Prof. Dr. Sinsi
|
Tasavvufun Kuran-İ Kerim Ve Sünnetteki Delilleri
Tasavvufun Kuran-ı Kerim ve Sünnetteki Delilleri
Tasavvufun ısrarla üzerinde durduğu batıni amellerle ilgili ayet-i kerime var mıdır, diye bir soru gelebilir akla Evet açıkça batıni niyet ve amellere işaret eden ayet-i kerimeler vardır
Bir örnek vermek gerekirse; Allah-u Zülcelal şöyle buyurmuştur:
"De ki: Ancak bizim Rabbimiz gizli ve açık olan fevahiş (kötü) davranışları haram kılmıştır " (A’raf; 33)
Diğer bir ayet-i kerimede de:
"Açık ve gizli olan kötülüklere yaklaşmayın " (En'am; 151) buyurmuştur
Allah-u Zülcelal nasıl zâhirî âzâlarımızla yaptığımız kötü hareketleri haram kılmışsa, bâtınî olan; kin tutmak, riya (gösteriş) da bulunmak, hased etmek gibi kötü hareketleri de haram kılmıştır Öyle ise bu bâtınî olan kötü sıfatları da izale etme çabasına girmemiz gerekir Bunun yegâne yolu da şânı büyük olan tasavvuf yoluna girmektir
İbn Abidin kuddise sırruh şöyle buyurmuştur:
"İhlas ilmini okumak; ucub, riya, hased gibi manevi hastalıkları bilmek ve bunlardan muhafaza olmaya çalışmak farz-ı ayndır (her müslümana farzdır ) İnsanın nefsi için her birisi birer afet olan kibir, gazap, cimrilik, ihanet gibi hastalıkları bilmek ve kendini bunlardan muhafaza etmek de farz-ı ayndır " (İbn-i Abidin; I/42)
Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
"Kalbinde zerre kadar kibir bulunan, cennete giremez" (Muslim, İman:147)
Tüm bunlardan sonra bizim için en önemli görev, kendimizi bu kabih (çirkin) hastalıklardan temizleyip, halis bir kalple Allah-u Zülcelal’e yönelmektir Bu da ancak tasavvuf ile mümkündür
Sonuç olarak tasavvufun aslı; Kur'an ve Sünnet yolunda yürümektir Tasavvuf üstadlarının tarif ettiği yoldan, ne olursa olsun ayrılmamaktır Bid’atleri, boş arzuları, nefsanî istekleri terk etmektir Hürmet gösterilmesi gereken mübarek zatlara ve diğer mahlukata karşı saygıda kusur etmemektir Bilhassa, virdlerin (alınan ders) devamlı yapılmasına dikkat etmektir (bk Ebu Abdurrahman Sülemi, Tabakatü’s-Sufiyye; 488, Ebu Kasım Nasrabadi’den naklen)
İşte tasavvufun aslı ve özü budur Kim bu tarif edilen yoldan saparsa, muhakkak o, hak erleri makamından düşmüş olur
Müctehid Alimlerin sözleri
Sadıklarla beraber olmanın gerekliliğine ayet ve hadislerin ışığında açıklık getirmeye çalıştık Bütün bunlara ilave olarak müçtehid ulemanın sözlerinden de birkaç delil alarak konuyu neticeye bağlayacağız
Muhaddis Ahmed b Hacer Haysemi, Fetava-i Hadisiye isimli eserinde şöyle buyurmuştur: "Hülasa olarak Allah-u Zülcelal'e süluk eden şahıs için en güzel yol, bu söylenenlere vasıl olmak için, bir tabib-i azam olan mürşid-i kâmile tabi olup, tedavisinin altına girmektir "
İmam Fahreddin-i Râzî (kuddise sırruh) Tefsir-i Kebir'inde Fatiha Suresi'ndeki: "(Ya Rabbi) bizi, o kendilerine nimet verdiğin mesutların yolu olan doğru yoluna hidayet eyle " (Fatiha; 5-6) "Bir kimsenin ancak bir mürşid-i kâmile teslim olup manevi dairesine girmek suretiyle, kendilerine nimet verilen kişilerin doğru yoluna hidayet olabilir " diye işaret ettiğini söylemiştir
Hüccet-ül İslam İmam-ı Gazali (kuddise sırruh), Sufiyyeye dahil olmanın ve onlarla beraber bulunmanın, farz-ı ayn olduğunu söylemiştir (Şerh'ul Hikem li ibn Uceybe;1/7)
Çünkü hiçbir kimse kusurlardan ve manevi hastalıklardan beri değildir Yalnız bu durumdan peygamberler hariçtir, manevi hastalıklardan ve kusurlardan kurtulabilmek için mutlaka bir mürşid-i kâmile teslim olup intisab etmek gereklidir, demektedir
Tarikat ehline, Musa (aleyhisselam)'ın Hızır (aleyhisselam)'a yapmış olduğu şu teklif şeref olarak kafidir Nitekim Allah-u Zülcelal, Kur'an-ı Kerim'de bu kıssayı hikâye ederek şöyle buyurmuştur: "Musa (aleyhisselam)'nın Hızır (aleyhisselam)'a "Sana öğretilen ilimden bana da öğretmen şartıyla sana tabi olabilir miyim?" (Kehf; 66)
Musa (aleyhisselam) Ulu'l-Azm peygamberlerden olduğu halde, Hızır (aleyhisselam)'a manevi ilminden dolayı mutabaat yapmayı ve kendisini bu konuda irşad etmesini teklif etmiştir
