insanların ırz ve namuslarını kirletmek arzusunda bir araya gelerek beraber görünenleri kastetmiyoruz Bunlar dost değildir Bunları bir araya getiren rezalet ellerinden gittiği takdirde, kendileri biribirine düşerler, halleri tersine döner
Biz dostluk deyince, yalnız Allah için biriribini sevenleri kastediyoruz İşte bunlardan suduru muhtemel olan çeşitli kusurlarına muttali olduktan sonra onlarla dost kalmak veya bunlardan birinin ölümü, gaflet ve İhmali, ayrılması veya içlerinden birinin hiyanetine uğranması karşılığında kemiklere kadar tesir edecek üzüntülere katlanmayı göze almak faziletin kemâlidir
Rezalet içinde fazilete benzer bir şey varsa, o da insanın yüzüne karşı methedilmesini sevmesidir Yüze karşı methi kabul etmek hafifliktir Ancak bir yerde de faydalıdır ki, şerri azaltır, hayrı çoğaltır, methedilen ahlakı işitenler de benimser Ben şöylelerini tesbit etmişimdir; adam düşük ahlaklı ve insanlar arasında dedi kodu ile yaşarken, dini anlayışı güzel iyi bir insanla karşılaşmıştır, o da ona nasihat babında onun iyilik sever birisi olduğunu, bazı güzel meziyetler taşıdığını söylemiştir, o da fasıklıklarından bir çoğunu bırakmıştır
Bazı nasihatlar vardır ki nemimeye benzemesi işi zorlaştırıyor
Bir insan, kendisine zulmeden veya hile yapan birinin zemmini yapıyorken, işiten başka biri bu durumu gizlerse, zulmü gizlemiş olur, bu ise zulümdür, kötü bir şeydir Şayet açıklarsa, henüz sabit olmamış bir mesele hakkında birine eziyet etmiş olacağından yine zalim konumundadır Zalimden, yaptığından daha fazlasiyle kısas istemek haksızlıktır Bu gibi durumlarda akıllı kimsenin yapacağı şey, söylenen sözü muhafaza etmek, hakkında söylenilen kimseye ulaştırmamaktır Hile konusunda ise, kendisinin işittiğini muhafaza ederken, aradaki hilenin azalması için yetecek miktarda hissettirir
Nemime ise, duyurulan kimsenin zararına olmadığı halde, her hangi bir söz işiten kimsenin bu sözü, hakkında söylenen kimseye duyurmasıdır
Nasihat ikidir; başta dini konular için farzdır, ikincisi, hatırlatmak ve uyarmaktır Bunun üçüncü derecesi, kınamak ve dokundurmaktır Bunun ötesi tekmelemek ve tokatlamaktır ki, bunun açacağı yara belki daha da büyük olur Ancak mesele dinî olunca, nasihati tekrarlamak vacibdir, beğenilse de beğenilmese de  Nasihat eden bundan eza duysa da duymasa da  
Birine nasihat ederken gizli söyle, açıktan değil, işaret ederek anlat, başkasının yanında olmasın Açıkça söylenmediğinde anlamayacak durumdaysa, dolaylı yoldan duyur Muhakkak kabul edilecek diye nasihat etme, bunlara riyaet etmezsen, sen nasihatcı değil, emrine itaat edilmesini isteyen bir sultan durumuna girer zalim olursun Dini vecibeyi yerine getimek isteyen nasihatçı kardeş olmaktan çıkarsın Bu ise dostun dostuna karşı takınacağı bir tavır değil, sultanın ra'iyyesine ve efendinin kölesine karşı takınacağı tavırdır
Nefsinin yapabileceğinden fazlasını kardeşine teklif etme, sonra zalim olursun
Kazandığını bir gün kaybedeceğini bilerek kazanmaya çalış, bir işin başına geçerken, bir gün o işten ayrılacağını düşünerek ele al, yoksa yolunuda şaşırır, kendine de zulmetmiş olursun
Kendilerini üstün tutulmaya haklı gören ve başkalarının nimetleri ile tercih edilmelerini isteyen kimselerin bu tutumlarına karşı müsamaha göstermek ve bunları görmemezlikten gelmek mürüvvet te değil fazilet te değil Belki pintilik ve acizliktir Bunlara tevessül edenler için de şımarıklıktır Onlar müsümaha gördükçe, bu mezmum fillerinde devam, çirkin ahlakta ısrar ederler Müsamaha gösterenler de onlara yardımcı ve destekçi olarak etrafa karşı haklı göstermiş olurlar
Müsamaha, insaf ehline, müsamaha ve tercih gösterenlere yapıldığı zaman mürüvvet olur Fazilet erbabı bu gibilerine müsamaha ile muamele yapmalıdır Hele bunların buna muhtaç oldukları ve dar durumda bulundukları zamanlarda muhakkak gösterilmelidir
Ama biri kalksa da şöyle dese; Mademki sen müsamahayı ve kusurları görmemezlikten gelmeyi ortadan kaldırıyorsun, kardeşlere karşı bunlar kaldırılırsa, dostlarla düşmanlar arasında ne fark kalır Halbuki muamelede bu tutum fesattır
