Kuran-İ Kerim Makaleler &Amp; Yazılar |
08-04-2012 | #1 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Kuran-İ Kerim Makaleler &Amp; YazılarYer ve göklerin âyetleri 'Kitab-ı kâinat' deyimini Bediüzzaman pek sık kullanır Gerçekten de kâinat okunmakla bitmeyecek, ders ve ibretleri tükenmeyecek bir muhteşem kitaptır Ve Yüce Kur'ân'ımız gibi, onun da âyetleri vardır Kur'ân âyetlerinin anlattığını, kâinat kitabının âyetleri de kendi dilleriyle bize anlatır; Kur'ân ve kâinat, böylece, karşılıklı olarak birbirlerini şerh ederler Kur'ân, âyetlerinin önemli bir kısmında bizim ibret nazarlarımızı kâinat kitabının âyetlerine çevirir Rum Sûresinde peş peşe gelen şu âyetler buna bir örnektir; bu âyetler kâinatın sayfalarını birer birer açarak önümüze sermekte ve bizden de bu sayfaları dikkatle okumamızı istemektedir: Sizi topraktan yaratması da Onun âyetlerindendir Sonra siz birer beşer olarak yeryüzüne yayılırsınız Hemcinslerinizden, kendilerine ısınacağınız eşler yaratması ve aranıza merhamet ve sevgi vermesi de Onun âyetlerindendir Tefekkür eden bir topluluk için bunda ibretler vardır Göklerin ve yerin yaratılışı ile dillerinizin ve renklerinizin farklılığı da Onun âyetlerindendir Bilgi sahibi olanlar için bunda ibretler vardır Gece uyumanız, gündüz Onun lütfundan rızkınızı aramanız da Onun âyetlerindendir Kulak veren bir topluluk için bunda ibretler vardır Size ümit ve korku içinde şimşeği göstermesi ve gökten bir su indirerek onunla ölmüş yeryüzünü diriltmesi de Onun âyetlerindendir Aklını kullanan bir topluluk için bunda ibretler vardır Göklerin ve yerin, Onun yasalarıyla ayakta durması da Onun âyetlerindendir Sonra sizi çağırır çağırmaz kabirlerinizden çıkarsınız Rum Sûresi, 30:20-25 Dikkatimizden kaçmasın: Bu âyetler, sözünü ettikleri kâinat hadiselerini de, tıpkı kendileri gibi, birer 'âyet' olarak nitelemektedir Fakat bu âyetleri de fark etmek ve doğru bir şekilde okuyabilmek herkesin harcı değildir Yukarıdaki âyetlerde ve Kur'ân'ın daha başka yerlerinde, bu âyetlerden ancak 'tefekkür etmek, bilgi sahibi olmak, kulak vermek, aklını kullanmak, sağduyu sahibi olmak, görecek gözü olmak, iman etmek, Allah'a karşı gelmekten sakınmak' gibi özelliklere sahip olanların ibret alabileceği vurgulanmıştır Bunun anlamı ise açıktır: Kur'ân'ı okumasını bilen, kâinatı da okuyabilir Kur'ân'dan yüz çevirenler ise, aynı zamanda kâinat kitabının âyetlerinden de yüz çevirenlerdir Bu tespit ışığında, Yusuf Sûresinin 105 âyeti, bizi ciddî bir muhasebe ile karşı karşıya getiriyor: Göklerin ve yerin âyetleriyle biz ne kadar ilgiliyiz? Hergün bizimle iç içe olan ve bizi her taraftan kuşatan bu âyetlere biz kulak veriyor muyuz? Yoksa, insanların çoğunluğu gibi biz de bu âyetlerin yanından aldırmaksızın geçip gidiyor muyuz? Bu sorulara içtenlikle vereceğimiz cevap, sadece kâinat âyetlerine karşı değil, Kur'ân'a karşı da ne derece duyarlı olduğumuzu ortaya çıkaracaktır Ne yazık ki, bugün hep 'büyük işlerin' peşinde koşan insanlar, göklerin ve yerin yaratılışı, gece ve gündüzün birbirini izlemesi, bahar mevsiminde yeryüzünün dirilişi gibi olayları izleme fırsatını bulamıyorlar Onun için, gece gündüz kâinat kitabını okumakla meşgul olan bir büyük tefekkür adamının Dünya Harbine bir gün dahi olsa dönüp de bakmaması bugünün insanlarına pek tuhaf, hattâ inanılmaz geliyor Lâkin, aradan biraz zaman geçince ortada ne dünya savaşları kalıyor, ne de savaşanlar veya savaştıranlar… Göklerin ve yerin âyetleri ise, okumasını bilenlere, anlatacakları şeyi anlatmaya devam ediyorlar |
Kuran-İ Kerim Makaleler &Amp; Yazılar |
