Prof. Dr. Sinsi
|
Kuran'dan Sure Okuyalım Ve Amin Diyelim
13 şimdi Rabbinizin nimetlerinin hangisini yalanlıyorsunuz? "Fâ" kendisinden sonra geleni önce geçene uygun olarak sıralamak içindir Âlâ, Necm Sûresi'nde geçtiği üzere nimetler ve lütuflar demek olup müfredi 'dür
Nimeti yalanlamak, inkâr ile nankörlük etmektir Nimetin nimet olmasını inkar veya nimeti verene nisbetini inkâr veya her ikisini inkâr mânâsını ifade eder Mesela hem Kur'ân öğretiminin bir nimet olduğunu hem de bunun Allah'ın bir nimeti olduğunu inkâr ederler Yaratılışın, lisanın, yer ve göğün, adalet ve mizanın nimet olduğunu inkâr edenler de bulunmaktadır Meyvaların, yiyeceklerin ve koklanacakların nimet olduğunu inkâr etmeseler de özellikle Allah'a nisbetini açıkça veya işaretle inkâr edenler de çoktur Hitab, aşağıda açıklanacağı üzere ins ve cinne olduğu içindir ki, yaratıkların hepsi buna dahildir Rab isminin açıklanması da, azarlama da şiddet ifade etmektedir Yani ey o yaratıkların gizli ve âşikâr iki kısmını teşkil eden insanlar ve cinler! Şimdi siz bunları işittikten sonra Rabbiniz Rahmân Teâlâ'nın şu dinleyip gördüğünüz türlü nimetlerinden hangi birine yalan deyip de nankörlük edersiniz! Hiç böyle bir nimet sahibine nankörlük edilir mi? İbnü Ömer ve Câbir (r a)'den rivayet edilmiştir ki, Hz Peygamber (s a v) ashabına er-Rahmân Sûresi'ni okuduğunda onlar sükût ettiler Buyurdu ki, niye ben cinnilerden, sizden işitmediğim güzel cevaplar işitiyorum? Cinlerin gecesinde ben bu sûreyi onlara okumuştum da âyetini her tekrar ettiğimde "Hayır nimetlerinden hiçbir şeyi yalanlamayız, Ey Rabbimiz hamd sana " dediler Bunun için Rahmân Sûresi okunurken dinleyenlerin her âyeti okundukça öyle söylemelerinin mendub olduğu nakledilmiştir
14 İnsanlar ve cinlerden her birinin özellikle kendi yaratılışlarıyla ilgili nimetin şükrünü yerine getirmemelerine karşı kınamaya mukaddime yapılmak üzere her birinin yaratılışlarının başlangıç ve esasını beyan ile buyuruluyor ki: (Allah) insanı fehhâr gibi bir salsalden yarattı İbtidâ içindir Salsal, tıngır tıngır ses veren kuru çamur demektir Fehhâr, iyi pişkin saksı, yani fağfur (porselen) gibi çın çın ses verecek kadar kurumuş, hayattan o derece uzak kuru topraktır ki, insanın ilk çıkış yeri olan arz, güneşin sıcaklığı karşısında bu derece hayattan uzak iken Allah Teâlâ ondan tavırdan tavıra bir sülale (soy) seçerek insanı yarattı (Bakara, Al-i İmran, Hicr, Mü'minûn Sûrelerine bkz )
15-16 Cânnı da yarattı Cânn, nûn'un şeddelenmesiyle cin demektir Mâlih ile milh gibi, ikisi de vasıftır Veya cin milh gibi cins ismi, cânn da, mâlih gibi sıfat ismidir Yahut burada insandan murad, Âdem (a s ) olduğuna göre cânndan murad da, cinnin babası demektir Bazıları bunu Mücâhid'den İblis değil, cinnin babasıdır diye nakletmişlerdir Bizim kanaatimize göre başlangıç itibarıyla bütün insan cinsi salsalden yaratılmış olduğundan insandan kasıt, Âdem değil insan cinsi olduğu gibi, Cânn'dan kasıt da cin cinsidir Aşağıda da "İnsan ve cin  " diye ikisi de cins olarak zikrolunacaktır Hicir Sûresi'nde "Cinleri de daha önce