Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Eğitim - Öğretim - Dersler - Genel Bilgiler > Biyografiler

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
halife, kızılayak

Halîfe Kızılayak

Eski 08-02-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Halîfe Kızılayak




HALÎFE KIZILAYAK

Son devir Türkistan velîlerinden İsmi Âbid Nazar olup oturduğu yerin isminden dolayı "Halîfe-i Kızılayak" diye şöhret bulmuştur

1877 (H1294) yılında şu anda Rusya'nın Türkmenistan Cumhûriyeti içinde bulunup o zaman Buhâra Emirliğine bağlı olan Kerki şehrinin Kızılayak köyünde dünyâya geldi İlk tahsîlini âlim bir zât olan babasının da yardımıyla burada tamamladı Sonra, küçük yaşına rağmen, tahsîlini devâm ettirmek için Buhâra'ya gitti Burada birçok âlimden çeşitli dallarda ders alarak, talebelikte en yüksek dereceye ulaştı Kendi anlattığına göre Buhâra'daki tahsîlini daha çok zamânın büyük âlimlerinden Ebü'l-Fazl-ı Sîret'in yanında yapmıştır Buhâra'da tahsîlini tamamladıktan sonra kendisine Emir tarafından Buhâra Kâdılığı teklif edildi Ancak, kabul etmeyip memleketine döndü Bu teklif ısrarla devâm edince de bir müddet evini, hattâ memleketini terk etmek mecburiyetinde kaldı

Daha sonra tasavvufa yönelerek zamânın meşhûr âriflerinden olup aynı zamanda amcası olan Halîfe Hüdaynazar'dan feyz ve icâzet aldı Hocası ona icâzet verdikten sonra, kendisine gelenlere; "Artık Âbid'e gidin Bende olanlar, bendi kaldırılmış bir ırmak gibi oraya aktı, gitti" buyururdu Fakat o yine de hocası vefât edinceye kadar talebe kabûl etmedi Tasavvufta silsilesi Hâce Muhammed Saîd Mücedidî'ye ulaşır

Bir müddet sonra hocası Hüdaynazar ile hacca gitti O zamânın şartlarında yolculuk çok uzun ve sıkıntılı geçti Hüdaynazar hazretleri zâten yaşlı olduğundan hastalandı ve yürüyemez hâle geldi Sedye ile yol alıyordu Âbid Nazar hocasının her hizmetine canla başla sarılıyordu Hocası da devamlı duâ ve niyazda bulunur ve; "Âbid'im inşâallah dolacak ve taşacaksın" derdi

Nihâyet Mekke ve oradanMedîne'ye vardıklarında Hüdaynazar hazretleri vefât etti Hocasını Cennetü'l-Bâkî'de defnettikten sonra yanındakiler ona talebe olmak isteyerek kendilerini kabûl etmesi için ricâda bulundular Fakat o, bir türlü kendini buna lâyık görmüyordu Çok ısrar edilince bir gece mühlet istedi Ertesi gün müsbet veya menfî kararını açıklayacaktı Halîfe-i Kızılayak o geceyi Peygamber efendimizin kabr-i şerîfleri yanında murâkabe ile geçirdi Ertesi gün çok neşeli bir şekilde talebe kabûl edeceğini bildirdi ve Mescid-i Nebevî'nin mübârek mihrâbında oturarak müsâfeha ile ilk talebesini kabûl etti Hac sonrası memleketine döndü