08-04-2012 | #2 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Kuran-İ Kerim Makaleler &Amp; YazılarAnd olsun, Biz Kur'ân'ı zikir için kolaylaştırdık Fakat hani ibret alacak olan? Kamer Sûresi, 54:17 Kur'ân'ın indiriliş amacını açıklayan ve bizim ona yaklaşma açımızı belirleyen âyetlerden birisi de bu âyettir Kamer Sûresi boyunca dört defa bir nakarat gibi tekrarlanarak vurgulanan bu âyet, üç anahtar kavram ile Kur'ân'ın önemine dikkat çekmekte ve bizi ona kulak vermeye çağırmaktadır Bu kavramlardan biri 'kolaylaştırma'dır Ancak bu işlem sayesindedir ki biz Kur'ân'ı dinleyebiliyor, okuyabiliyor, anlayabiliyor, ezberleyebiliyoruz Zira Kur'ân okumak demek, Âlemlerin Rabbine muhatap olmak demektir Bu hitabın bir tarafında yer ve gökleri yoktan yaratan, maddeden ve hür türlü kayıttan münezzeh, hiçbir benzeri olmayan bir aşkın varlık, diğer tarafında ise Onun tarafından yaratılan ve bu âlemde ancak sınırlı şeyleri görüp işitebilen, duyularının erişemediği yere aklı ermeyen fâni ve âciz bir varlık vardır Böyle bir hitabın muhatap tarafından anlaşılabilmesi için tek yol, onu muhatabın algılama seviyesine indirecek bir şekilde kolaylaştırmaktır Bu, bizim güneşi inceleyişimize de benzetilebilir Biz, en yakınımızdaki bu yıldızı doğrudan doğruya teleskoplarla incelemek bir yana dursun, çıplak gözle bile ona bakamayız; zira onda beliren tecellînin şiddeti, bizim görme sınırlarımızın çok üzerindedir Bu durumda biz güneşin teleskoplarımıza akseden görüntüsünü bir perde üzerine yansıtır ve böylece, şiddeti bir hayli azaltılmış olan bu görüntüyü inceleme imkânına kavuşuruz Yer ve Gökler Rabbinin yarattığı sayısız yıldızlardan bir tanesinin ışığına doğrudan muhatap olamayan insan, Onun bizzat kendi hitabına muhatap olmak için, hiç kuşkusuz, bundan çok daha ileri seviyede bir 'kolaylaştırma' işlemine muhtaçtır İşte, Yüce Yaratan, bir yandan insana 'beyanı' öğreterek onu Kur'ân'a muhatap olabilecek bir yetenekte yaratırken, diğer yandan da Kur'ân'ı insanın anlayabileceği bir şekilde kolaylaştırmıştır İkinci olarak, bu kolaylaştırma işleminin amacı, Kur'ân'da 'zikir' kelimesiyle ifade edilmiştir Hayli kapsamlı bir kelime olan 'zikir' sözcüğünün başlıca anlamları arasında 'hatırlama, ezberleme, düşünme, öğüt alma' gibi anlamlar vardır ki, âyetin gelişinden, tüm bu anlamların birden kastedildiği anlaşılmaktadır Gerçekten de, Kur'ân, bu özelliğiyle taklidi imkânsız bir mucize olarak yüzyıllardır âleme meydan okuyagelmiş ve her çağda, her toplumda, her kesimden insanlar tarafından okunmuş, ezberlenmiş; kölelerden hükümdarlara, çocuklardan en seçkin bilgelere kadar herkes her zaman ondan dersini almıştır Bu ise, Âlemlerin Rabbi tarafından insana bahşedilmiş pek büyük bir lütuf ve şereftir ki, 'zikir' sözcüğünün içerdiği bir başka anlam olan 'şeref' anlamında buna da bir işaret vardır Üçüncü olarak, Kur'ân bu beyanını bir çağrı ile noktalıyor: 'Hani ibret alan?' Bu çağrıdaki 'ibret' sözcüğü ise, Kur'ân'a bakış açımızı son derece net bir şekilde belirliyor Önündeki mushafın sayfalarını açan insan, eğer bu kitabın ona kim tarafından gönderildiğini ciddiyetle düşünecek olursa, kendisine düşen tavrın bir ibretten başka birşey olamayacağını pek çabuk kavrayacaktır Bu tespit, 'Meal veya tefsir okumalı mıyız?' şeklindeki sorulara da açıklık getiriyor İnsanları bu konuda çekingenliğe iten şey, yanlış anlamlar ve hükümler çıkararak dinine zarar verme endişesidir Oysa ahkâm çıkarmak çok özel bir iştir ve bunun için gerekli bir altyapıya ihtiyaç gösterir İbret almak için gerekli olan şey ise, gören