Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Forum İslam > İslami Yazılar & Hikayeler

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
arası, hikayeler, satır

Satır Arası Hikayeler (S.T)

Eski 08-04-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Satır Arası Hikayeler (S.T)



İSTEMEYİ BİLMEK


Bir parktaki iki kör dilenciden bahsederler Beş on metre oturup iki kör dilenci Birisi ellerini açıp,köre yardım edin,köre yardım edin,diye seslenir, diğeri boynuna bir yazı asmıştır: “ Bahar ne kadar güzel ama ben körüm

İnsanlar birinci dilencinin önünden yüzüne bile bakmadan geçerken, diğerine avuç avuç para verirler


Bütün şartlar aynı olmasına rağmen üsluptaki farklılık neticeyi nasıl da değiştiriyor değil mi? Bir düşünün, çok kolay elde edebileceğimiz halde, istemeyi bilmediğimiz için nelerden mahrum kalmışızdır


İstemeyi bilmek çetin mesele…

--------------------------------------------------------------------------

Timur’un Semerkand ve Buhara’yı fethettiği günlere gidelim


Çetin bir savaşın neticesinde alınmıştır bu güzeller güzeli iki şehir


Padişah savaşın yorgunluğunu daha üzerinden atmamıştır ki, İranlı meşhur şair Hafız’ın bir şiirini duyar:


“O Şirazlı Türk güzeli gönlümüm öyle aldı ki


Semerkand ve Buhara’yı onun bir tek kara benine bağışladım gitti


Timur, küplere biner, öfkeyle bağırtır:


-Tez bulun getirin bana o şairi!


Üstü başı perişan, saçı-başı dağılmış Hafız’ı Timur’un huzuruna çıkarırlar Padişah hışımla yürür şairin üstüne:


-Bre şair, bilmez misin, biz buraların fethi için ne kadar savaştık! Bunca Müslüman kanı döküldü Sen kalkmış Semerkand’ı, Buhara’yı bir güzelin kara benine bağışlıyorsun Bu ne cömertlik böyle?!


Korku içindeki Hafız, yırtık elbiselerini,perişan halini gösterir


-Hünkarım, der, kulunuz bu yüzden bu halde ya…


Timur gülerek yanındakilere seslenir:


-Şu cömert şaire bir kese altın verin’


İşte üslup dostlar, işte netice…



-------------------------------------------------------------------------

Ya şair Ebu Düllâme ile halife Mehdi arasında yaşanan hadiseye ne demeli?


Ebu Düllâme Abbasi hükümdarlarına çok güzel bir kaside yazınca, Halife :


- Çağırın şairi gelsin, der, ihsanda bulunalım…


Şairi çıkarırlar huzura Halife sorar:


-Kasiden çok güzel olmuş, caize olarak ne istersin?



Şair şöyle bir etrafındaki kalabalığa süzer ve der ki:


-Sultanım, kulunuz bir av köpeği ister


Herkes şaşkındır Sen sultanın huzuruna çık, dile benden ne dilersen desin, bir av köpeği iste! Olacak iş değil mi bu?


Halife: - Verdik gitti, der şaşırarak, istediğin av köpeği olsun


Şair kapıya yönelmiştir ki, bir ara dönüp sorar:


- Fakat efendim Ava ne ile gideceğim?


- Haklısın, der Halife, bir de at versinler


Bir iki adım atan şair tekrar döner ve, boynunu büker:


- Şey efendim, ata nasıl bineceğim?


Güler Halife:


- Doğru, güzel bir eyer takımı da versinler


- Efendim, ata kim bakacak?


- Bir de seyis versinler…


Bir iki adım daha atar bizimki:


- Sultanım, diyecektim ki, bu seyisi nerede yatırayım?


- Bir de köşk versinler


Şair tekrar döner geriye:


- Bu kadar insanı bu köşkte ne ile geçindireyim?


