Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Forum İslam > İslami Genel Konular > Sorularla İslamiyet

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
abdullahın, babası, hadisesi, kurban, olmuştur, peygamberimizin, sav

Peygamberimiz'in (S.A.V.) Babası Abdullah'ın Kurban Hadisesi Nasıl Olmuştur?

Eski 08-06-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Peygamberimiz'in (S.A.V.) Babası Abdullah'ın Kurban Hadisesi Nasıl Olmuştur?



Peygamberimizin Dedesi Abdülmuttalip gördüğü bir rüya üzerine Zemzem Kuyusunu bulmaya, ortaya çıkarmaya karar vermiş ve faaliyete geçmişti Ancak Abdülmuttalib'in bu faaliyetini gözleyen Kureyşliler, büyüklerine haber verdiler Bir müddet sonra, Kureyş büyükleri, kazılan yere geldiler ve Abdülmuttalib'e,
"Ey Abdülmuttalib! Bu babamız İsmâil'in kuyusudur Onda bizim de hakkımız var Bizi de bu işe ortak et" dediler Abdülmuttalib,
"Hayır, yapamam" dedi "Bu iş sadece bana tahsis edilmiş ve aranızdan ancak bana verilmiştir"
Abdülmuttalib'in bu kesin cevabı Kureyş ileri gelenlerinin hoşuna gitmedi İçlerinden Adiyy bin Nevfel şöyle konuştu:
"Sen yalnız bir adamsın Tek oğlundan başka dayanacağın bir kimsen de yok Nasıl olur da bize karşı gelir, bize boyun eğmezsin?"
Bu söz, Abdülmuttalib'in âdetâ içini yaktı Çünkü, Kureyşliler onu kimsesizlikle küçümsüyorlardı Bu anlayıştan fazlasıyla rahatsız olduğunu haliyle de belli etti Bir müddet üzüntü içinde sustu Sonra içini şöyle döktü:
"Yâ, demek sen beni yalnızlık ve kimsesizlikle ayıplıyorsun, öyle mi?"
Muhatabından hiçbir cevap gelmeyince, bir müddet düşündükten sonra, ellerini açarak yüzünü semaya doğru çevirdi ve, "Yemin ederim ki," dedi "Allah bana on erkek çocuk verirse, bunlardan birisini Kâbe'nin yanında kurban edeceğim" 2
Abdülmuttalib'in bu sözleri hem bir duâ, hem bir yemin, hem de bir adaktı
Zemzem kuyusunu ortaya çıkardığı zaman Abdülmuttalib'in yaşı kemâl yaş olan kırkına basmıştı
Otuz yıl sonra, Cenâb-ı Hakkın ihsanı ile erkek çocuklarının sayısı onu buldu Bu sırada seneler önce yaptığı va'dini hatırladı: Erkek çocuklarından birini Kâbe'de kurban etmek Ama hangisini? Hepsi de birbirinden güzel ve sevimli idi Fakat Abdullah çok daha başkaydı
Abdullah, Abdülmuttalib'in on erkek çocuğundan sekizincisi idi Sîret ve surette diğer kardeşlerinden çok farklıydı Dünyaya gelir gelmez babasının alnında parlayan Nur-u Muhammedî onun alnına geçmişti Bu nur, yüzüne harika bir güzellik ve müstesna bir tatlılık bahşetmışti Ama hiç kimse bu güzellik ve tatlılığın nereden ve niçin geldiğinin farkında değildi

Abdülmuttalib'in Oğullarıyla Konuşması

Oğullarının on'u da büyümüştü
Va'dini unutmayan Abdülmuttalib, onları bir gün bir araya topladı ve işin hikâyesini anlatarak, içlerinden birini kurban etmesi gerektiğini bildirdi Hepsi de tereddütsüz razı oldular Sonra da babalarına sordular:
"Peki, nasıl yapalım bunu? Kimin kurban edileceğini nasıl tesbit edelim?"
Abdülmuttalib böyle bir durumda nasıl yapılması gerektiğini biliyordu Şöyle dedi:
"Her biriniz birer ok alın, üzerine kendi isminizi yazın ve okları bana verin!"
İtâatkâr çocuklar, babalarının emrini derhal yerine getirdiler Her biri okdanlığından bir ok çekti Üzerine kendi ismini yazdıktan sonra, babasına uzattı Okları toplayan Abdülmuttalib doğruca Kâbe'ye vardı Meselenin nasıl halledileceği anlaşılmıştı artık: Hübel putunun yanında ok çekilecek, kimin oku çıkarsa o kurban edilecekti…
Böyle durumlarda Kureyş bu usule başvururdu