Halîfe-i Kızılayak, Bolşevik İhtilâli sırasında Kalişof hâdisesinden îtibâren Ruslara karşı çok gazâ ve cihâdlarda bulundu Buhârâ Emirliği Rusların eline geçtikten sonra da cihâdı bırakmadı Ancak silâh ve gıdâ yetersizliğinden Afganistan'a hicret etmek mecburiyetinde kaldı Büyük bir kalabalıkla Afganistan'a geçen Halîfe-i Kızılayak, bundan sonra devamlı cihâd hareketini destekledi Habîbullah Han zamânında RusyaAfgan sefîri bulunan Gulâm Nebi Han, Rusların yardımıyla Pettekeser mevkîi üzerinden Belh şehrine saldırdı Burayı işgâl ederek ayrı bir devlet gibi davranmaya başladı Bunun üzerine Halîfe-i Kızılayak, Ruslara karşı çok iyi savaş tecrübesine sâhib bulunan Türk mücâhidlerini bizzât kardeşi Âlim Han ile Belh'e gönderdi Büyük mücâdeleler netîcesinde Belh işgâlden kurtuldu ve Âlim Han geçici bir süre için Belh'i idâre etti Her şey normale döndükten sonra Belh'i hükûmete teslîm ederek geri döndü

Halîfe Kızılayak, Afganistan'a geçtikten sonra ilk önce Andhoy kazâsının Altıbölek köyünde oturmuşsa da bâzı hâdiseler sebebiyle Cüzcân vilâyetine yakın bir yere yerleşti Buraya eski köylerinin ismi olanKızılayak adı verildi Bundan sonra Kızılayak'ta bir câmi, medrese ve hânegâh inşâ edildiBurası her taraftan gelen talebelerle dolup taşmaya başladı Hânegâh, cemiyetin her tabakasından fakir, zengin, âlim, fâzıl, devlet adamı ve her türlü insanın uğrak yeri hâline geldi Bu hâli gören ve daha önce Afganistan'da oturmakta olan bâzı âlimler ilk önce bu durumu yadırgadılarsa da dergâha geldikten ve Halîfe-i Kızılayak'ı gördükten sonra tam bir teslîmiyetle geri döndüler Kâbil'de oturan ve İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin torunlarından olup âlim bir zât olan hazret-i Şûrbâzâr da Kızılayak'a teşrif etmiş ve Halîfe-i Kızılayak'ın sohbetlerinde bulunmuştur

Halîfe Âbid Nazar, Afganistan'a geçtikten sonra, sırasıyla Afganistan Emîri olan Emânullah Han, Nâdir Şâh ve Zâhir Şâh ile gerek şahsen, gerek mektupla irtibâtlar kurmuş ve hepsinden saygı görmüştür İnşâ ettiği medrese ve hankâh için devlet tarafından vakıf olmak üzere arâzi tahsis edilmiş ve pekçok maddî yardımlar yapılmıştır

Mânevî yönü pek kuvvetli olmayan Emânullah Han, bir keresinde Belh'e gelerek bir toplantı düzenlemişti Bu toplantıya Halîfe-i Kızılayak'ı da dâvet etti Fakat toplantı öncesi oradaki devlet erkânına Halîfe-i Kızılayak içeri girdiğinde ayağa kalkmamaları husûsunda sıkı sıkıya tenbihte bulundu Halîfe-i Kızılayak, yanında hazret-i Şurbâzâr olduğu halde Belh'e gelerek toplantı yerine gitti Onun teşrifini gören Emânullah hemen ayağa kalkarak saygıyla karşıladı Emânullah ayağa kalkınca diğer devlet erkânı da ayağa kalkmak mecburiyetinde kaldılar Daha sonra bu durum kendisinden sorulduğunda Emânullah şöyle cevap vermiştir: "Halîfe-i Kızılayak'ı gördüğüm vakit her iki yanında büyük birer arslan vardı Korkumdan ve kendimde olmadan birden ayağa kalkıverdim"

Türkistan'da Enver Paşanın ölümünden sonra onun yardımcısı durumunda olan İbrâhim Lakay Afganistan'a geçerek bütün askerleri ile birkaç gün Kızılayak'ta kaldı İbrâhim Lakay, Halîfe-i Kızılayak'la yalnız olarak yaptığı görüşmede kendisine bir isteğini iletti Elinde bulunan kuvvetiyle Kâbil hükûmetini basarak iktidârı eline alacaktı Bunun için sâdece izin ve duâ istiyordu