- 1000 altın da harçlık versinler…


Ebu Düllame bir kez daha geriye dönecektir ki, halife Mehdi ondan önce davranır:


- Bak şair efendi, masraf idaresine bir kethüda, hesap tutmaya da bir katip istersen av köpeğini geri alırım ha!


--------------------------------------------------------------------------


Semerkand’dan İstanbul’a uzanalım şimdi de


Sultan Mahmut Üsküdar sırtlarında dolaşmaya çıkmıştır Kalabalığın arasından bir çocuğu çağırır, kesesinden çıkardığı bir altını uzatır Çocuk almak istemez Padişah sebebini sorar Çocuk der ki:


- Ailem bu altını nereden bulduğumu sorarlar, hırsızlık yaptığımı zannederek döverler beni


Şaşırır padişah:


- Evladım, benim verdiğimi söylersin sen de


- O hiç olmaz sultanım Padişahın verdi mi bir tek altın vermeyeceğini onlar da bilirler


Dedik ya üslup önemli, istemeyi bilmek zor iş Çocuk mu? Kesenin tamamını almış tabii ki…


-------------------------------------------------------------------------

Şimdi diyebilirsiniz ki, istemeyi bilmekle her şey bitiyor mu? İşin bir de nasip tarafı var elbet Her şey tamam, bütün şartlar hazırdır, istemenize bile gerek yoktur ama nasip tıkanmıştır bir kere…


-------------------------------------------------------------------------

Üsküdar’dayız yine Bir ramazan günüdür Sultan Mahmut bu kez halkın kendisini tanıyamayacağı bir kıyafetle dolaşmaktadır Bir ayakkabıcı dükkanından gelen ses dikkatini çeker padişahın İhtiyar bir adam elindeki çekici boş örse vururken şöyle mırıldanmaktadır


- Tıkandı da tıkandı, tıkandı da tıkandı…


Sultan Mahmut selam verip içeri girer:


- Hayrola baba, nedir tıkanan?


İhtiyar elindeki çekici boş örse vurmaya devam ederek:


- Sorma be evlat, der, tıkandı da tıkandı Kırış kırış alnı, bembeyaz sakalıyla nur yüzlü bir ihtiyardır bu Bundan iki-üç sene önceydi evlat, bir rüya gördüm Çok büyük bir şadırvan vardı Her tarafında irili-ufaklı çeşmeler… kiminden oluk oluk su akıyor, kiminden damla damla, kiminden iplik gibi Nedir bu, diye sordum Nasip çeşmesi, dediler Oluk oluk akan padişahın nasibiymiş Diğeri filan sadrazamın, öteki bilmem kimin… Gözüm bir çeşmeye takıldı o sıra Arada bir tek-tük damlalar düşen bir çeşmeydi bu Bu kimin, dedim Senin çeşmen dediler


İhtiyarı dinliyor görünse de, gülmesini zor tutuyordu padişah:


- Eee?


- Oradan bir odun parçası buldum, çeşmenin ağzını açmak için zorlarken, odun kırılıp iyice tıkamasın mı çeşmeyi! Damla düşmez oldu O günden beri böyleyim işte evlat


Elindeki çekici örse vurmaya devam etti ihtiyar adam:


- Tıkandı da tıkandı…


Padişah sevmiştir bu tuhaf ihtiyarı Saraya döndüğünde bir hindi dolması hazırlatır İçinde çil çil altınlar olan bir hindi dolması Dükkanı tarif edip hindiyi gönderir, neticeyi beklemeye başlar


Tıkandı baba sevinir hediyeyi görünce Nihayet nasibim açıldı der İftara az bir zaman kala bu hindiyle bir iftar etmektense bunu satar, üç günlük yiyecek alırım diye düşünür Hindiyi üç-beş akçeye satar


Hadiseyi duyan Sultan Mahmut, gülmeye başlar, adamlarına yeni bir emir verir


- Hemen bir tepsi baklava hazırlayın, her dilimin altına bir altın koyup götürün ihtiyara…


Tıkandı Baba, hindiyi sattığı komşusuna baklavayı da birkaç akçeye satar Mutludur artık, nihayet nasibi açılmıştır işte Padişah ise ihtiyarın saflığına kızmaya başlar:


- Getirin bana o ihtiyarı!