Kur'a Çekilişi
Kâbe'nin yanına varan Abdülmuttalib'in etrafını şehir halkı sarmıştı Elindeki on oku, Allah'a verdiği sözünden caymış sayılmaması için, tereddütsüz ok çekme memuruna uzattı On okun üzerinde on ciğerpâresinin ismi vardı Hangi ok çıkarsa çıksın, ciğerinden bir parça kopacaktı
Memur oklardan birini çekti Üzerindeki ismi titrek bir sesle okudu:
"Ab-dul-lah!"
Şefkatli baba, duyduğuna inanmak istemedi Oku memurun elinden çekip aldı, dikkatlice baktı ve okudu:
"Abdullah"
Göz pınarları bir anda yaşlarla doldu Boğazında hıçkırıklar düğümlendi Şefkati ve hisleri öylesine kabardı ve coştu ki, bir an "Olamaz" diyerek haykıracak gibi oldu Son anda Allah'a verdiği sözünü hatırlayarak çelik gibi iradesiyle şefkat ve hislerine gem vurdu Yıkılmış bir halde yüzünü Abdullah'a çevirdi ve şöyle dedi:
"Oğlum Abdullah! Allah, kendisine kurban edilmek üzere seni seçti Bu şerefi kardeşlerin arasında sana ihsan etti"
Bu haber, bir anda oradakileri hüzne boğdu Herkes birbirine soruyordu:
"Abdullah mı? O güzel, o tatlı çocuk mu kurban edilecek?"
Abdülmuttalib yanan yüreğine, kasırgalaşan hislerine, okyanus dalgalarını andıran şefkat ve merhamet duygularına aldırmadan, biricik oğlu Abdullah'ın bileğini kavradı ve onu doğruca İsâf ve Nâile putlarının yanına götürdü Nur yüzlü Abdullah'ta sanki Hz İsmâil'in teslimiyeti vardı Yüzünde en ufak bir memnuniyetsizlik belirtisi görünmüyordu
Abdülmuttalib'in bir elinde bıçak, diğer elinde oğlu Abdullah'ın eli vardı Kurban edilmesi için herşey tamamdı Bu sırada bir takım gürültüler duyuldu Kureyş eşrafı geliyordu İçlerinden biri seslendi:
"Ey Abdülmuttalib, ne yapmak istiyorsun?" Abdülmuttalib nur yüzlü oğluna bakarak cevap verdi:
"Onu kurban edeceğim!"
Bu cevap, kalabalık arasında hayret ve heyecan meydana getirerek dalgalandı Müdahale ettiler:
"Ey Abdülmuttalib," dediler "Bu nasıl olur? Sen ki, Mekke'nin büyüğüsün; böyle yaparsan, sonra herkes senin yaptığını yapmaz mı? Herkes oğlunu kurban ederse, bizim de soyumuz kesilmez mi
Bütün kalabalık Abdülmuttalib'in aleyhindeydi Hatta hisleri, duyguları da Lehinde olan tek şey, çelikten iradesi idi Allah'ına söz vermişti ve bu sözünü mutlaka yerine getirmeliydi Çünkü, Allah onun istediğini vermişti On erkek çocuk ihsan etmişti Kurban etmemek ona karşı nankörlük olurdu
Bu sırada Abdullah'ın dayısı Abdullah bin Mugîre ortaya atıldı ve,
"Ey Abdülmuttalib," dedi "Vallahi meşru bir mazeret olmadıkça, sen onu kurban edemezsin Onu kurtarmak için gerekirse bütün malımızı vermeye hazırız!"
Abdülmuttalib'in duyguları, şefkati, merhameti de sanki dillenmiş ve kendisine aynı şeyleri haykırıyorlardı Fakat, çelikten iradesi bir türlü gevşemiyordu
Kureyşliler ve oğulları yalvarmalarının netice vermediğini görünce bu sefer şöyle bir teklifte bulundular:
"Ey Abdülmuttalib! Abdullah'ı al, Şam'a git Orada bir kadın var; kâhin ve bilgin bir kadın Doğudan batıdan zorlukta kalan herkes, ülkeler aşıp ona gider Herkesin derdine bir çare bulur Elbette senin için bir çare bulur Abdullah boğazlanacak derse, gel onu boğazla Yok eğer seni de, Abdullah'ı da, bizi de üzüntüden kurtaracak bir çare bulursa, ona göre hareket edersin"
Bu fikir Abdülmuttalib'in aklına yattı Derhal Abdullah'ı yanına alarak Şam'a doğru yola çıktı Medine'ye geldiklerinde kâhin kadının Hayber'de olduğunu öğrendiler Oradan Hayber'e geldiler Arrafe adındaki kâhineyi buldular Abdülmuttalib durumu olduğu gibi anlattı
Kadın sordu:
"Sizde bir insanın diyeti nedir?"
Abdülmuttalib,
"On deve" dedi
Bunun üzerine kâhin kadın,
"Gidin on deve hazırlayın Çocukla on deveyi alıp ok çektiğiniz yere götürün Bir tarafta çocuğunuz, diğer tarafta ise on deve olmak üzere ikisi arasında ok çekin Eğer ok develere çıkarsa, develeri kurban edip çocuğu kurtarın Yok, eğer ok çocuğa çıkarsa, her defasında develerin sayısına bir diyet miktarı daha ekleyerek Rabbiniz sizden razı oluncaya kadar ok çekmeye devam edin! Ne zaman ok develere çıkarsa, onları boğazlayıp kurban edin Bu şekilde hem Rabbinizi razı etmiş, hem de çocuğunuzu kurban olmaktan kurtarmış olursunuz" dedi 3
Ortaya konan çareyi uygun bulan Abdülmuttalib sevinçten uçacak gibi oldu Vakit kaybetmeden Mekke'ye döndü Abdülmuttalib âilesi ve Mekke halkı da bu habere son derece sevindi

