Prof. Dr. Sinsi
|
Erotik Aşka Kısaca Psikanalitik Bir Bakış
Erotik Aşka Psikanalitik Bir Bakış

Erotik Aşkın İmkansızlığı
Oysa, doğu masalları içinde yaşadığımız gerçekliği ne kadar da iyi resmeder Aşk, kadının ve erkeğin, dişil ve eril prensibin kavuşmasındaki imkansızlığı anlatır Aşk bir arayış ve yıkım süreci olarak betimlenir Aşk, olabildiğince içsel bir deneyimdir doğu masallarında, kahramanın imgeleminde doğan, onu gerçek hayatın patikalarında "münzevi" eden, "ben"liğin yıkımını hızlandıran, egoyu parçalayan, gerçeklik hissini elinden alan, aşkın "nesne"siyle olan bütün bağları kesen ve ruhsal bir dönüşümü şekillendiren bir deneyim Doğu masallarında anlatılan "olgun" aşktır aslında, çünkü asla naif değildir
Masalsı olandan/fanteziden gerçekliğe geçtiğimiz alan bu çerçevede doğu masallarının temalarına son derece yakındır Yetişkin hayatın "masalsılıktan" arınmış çıplak gerçekliği bizi, solipsistik evrenlerinde kendi fantezilerini deneyimleyen kadının ve erkeğin "trajik" çatışmasına taşır Modern yaşamın bütün göstergelerine bakıldığında, kadının ve erkeğin iki ayrı fantezi dünyası olduğunu görmek hiçte zor değildir Yaşam bu fantezilerin uzlaşmazlığından doğan bir gerilim üzerine kuruludur Aşk, belki de bu gerilimi en derinden deneyimlendiğimiz andır Aşkın belki de bu kadar hayal kırıklığı yaratması, bu oranda derin narsisistik kırılmalara yol açması kurgusal olanla, "gerçek" olan arasındaki bu uzlaşmaz mesafeden kaynaklanmaktadır, çünkü "fantezi" onu deneyimleyen kişi için o oranda gerçektir, ve reel hayatın göstergelerinden çok daha derin bir kaynaktan, bilinçdışından beslenmektedir
Bizi aşkta harekete geçiren bütün temalar bilinçdışı bir kaynaktan beslenir Aşkın bu oranda kontrol edilemez bir deneyim olmasını açıklayan da budur Aşk, istemli bir seçim, kontrol edilebilen, engellenebilen, ertelenebilen bir deneyim değildir Aşk bir seçim değildir, bu anlamda bilincin alanında yer almaz Aşk içine düşülen, bizi merkezine doğru çeken, benliği hakimiyetine alan bilinçdışı bir süreçtir Aşkın bir hastalık olarak tanımlanmasının altında yatan da budur Aşk aynen bir hastalık gibi, beklenmedik bir zamanda, şiddette ve formda gelir, bedeni ve ruhu hakimiyeti altına alır, bizi bitkin düşürür, egonun gücünü, savunma mekanizmalarımızı -gündelik hayat içinde ayakta kalmak için geliştirdiğimiz binlerce küçük oyunumuzu- elimizden alır Aşkla beraber regrese oluruz Yetişkin kimliğimiz dikişlerinden sökülür, bütünlüğü zedelenir, rasyonel yanımız sendeler, eski akıllı, bütünlüklü, yetişkin kişi değilizdir artık İrrasyonel, çocuksu ve paramparçayızdır Aşkın paradoksu da burada yatar, aşka bütünleş(/n)mek arzusuyla gireriz ve bu süreçte bütünlüğümüzü ve sürekliliğimizi kaybederiz Çünkü aşkta ve aşk dolayımıyla bütünleşmek mümkün değildir
Aşk ve benlik ilişkisine bu yönüyle de bakıldığında, doğu masallarında resmedilenle ne kadar iyi örtüştüğünü gözlemlemek mümkündür Doğu masalları “aşkta yaşanan deneyimi” –batı masallarının aksine- benliğin parçalanması olarak tasvir eder Batı masallarında dişinin ve erilin bütünleşmesini tasvir eden nihai sona oranla, doğu masalları benliğin çözülmesini içeren sancılı bir süreçtir
Mutlu Aşk Yoktur
Aragon
Aşkta bütünleşmeyi imkansız kılan şey nedir? Psikanalitik kuramın gücü, aşk denen olguyu (yangını/hastalığı/uzlaşmaz deneyimi/yıkım sürecini/şiirlerin, edebiyatın, masalların alanında tasvir edilen o sarsıcı deneyimi) bütün karmaşası, irrasyonelitesi, gerçek üstü diliyle deşifre edebilmesinden ve anlaşılır kılmasından gelmektedir Evet, aşk bir hastalıktır, gündelik yaşamı, algıyı, deneyimleri, rutinleri parçalayan, ayağımızın altındaki toprağı erozyona uğratan, rasyonel yanımızın "tutulmasına" yol açan, bizi sendeleten, algı kapılarımızı açan, hayal gücümüzü, spontan, çılgın ve toplum dışı yanımızı katalize eden, rüyalarımızı, bilinç dışının dehlizlerini hakimiyeti altına alan bir hastalık  Evet, bir tür büyü, tutulma  ve psikanalizin gücü bilimin rasyonel paradigmasının algı kapılarından dahi geçemeyen o "yakıcı", "ölümcül" deneyimin derinliklerine inebilme gücünden ve yetisinden geçmektedir