Tıkandı Baba Padişah’ın huzuruna getirilir Olanı-biteni bir bir anlatır padişah İhtiyar adam çok üzülür Ellerini dizlerine vurarak dövünmeye başlar:


- Tıkandı da tıkandı, tıkandı da tıkandı…


Onun bu halini gören Sultan Mahmut bir kez daha merhamete gelir Vezirine işaret verir Hazine dairesinden bir altın sandığı, bir de kürek getirilir İhtiyar küreği sandığa daldırıp çıkartacak, küreğin içindeki altınlar onun olacaktır


Tıkandı Baba sevinir Padişah’a dualar ederek heyecanla sandığa daldırır küreği Sandıktan çıkardığında ise oracığa yığılır, bayılıverir Zira heyecandan küreği ters daldırmıştır Tıkandı Baba Ve küreğin sırtında tek bir altın vardır!


Sultan Mahmut nasipsizliğin deyimi olarak kalacak olan sözünü orada söyler işte


- Vermezse Mabud, neylesin Mahmut…


--------------------------------------------------------------------------

Nasip deyince akan sular duruyor İstemeyi bilmek başlı başına bir sanat “Kemalat yolunda gün gelir istememeyi bile istememek gerekir” diye bir söz hatırlıyorum



Bir gün cümle isteklerden kurtulup, bu sözün hakkını da veririz belki Ama şimdi, merhum Üstad’a bir Fatiha gönderip, şu beyti yaşamanın vaktidir galiba:


Verirler ben acizim sen büyüksün dedikçe


Verenin şanı büyük sen iste istedikçe



Serdar TUNCER
http://wwwpozitifpazarlamacom/urunaramaasp?type=SRC

Alıntı Yaparak Cevapla

Satır Arası Hikayeler (S.T)

Eski 08-04-2012   #2
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Satır Arası Hikayeler (S.T)



KAZ HİKAYESİ

Padişah ve veziri iki seyyah kılığında ülkeyi dolaşıyorlardı

Akşam olup saraya dönecekleri sırada bir derenin kenarında kışın ayazında deri tabaklayan bir ihtiyar dikkatlerini çektiYanına gittiler

Padişahla ihtiyar arasında şöyle bir konuşma geçti

- Esselamu aleyküm ey pir-i fani

- Ve aleykümselam ey serdar-ı cihan

- Altılarda ne yaptın?

- Altıyı altıya kaymayınca otuz ikiye yetmiyor

- Geceleri kalkmadın mı?

- Kalktık, lakin ellere yaradı

- Sana bir kaz göndersem yolar mısın?

- Hem de hiç ciyaklatmadan!

Padişah ve veziri bu tuhaf konuşmadan sonra yeniden saraya doğru yola koyuldular Padişah hâlâ gülüyor, Vezir ise şaşkınlık içerisinde konuşulanları yorumlamaya çalışıyordu Padişah’ın gülüşünden de cesaret alarak soruverdi:

- Hünkarım, siz o ihtiyarla ne konuştunuz?

- Ne, anlamadın mı sen konuştuklarımızı?

- Hiç… hiç bir şey anlamadım hünkarım

- O halde bakasın Vezir, gece yarısına kadar ne konuştuğumuzu öğrenmezsen kellen gider, haberin olsun!

Vezir sorduğuna soracağına pişman olmuştu Gece yarısına kaç saat vardı ki şurada? Tek çare gidip dere kenarındaki ihtiyara sormaktı Vezir de öyle yapmaya karar verdi

Vardığında adamcağız işini bitirmiş, gitmek üzereydi Telaşla gelen Vezir’i görünce sordu:

- hayrola devletlum, siz bu saatte buralarda?