Biz de deriz ki tevfik Allah'tandır: Müsamahayı, görmemezlikten gelmeyi ve başkalarını tercih etmeyi teşfik eden sözlerle, bir takım çıkarcı ve vurguncuların faydalandırılması kast edilmedi, gerçek kardeşlere karşı müsemaha, kusurlarını görmeme ve kendi nefislerinden önce tercih edilmeleri tavsiye edilmiştir Bunlar arasında fark vardır
Fark şudur:
Dostlar biribirine karşı aynı duygudadırlar Bunlardan hangisinin durumu ve ihtiyacı diğerinin fedakarlığına lüzum gösterirse, karşılıklı fedakarlığı yaparlar Dostluğun ve mürüvvetin hükmü budur Ama bir taraf muhtaç olduğunda diğer taraf her türlü fedakarlığa koşuyorken, karşı taraf muhtaç duruma düştüğü takdirde, arkadaşı onu terk ediyorsa, bu kardeşlik te değildir dosluk ta  Bu ancak çıkarcılıktır, kapıp kaçmadır Elbette böylelerine müsamaha göstermeye gelmez Dostluğun ölçüsü karşılıklı anlayıştır Her ikisinin de zaruret ve ihtiyaç durumları eşit bulunduğu takdirde her ikisi de kendi nefsinden önce kardeşinin ihtiyacına koşuyorsa, gerçekten dostturlar Bir taraf kardeşinin ihtiyacına koşuyorken diğer taraf buna aldırmamakta direniyorsa bu dostuk değildir ve öylelerine dostça muamele etmeye değmez Ama sırası geldiğinde, iki taraftan da bu anlayış görülüyorsa, bunlar dosttur Dostluklarını devam ettirmelidirler
Birinin işini yapmak istediğin vakit, isterse iş sahibi bunu senden istemiş olsun, isterse kendiliğinden başlamış ol, işi, iş sahibinin isteğine uygun yap, senin istediğin gibi değil Yoksa hiç yapma Bunun aksini yaparsan, iyilik değil kötülük etmiş olursun, teşekkür değil zemm hakkedersin, bu iş dostluğu değil düşmanlığı gerektirir
Dostuna, kendisini üzecek veya haberdar olduğunda kendisine fayda temin etmeyecek şeyleri nakletme, bu rezillerin işidir Bilmediğinden dolayı zarar görecek şeyi de kendisinden gizleme, bu ehli şerrin yapacağı iştir
Sende olmayan şey ile metholunmakdan sevinme, aksine bununla üzüntün olsun Zira bununla noksanlığın sana duyurulmuştur Maskaralığa ve istihzaya alınmışındır, bundan ancak aklı kıt ahmaklar memnunluk duyar
Sende bulunmayan kusurlarla kınanmadan üzülme, bilakis memnun ol Bununla insanlar arasında faziletin yayılır
Sende fazilet varsa sevin, ister medhetsinler, ister etmesinler Ayıpların üzerine üzüntü duy, insanlar seni ister kınasınlar ister kınamasınlar
Dostunun eşi hakkında kötü söz duyan, bunu asla söylemesin, hele bunu söyleyen kişi ayıp araştıran, insanları eleştiren, dedikoducu, kendi emsalini insanlar arasında çoğaltmak suretiyle kendini gizlemeye çalışan tipten olursa, insanlar arasında böyleleri çoktur
Hulasa şudur ki insan hakk olan sözden başkasını söylemesin Biri aleyhinde söz söyleyen, bu sözün hakk veya batıl olduğunu bilemez ancak, dini yönden söz taşımanın yeri çok büyüktür Böyle bir sözün bir cemaat tarafından söylendiğini ve bir insan sözü olmadığını görür, halk arasında yayıldığını ve asıl olduğunu da bilir fakat arkadaşına bunu kabul ettirebilecek durumda değilse, münasip bir lisanla, yalnız kendi aralarında anlatsın "Kadınlar çok çeşittir, evine gelenlere dikkat etmen uygun olur, şu şu işlerden sakın ," vb Eğer arkadaşı bu nasihati kabul eder de gerekli tedbiri alırsa bundan nasihatçı kazançlıdır Eğer aldırmaz da bildiğine giderse, o zaman da tek kelime ile bir daha bundan bahsetmeden, dostluğunu sürdürür, nasihatini kabul etmemiş olması, dostuğunu kesmeyi gerektirmez İşin hakikatini bizzat görse de arkadaşını da buna vakıf edebilecek durumda olursa, durumu haber vermek ve arkadaşını hakikata vakıf etmek için yardımcı olmaya borçludur Arkadaşı bundan gayret duyar, kıskandığını gösterirse, arzusu tahakuk etmiş olur, fakat bundan da gayret ve kıskançlık duymadıysa artık onun arkadaşlığını bırakır, onun dostuğunda hayır yoktur Bir adamın gizli gizli birinin evine girmesi onun sui haline delalettir Başka delil aranmaz Bir kadının bir erkeğin evine bu şekilde girmesi de böyledir Bunlar üzerine başka delil aramak hafifliktir, böyle bir kadından her halükârda ayrılmak vacipdir Bunlardan kaçmak, sakınmak vacibdir Böye bir kadını yanında tutan, kendini deyyusluktan kurtaramaz