zehirli ateşten yaratmıştık " (Hîcir, 15/27) buyurulduğuna göre, demek ki Allah Teâlâ, insanı yaratmadan önce cânn yahut cin denilen gizli mahlukları yaratmıştı Bir mâriç ateşten, birinci ibtidâiyye, ikinci beyaniyye olarak bir mâric ateşten demektir Burada mâric iki mânâ ile tefsir edilmiştir Bazıları asıl mânâsı, ızdırap anlamını ifade eden merec'den, halis ateş ya da dumansız sâfi alev demek olduğunu söylemişler, bazıları da merec'in asıl mânâsının ihtilât (karışma) olması itibariyle, mâric'in muhtelit (karışık) dumanlı bir ateş olduğunu ifade etmişlerdir Hicir Sûresi'nde geçen "nâri's-semûm" tâbirine (Hicr, 15/27) muhtelif mânâsı daha uygun düşmektedir Şu kadar var ki, muhtelit, yalnız duman karışık demek gibi ibtidâi bir mânâya olmayıp, "semûm" anlamına da uygun olmak üzere her şeye nüfuz edebilen ve karışan mânâsında ateşin hakikatini ifade etmiş olsa gerektir Bundan başka mâric "merc"den müteaddi olarak haltedici yani karıştırıcı mânâsına da gelebilir ki bu da ateşin, yani hararetin eşya üzerindeki kimyevî bir özelliğini belirtmiş olur Kısaca demek oluyor ki, insan yaratılmadan önce güneşte veya arzın başlangıç durumunda olduğu gibi çalkalanıp duran ızdıraplı ve çoşkun bir halde bulunan saf bir ateş, veya elektrik halinde olduğu gibi her şeye karışabilen bir ateş veyahut eşyayı birbirine karıştırmak özelliği taşıyan bir ateşten, biz insanların gözüne âdet olduğu vechile görünmeyen gizli bir takım hayat kuvvetleri, hayati unsurlar yaratılmıştır ki, bunlara cânn ismi verilmektedir
17-18 Hem iki doğunun Rabbi, hem iki batının Rabbidir O yaratıcı Rahmân, yani yalnız insan ve cinnin başlangıçtan yaratıcısı olmakla kalmayıp, bütün varlık yönlerinin hatta varlık ve yokluk nimetlerinin hepsinin sahibi ve bütün tekamül (gelişme) mertebelerinin Rabbidir Âyette geçen iki doğu ve iki batı tabirlerinde de bir kaç mânâ vardır Birincisi, "Güneş ve ay bir hesap iledir " âyetinden anlaşılacağı gibi güneş ve ayın doğuları ve batıları demektir İkincisi, yaz ve kış mevsimlerinde günlerin uzayıp kısalmasına göre olan doğular ve batılardır Bu durumda gerçi hergün için ayrı bir doğu ve batı varsa da, en son noktalarını zikretmekle aralarındakileri de içine aldığı anlaşılmaktadır Nitekim "bütün doğu ve batı O'nun" denildiği vakit, bunlar arasında kalan bütün yönler de kasdedilmiş olmaktadır Üçüncüsü, nev'i kasdedilerek gerek güneş ve gerek diğerlerinin doğusu demek olabilir ki, bununla bütün cisimlerin doğu ve batısına işaret edilmiş olur Dördüncüsü arzın, kürevî olması nedeniyle her yarısına nazaran bir doğu ve batıya işaret edilmiş olur ki, bunda doğu kabul edilen bir nokta aynı zamanda batı ve batı kabul edilen nokta da aynı zamanda doğu olmuş olur Beşincisi de, güneş ve ay gibi görünen ışıklarla, akıl ve şuur gibi görünmeyen ışıkların doğuş ve batış noktalarına işaret olabilir ki bunu, bir yönüyle üçüncü kısma dahil etmek de mümkündür Bunlardan hangisi olursa olsun, asıl kasdedilen mânâ, Allah'ın var olan ve olmayan bütün nimetlerin sahibi ve yöneticisi olduğunu beyan etmektir Görülüyor ki bu âyetler, hem nimeti hem kudreti hatırlatmaktadır Nimeti tenbih, şükrü gerektirir, kudreti tenbih de, nankörlüğe karşı kınamayı takviye eder