Kur'a Neticesi
Mekke'ye dönüşünün ertesi günü idi Abdülmuttalib, biricik oğlu Abdullah ve on deveyi alarak Kâbe'ye gitti Kâhin kadının tavsiyesi üzerine Abdullah ile on deve arasında kur'a çekilecekti
Abdülmuttalib sevinç içinde, memura, "Çek" dedi Çekilen ok Abdullah'a çıktı Develerin sayısını yirmiye çıkardılar Memur tekrar ok çekti Ok yine Abdullah'ı gösterdi Develer otuza çıkarıldı Ok tekrar Abdullah'a isabet etti Devler kırk oldu Ok yine Abdullah'a çıktı Elli oldu; ok sanki Abdullah'a çıkmakta ısrar ediyordu Altmış, yetmiş, seksen, doksan oldu Ok ısrarla Abdullah'ı gösteriyordu Sanki başka bir âlemden emir alır gibiydi
Abdülmuttalib hayret ve heyecan içindeydi Her çekim esnasında ellerini semaya doğru kaldırarak duâ etmekten de geri durmuyordu
Nihayet develerin sayısı yüzü buldu Tekrar ok çekilince, merakla bakanlar derin bir nefes aldılar Çünkü ok develere çıkmıştı Herkes gibi Abdülmuttalib'in de gözleri sevinçle parladı Fakat, onun bu sevinci fazla sürmedi Derhal ciddileşti Kendisini fazla tebrike imkân tanımadı ve şöyle konuştu:
"Vallahi, üst üste üç defa daha ok çekeceğim Tâ ki, kalbim mutmain olsun"
Çekiliş üç defa daha tekrarlandı Her defasında sevinç çığlıkları atılıyordu Çünkü, üç seferinde de ok develere çıkmıştı Bu sevincini Abdülmuttalib, "Allahü ekber, Allahü ekber!" diyerek izhar etti ve diz çökerek duâda bulundu Böylece Abdullah kurban edilmekten kurtuldu
Sevgili oğlunun kurban edilmekten kurtulmasına son derece sevinen Abdülmuttalib, yüz devenin Safa ile Merve arasına götürülüp, yan yana kurban edilmesini emretti Emri derhal yerine getirildi Kurban edilen develerin etlerinden Mekke halkı bol bol istifade etti Alamadıklarını da kurtlar, kuşlar, köpekler, vahşi ve ehil bütün hayvanlar paylaştılar
O günden itibaren bir insan diyeti, Kureyşliler ve Araplar arasında, 100 deve olarak kabul edilme âdeti benimsendi 4
Resûl-i Ekrem Efendimiz de bu âdeti olduğu gibi bırakmıştır 5

İki kurbanlığın oğlu

Bu olaya ve neslinden geldiği Hz İsmail'in kurban edilmesi teşebbüsüne işâretle Rasûlulllah (sas) Efendimizin:

