08-05-2012
|
#1
|
Prof. Dr. Sinsi
|
Nasibinin Üstünde Adım Yazılı
Ömrün, nasip aramakla geçtiğini söyleriz; acaba bu doğru mu?
Biz uğrun uğrun onu ararken, o da gizliden gizliye bizi takip ediyor olmasın 
Sıcak yaz günlerindeyiz Kahvaltı sofrasında hafif yiyecekler var  "Bismillah" deyip elimi sofraya uzatacağım sırada, mahmur yüzünden gülücükler saçılan oğlum beliriyor karşımda 
Teklifsiz oturduğu sofrada, buz gibi kirazlara uzanıyor ilk önce 
"Hayrola oğlum!" diyorum "Bu saatte seni tatlı uykularından kim uyandırdı, yoksa bu kirazlar mı çağırdı seni sofraya?
Nasip bazen ayağına gelir, bazen ayağına çağırırmış insanı 
Anlaşılan bu gün nasibin gür olacak
Bir nasibin de şu hikaye olsun:
Eski zamanlardı  İmkanların kıt olduğu vakitlerdi Herkes her şeyi uzun uzadıya sorgulamazdı; anlatılana kolayca inanırdı İnsânî ilişkilerde güvensizlik değil, güven hakimdi çünkü  "Bu iş nasip meselesi" deyince akan sular dururdu
Hekimlik hizmetleri günümüzdeki kadar yaygınlaşmamıştı
İnsanlar başı daraldığında en yakınındaki hoca efendiye giderdi
İşlerin böyle yürüdüğü günlerde 
Bir derviş kişi evinde pilav yemekte iken, geniz ine bir pirinç tanesi kaçtı Zavallı derviş uğraştı, didindi: fakat onu çıkarmaya muvaffak olamadı Komşuları başına toplandılar Ne yaptılarsa inatçı pirinç tanesini yerinden oynatamadılar Sanki oraya çakılmıştı; ne ileri gidiyor, ne de geri 
Sonunda o da herkes gibi yaptı; tanıyıp güvendiği hoca efendiye başvurdu  Hoca efendi kendisine arz edilen meseleyi sükûnetle dinledikten sonra; başını öne eğip bir müddet sessizce bekledi Ve sonra; "Sizin işinizin halledileceği yer, burası değil" dedi  Bağdat'a gitmeniz gerekiyor Oradaki filan hoca efendiyi bulup; onun dediğini yapacaksınız
Derdine çare arayan kişi, bu sözleri hiç tereddütsüz kabul etti Ve derhal Bağdat'ın yollarına revân oldu Günler süren yorucu bir yolculuktan sonra menzil-i maksûduna vasıl oldu Sorup, soruşturdu; tarif edilen hoca efendiyi buldu Varıp karşısına diz çökünce, ziyaretinin sebebini anlattı
O salih kişi, anlatılanları huşu ile dinledi  Bir müddet sustu Sonra, başını kaldırıp aydınlık yüzünü dervişe gösterdi Gözlerinin içine muhabbetle baktı   
"Bak evlat!" dedi misafirine "Zahmet edip buralara kadar geldiniz Gelişinizle bizleri mesrûr ettiniz Lakin sizin daha gidilecek yolunuz var  Biliyorum; sizi bize gönderdiler Ve çok uzaklardan geldiniz buraya  Ne çare ki derdinizin dermanını değil; çarenin yerini söyleyebileceğim sadece  Tez vakitte Semerkant'a gitmelisiniz; oraya varıp, filanca zatı bulmanız gerekiyor
Bu sözler, muhatabını tekrar yollara düşürdü Ve meşakkatli bir yolculuğun ardından Semerkant'a varıldı  Çare, o şehirde, filanca zatın meclisinde denilmişti çünkü 
Derviş, tarif edilen zatın meclisine katılmak üzere destur aldı Buyur edilince baktı ki, söylenen kişi kapının karşısında bir kürsü üzerinde oturmakta; etrafını saran talebeleri ile sohbet etmekte  Sohbetin insicamını bozmamak için kapı girişine yakın bir yere çöküverdi Mevzu bitince maruzatını söyleyecekti  Hoca efendi konuşmasını sürdürmekte 
Çok geçmeden yol yorgununda bastırılamaz bir aksırma isteği belirdi Aylardır gelmesini beklediği bir şey, oracıkta ortaya çıkıverdi Öyle şiddetli bir hapşırma isteği ki  "Hapşuuu!" demesiyle boğazında takılı duran pirinç tanesi dışarı fırlayıverdi 
Kapı ağzında duran bir kedicik, sanki onu bekliyordu Hemen gelip o pirinç tanesini yedi
Hatip o sırada tam da şöyle diyordu:
"Yiyeceğin lokmanın üzerinde mânen adın yazılıdır Kimse kimsenin nasibini yiyemez  "
Bunu derken, kapı ağzında olup bitenler nazar-ı dikkatinden kaçmamıştı Misafire dönerek;
"Bak işte azizim!" dedi Nasip hususundaki esrarengiz tecellîyi görmüş oldun! 
Başından geçenleri anlat ki, burada bulunanlar da hissedar olsunlar  "
Şimdi oğlumun ne diyeceğini gayet iyi biliyorum:
"Ama baba, bu kirazların üstünde yazı yok ki!"
Evet, o yazı kolaylıkla görünmüyor
Çünkü gördüğü yazıları satır satır okuyan insan göremediğini, yazgıyı bilemez
Belki de bu günkü insanın yüzeysel bakışı, çocuklarınkinden farklı değil 
|
|
|