08-04-2012
|
#1
|
Prof. Dr. Sinsi
|
Şehit Annesinin Oğluna Yazdığı Mektup

Şehit Annesinin Oğluna Yazdığı Mektup
BİLDİN Mİ ŞEHİDİM?
Bırakıp ta sevdiğin her şeyi ardında, gittin birden bire gökten ateşin, yerden ölümün yağdığı sırtlara Ne el sallamaya fırsatın oldu geride bıraktıklarına ne de selam söylemek için vakit bulabildin anana Sevgisiyle kalbini dolduranlara veda bile etmedin; sen gittin, bir kez dönüp de bakmadın ardına
Yaşın henüz 19 idi; aklın birçok şeye ermezdi Senin yüzün hasret, yüreğin acı nedir bilmezdi Daha hiç tanışmamıştın ızdırabın sancısı ile Gelecek adına umutların vardı pembe mi pembe
Komşu kızını sevmiştin, senin ile aynı tende Sen hissetmiştin başına bir şeyler geleceğini aylar önce; başına bir kurşun isabet edeceğini ve ağlamıştın sessizce Yüreğin olacakları ruhuna fısıldarken sen, kendini bu dünyadan ayrılığa hazırlamıştın gizlice
Düşmanlarımız her koldan saldırıya geçtiği, dost bildiklerimizin bizi içimizden vurduğu o zor günlerde, vatan için, namus için, Allah için ölmeyi, bir siperden diğerine sürünerek cennete gitmeyi planlamıştın Sen zayıf bünyeliydin şehidim! Ama ruhun güçlüydü, imanın güçlüydü, yüreğin güçlüydü Bu nedenle senin önünde kimse duramazdı; bu ruh ayağa kalktığı zaman elinden kimse kurtulamazdı
Daha önce hiç silah tutmamıştı nasırlı ellerin, güneş yanığından fazlasını görmemişti bedenin Önce silahların soğukluğuna alıştı ellerin sonra imansız mevzilerin üzerinize kustuğu cehennem sıcağına Daha önce ürperirdin, ölümü hatırladığında Artık seni gören düşmanların ve hatta ölüm bile ürperiyordu karşında
O sabah hep birlikte kıldınız namazı On binler saf tuttu; yüz binlerce melekle Vatanı düşmana çiğnetmemek için edildi yeminler Sen de katıldın namaza, yüreğin iştirak etti o kutlu ‘ant’a Aslında kendi cenaze namazını kılıyordunuz; sen bunun farkındaydın, arkadaşların da Koydunuz başlarınızı secdeye son defa Ak alnınızı öptü meleklerden önce, kara topraklar; hazırlandı süngüler, yürekler ve sancaklar
Size ölmek emredilmişti; şahadete ulaşmak Dönüp bir kez bile bakmadın ardına: “Kimse geliyor mu düşman üzerine yanımda?” Hiçbir yürek alçalmamıştı o zaman, ihanet etmemişti vatana Tam tekmil bütün yiğitler katılmıştı savaşa Korkuyu unuttun; geride bıraktıklarını da Karşındaki düşmandan ve yanındaki meleklerden başka, artık, bir şey görünmüyordu sana Dilinde dualar vardı, elinde süngü Yürüdün düşmanın üstüne; ezdin düşmanın bütün umutlarını, bağrında söndürdün aldığın yaraların acılarını
Düştün kızıla boyanmış kara toprak üstüne, sonbaharda toprağa düşen yapraklar gibi Bedenini bırakıp toprak üstünde, ruhunu sürdün düşman üstüne Bedeninin ağırlığından kurtulmak o kadar hoşuna gitmişti ki bir kez bir kez daha ölmek istedin; şahadet şerbetini defalarca götürmek istedin dudaklarına Son nefesini vermemiştin daha; annenin yüzü geldi aklına; kardeşlerinin sözleri ve seninle aynı tende komşu kızın gözleri Kapattın gözlerini gülümseyerek bütün dünyaya; ördün hiçbir düşmanın geçemeyeceği bir kaleyi ruhunla Başın düştü bir yana ve ellerin her iki yana
Naaşın günler sonra geldi yurduna; soğuk bedenini verdiler ananın koynuna Sarıldı sana, bir daha bir daha Gözlerinden tek damla yaş akmadı ananın; kardeşlerin, komşu kızı ve gökler ağladı sana Ve sonra sizin kıldığınız cenaze namazını tekrarladık, ağladık kana kana Bildin mi şehidim, tabutuna kimin baş koyduğunu, kimin tabutunu gözyaşlarıyla ıslattığını? Annen miydi yoksa sevdiğin mi? Fark edebildin mi akan gözyaşlarının kime ait olduğunu sıcaklığından? Gözyaşlarının sel olduğunu; sellerin yüreklerimizi seninle birlikte cennete sürüklediğini izledin mi cennetle müjdelenmiş ruhunun penceresinden? Cenazene katılanların hepsini tanıyabildin mi şehidim? Gördün mü hüzünlü yüzlerini, işitebildin mi mahzun sözlerini? Şaşırdın mı senin için duaya açılmış ellerin çokluğuna ve onlar içinde samimiyetsiz tek bir kalbin yokluğuna? Yaşıtların yoktu; onlar da bir süre sonra omuzlarda taşınmak üzere cephelere taşınmıştı Cenazeni kaldırmak ihtiyarların ve çocukların güçsüz omuzlarına kalmıştı
Gördün mü şehidim, nasıl da yükseklere, omuzlara kaldırdı senin bedenini melekler ve nasıl da taşındı ruhun yükseklere, cennetin yamaçlarına; fırsat bırakılmadan ihtiyarlara? Olmadığından değil, gerek olmadığından sarmadık seni kefene Bedenin, üzerine attığımız topraklar altında kalırken ellerimiz göklere açıldı, duaya açılan dillerimizle birlikte Bir resim bırakmamıştın geride; yüzünün güzelliğini biz zaten kazımıştık zihinlere Acın sinmişti bütün gönüllere; ruhun değiyordu duaya açılmış ellere
Gördün mü şehidim şimdi, sana vaad edilen cennetin yamaçlarını Fark edebildin mi Sırat’tan ne kadar hızda geçtiğini? Ve bildin mi şehidim; seni ne kadar çok sevdiğimizi, özlediğimizi?
|
|
|