- Bırak şimdi devletlumu, kellem gidecek!

- Hayırdır inşaAllah, ne oldu ki?

- Padişah’la aranızda geçen konuşma yüzünden! Sen önce şunu haber ver, üzerinde padişahlığını belli edecek hiçbir işaret yokken Padişah’ı nasıl tanıyabildin?

- Ben dericiyim, anlarım Bu ülkede o deri yeleği Padişah’tan başka giyecek kimse olamaz!

- Ya, demek öyle… Diğer konuşmalar vardı bir de…

İhtiyar adam anlamamış görünerek mevzuyu değiştirdi birden:

- Bu sene de kış pek çetin geçiyor ha! Hele bu saatlerde

Vezir ihtiyarın niyetini hemen anlamıştı:

- Anlaşıldı, anlaşıldı, al bakalım bir kese altın sana! Şu altılar meselesi, neyin nesiydi o?

- Padişah, altı ay yazın ne yaptın ki bu kışta-kıyamette de çalışıyorsun, dedi Ben de kışın altı ayında da çalışmazsa otuz iki dişimize yetiremiyoruz, diye cevap verdim

- Peki geceleri kalkmadın mı, ne manaya geliyordu?

Yaşlı adam mevzuyu yine değiştirdi:

- Allah Allah… insan yaşlandıkça her şeyi de nasıl unutmaya başlıyor

Vezir tekrar atıldı:

- Zeki adamsın vesselam! Şu keseyi de al, ama biraz çabuk ol!

- Hay Allah, bak birden hatırlayıverdim şimdi… padişah, geceleri kalkmadın mı derken, çoluk-çocuğun yok mu diye sordu Ben de var ama hepsi kız oldu, kocaya gittiler, dedim

Öğreneceklerini öğrenen Vezir, ihtiyarın zekasını bir kez daha hayran oldu Rahat bir nefes alıp, tam sarayın yolunu tutacağı sırada birden aklına geldi:

- Bir de kaz meselesi vardı baba O neyin nesiydi?

İhtiyar derici bir taraftan toparlanırken gülerek cevap verdi:

- Var git devletlum, onu da sen düşün artık…?

Satır Arası Hikayeler - Serdar TUNCER

Alıntı Yaparak Cevapla

Satır Arası Hikayeler (S.T)

Eski 08-04-2012   #3
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Satır Arası Hikayeler (S.T)



ONUDA SEN AĞIRLA


İbn-i Asfur’un hikayesini hatırlar mısınız?

Sen hiç ayakkabılarından özür diledin mi?

Duyduğun bir söz kaç gece böler uykularını?

Ağlayan bir çay bardağı gördün mü hiç?

Toprağın üzerinde basacak yer bulamadığın oldu mu?


Sahi, sen kıyafetlerine hiç teşekkür ettin mi?


Gecenin bir yarısı şimdi, balkondayım yine, yazıyorum Kendime böyle sorular sorup, cevaplar arıyorum Karşı evin terasından bir ses geliyor sanki: “Önce hikayesini anlat” Söz dinliyorum…

Günahkar bir adamdı Ayık gezmezdi Bütün bit köy halkı yaka silkiyordu adamdan Ölse de bir kurtulsak diyorlardı

Bir karısı vardı bu adamın, bir de kendisi Hiç çocukları olmamıştı Köy halkı böyle bir adamın zürriyetinin olmadığına memnundu Kadın ise adamının haline üzülse de ses çıkaramazdı Otuz yıldır evliydiler, döverdi, kızardı, her gün biriyle kavga ederdi Ama kocasıydı işte, evinin erkeği idi

Adam iyice yaşlanmıştı artık Öksürük nöbetleri uykusunu bölüyor, iki basamak merdiven çıksa nefes nefese kalıyor, titreyen elleriyle sigarasını zor sarıyordu İyice zayıflamış, zaten kısacık olan boyuyla bir çocuk gibi kalmıştı Kadıncağız ellerini açıp dualar ediyor, ahir ömründe olsun şu adamın hali biraz düzelsin diye yalvarıyordu Allah’a…