bir göz ile hakka yönelmiş bir gönülden ibarettir Buna sahip olan bir kimse, Yer ve Gökler Rabbinin huzurunda olmanın bilinci ve edebi içinde Kur'ân'a kulağını verecek olursa, onda hayatına hayat katacak nice öğütler ve ibretler bulur Lâkin bu noktada insanı bekleyen tehlikeler de yabana atılacak gibi değildir Zamanımızın hakim değerleri, özellikle dünya hayatının her konuda en önemli referans olarak alınması, Kur'ân'dan alınacak ibretlerin önünde çok büyük bir engel teşkil etmekte, hattâ Kur'ân'ın derslerini amacından saptırma istidadı taşımaktadır Ancak bu konuda da Kur'ân'ın uyarıları mevcuttur; bu uyarılara kulak veren insan, her zaman Kur'ân'dan doğru bir şekilde dersini alabilir ve bu derslerde kendisini Rabbinin rızasına yaklaştıracak bir yol bulabilir: 'Kur'ân'ı okuyacağın zaman, kovulmuş şeytandan Allah'a sığın' Nahl Sûresi, 16:98 'Kur'ân okunduğu zaman susun ve dinleyin ki rahmete erişesiniz' A'râf Sûresi, 7:204 |
Kuran-İ Kerim Makaleler &Amp; Yazılar |
08-04-2012 | #3 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Kuran-İ Kerim Makaleler &Amp; YazılarÂlemlerden bir nokta KUR'ÂN OKUMAK, bir kitabın sayfalarını çevirip dudaklarımızı hareket ettirmek kadar basit bir iş gibi gelir bize Gerçi işin mekanik tarafı da bu kadar basit görünmesine rağmen bir seri harikulâdelikleri ardında saklar Fakat meselenin mânâ yönü, dudaklarımızı uçuklatmaya yetecek kadar heybetli ve hayretli bir hadisedir Çünkü okuduğumuz şey, doğrudan doğruya Âlemlerin Rabbinden gelen bir hitaptır Bu hitabın karışsında bir muhatap olarak yer almaktan daha büyük ve heyecan verici hangi hadise vardır? Ama 'Âlemlerin Rabbi' sözünü de çoğu zaman fazla üzerinde durmadan telâffuz ediveririz Nihayet bu telâffuz da bir iki dudak kıpırdatması kadar 'basit' bir işten ibarettir Oysa 'âlemler' dediğimiz zaman, zerrelerin kimbilir kaç kademe altındaki seviyelerde her saniye milyarlarca nesli gelip geçen parçacıklardan milyarlarca ışık yılı uzaklıklardaki galaksilere, görünen dünyalardan âhiret yurduna, yerin derinliklerinden gökler ve yer genişliğindeki Cennet bahçelerine, kabir âleminden ruhlar ve melekler âlemlerine kadar bildiğimiz veya bilemediğimiz, hattâ hayal bile edemediğimiz nice varlık âlemlerinden söz etmiş oluruz Sözünü ettiğimiz şeyin büyüklüğüne bir ölçü teşkil etmek üzere, gözümüzün önündeki maddî âlemden bir 'nokta' üzerinde dikkatlerimizi yoğunlaştıralım Bu nokta, semâmızda dolunay çapının onda biri kadar bir yer kaplamaktadır Normal olarak buraya baktığımızda, Samanyolu galaksisi içindeki birkaç yıldızdan başka birşey görmeyiz Hubble Uzay Teleskopu ise, atmosferin dışında, her türlü kirlilik ve parazitten uzakta, ideal şartlar altında bu noktaya odaklandığı zaman çok farklı şeyler görmüş ve bu gördüklerini Dünyaya göndermiştir Ancak, bu sayfalarda gördüğünüz fotoğrafı çekmek Hubble için de hiç kolay olmamıştır 24 Eylül 2003 tarihinde başlayıp 16 Ocak 2004'e kadar dört ay süren bir çalışma sırasında Hubble Dünya etrafında 400 tur atmış, bu noktanın 800 resmini çekmiş; sonunda, net olarak geceli gündüzlü 11 günden fazla zaman alan bir pozlandırma bu resmi ortaya çıkarmıştır Bu resimde on bin kadar galaksi sayılabilmektedir—uzayın tek bir noktasında on bin galaksi! Bu galaksilerden herbirinin yüz milyarlarca yıldız barındırdığını da unutmayalım Aralarındaki uzaklıklar ise milyonlarca, hattâ milyarlarca ışık yılı seviyesindedir ki, bu rakamlar, saniyede 300 bin kilometre hızla yol alan ışığın bu kadar zamanda kat edebildiği mesafeleri ifade etmektedir İşte, görebildiğimiz âlemlerden bir noktanın