Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Forum İslam > İslami Genel Konular

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
kur’an, yakamıza, yapışırsa

Kur’An Yakamıza Yapışırsa

Eski 08-05-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Kur’An Yakamıza Yapışırsa



Kur’an Yakamıza Yapışırsa

Ahmet Taşgetiren



Abdestsiz dokunmadığımız,


Öpüp başımızın üzerine koyduğumuz,


En güzel harflerle yazdığımız,


En güzel süslemelerle, altın yaldızlarla tezyin ve tezhip ettiğimiz,


En güzel mahfazalarla sardığımız,


Evimizin en mutena köşelerine astığımız,


Kızlarımızın çeyiz bohçalarına koyduğumuz Kur’an bizi sorgularsa, hatta yakamıza yapışırsa


Acaba öyle bir şey mi olacak? Kur’an’ın bizi sorgulayacağı, yakamıza yapışacağı bir zaman mı olacak?





Şu ayeti okuyalım:


“Peygamber der ki: Ey Rabbim! Kavmim bu Kur’ân’ı büsbütün terk etti” (el-Furkân, 30)


Mahşer ortamında Rasulü, -sallalahü aleyhi ve sellem- Teala’ya kavmi hakkında böyle serzenişte bulunacak Kavmini, ya da “Kur’an’ı terkedilmişlik duygusuna sürükleyen toplumlar”ı böyle şikayet edecek


Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili’nde, bu ayeti tefsir ederken Alusi’den naklen şu bilgiyi de verir:


“Her kim de Kur’an’ı öğrenir de Mushafını asar, ilgilenmez ve bakmazsa, kıyamet günü gelir, yakasına sarılır ‘Ya Rab! Bu kulun beni mehcur tuttu (Beni terkedip uzak kaldı, benimle amel etmedi) benimle arasında hüküm ver ‘ der” (Alusi, Ruh’ul Meani, X1X, 14)


Buradaki bilgi, Rasulullah Efendimizden ayrı olarak Kur’an’ın da insanın yakasına yapışacağı ve “Rabbim bu kulun beni reddetti, benimle onun arasında hüküm ver!” diyeceği şeklindedir




Nasıl bir manzaradır bu, düşünebiliyor musunuz?


Böyle bir durumla karşılaşan insan nasıl cevap verir?


Orası öyle bir ortamdır ki, geri dönme ve yapılamayanı yeniden yapabilme imkanı bulunmamaktadır


Peki Kur’an’ın terkedilmişlik duygusuna itilmesi nasıl bir şeydir?


Yukardaki hadiste bu, “Kur’an’ı öğrenmiş, Mushafını asmış olması”na rağmen “ilgilenmemeye ve bakmamaya” bağlanmaktadır


Yani Kur’an’la doğru ilişki, sadece onu öğrenmek ve saygı göstermek şeklindeki ilişki değildir


Rasulullah Efendimiz (sa), insanoğlunun Kur’an’la ilişkide varıp dayanacağı çok daha problemli bir duruma da işaret buyurmaktadır:


“Öyle bir zaman gelecek ki, insanlar Kuran okuyacaklar ama hançerelerinden (boğazlarından) aşağıya inmeyecek” (Buhârî, Fedâilü’l-Kur’ân, 36; Hâkim, Müstedrek, V, 504)


İmam Malik’in, Abdullah b Mes’ud’dan rivayet ettiği bir hadis benzeri bir duruma dikkat çekmektedir:


Öyle bir zaman gelecek ki Kur’an’ı anlayanlar az, okuyanlar çok olacak, Kur’an’ın harflerini ezberleyecekler ancak hududunu ihmal edecekler” (Muvatta’, Kasru’s-salât, 88; Buhârî, el-Edebü’l-müfred, no: 789)


Bunlar, genelde “Fiten hadisleri” diye bilinen, toplumların derin sosyal bunalım dönemlerini anlatan hadisler içinde nakledilen haberlerdir


Demek ki, insanların ve toplumların Kur’an’la ilişkisinde bir problemli durum da budur: Okuyan çok, anlayan az, ezberleyen ancak hududunu ihmal eden bir ilişki tarzı





Belki de Kur’an’ın terkedilmişlik duygusu, böyle toplumlar bünyesinde yaşanacaktır


Şöyle bir hadise nakledilir:


Bir gün, zamanın İngiltere Müstemlekeler Bakanı Lord Gladiston Lordlar kamarasında ayağa kalkar, elinde bir kitap vardır ve aynen şöyle der:


“-Şu elimdeki kitabı görüyor musunuz? Bu, Müslümanların kitabı Kur’an’dır Bu kitabı Müslümanların elinden, dilinden ve gönlünden almadıkça biz onlara hâkim olamayız Ne yapıp yapmalı, Kuran’ı ortadan kaldırmalıyız Veyahut Müslümanları ondan soğutmalıyız