Ancak Halîfe-i Kızılayak, bu isteği kabul etmedi "Bunun için müslüman kanı dökülmesine râzı olmayız Ayrıca bize iyilik edene kötülük etmeyiz" buyurdu Bunun üzerine İbrâhim Lakay Belh'e doğru yürüdü Kunduz vilâyeti civârında biraz savaştıktan sonra isteyen kumandanlarını Afganistan'da bırakarak kendisi Rusya'ya geçti

Zâhir Şâh zamânında bir ara Halîfe-i Kızılayak'ın gözleri görmez olmuş ve tedâvî için Kâbîl'e gitmişti Yol boyunca halk onu gruplar hâlinde karşılıyor ve bir kerecik bile olsa, müsâfeha edebilmek için can atıyordu

Kâbil'e vardıklarında, onu bizzat Zâhir Şâh karşıladı Zâhir Şâh Halîfe-i Kızılayak'ı gördüğü anda hemen ayağa fırlayarak ellerine sarıldı ve; "Ben sizi daha önce de görmüştüm" diyerek şunları anlattı: Daha Şah olmamıştım Babam sağdı Bir gün av için Dere-i Acer denilen yere gittim Heyecanla av peşinde koşarken atımla birlikte oradaki bir kuyuya yuvarlandım O anda; "Yetiş ya pîr" şeklinde haykırmıştım Hemen göğsümden kavrayan bir el beni kenâra koymuştu İşte o vakit karşımda sizi gördüm "Korkma yavrum" diye beni sâkinleştirdikten sonra nereye gittiğinizi anlayamamıştım

Zâhir Şâh, bundan sonra Halîfe-i Kızılayak'a daha çok hürmet gösterdi ve onu mânevî baba kabûl etti Ayrıca özel olarak Türkiye'den getirtilen bir doktorun başarılı tedâvisi netîcesinde Halîfe-i Kızılayak'ın gözleri sağlığına kavuştu

Afganistan'ın siyâsî istikrârı husûsunda pekçok müsbet tesirleri görülen Halîfe-i Kızılayak'ın varlığı müslümanların sulh ve selâmet içerisinde yaşaması husûsunda da büyük bir nîmetti

Bolşevik ihtilâlinden sonra Afganistan'a geçen Türk muhâcirleri ile bâzı Peştun kabîleleri arasında münâzaralar ortaya çıkmıştı Hattâ ufak çapta çatışmalar da görülmüştü Bu hâdiseler devâm ederken Peştunların kabîle reisi bütün adamlarını toplayarak bu durumu görüşmek üzere Kızılayak'a hareket etti

Bunu duyan Halîfe-i Kızılayak, kırk elli kadar kişiyi silâhlı olarak yolun iki kenarına yerleştirdi Adamlarıyla kızgın bir şekilde gelmekte olan han, Kızılayak'a on beş km kadar yaklaştığında ürpermeye ve endişeye kapılmaya başladı Yaklaştıkça ezilip büzüldü ve âdetâ küçüldü Han, nihâyet dergâh kapısına geldiğinde mecalsiz bir halde edeple içeri girdi Özürler beyân ederek bütün anlaşmazlıklara son vermek üzere huzurdan ayrıldı

Böylece felâkete sebeb olabilecek bir mesele kendiliğinden halledilmişti Daha sonra yakın adamları reise, kendisinde görülen değişikliği suâl ettiklerinde; "Yolun iki kenarında bir ordu bekleşiyordu" diye bahsetmiştir

Halîfe-i Kızılayak, gerek sözleriyle, gerek ameliyle Ehl-i sünnet îtikâdı ve İslâm ahkâmına tam uymuş ve onu yaymak için uğraşmıştır Uzun ömrünü cihâdlarla süslemiştir Kendisine gösterilen saygılara mukâbil onda kesinlikle bir kibir ve gurur hâli görülmezdi Her hâliyle çok mütevâzi idi