arkasında saklı olan şeyi, Hubble Uzay Teleskopunun gönderdiği bu fotoğraf bize gösteriyor 'Âlemler' deyince akla neyin geleceği ise, artık hayalgücünüze kalmıştır Fakat bizi asıl ilgilendiren şey bu âlemlerin büyüklüğü değil, Âlemlerin Rabbinin sonsuz büyüklüğüdür Hiç değilse bu resim bize, nasıl bir sonsuzluk ve idraklere sığmayacak bir büyüklük karşısında bulunduğumuzu hatırlatıyor! Ve, o sonsuz büyüklüğün sahibinden bize gelen bir hitabı nasıl bir edep ve ürperti içinde dinlememiz gerektiğini gösteriyor: Tabii, görecek gözü olanlara! |
Kuran-İ Kerim Makaleler &Amp; Yazılar |
08-04-2012 | #4 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Kuran-İ Kerim Makaleler &Amp; YazılarHiçlikten sonsuzluğa ÖNCEKİ bölümde, gökyüzündeki bir nokta, bize âlemin büyüklüğünü ve bizim bu âlem içindeki küçüklüğümüzü hatırlattı Fakat bu, sadece 'uzay' boyutunu içeren bir hatırlatma idi Hadisenin bir de zaman boyutu var ki, onunla beraber düşünüldüğünde, insanın kâinat içindeki hiçliği daha da aşikâr hal alıyor Aslında biz uzaydan söz ettiğimizde, zamanı da işin içine katmış oluruz Çünkü uzayın derinliklerinde, milyonlarca yahut milyarlarca ışık yılı uzaklıklardaki galaksileri, biz bugünkü durumlarıyla değil, milyonlarca veya milyarlarca sene önceki halleriyle seyretmekteyizdir Saniyede 300 bin kilometre hızla Aydan bize bir saniyede, Güneşten ise 8 dakikada ulaşıveren ışığın milyarlarca senede ancak alabildiği uzaklıkların ne anlama geldiğini artık siz tasavvur edin! Kâinatın tarihi, bu rakamlardan da anlaşılabileceği gibi, milyarlarca yıl öncesine—bugün kabul edilen değerlerle 10-15 milyar yıl öncesine—dayanıyor Peki, biz bu zamanın neresindeyiz dersiniz? Eğer kâinat tarihini 24 saatlik bir gün ile temsil edecek olursak, Güneş Sisteminin ve üzerinde yaşadığımız gezegenin doğumu, günün ikindi vaktine rastlar İkindiden sonra hayata gözünü açan Dünya üzerinde ise kendinizi sakın aramaya kalkmayın Zira sizin değil, tüm insan neslinin ömrü, 24 saatin en son saniyesi içindedir! Bütün bir insanlık tarihi, kurulan ve yıkılan uygarlıklar, savaşlar, felâketler, hükümdarlıklar, imparatorluklar, televizyon haberleri ve gazete manşetleri, işte bu saniyede yer alır Bu son saniyenin içinde, ülkelerin savaşı ile iki komşu arasındaki bahçe kavgası arasında bir fark görebiliyor musunuz? Yahut ömrünüzün o pek büyük sorunlarını bu son saniye içinden bulup çıkarabiliyor musunuz? Bu manzara, bir açıdan bakıldığında, insanı tümüyle bir hiçlik duygusu içine atıyor Ve 'Kimim ben? Neyim, neciyim? Niçin buradayım? Bu koca âlemin içinde, toz zerresi bile etmeyen bir gezegenin üzerinde, bir saniyenin bilmem kaçıncı kademedeki bir fraksiyonu içinde ben ne arıyorum, ne ifade ediyorum ve ne değer taşıyorum?' gibi sorular cevapsız, hattâ anlamsız kalıyor Ancak, bir başka açıdan bakıldığında, gerek zamanın, gerekse uzayın o büyüklük ölçüleri, insanın karşısında birden bire küçülüveriyor Ve o koca âlemde, koca insanlık tarihinde, insan, bir toz zerresinin üzerinde, bir küçücük ânın pençesinde, sonsuzluğu yakalıyor İnsan, Âlemlerin Rabbine muhatap oluyor Âlemlerin Rabbi insana kitap gönderiyor Ona hitabı öğretiyor Beyanı öğretiyor Konuşmayı öğretiyor Anlayıp anlatmayı öğretiyor Ve o cismi küçücük, ömrü kısacık insan, bulunduğu o daracık mekândan, Âlemlerin Rabbini dinliyor, kâinatın en uzak köşelerini görüyor, Rabbinin en muhteşem eserlerini seyrediyor 'O Rahmân, 'Kur'ân'ı öğretti' Bu iki kısa âyet, insanı bulunduğu mekândan ve zamandan alıyor, kâinatın ne uzay, ne de zaman ölçülerine sığmayacak bir huzura yükseltiyor |
|