İnsanların Ahlaken Mertebeleri
İnsanlar bazı ahlaklarında yedi mertebeye ayrılır:
Bunlardan bir kısmı, insanı yüzüne medheder, arkadan kötüler Bunlar münafıktır, halk arasında kusur arayan dedikoduculardır ki insanların çoğu böyledir
Bir kısmı, medhi de, kötülemeyi de yüzünü yapar Bunlar da, kendilerini beğenmiş, diğerlerinin kusurunu araştıran ve onlara tepeden bakan kimselerdir
Bir kısmı da insanı yüzünden de arkasından da methederler, bunlar da bir takım dalkavuklardır, herkesten bir şeyler beklerler
Bir kısmı da, insanı yüzüne kötüler, arkasından metheder, bunlar da seviyesiz ahmaklardır
Fazilet ehli kimseler, insanı yüzüne karşı ne metheder, ne de zemmeder, iyilikleriyle arkadan metheder, kötülükleri hakkında susarlar
Ama temiz insanlara da ayıpları isnad etmeye çalışan münafıklar, insanların yüzüne kusurlarını söyleyemezler, arkalarından çekiştirirler Selamette kalmak isteyenler insanı önünden de arkasından da ne çekiştirirler, ne de methederler
Biz bu sınıfların hepisiyle de karşılaştık, bunları imtihan ettik
Bunlarla yanlız yerde konuşur nasihat ederken, yumuşaklık göster, onlardan duyduğun kötü kelimeleri başkalarına söyleme, aksi halde nemime yapmış olursun, onlara sert söyleyecek olursan, kaçırıp uzaklaştırırsın Halbuki Allah Teala Hz Musa ile Hz Harun'u, Firavun'a nasihat etmek üzere gönderirken:
"Ona yumuşak söz söyleyin" buyurmuştur
Rasûlullah da (s a v):
"Nefret ettirmeyin" buyurmuştur
Muhakak sizden kabul görmesi şartıyla nasihat ederseniz, zalim olmuş olursunuz, nasihat ediyorum derken bu şartınızla hataya düşenlerden olursunuz Uygun olanı bırakıp hatayı kabul ettirmek isteyen biri durumuna düşersiniz
Her şeyin bir faydası vardır Ben cahillerin inadından büyük menfaat edindim Onlar benim tabiatımı ateşledi, hatırımı sertleştirdi, fikrimi canlandırdı, neşemi heyecanlandırdı ve o büyük menfaatlar sağlayan teliflerime sebeb oldu Benim durgunluğumu onlar deşelemeselerdi, içimi ateşlemeselerdi bu teliflerim için ayaklanmazdım
Dostunla akrabalık kurma, alış veriş te yapma Bu iki amelin biz ancak kesilmeye, kopukluğa sebep olduğunu gördük Bazı cahiller bunları, ilişkiyi kuvvetlendirir zanederler fakat öyle değildir Çünkü bunların her ikisinde de taraflar kendi nefisleri için pay ayırmak isterler, karşı tarafı kendi nefsine tercih eden cidden azdır Nefislerine pay arayan arzular karşılaşınca, münazaaya düşülür, mürüvvetin fesadı da münazaaya düşmektedir
Hısımlığın selameti, biribirini görmeyenlerin hısımlığıdır, çünkü akrabalık adaleti gerektirir, istemeselerde  Çünkü onlar ayrılamayacak biçimde bir araya geldiler, nesebde birleştiler ki her ikisinin tabiatında kendisini savunma ve koruma vardır ve bu duygular insanları karşı karşıya getiriyor
Muhabbet ve Çeşitleri
Muhabbetin hakikati ve nevileri hakkında benden soruldu Muhabbetin hepisi bir cinstir Bunun resmi ise, sevilen şeye rağbet gösterilmesidir Seven, sevdiğinden uzak düşmekten korkar, sevdiği ile karşılıklı münasebetten hoşlanır Ama insanların, muhabbetten gayeleri muhtelif olduğundan, mahabbetin kıymetini takdir ederlerken de farklı değerlendirmeler ortaya çıkmaktadır Bundan beklenilen şeyin kıymetli olması nisbetinde muhabbet kıymet kazanır, basitliği nisbetinde de basitleşir
Muhabbet, bazen Allah'a karşı ve Allah rızası için olur, aynı gayede ve fikirde birleşenler arasında olur, baba - oğul arasında, dostlar arasında, bir liderin etrafında toplananlar arasında, yatak arkadaşına karşı, iyiliğini gördüğü veya iyliğini beklediği kimselere karşı olur Bunların hepsi bir cinsten olmakla beraber, gayeler muhtelif olduğundan kıymet dereceleri de muhteliftir
Evladını kaybedenin, bu acıdan telef olduğunu gördük Allah'a ve bazı insanlara aşık olarak bu aşktan ölenleri gördük Bağlı bulunduğu liderini savunanları, sevdiğini kıskananları gördük