19 Evet iki denizi mercetti (salıverdi) Burada merc müteaddidir mânâsınadır ki, salıverdi demektir Bu da esas itibariye karıştırmak mânâsına gelirse de, bu ayrı bir kullanmadır Bu iki deniz hakkında misal olmak üzere çeşitli yorumlar yapılmıştır Önce Furkan Sûresi'nde geçen "O, iki denizi birbirine salmıştır Bu, tatlı ve susuzluğu giderici; şu tuzlu ve acıdır Ve ikisinin arasına birbirine kavuşmalarına engel olan bir perde koymuştur "(Furkân, 25/53) âyetine mutabık olmak üzere biri tatlı diğeri acı iki derya denilmiş Mesela Şap denizine Nil, Basra Körfezi'ne Dicle dökülmüş olduğu gibi, diplerindeki suların birbirlerine kavuşması ile beraber birden bire diğeri ile karışmaksızın bir hayli mesafeleri uzayıp giden büyük sularla temsil edilmiştir Buradaki iltikâ (karşılaşma) fiilî olarak birbirine temas mânâsına gelmektedir İltikâ, temas edecek şekilde yakınlık ve komşuluk olarak da yorumlanabilir Bu, acı denizin altında veya yakınında yer alan su hazineleri şeklindeki düşünceye de uygun olabilir İkincisi, her ikisinin suyu da acı olmak üzere bir zamanlar Faris Denizi adı verilen Hint Okyanusu ile Rûm denizi denilen Akdeniz ile temsil edilmiştir ve aralarındaki engel Arabistan yarımadası veya karşılaşmak üzere bulundukarı Süveyş engelidir Buna göre : "o iki deniz, birleşeceklerdir" mânâsına da yorumlanabilir ki, bu da Süveyş kanalının ileride açılacağını göstermektedir "İkisinden de inci ve mercan çıkar " (Rahmân, 55/22) âyeti de, bu ikinci mânâya daha yakın bir anlam ifade etmektedir Zira tatlı sudan inci ve mercan çıkması, biraz te'vile dayalıdır Üçüncüsü, gök denizi ve arz denizi denilmiştir ki denizlerle, bulutlar veya daha geniş bir mânâ kasdedilmiş olabilir Dördüncüsü, yeri etrafından kuşatan dış denizle yerin kıtaları arasındaki iç deniz ki, bu iki deniz birbirine kavuşurlar Yer, aralarında bir engel halinde kalır, böylece taşıp da o yeri istilâ edemezler
Beşincisi, "maşrikayn ve mağribeyn" (iki doğu ve iki batı)de geçtiği üzere acı, tatlı, iç dış, semavî ve arzî hatta hakikat ve mecaz her iki nev'iyle deniz de demek olabilir ki en genel anlamı budur Bu suretle işarî mânâ olarak cismanî (maddi) âlem ile ruhanî (manevî) âlem anlamı da bulunabilir ki aralarında mevcut olan berzah da, hayal ve gölge alemi olmuş olur Kavuşurlar Bu cümle ya istinâfiyye (başlangıç) ya da hal cümlesidir Mânâsı, kavuşurlar yahut karşılaşırlar Veyahutta öyle bir halde salmıştır ki, kavuşacaklardır veya kavuşuyorlardır
20 Fakat "aralarında bir berzah vardır " Berzah, esasen iki şey arasında bulunan engel ve ayırıcı sınır demektir Coğrafya ıstılahında bilindiği gibi iki deniz arasında bulunan karaya denir Berzah, burada ya bu anlamı ifade etmektedir, ya da kudretten herhangi bir sınır mânâsınadır Aralarında bir berzah bulunduğundan dolayı o iki deniz birbirine geçmezler O berzahı, o haddi aşıp da diğerinin yerini işgal edecek, özelliğini ortadan kaldıracak bir zulüm ve tecavüz yapmazlar, yapmaya meydan bulmazlar