Bu, emperyalist dünyanın, Kur’an’la Müslüman arasındaki ilişkinin, nasıl hayati bir ilişki olduğuna, bu ilişkinin Müslüman’a nasıl bir dirilik kazandırdığına ve bu ilişki bir şekilde bozulmazsa, Müslümanlara tahakkümün imkansız olduğuna dair kanaatinin yansımasıdır


İslam dünyası, aşağı yukarı bir asrı aşkın zamandır, açık veya örtülü bir sömürge hayatı yaşamaktadır


Doğrusu, elimizde de Kur’an bulunmaktadır Üstelik saygıda da kusur etmemekteyiz Okuyanlarımız, ezberleyenlerimiz şükür ki sayılamaz miktardadır Yani bütün bütün Kur’an’dan kopmuş sayılmayız


Peki ama ne oldu ki, elimizde Kur’an bulunmasına rağmen, tahakküm altındayız?


Bunun tek izahı olabilir:


Demek ki Kur’an’la ilişki biçimimizde sorun bulunmaktadır


Burada belki ilk İslam neslinin Kur’an’la ilişkisine bakmak gerekiyor


Hazreti Ömer’in sadece Bakara suresini 12 yılda öğrendiği rivayet ediliyor


Bu bilgi karşısında, “Acaba nasıl bir öğrenme bu?” diye bir soru kaçınılmaz olmuyor mu?


Şimdilerde hafız çocuklarımızın bile bir günde bir Kur’an hatmi yapabilmelerinin mümkün olduğunu biliyoruz




Hazreti Ömer ne yaptı ki ya da ne yapmadı ki, Kur’an’ın en uzun suresi de olsa, bir tek suresini öğrenmek için 12 yıl emek vermek zorunda kaldı?


Şöyle düşünelim:


O dönemde Rasulullah Efendimiz, talep eden çevre kabilelere “Kur’an muallimleri” gönderirdi


Acaba o Kur’an muallimlerinin “Kur’an’ı öğretmeleri” nasıl bir şeydi?


Onlar da, bizde olduğu gibi “Elifba”dan başlayarak, okumayı söktürme, sonra cüzlerden Kur’an’a geçme gibi bir süreci mi takip ederlerdi?


Kur’an öğretimi demek, “Kur’an okumaya geçmek” demek miydi?


Böyle olmadığını tahmin etmek zor değildir


Çünkü onların dili zaten Arapça’ydı ve onların Kur’an’a geçmeleri sorun değildi


Kur’an’ı öğrenmek, onlar için, bizim Türkçe okuyup yazma öğrenmemizden de bambaşka bir şeydi


Kur’an Yaratandan gelen bir mesajdı


İnsanı yeniden insan kılmaya talip olan bir mesajdı


İnsan kişiliğinde köklü bir dönüşüm gerçekleştirmek üzere gelmekteydi


Kur’an’ın bu mahiyeti, o dönemin Arap toplumları için yepyeni bir durumdu


Kur’an’a muhatap olan insan, adeta kendi dilinin bile cahili haline geliyor ve her şeyi yeniden öğreniyordu


“Kul : De ki” diye başlayan hitaplarda, Yaratan’ın elçisine seslendiği bir durum söz konusu idi





Bunu nasıl anlayacaktı insan?


Yaratan’ı nasıl anlayacaktı, Yaratan’ın kelamı denen şeyi nasıl anlayacaktı, o Kelam’ın insana nasıl ulaştığını düşünecekti ve Yaratan’ın insandan neden böyle olmasını istediğini nasıl anlayacaktı?


Kur’an, ona muhatap olan insan için her kelimesi ile yepyeniydi


Peygamber’e iman etmek demek, yepyeni bir düşünce dünyasına girmek, yepyeni bir hayata yelken açmak, ve kendi kişiliğinin her dokusunu yeniden inşa etmek demekti


Bunu Kur’an’la gelen bilgi ile yapacaktı


Peygamber, adına konuştuğu için Peygamberdi ve bu sebeple ilgi merkezi oluyordu


-Beni gönderdi, diyordu Peygamber, ve şu bilgiyle gönderdi, diyordu


O bilgi Kur’andı


Onun için o nesil, Kur’an’a, ’ın “Ateş çukurunun kenarındaki insana” uzatılmış bir ipe sarılır gibi sarıldı


O yüzden o günün Kur’an öğretimi, Kur’an’dan her öğrenilenin, ete kemiğe nüfuz etmesi anlamınaydı


Buradan, bizim Kur’an’ı öğrenmemize ve ona muhataplığımıza gelirsek, öğrenmemiz, Kur’an’ı “asli dili yani Arapça olarak” okuyabilmek anlamına geliyor Bizim Kur’an’ın ruhuna nüfuz anlamındaki ilişkimiz, Arapça bilenlerimiz için tefsir ve tefekkür ile gerçekleşecek ayrı bir mesaiyi, bilmeyenlerimiz için ise, meal ve tefsirlerinden okuyarak ayrı bir mesaiyi gerekli kılıyor