Musa (aleyhisselam): "Ya Rabbi (bilmek istiyorum) yeryüzünde benden daha alim bir kimse var mı?" diye Allah-u Zülcelal'e münacaatta bulundu Allah-u Zülcelal: "Evet kulum Hızır vardır " buyurdu Musa (aleyhisselam) onunla konuşmayı ve beraber olmayı murad etti Allah-u Zülcelal'de onların buluşmasını sağladı Musa (aleyhisselam), Hızır (aleyhisselam) ile bir araya geldiği zaman bu ayet-i kerimeyi ona söyleyerek kendisine tabi olmayı teklif etti
İşte bu ayet-i kerime, tasavvuf ehlinin, bu manevi ilmi elde etmek için bir mürşid-i kâmile intisab etmesinin gerekli olduğuna en büyük delildir
Ahmet bin Hanbel (radıyallahu anh) daha önceleri tasavvuf ve tarikatı tasvip etmediği halde, Ebu Hamza Bağdadi (kuddise sırruh)'u gördükten sonra tasavvuf ve tarikatın hak ve de gerekli olduğunu itiraf etmiştir Hatta oğlu Abdullah'a: "Oğlum bu insanlardan ayrılma, onlarla beraber ol; bütün emirlerin (Allah-u Zülcelal'in tanınması, zühd, vera ve güzel âhlak) başı bunlardadır " diye nasihatta bulunmuştur
İmam-ı Gazâlî kendine bir mürşid arayıp bulduktan sonra, mürşidiyle beraber olmak sureti ile kendini yetiştirmeye çalışmıştır Ve uzun zaman ondan istifade etmiştir
İzzettin b Abdüsselam mürşidi Hasan-ı Şâzelî'nin uzun zaman yanında bulunmuş ve sohbetlerine devam etmiştir Hatta şöyle buyurmuştur: "Ben şeyh Hasan-ı Şazeli ile beraber olmadan önce kemalâtı ve İslam ahlakını bulamamıştım Ancak onunla beraber olduktan sonra buldum "
İmam-ı Gazali'ye "Hüccet-ül İslâm", Şeyh İzzettin bin Abdüsselam'a da "Sultanü’l-Ulema" dedikleri halde ve ikisi de şeriatı ve zâhirî ilmi en üst düzeyde bilmelerine rağmen yine de bir mürşid-i kâmile intisab etmişler ve tarikata girmişlerdir
Bütün bu deliller gün gibi aşikâr olduğu halde, bu ahir zamanda bizler niçin buna ihtiyaç duymuyoruz?
Halbuki Allah-u Zülcelal ayet-i kerime de şöyle emretmiştir: "Ey iman edenler! Allah'tan korkun ve sadıklarla beraber olun " (Tevbe;119)
Diğer bir ayet-i kerimede de şöyle buyurmuştur: "Bana yüz tutanın yolunu tut " (Lokman;15)
Bu ayet-i kerimelerden de anlaşıldığı gibi bir kimsenin bir mürşid-i kâmile intisab etmesi vaciptir Hatta İmam-ı Gazali'nin buyurduğu gibi farz-ı ayn'dır Çünkü sadıklarla beraber olmak, emir olarak bildirilmiştir
Şeyh-ül Ekber İbn Arabi (kuddise sırruh) şöyle buyurmuştur: "Her zamanda Hz Ebu Bekir ve Hz Ömer gibi içi dışı, sözü özü birleşen zevatlar bulunmaktadır Onlara sadıklar denir Çünkü onlar özleriyle imanlarında, fiilleriyle amellerinde, sözleriyle hallerinde sabit, doğru, müstakim, haktan ayrılmaz zevatlardır Bunlarla beraber olmayı Allah-u Zülcelal emretmiştir "
Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) Haris b Malik (radıyallahu anh)’a: "Ya Haris! Nasıl sabahladın?" diye sormuş, o da: "Hak bir mü’min olarak!" cevabını verince, Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem): "Ne dediğine bak Şüphesiz her hakikat için bir hakikat vardır (Bunu ispat et) İmanın hakikati nedir?" buyurmuştur Haris b Malik (radıyallahu anh): "Ben nefsimi dünyadan çevirdim cennetteki mü'minlerin sanki birbirlerini ziyaret ettiklerini görüyorum Cehennemdeki insanların da sanki ateşin içinde yuvarlandıklarını görüyorum Allah-u Zülcelal'i Arş-ı Âlâ'da bariz (tecelli ettiğini) görüyorum ” deyince, Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem): "Sen Hak bir mü'minsin haline devam et!" diye üç kere tekrar etti ve: "Kim kalbini nurlandırmak istiyorsa Haris'e baksın " buyurdu (Beyhaki, İman:VII/363,hd 10 592)
Tabi bu bakış manalı bir bakıştır Zâhirî ve surî bakış murad edildiği gibi, râbıtadan murad olan manevi bakış da kastedilmiştir Bu tür bir bakıştan dolayı insanın üzerine Allah-u Zülcelal'in rahmeti, feyzi ve bereketi geldiği için kalbi münevver (nurlandırmak) eder İşte mürşid-i kâmillerin yüzüne bakmak da böyledir Bu bakış ister zâhirî olsun, ister manevi olsun farketmez Elde edilen menfaat aynıdır
Vesselam   
|