21 Fakat "aralarında bir berzah vardır " Berzah, esasen iki şey arasında bulunan engel ve ayırıcı sınır demektir Coğrafya ıstılahında bilindiği gibi iki deniz arasında bulunan karaya denir Berzah, burada ya bu anlamı ifade etmektedir, ya da kudretten herhangi bir sınır mânâsınadır Aralarında bir berzah bulunduğundan dolayı o iki deniz birbirine geçmezler O berzahı, o haddi aşıp da diğerinin yerini işgal edecek, özelliğini ortadan kaldıracak bir zulüm ve tecavüz yapmazlar, yapmaya meydan bulmazlar
22 inci, özellikle iri inci ve mercan Lisanımızda da mercanın kırmızısı meşhurdur Bilindiği gibi inci ile mercan, hem süs eşyası olarak kullanılır hem de ticaret nimetlerindendir
23 inci, özellikle iri inci ve mercan Lisanımızda da mercanın kırmızısı meşhurdur Bilindiği gibi inci ile mercan, hem süs eşyası olarak kullanılır hem de ticaret nimetlerindendir
24-25 O denizde inşa edilmiş akıp gidenler O'nundur Cevârî, akıcı mânâsına câriyenin çoğuludur ki gemiler demektir
Münşeât, iki mânâ ile tefsir edilmiştir Birincisi, bilindiği üzere inşa edilmişler demektir ki, gemilerin inşasının ehemmiyetini ve bunun Allah'ın bir nimeti olduğunu gösterir İnsanlar tarafından inşa edilmiş olması, "Oysa sizi de, yaptığınız (bu şeyler)ı da Allah yaratmıştır " (Saffât, 37/96) âyetine göre onların, Allah'a ait olmasına mani değildir İkincisi yelkenleri açılmış mânâsına da tefsir edilmiştir Çünkü inşa, yükseltmek, yukarı kaldırmak mânâsına geldiği için, münşeât, yükseltilmiş demektir Gemiler hakkında kullanıldığında bu vasıf, yelken açmış veya bayrak açmış anlamını ifade eder Şu teşbih de, buna da bir işaret vardır Alemler gibi, yani dağlar gibi burada alem, dağ mânâsına olmakla beraber, bayrak ve alâmet mânâsına da gelebilir Evet, inşa edilip de denizde akıp giden, o inci ve mercan gibi nice faydalı şeyleri taşıyan o dağlar gibi gemiler de Allah'ın nimetlerindendir Mamafih "cevâri'l- münşeât" vasfı, gök deryasında yüzüp duran bütün gök cisimlerinin Allah Teâlâ'nın kudret delillerinden olarak denizde yüzüp giden gemiler gibi akıp gittiklerini de ifade etmeye müsaittir Bu durumda gelecek âyete de bir girizgâh (maksadı beyan için uygun söz) olmuş olur Şöyle ki:
Meâl-i Şerifi
26 Yer üzerinde bulunan her şey fânidir
27 Yalnız celâl ve ikram sahibi Rabbinin yüzü (zâtı) baki kalacaktır
28 Şimdi Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?
29 Göklerde ve yerde bulunanlar, O'ndan isterler O, her gün yeni bir iştedir
30 Şimdi Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?
31 Ey insan ve cin! sizin de hesabınızı ele alacağız
32 Şimdi Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?
33 Ey cin ve insan toplulukları! Göklerin ve yerin çevresinden geçmeye gücünüz yeterse geçin gidin Ama Allah'ın verdiği bir güç olmadan geçemezsiniz
34 Şimdi Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?
35 Üzerinize ateşten alev ve duman gönderilir, kendinizi savunamazsınız
36 Şimdi Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz
37 Gök yarılıp da, erimiş yağ gibi kıpkırmızı bir gül olduğu zaman 
|