Adam bir sabah evden çıktı, fakat ertesi sabah oldu dönmedi Tan yeri ağarırken kadın aramaya çıktı kocasını Kim bilir yine nerede sızıp kalmıştı! Köyün üst tarafındaki çeşmenin başına gitti önce, orada içerdi adam, bulamadı Yakındaki tarlaları aradı, köyün dört bir yanına baktı, yoktu Eve gelmiştir beki diyerek koşarak geri geldi, hayır, dönmemişti Güneş inmek üzereydi, bir acele abdest aldı, namaza durdu Duası bitmek üzereydi ki, kapının çalındığını duydu

Kocasıydı gelen Adamın yüzü sapsarı kesilmişti Öksürüyor, eliyle göğsünü işaret ediyordu Kadın koluna girdi kocasının, güç bela sedire kadar taşıdı Uzandı adam, karısının yüzüne baktı, ağlıyordu Doğrulmak ister gibi yaptı, hakkını helal et diyecekti, lafının sonunu getiremedi, başı yastığa düştü Ölmüştü…

Kadıncağız kocasının başında epeyce bir ağlayıp feryat etti Biraz kendine gelince gözlerini sildi, yemenisini bağladı Kalktı, imamın evine gitti

-Hocam… diyebildi hıçkırarak, bizimki…

Söyleyemiyordu, ama imam efendi durumu anlamıştı Kadının yüzüne baktı, köylü ne der diye düşündü, bocaladı

-O mendebur bir kez bile caminin kapısından içeri girmedi, kaldırmam onun cenazesini, deyip kapıyı kapattı

Kahroldu kadın Nereye gitsem, ne yapsam diye düşündü Kimseleri yoktu ki, çaresiz eve döndü Yıkadı kocasını, sandıktan çıkardığı beyaz bir çarşafa sardı, omzuna aldı, mezarlığın yolunu tuttu

Caminin köşesinden dönerken, muhtar ve köylülerin kendisine doğru gelmekte olduğunu gördü Bir kez daha düğümlendi boğazı, cenazesi omzundan kayarken, dizlerinin üstüne çöktü, ellerini yüzüne kapatıp ağlamaya başladı

Hışımla yaklaştı muhtar:

-Onu nereye götürüyorsun, dedi Mezarlığa gömeyim deme sakın! Sağlığında biz çektik, bir de ölülerimiz çekmesin o herifin elinden…

Kadın gözlerini çarşafın üstüne dikmiş, öylece duruyordu Birden bağırmaya başladı, delirmiş gibiydi sanki Kalabalık yanından korkuyla uzaklaşırken, cenazesini tekrar yüklendi, köyün dışına doğru yürümeye başladı

Kan ter içinde kalmıştı kadın, artık adımı atacak hali yoktu Kendi kendine;

-Şuracığa gömeyim adamımı, dedi, kimseler rahatsız olmaz burada…

tam o anda bir ayak sesi duydu, irkildi, bir çobandı gelen Kadıncağız her şeyi olduğu gibi anlattı Üzüldü çoban, gözleri doldu

-Dert etme dedi, ben yardım ederim sana

Bir çukur kazıp cenazeyi gömdüler Çoban başucunda durdu mezarın, ellerini açtı, dua etti Br kaç çiçek buldu kadın, toprağın üstüne serpti Çobana dualar ederek döndü evine Yorulmuştu Camın kenarına oturup uzaklara daldı Uyuyup kaldı oracıkta Ertesi sabah imamın kapısını telaşla çaldı Muhtar Bir yandan tekmeyi vuruyor, bir yandan da “İmam Efendi, İmam Efendi…” diye bağırıyordu İmam korkuyla açtı kapıyı