Sevenin, sevdiğinden en az bekledeği şey, onun yakınlığına ermek, takdir ve iltifatına mazhar olmaktır Allah aşıkları bunu beklerler Sultana aşık olanlar da, onun sohbetinde bulunmak ve yanında yer almak isterler Selahiyyet sahiplerinden ve akrabalardan, karşılıklı anlayış ve haklarına riayet beklenir
Muhabbetten beklenilen en son derece, sevenin sevdiği ile azalarıyla katışmak suretiyle birleşmektir Bunun için, yatak arkadaşına karşı muhabbette ileri gidildiğini görüyoruz Ana-baba evladına karşı aşırı sevgiden, onlarla sarılmak ve onları öpmek isterler
Muhabbetten beklenilen şeye bir mani çıkarak, erişemediği takdirde, daha da çok sabırsızlaşıldığı görülür Yalnız görmeye razı olduğunu söyleyenin, sonradan bununla yetinmediği görülür, çünkü fazlasını bekliyor Bazen de, sevgisine mazhar olarak keramet yurdunda kalmaktan öte bir şey beklenmediği için, bunun üzerinde razı olur, bundan yüksek bir derecede gözü olmaz, Allah aşıkları böyledir
Bir müslümanın öz evladına besleyeceği sevgi ile, nikahlayabileceği bir kıza besleyeceği sevgi arasında fark vardır Kendi kızı ile evlenmekte sakınca görmeyen bir mecusi ile, bir müslümanın kız evlatlarına karşı muhabbetleri ayrıdır Süt kardeşi ile evlenmekte sakınca görmeyen bir hırıstiyanla, bununla evlenmeyi caiz görmeyen bir müslümanın süt kardeşlerine karşı duyguları farklıdır Müslüman, bunlara bir mecusi veya bi hırıstiyan gibi bakmaz Eğer nadiren böyleleri görülürse, dini fesada uğramış, din duyguları sönmüş zavallı bir bedbahttır
Bu izahlarımız sonunda varılan hakikat, baştan söylediğimiz gibi, muhabbetin hepsi bir cinsten olmakla beraber, bundan beklenilen şeylerin farklılığı ve kıymet ölçülerinin takdiri nisbetinde yer ve derece alır ve değişiklik gösterir
Sonra biz, tama'ın yalnız bu fende olduğunu iddia etmiyoruz Bazen bakarsın, birinin bir yakını ve çok sevdiği biri ölür de, veraset itibariyle kendisini ilgilendirmiyorsa, bunun üzerindeki üzüntüsü uzun uzadıya olmaz Buna mukabil, kendisinin varis olacağı biri öldüğünde, bunun üzerindeki ihtimamı daha ciddidir, akrabalığı biraz daha uzak ta olsa bu böyledir Mal üzerindeki ihtimam kısa zamanda bırakılamıyor
İnsanların halleri de böyledir Alt tabakadan bazı insanlar, memleketten kimin işi nasıl oluyor, hiç kendilerini ilgilendirmiyorken, bu işleri idare mevkiine göz koyduğu ve ele geçirmesine ümid bağladığı takdirde, buradan çıkan işleri yakından eleştirir, oraya karşı büyük bir kin ve nefret duymaya başlar Bundan duyduğu ihtirasa kendini feda eder, bu uğurda dünyasını (maazallah) ahiretini yıkar
Demek ki, her yerde (tama') zillettir Her tamâ'ın üzüntüsü vardır Bu üzüntünün de getireceği ahlaksızlıktır
Bunun zıddına nefsin nezaheti denir ki, fazilet sıfatıdır Bu sıfat, yiğitlik, cömertlik, adalet ve ileri görüşlülükten meydana gelmiştir Zira tama'ın pek faydalı netice vermeyeceğini görerek bırakmak yiğitlik, izzet-i nefiste büyüklüktür, elden gideceği düşünülen şeyin menfaatına kapılmamak cömertlik, haline razı olup bir başkasına, kendi nefsine tanıdığı hakkı tanımak adalettir Demek ki nefsin nezahati bu sıfatlardan mürekkeptir Buna karşılık tama'da, korkaklık, cimrilik, zulüm ve cehaletten mürekkeptir Rağbet (aşırı istek) tama'dır ki, devamlı surette toplamak, arttırmak ve kullanmak ister Eğer tama' olmasa idi, kimse kimseye boyun eğmezdi Ebul-Feyyaz oğlu Ebu Bekr'in bana haber verdiğine göre, Muhamis oğlu Osman "Esha" daki evinin kapısına "Ey Osman, tama' etme!" diye yazdırmıştır
Muhabbet Hakkında Görüşler
Sevmediği birinin yanında kalmaya mecbur olanla, sevdiğinden ayrı kalmaya mecbur kalan müsavidir Seven sevdiğini müsait durumda davet eder de, karşı taraftan beklenilen cevabı bulursa, bu davet yerini bulmuştur
Sen sende olan ile kanaat et ki, seninle olan kimse de seninle kanaat etsin