Her halükarda, Kur’an’la ilişkide, ayrı bir şuur haline ihtiyaç bulunuyor


Herhangi bir mealin, Kur’an’daki o “ kelamı” derinliğini bize taşıyacağını sanmıyorum Tefsirler bile, -herhangi birisini yok farzetmenin vebal olduğu muhakkak olmasına rağmen- bir başkasının ilahi kelamdan aldıklarından oluşmaktadır Acaba yeterli Arapça bilgimiz olsaydı ve beynimizin – yüreğimizin bütün gayretini ortaya koyarak tefekküre yönelseydik, herhangi bir ayetin bize söyleyeceği ne olurdu? Hiç şüphe etmemek gerekir ki çok şey olurdu ’a sığınarak Kur’an’ın derinliklerine dalıp da, inciler devşirmemek mümkün mü?


Şöyle birkaç ayeti seçelim ve her birine özel bir hassasiyetle bakalım: Bakalım, bakalım:


(Kadir 1-2)


(Bakara 1-2)


(Al-i İmran 19)


(Hümeze 4-5)


(Tekasur 3-8)


(Alak 6)


(Hümeze 1-2)





Açıp bakalım bu ayetlerin meallerine Arapçalarını verdim, çünkü ayetlerin asli şekli, şayet, o seslenişin kaynağını, yani ilahi kelamı dikkate alabilirsek, Rabbimizin bize nasıl bir “ittiba” bekleyişiyle seslendiğini hissederiz


Mesela, bize “Kur’an’da hiçbir şüphe bulunmadığı” bildirilecek, ama o bilginin önüne, Arapların bile o güne kadar duymadıkları üç harf konuyor: “Elif, lam, mim” Düşün, düşün, düşün ve bil ki, “Kur’an’da hiçbir şüphe yoktur ve o, takva ehli için bir yol göstericidir


Kur’an’ın her bir ayetine böyle baksak, “ Teala bana ne diyor?” diye baksak yani, bu okumanın başka bir okuma olacağı muhakkaktır


“Kella” diye başlıyor ilahi kelam Sonra “Sümme kella” diye tekrar ediliyor


“Leteravünnel cahim – Cehennemi mutlaka göreceksiniz” diye te’kid yükledikten sonra “Sümme leteravünneha aynel yakin – sonra kesinlikle üstelik aynel yakin olarak göreceksiniz cehennemi” deniyor


Gelin de bu ayeti bu vurgularıyla idrak ettikten sonra, ateşi burnunuzun dibinde hissetmeyin Hissetmiyorsanız, işte o, Kur’an’ın “mehcur bırakılma” durumudur ve ilişkimiz o hale gelmişse, Kur’an’ın yakamıza yapışmasından endişe duymamız gerekmektedir


“İlla” deniyor bir yerde


“İnne” ile başlıyor sayısız ayet


“Ela” diye başlıyor “Ela bi zikrillahi tatmainnül kulub – Dikkat edin, uyanın, kendinize gelin, ancak zikrullah ile mutmain olur kalbler” Şu tercüme verebildi mi, ayetteki vurguyu? Zor, çok zor Kur’an diline, iklimine, yatırmak gerekiyor gönüllerimizi “Ela”yı hissetmek, Yaradan’ın bizi sarsmasını hissetmek, sonra “bi zikrillah”ı öne almasıyla sarsılmak, sonra “tatmainnü” kelimesindeki vurguyu hissetmek


Yani Kur’an’ı böyle okumak


Yüreğimizi tam da Kur’an’ın kalbi ile iletişime sokmak


Yani “Sen benim hayatımsın, canımsın, var oluşumun sırrısın, seni terketmek ne kelime, bizi terkedilmişlik duygusuna sokma” diye tutunmak Kur’an’a


Hazreti Osman ra Kur’an’ı eline alır, “Rabbimin kelamı” diye bağrına basar, öper, koklarmış


Niyazi Mısri, Kur’an’la mü’min arasındaki ilişkinin doğru çerçevesini “ dostları”nı anlatırken ifade eder:


“Bunların etlerine ve kanlarına Kur’an işlemiştir Onunla gamları dağılmış, gayrete gelmişlerdir Kur’an’ı manevi karanlıkları için aydınlatıcı, uykuları için beşik, yollarına rehber, delillerine kaynak yapmışlardır Kur’an’ın getirdiği ilahi düsturlara göre kurtuluş merdivenlerini çıkarlar Benliklerini Rablerinin nuruyla aydınlatırlar İsteklerine Kur’an’la ulaşırlar


Evet, işte bu





Kur’an’la dünya ve ahiret dostluğunun sırrı bu


Rabbimiz bu sırlar içinde bir hayat lutfetsin hepimize Amin

Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.