-Bir rüya gördüm, dedi Muhtar, hocam o berduş, o serseri adam cennetteydi, bana gülüyor, hakkım sana bile helal olsun, diyordu

Rüyayı duyan imamın benzi attı, kendiside hemen hemen aynı rüyayı görmüştü “Gel hele, içeri gel” demeye kalmadı ki, köyün delisini gördüler Koşarak geliyor, bir yandan da bağırıyordu:

-Demedim mi ben, demedim mi size, rüyamda gördüm, rüyamda…

Birkaç köylü daha benzer rüyalar gördüğünü söyleyince karar verdiler Özür dileyecek, kendilerini affettirmeye çalışacak, bu arada işin aslını öğreneceklerdi Bir şetler olmuştu ama neydi?

Eve vardıklarında kapıyı açan kadın şaşkındı Kapıyı yüzlerine kapatacak oldu, yapamadı Gelenler olup biteni anlatıp özür diledi, cenazeyi nereye defnettiğini, neler olduğunu sordular Kadıncağız her şeyi anlattı Can kulağı ile dinlediler ve çobanı bulmaya karar verdiler

Bir yandan yürüyor bir yandan aralarında konuşuyorlardı: bu çoban bir evliyaydı herhalde, beklide Hızır’dı, aslında ölen adam da o kadar kötü bir adam değildi

Tarif edilen yere geldiklerinde çoban koyunlarını otlatıyordu Gelenleri görünce ayağa kalktı, hayırdır inşaAllah dedi Oturdular, onlara süt ikram etti, konuşmaya başladılar Çoban söylenenlerden hiçbir şey anlamamıştı, cenazeyi nasıl defnettiklerini anlattı

-Ben bir garip kulum, dedi; cenazeyi defnettik, başucunda durup bir dua ettim sadece, hepsi bu …

merakla nasıl bir dua ettiğini sordular, çobanda söyledi:

-Allahım, ben dağda koyunlarımı otlatırken kulların gelirler yanıma, selam verirler Senin selamınla gelen senin misafirindir der, ağırlarım Süt ikram eder, azığımı paylaşırım Şimdi de ben sana bir misafir yolluyorum, onu da sen ağırla…

İbn-i Asfur’un hikayesini hatırladınız mı şimdi?

Günahkar bir adam İbn-i Asfur Bir gün çarşıda dolaşırken çocukların bir kuşa eziyet ettiklerini görmüş hani Parasını ödeyip kuşu almış Öldüğü vakit komşularından biri onun cennette olduğunu görünce şaşırıp:

-Nasıl oldu, demiş, siz günahkar bir adamdınız?

-Ben bir kuşu Allah rızası için azat etmiştim Allah da beni cehennem ateşinden azat etti, diye cevap vermiş

İbn-i Asfur, yani “Kuşun Oğlu

İnsan yaratılmışlara nasıl davranırsa, yaratılanların Rabbi öyle bir karşılık veriyor galiba Sadece insanlar-hayvanlar değil, canlı cansız her şey, yaratılmış ne varsa…

“Merhamet etmeyene merhamet edilmez” diye bir hadis-i şerif hatırlıyorum şimdi Gel de uyu uyuyabilirsen

Yaradan’dan gafil, üstüne bastığım zamanlar için topraktan özür dilerim

Bir daha çay bardağını masaya sert bırakmayacağım, incinmesin

Elbiselerim nerede sahi, örtüyorlar beni kışın soğuktan koruyorlar, yazın sıcaktan, teşekkür etmeliyim onlara

Ayakkabılarım beni bunca zamandır taşıyorlar, bir kez bile ah etmediler

Saat gecenin üçü olmuş Bir türkü çalıyor radyoda:


Gönül çalamazsan aşkın sazını

Ne perdeye dokun ne teli incit…


Türküler bu işi biliyorlar Ürperiyorum birden

Karşı terasta biri mi var, ne?

Satır Arası Hikayeler - Serdar TUNCER

Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.