Muhabbette saadet, elini atınca yakalayabileceği birine takılıp, yakaladıktan sonra da, Allah tarafından mu'ahaza ve insanlar tarafından da kınanmaya tabi tutulmayacak bir halde bulunmaktır Bunun salahı da, karşılıklı sevgide anlaşmaktadır Bunun hürriyeti de, sevdiği ile yalnız ve başbaşa kalmaktır, tamamı ise, bunların halinden etrafın gafil kalmasıdır ki, bu da olsa olsa ancak cennette olur Muhabbetin tam karşılığını bulmak ise, yalnız cennettedir Yoksa, eğer bunlar tamamen dünyada olacak ve kıskanılanlar ortadan kaldırılmış, sevgileri de yok olmuş olsa, fecaatlar biribirini kovalar ve lezzetler bitmeden önce, ömürler son bulurdu Kıskanmanın kalktığı an muhabbetin de kalkacağına inan
Kıskanmak faziletten sayılan ahlaktır Bunda mertlik, temizlik ve adalet vardır Zira, adaleti olan kimse, başkasının hürmetine tecavüzü de kabul etmez Bu tabiatta olanın izzet-i nefsi vardır İzzet-i nefsi olan bunu kıracak şeyleri hazmedemez
Arkadaşlarımdan biri anlattı Demişti ki; ben kıskanmanın ne oduğunu bilmiyordum, ama birinin sevgisine müptela oldum da, sonra öğrendim Bunu söyleyen, temiz ahlaklı biri değildi, ama anlıyordu
Muhabbetin beş derecesi vardır:
Birincisi, sevdiğini güzel görmesi, görüntüsünü hayallemesi veya ahlakını güzel olarak kabul etmesidir Bu karşılıklı samimiyetten olur Sonra, hoşuna gitmesidir ki, bakanın, bakılanı yakından görmek istemesidir Sonra, ülfettir ki, sevdiğini görmemekten vahşet duymasıdır Sonra, sevenin aklının, gönlünün sevdiği ile meşgul olmasıdır, buna gazellerde (aşk) denir Daha sonrası şagaf'tır ki, yemeğe, içmeye ve uykuya mani olur Çok kere hastalığa veya vesveseye veya ölüme götürür Muhabbetin son mertebesi budur
Biz kadınlardan, daha hareketli ve daha tezcanlı olanların daha çok aşık olduğunu zannediyorduk, halbuki, eğer anlayışsızlıktan gelmiyorsa, daha sakin olan kadınların daha çok aşık olduklarını tesbit ettik
Suret Güzelliği
Sevimlilik nedir? diye benden soruldu Ben dedim ki; Sevimlilik, yüzde tatlılık, güzellikte incelik, harekette letafet, işaretlerde hafiflik ve nefsin kabul edeceği surette olmasıdır Burda, başlı başına açık güzellik olmasa bile, bu sıfatların bir araya gelmesi sevimlilik meydana getirir Bazen nice özel güzellikler vardır ki, dış gürünüşü itibariyle güzel kabul edilmekle baraber, tatlı bir tavır gösteremediği için güzel ve sevimli kabul edilmemektedir Demek ki sevimlillik; akıllılık ve sadeliktir Sevimliliğin aslında kendine has lügati yoktur, her bakanın görüşüne göre değişir Bu, yüze çekilmiş bir peçe, kalbi kendine çeken bir parlaklıktır Belirli bir güzelliği olmasa bile, görenler onun güzelliği üzerinde birleşir Tek tek sıfatlarında fevkalâdelik olmasa bile, görenlerin dikkatini üzerinde toplar, sanki görenin nefsini çeken hali olur Sevimliliğin en yüksek mertebesi budur işte  
Bundan sonra da, bunu değerlendirmeler değişir,bazen güzellikten, bazen de sevimlilikten bahsedillir Ama hiçbir zaman tek yönlü güzelliği, tarif ettiğimiz sevimlilikten üstün görenini bulamazsın
Ahlak ve Adalet
Sevilmeyen değişiklik, lüzumu ve faydası olmadığı halde yapmacık hâl ve renklere girerek değişikliğe zorlanmaktır Adam, ihtiyacı kadar giyinir, fazlasını terkederse, akıl ve hikmete uygun iş yapmıştır
Her türlü kemal sıfatlarla muttasıf ve her türlü noksan sıfatlardanda temizlenmiş olarak, insanlara örnek gönderilen Hz Muhammed (s a v ) başı sarıksız ve kalpaksız, ayağı ayakkabısız ve mestsiz olduğu halde, Medine'nin en uzak yerlerine kadar, ashabı ile birlikte hasta sormaya gider, hazır bulur kıldan elbise giyer, hazır olur bezden giyerdi, lüzumsuz yapmacıklara zorlanmaz, lazumlu şeyi ihmal etmezdi Bulduğu ile yetinir, bulunmayanı aramazdı Bazen yaya ve yalın ayak yürür, bazen mest giyerdi Bazen parlak katıra, bazen ata, bazen deveye ve bazen de merkebe biner, bazı ashabını da terkine bindirirdi Bazen ekmeksiz hurma yer, bazen de ekmeği yavan yerdi Bazen kızartma et ve karpuz, hurma ve tatlı ile yerdi İhtiyacı kadarını alır, fazlasını dağıtırdı İhtiyaç fazlasını terkeder, lüzumundan fazlası için zorlanmazdı Nefsi için sınırlanmaz, Allah için gazabı bırakmazdı