Aşkın İmkansızlığına Psikanalitik Bir Bakış
Psikanaliz bize kadının ve erkeğin "bütünleşme"sini mümkün kılacak bir aşk deneyiminin imkansızlığı konusunda ne tür ipuçları verir? Psikanaliz en temelde bunu kadının ve erkeğin gelişimsel öykülerinin son derece farklı izleklerini tanımlayarak yapar
Yetişkin kadın ve erkek cinselliğinin temellerini oluşturan ödipal dönem cinselliğinin ilk uyanışı sürecidir Oysa kız ve erkek çocuğu, ödipal süreci bütün yetişkin cinselliğe damgasını vuracak biçimde “farklı” biçimlerde deneyimler Cinselliğin uyanışı, cinsel kimliğin şekillenmesi ile paralel bir süreçtir Bu uyanış ve “oluşum” sürecinde her iki cinsin gerçekleştirmek zorunda kaldığı gelişimsel aşamalar ve deneyimlediği korkular birbirinden son derece farklıdır Kız çocuğunun toplumsal cinsiyet kimliğinin oluşumu - anne ile süreklilik, anne "gibi" oluş, anneyle "özdeş"leşme üzerine kuruludur Kız çocuğu, anneyle doğumda başlayan “birlik” duygusunu devam ettirmek, anneyle deneyimlediği özdeşim sürecini sürdürmek zorundadır Kız çocuğu dişi olmanın anne gibi olmak olduğunu öğrenir Bu çerçevede kız çocuğunun gelişimsel “ödevi” erkek çocuğuna oranla son derece kolaydır çünkü anne son derece yakından bildiği, dokunduğu, kokladığı, taklit ettiği, birlik duygusunu en yakından deneyimleyegeldiği “öteki”dir Kız çocuğu anneyle özdeşim dolayımıyla dişil bir cinsiyet kimliğini oluşturur Özdeşim dolayımıyla kurulan dişil cinsiyet kimliği kız çocuklarında ilişkisel benliğin temellerini atar İlişkisel benlik, kız çocuklarının (ve daha sonra kadınların) benliklerini ilişki dolayımıyla tanımlamaları anlamına gelir Bu çerçevede kız çocuğu için kendisi/benliği ötekinden kopuk bir “entite” değildir Kız çocuğu kendi benliğini bir “devamlılık” içinde deneyimler
Peki, kız çocuğunun ödipal süreçte yüzleşmek ve başa çıkmak zorunda kaldığı zorluklar ve bu çerçevede oluşan korkular nelerdir? Bu süreçte kız çocuğununda oluşan iki temel korku söz konusudur Birincisi kız çocuğunun babayı erotik nesne olarak seçmesi ve bu çerçevede anneyle oluşan rekabet dolayısıyla annenin sevgisinin kaybetme korkusu Özellikle Ethel S Person kız çocuğu için, en temel sevgi kaynağı ve bakım sağlayan “öteki”yle/anneyle rekabete girmenin kız çocuğu için ne kadar kaygı yaratıcı bir süreç olduğunu dile getirir Kız çocuğu özdeşim nesnesi anneyle rekabete girerken, tamamen muhtaç olduğu annenin sevgisini ve bakımını kaybetme riskini de yaşamaktadır (bu olgu ileride göreceğimiz biçimde kadınların diğer kadınlarla açık bir biçimde rekabete girme korkularının temelini de açıklar Anneyle özdeşim dolayımıyla şekillenen ilişkisel benlik açıktan açığa rekabet yerine, üstü örtük bir rekabet biçimini şekillendirir )
Babayı erotik nesne olarak seçme süreci başka bir korkuyu da beraberinde getirmektedir: baba tarafından zedelenme korkusu Küçük kız çocuğu, baba ve kendisi arasındaki cinsel organ farkı dolayısıyla cinsel organlarının zarar görmesinden korkar Özellikle Karen Horney, kadınların tecavüz ile ilgili korkuların temelini ödipal süreçte kız çocuğu ve baba arasındaki bu “eşitsizliğe” bağlar
Oysa, erkek çocuğunun gelişimsel süreci, kız çocuğuna oranla son derece zorludur Erkek çocuğunda, cinsiyet kimliğinin oluşumu iki aşamalı bir süreci içerir: anneden ve "içsel" olan kadınlıktan ayrışma/kopuş, ilk özdeşim figürü anneyi "olumsuzlama" ve babayla özdeşleşme Kız çocuğunun devamlılık üzerine kurulu sürecine oranla, erkek çocuğu kopuş ve olumsuzlamayla başlayan ve yeni bir özdeşim süreciyle sonlanan ikili bir süreç yaşamak zorundadır Bu sürecin zorluğunu anlamak için -sanırım- sadece çevremize bakmamız yeterlidir Erkeklerde evrensel olarak gözlemlediğimiz dişiliğe/kadınlığa regrese olma/gerileme korkusu, dişil olanın aşağılanması/dışlanması, erkeklerin içsel dişil yanlarına karşı duydukları korku, kadınlar tarafından yutulma ve anneye gerileme korkularının kökenleri, bu gelişimsel sürecin zorluklarında yatar Aslında bu zorlu gelişimsel süreç bütün misojin erkek kültürünün ve şişkin machismo kültürünün temellerini de açıklayacak güçtedir  
***
|