"Ben iki kurbanlığın oğluyum" (Hakim, el-Müstedrek, II, 604, 609; el-Aclûnî, Keşfü'l-Hafa, 1/199 (Hadis No606), Beyrut 1351 ) buyurduğu nakledilmiştir O zamana kadar 10 deve olan diyet (öldürülen bir kimsenin kan bedeli) de, bu olaydan sonra, 100 deveye yükselmiştir(İbn Hişâm, 1/163) İslâm Hukuku'nda kan bedelinin 100 deve olması, zamanla örf hâline gelen bu olaya dayanmaktadır

Hz Abdullah'ın İffeti
Aynı gündü
Herkes neticeden memnun kur'a yerinden dağılıyordu Abdülmuttalib de sevgili oğluyla birlikte şehre geliyordu Kâbe'nin yanından geçerlerken, babasından bir hayli geride kalmış Abdullah'ın karşısına bir kadın dikildi Bu kadın, Abdullahın dillere destan güzelliğine hayranlardan biri olan Varaka bin Nevfel'in kızkardeşi Rukiyye idi O da kardeşi Varaka gibi eski mukaddes kitapları okumuş, o kitaplarda ahirzamanda gelecek peygamberin sıfatlarını görmüş ve öğrenmişti İç âleminde, Abdullahın yüzünde o âna kadar hiçbir kimsede görmediği müstesna parlaklıkla karşı karşıya kalınca bu sıfatlarla münasebet kurdu Bu şerefi başkasına kaptırmamak için de güzelliğini, iffetini unutarak Abdullah'ın yanına yaklaştı ve şöyle fısıldadı:
"Delikanlı, biraz dursana" Abdullah durdu
Kadın,
"Nereye gidiyorsun?" diye sordu
Yüzünde parlayan nurun masumiyeti içinde, Abdullah,
"Babamla gidiyoruz" diye cevap verdi
Kadın, bu masum cevap üzerinde pek durmadı ve asıl maksadını açıkladı Hz Abdullah'a gayr-ı meşru ilişki teklif etti
Abdullah'ın yüzü bir anda kıp kırmızı kesildi Masumiyetini yırtmak isteyen bu teklife pek aldırmadı ve yoluna devam etmek istedi Fakat, Rukiyye ona sahip olmak istiyordu Arzusunu bir başka teklifle cazip hale getirdi:
"Eğer benimle beraber olmayı kabul edersen, senin için kurban edilen develer kadar develerim var, onların hepsini sana veririm" dedi
Abdullah bu cazip teklife de iltifat etmedi ve iffetini sergileyen şu cevabı verdi:
"Haram öyle acıdır ki, ölüm acısı onun yanında çok hafif kalır Helâl ise çok tatlıdır
Ey kadın, sen git açıkça helâlinden ara!
Şeref ve iffet sahibi olanlar namuslarını ve dinlerini titizlikle korurlar Onlar, namussuzluk demek olan bir işe nasıl teşebbüs ve cesaret edebilirler?"
Bu asil cevabından sonra da, güzel Rukiyye'nin hüzün ve hayranlığı birleştiren bakışları önünde, yoluna devam etti
Günler sonra, evlenmiş bulunan Hz Abdullah, aynı kadınla Mekke sokaklarında bir kere daha karşılaştı Aynı Rukiyye ona karşı en ufak bir arzu ve hasret belirtisi göstermedi Bilâkis, hissiz ve bakışları hayranlık şöyle dursun, çok donuktu Abdullah sebebini sordu:
"Ne oldu, sana? Halin değişmiş"
Rukiyye,
"O gün, alnında esrarlı bir nûr parlıyordu O nur karşısında kendimden geçtim Ama şimdi onu göremiyorum" diye cevap verdi
Evet, Hz Abdullah'ın alnında parlayan nur artık yoktu Çünkü, Kâinatın Efendisine hâmile olan annelerin en büyüğü Hz Âmine'ye intikal etmişti Aslında Hz Abdullah'a hayran ve meftun olan sadece bu kadın değildi Kötü ahlâktan uzak, ter temiz ve en güzel haslet ve faziletlerle bezenmiş bu delikanlıya bütün Kureyş kızlarının gözleri çevrilmişti; ama, yüzündeki parlaklığın sırrına akıl erdiremeden, Hak Teâlânın ona âhir zaman peygamberinin babası olmak gibi, şereflerin en büyüğünü mukadder kıldığının hikmetini idrak edemeden


Kaynak; Sorularla İslamiyet


1 Sîre, 1/150151
2 Sîre, 1/160; Tabakât, 1/88; Taberî, 1/128
3 Sîre, 1/163; Tabakât, 2/174
4 Sîre, 1/164; Tabakât, 1/189; Taberi, 2/174
5 Tabakât, 1/89

Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.