İtikadda sebatla inat biribirine benzer Ahlakın keyfiyetini bilmeyen bu ikisinin farkını anlayamaz İnat; batıl üzerinde ısrar etmek veya yaptığı işin yanlış olduğunu anladıktan sonra, veya yanlış mı doğru mu olduğu anlamadan önce, yalnız kendini kuvvetli göstermek gayesi ile tutturduğu yolda direnmektir ki, bu fena bir şeydir, bunun zıddı insaftır
İtikadda sebat ise, yalnız hakk üzerinde veya hakk olarak kabul edilmiş olup, batıl olduğuna açıklık görülmeyen yerlerde sebat ve ısrardır ki, bu tutum sevilen ve takdir edilen bir tutumdur Bunun zıddı dönekliktir Bunun kınanan tarafı, hakk ile batılı inceleyip birbirinden ayırmadan önce bir tarafa saplanıp kalınmasındandır
Aklın hududu, taat ve fazilette kullanılması nisbetindedir Bu hudud masiyet ve rezaletten uzak durmayı da içine alır Kur'an-ı Kerim bir çok yerinde, isyan edenlerin akıllarının ermediğini beyan eder Allah Teala, bir kavimden bahsederken Kur'an-ı Kerim'de:
"Dediler ki; eğer biz, işitir ve aklı erer olsaydık, acı azabın içinde olmayacaktık" der (Mülk 10)
Yine Allah, onları tasdik ederek şöyle buyurur;
"Onlar günahlarını itiraf ettiler, yazıklar olsun cehennem ehli için" (Mülk,11)
Ahmaklığın hududu ise, masiyet ve rezalette kullanılması nisbetindedir Haddini tecavüz, başkalarını taşlamak ve sözlerini karıştırarak konuşmaktır ki mecnunluktur, hastalıktır
Anmalık, akıllılığın zıddıdır Bu ikisi arasında hafiflikten başka bir sıfat yoktur
Hafifliğin hududu; dinde veya dünyada faydalı olmayacak, halk arasında değerlendirilmeyecek, taat veya masiyet te sayılmayacak, fazilet veya rezalet olarakta görülmeyecek bir takım sözler söylemek ve işlerle uğraşmaktır Bunları çoğaltıp açmaması nisbetinde, hafifliği de artar, eksilir Bakarsın bir yerde adam akıllıdır, diğer yerde hafif, o bir yerde ahmaktır
Mecnunluğun zıddı; Marifetlerde ve sanatta eşyayı temyiz ederek, birini diğerinden ayırmak suretiyle onlar üzerinde tasarruf kuvvetine sahib olmaktır Buna, geçmişlerimiz "nutk" diye isim vermişlerdir Akıllılık ile mecnunluğun ortası yoktur
Ama dünya işlerinde ve insanların hallerine uygun şeylerle onlara sevilmede, ama batıl veya değil, ama ayıp veya değil, mal arttırmak hususunda şöhret kazanmakta gösterilen yetenekler akıllılık değildir Allah Teala'nın, onların akıllarının ermediğini tastik etmesinde ve bize de onların akıllarının ermediğini haber vermesinde (elbette) doğrudur Onlar dünya işlerinde siyasette mallarını arttırmakta ve riyasetlerini korumakta maharetlidir Halk onları "dahî" diye isimlendirir İşte halk bu 
Bunun zıddı; akllılık ve selâmettir Bu söylediklerimizde, şahsiyetini korumaya "hazm" denir Bunun zıddı, kendini düşürmektir,
Vekar ve sözünü yerine oturtma, tedbirini alma ve insanlarla hoş geçinme güzel ahlaktır ki buna rezânet denir, zıddı hafifliktir
Vefakârlık; adalet, cömertlik ve mertlikten mürekkeptir Zira vefakâr, kendisine itimad gösteren birine karşı çıkmanın zulüm olduğunu bilir, kendisine iyilikte bulunan birine karşılık gösterilmediği takdirde, adaletsizlik etmiş olacağını anlar Bunlara karşı acil müsamahada bulunmayı, cömertliğin icabı olduğunu kabullenir, ifâde eder Kendisine karşı yapılan iyilik ve itimada karşı duyarsız kalmayı, küt ve kötürümlük olarak kabul edeceğinden vefakârlık yapar
Faziletin esası dörttür ki, her fazilet bunlardan mürekkeptir Bunlar; adalet, anlayış, necdet (şeca'at yiğitlik) ve cömertliktir Rezaletin esası da dörttür ki, her türlü rezalet bunlardan mürrekkeptir Bunlar; zulüm, cehalet, korkaklık ve cimriliktir Nefsin nezaheti bir fazilettir ki cömertlikle yiğitlikten meydana gelmiştir, sabır da öyledir Kanaat, adalet ve cömertlikten mürekkep bir fazilettir Benim bu söylediklerimi Ebu Muhammed Ali bin Ahmed şöyle ifade etmiştir;
Şiir;
Akıl olsa esas ancak, olur üstünde ahlak sür
Akıl olmazsa ger süsü, ilimden bak helaki gör
Cehalet ne acı körlük ki, sarmış her yanın gurur
İlim ancak adaletle tamam, onsuz ateşten kor
Adaletse cömertliktir, bu olmazsa eder çün cevr
Cömertlikte temel mertlik, korkak yerlerde sürünür
Gayyur isen göster iffet, zina etmez ki hiç gayyur
Bütün bunlar kemal bulur, takva ile ki odur nur
Asalette fazilet varsa, elbetteki görünür
Fezailde esas adlu, fehim, cud'u, mürüvvet'tir
Mürekkeb olsa halkın başı, bunlardan işi yürür
Keza baş işi anlarsa bulanıklar hep durulur
Faziletler ve Rezaletler
Ağır başlılık (hilim) yiğitlikte (necdetten) başlı başına bir nevi'dir Kana'at; cömertlik ve adaletten mürekkebdir Oburluk tama'dan doğar Tama; hasedden, hased; rağbetten, rağbet; zulüm ve cimrilikten doğar
Hırstan bir çok büyük rezalet doğar Zelillik, hırsızlık, gasb, zina, öldürmek (katillik), aşk, fakirlik üzerine üzüntü, insanların elindekini dilenmek bunlardandır ki, bunlar hırs ile tama'ın arasından doğar Hırs ile tama'ı biribirinden ayırdık, çünkü hırs; insanın nefsinde gizli olan tama'ı dışarıya vermesidir
Müdârat; sabır ve hilim (ağırbaşlılık)'tan mürekkep bir fazilettir
Doğruluk; adalet ve cesaretten mürekkeptir Bazen haksız olarak sana gelen biri haklı olarak döner, o da şöyle olur Bir insandan sana yalan haber getirir, seni tahrik eder, sen de cevap verirsin, bundan sakın, söyleyeni tesbit edilmemiş sözlere cevap verme Yalandan daha kötü bir şey yoktur Öyle bir ayıptan ne beklenir ki? Yalanın nevilerinden biri de küfürdür Her küfür yalancılıktır Yalancılık bir cinstir, onu türlerinden biri de küfürdür
Yalancılık; zulüm, korkaklık ve cehaletten doğar Korkaklıktan nefsin mehâneti (kıymetsizliği) doğar Yalancının nefsi mehindir, nefse kıymet veren izzetten mahrum ve uzaktır İnsanları merkeplerden, köpeklerden ve diğer haşerattan ayıran konuşmaların da üçe ayrıldığını gördüm;
1- Sözünü nereye sarfettiğini aramaz Ağzına geleni söyler, ne hakka yardımcı olmayı ve ne de batılı reddetmeyi düşünür İnsanların çoğu böyledir
2- Kendi nefsinde hak olarak kabul ettiğim destekler, batıl olarak kabul ettiğinde redetmeye çalışır Ama bunların hakikatlarını anlamaya çalışmaz, araştırıp tesbit etmez Tuttuğu yolda inandığına ısrar eder Bunlar da çoktur ama birinci sınıftan sayılanlar kadar değildir
3- Sözü yerine oturtandır ki bunlar kibrit-i ahmerden daha nadir bulunur ve daha kıymetlidir de  Hakka teslim olmayan ve onu hazmedemeyenin endişesi uzun olur
İki sınıf insan gayet rahattır; biri son derece iyi, diğeri son derece fena Birincisi dünyayı bırakan, ikincisi hayayı kaldıran insandır
İnsanın dünyadan uzak durması için başka bir şey olmasa da, her gece uyuduğunda uyanıkken sevdiklerini, evladını, makamını, acısını, varlığını, izzetini, zilletini unutur ki bunlar dünyayı anlamaya yeter, aklı olan için  
Allah'ın acaip tedbirindendir ki, alemde en çok ihtiyaç duyulacak şey, en ucuz şeydir Suya bakın Bundan daha çok lüzumsuz şeyler bundan pahalıdır Kırmızı yakut'a bakın, nice insanlar bunun peşinde dağ başlarında ve ovalarda dolaşır dururlar ki, bundan daha çok lüzumlu şeyler, bundan ucuzdur
İnsanlar hayat yolculuğunda vahada yürüyen kişilerin haline benzerler, bir bölümü aştıkça karşılarına bölümler çıkar, bir sebebi geçtikçe karşısına yeni sebebler doğar "Aklı olan dünyada yorulacak" diyen de, "aklı olan dünyada yorulmayacak" diyen de doğru söylemişlerdir Aklı olan sıkıntı duyacak Çünkü, her taraftan bâtılın yayıldığını ve bâtılın devletinin Hakk'ın devletine galib geldiğini görecek, kendisinin Hakk'ı yayma çalışmalarına engel olanlarıyla karşılaşacak, bundan rahatsız olacak, sıkıntı duyacak Ama rahatlığı ise, bir çok insanın dünya peşinde koşarak katlandıkları fuzuli şeylerden kendini korumasındandır
Sakın, kötü insanların meclisine muvafakat etme, onların, senin dünya ve ahiretine zarar verecek nitelikteki söz ve davranışlarına müsade etme, bunlar az şeylerdir diyerek müsamaha ile karşılama Bunlardan pişmanlıktan başka bir fayda sağlayamazsın ki, o zaman artık pişmanlığın da fayda vermez Bunları müsamaha ile karşıladığın için kimse seni takdir etmez, bilakis sana küfreder, en azından acı akıbete uğramandan ve aleyhinde gıybette bulunulmasına aldırış duymaz
Sakın, dünya ve ahiretin için zararlı olmayacak şeyler yüzünden, meclis arkadaşlarınla ve muasırlarınla karşılaşma, hatta basit bir meselede bile olsa Zira bundan, nefret ve düşmanlıktan başka bir şey kazanamazsın Belki bu küçük karşılaşman, sana hiç bir şey sağlamadığı halde, büyük zarara götürecek sonuçlar doğurabilir Eğer insanları bozarak, Hakkı razı etmek veya Hakkı darıltarak insanları razı etmek arasında kalırsan, Hakkı razı et te, insanların nefretini kazan, onların hatırı için Haktan ayrılma
Cehalet, masiyet ve rezalet erbabına vaaz ederken, Rasulullah'ın (s a v) vaaz ve nasihatlarında riayet ettiği esaslara sadık kalmak vacibdir Bunlara sert ve yüz ekşitmek suretiyle vaaz etmek hatadır, Rasûlullah'ın yolunu aşmaktır Zira bunlar çok kere, kendilerine söylenen şeylere karşı çıkarak, kendi yolunda inadına ısrar etmek isterler, bunlara karşı sert ve haşin davranmakla ancak onların bu inatları kuvvetlendirilmiş olur Böylece iyilik değil kötülük yapılmış olur Yumuşak ve tatlılıkla yapılan vaazlarda, nasihat edilen kimsedeki kabahat değil de, başkalarında olan kabahattan haber veriliyor ve ona işaret ediliyor görüntüsünü verir ki, bu türlü konuşma daha tesirli ve daha beliğdir Şayet nasihat edilen kimse bundan da almazsa, acıtarak ve yalnız yerde, bu da sonuç vermezse, irşad edilmek istenen kimsenin saygı gösterdiği ve yanında utanacağı birinin yanında tekrarlanır Sözün yumuşatılması hususunda Allah'ın talim buyurduğu edeb böyledir
Rasûlullah (s a v) vaazlarında bizzat kişinin kendisini muhatap almaz:
"Ne oluyor, bazı kimseler şöyle yapıyorlar?" buyururdu
Rasûlullah (s a v) yumuşaklığı öğmüşler, kolaylaştırmayı emretmişler, zorlaştırmayı nehyetmişlerdir îrşad ettiği kişileri usandırmamak için sözünü kısaltırlardı Allah Teala onun hakkında şöyle buyurmuştur:
"Eğer sert ve haşin olsaydın, etrafından dağılırlardı " (3/159)
Şiddet ve sertlik, Allah adına hadd ikame edilirken gösterilmelidir Nasihati tesirli kılan hususlardan biri de, irşad edilmek istenilenin yanında, ona terkettirilmek istenen hareketin hilafına hareket edenleri medhetmektir Bu tutum, hayır işlemeye davet eder Bundan başka da medhi sevmenin işe yaradığı bir yer olduğunu bilmiyorum Bu da, onu işitenin ona uymak suretiyle iyiliğe gitmesidir Onun için biz de, yapılan fazilet ve rezaletin tarihleriyle kaydını yapıyoruz Böylece, zamanla işlenilen rezaleti işitenler bundan nefret etsinler ve önceden geçmişlerin işlediği iyilikler de duyularak onlara rağbet gösterilsin
Gök kubbe altında olan canlı cansız her şeyi düşündüm ve uzun uzun inceledim, sonra vardığım netice şu oldu; Her şey, her yerde kendi tabiatını hakim kılmak ister Onun için, kendi tabiatında olmayanları, tabiatlarından ayırarak, kendi tabiatına sokmak ister Fazilet sahipleri de, herkesin faziletli olmasını ister Her konuşan sözünün, her çalışan işinin takdir edilmesini ister Her mezhep sahibi de, herkesin kendi mezhebinde olmasını ve orada birleşmesini ister Bu hususu yerde, ağaçlarda, nebatatta suda ve rutubette görürsün Subhânallah! Bunları yaratıp tedbir eden büyük Allah! Senden başka ibadet edilecek İlah yoktur!
Sonra Allah'ın acaip yaratıklarından olarak, halkın bu kadar çokluğu içinde, biribirine benzeyen çıkmadı Ben seksen yaşını geçmiş birine sordum, "Şimdiye kadar tamamen biribirine benzeyen iki kişi gördün mü?" diye de, hiç görmediğim söyledi Alemde olan her şey de böyledir Bunlardan bazıları aletlerle, bazıları terkibindeki cisimlerle, bazıları da göz alışkanlıkları ile tanınmaktadır Bunların tümünü tarif etmeye dilin de takati yoktur Kudreti sonsuz olan Allah Teâla her türlü noksanlıktan münezzehtir
Dünyanın hayret edilecek durumlarındandır ki, nice insanlar üzerinde fasit emelleri galip gelmiş peşin olarak nefislerini yoruyor, günah kazanıyor, bir faydası da yok Bir takım gıdaların pahalı olmasını isteyen birisi gibi ki, bunda kendisinin de helaki var Birilerinin zararını istemek gibi ki, bu istek bir şey değiştirmeyecek, sadece nefsinde sıkıntı olacak Halbuki iyi niyetli olsa peşinen sevap kazanacak, nefsi de rahatlayacak Ahlakın fesadı bu şekilde hiç bir menfaat etmediği halde huzuru kaçırıyor
|