Herkese iyi davranırdı Kendisine kötü davrananlara karşı da yumuşak ve merhametli idi Çocuklar dâhil herkese selâm verirdi Kimse kendisinden önce ona selâm veremezdi Birçok defâ daha önce selâm vermek niyetiyle huzûruna çıkanlar bunu başaramamış, hep selâm almak mecbûriyetinde kalmışlardır

Kimseyi incitmemeye çok dikkat ederdi "Çocukluğumda sapanla bir serçe vurmuştum Bunu her hatırlayışımda korkudan kalbim titriyor" buyururdu En küçük müstahaba bile ehemmiyetle riâyet ederdi Hep kıble tarafına dönerek otururdu Helâl ve temiz yemeye çok dikkat ederdi Seyyitleri çok sever ve onlara hürmet gösterirdi Her hareketi Resûlullah'a tam tâbi olduğunu gösteriyordu

Şöhretin çok zararlı olduğunu söyler, Peygamber efendimizin bu konudaki "Şöhret âfettir" hadîsine istinâden; "Koşandan yürüyen, yürüyenden duran, durandan oturan, oturandan da yatan daha iyi, daha rahattır" buyururdu

Afganistan halkını bir hicretin beklediğini ve bunda önce davrananların kurtulacağını, sona kalanların ise çok telef olacağını söylerdi Rusya ile çok sıkı irtibât kurulacağına hattâ iki yurdun bir olacağına işâret ederdi "İslâmı yaşamak avuç içinde köz (ateş) tutmaktan daha zor olacaktır" buyururdu

Çocukları çok severdi Bâzan torunlarını önüne alıp, hem sever hem de hıçkırarak ağlardı Öyle ki göz yaşları sakalının ucundan damlardı Sebebi sorulduğunda da; "Onların doğduklarına seviniyorum, ama görecekleri günler için ağlıyorum" buyururdu

Dünyâ malına tamah edenlere; "Altın alma, duâ al Duâ altından daha kıymetlidir" buyururdu Hiç kahkaha ile gülmezdi Kahkaha atanları gördüğünde; "Sıratı geçmeden nasıl gülebiliyorsunuz, şaşıyorum Müslüman sıratı geçtikten sonra güler" derdi Birisi halk arasındaki âdete dayanarak; "Gece tırnak kesmede mahzur var mıdır?" diye sorunca; "Pislik, görüldüğü anda yok edilir" buyurdu

Halîfe-i Kızılayak câmide vâz etmezdi Fakat ikindi namazından sonra akşam namazına kadar Sûfî Allahyar hazretlerinin Farsça manzûm olarak yazdığı bir fıkıh kitabı olan Meslekü'l-Müttakıyn'ı okur ve açıklardı Kitap, senede iki defâ bitirilirdi Böylece herkesin bilmesi gereken fıkıh bilgileri müsâit bir zamanda cemâata anlatılmış olurdu Diğer vakitlerde ise sohbet dergâhta olurdu Bu sohbet sırasında daha çok, İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin Mektûbât'ı okunurdu

Ramazan aylarında dört gecelik bir hatim düzenlenirdi Bu hatime ülkenin her tarafından binlerce insan gelirdi Çeşitli yerlerden gelen âlimler burada buluşurlardı Ayrı ayrı yerlerde toplanırlar, konuşup tartışırlar, sorulara cevap verirlerdi

Hatim tertîbi şöyle olurdu: İkişer rekat kılınan terâvih namazında okunacak zamm-ı sûre için Kur'ân-ı kerîm baştan îtibâren okunmaya başlanırdı Bu işi hâfızlardan kurulu bir ekip yapardı Hâfızlar ve cemâat tesbihlerden sonra beş on dakika çay içip dinlenirlerdi Böylece sahur zamânına kadar devâm eden terâvih namazında birkaç cüz okunurdu Nihâyet dördüncü gecenin sonunda Kur'ân-ı kerîm hatmedilmiş olurdu Hatîm, bayram havasında geçerdi

Gelen âlimler iftar ve sahur yemeklerini hankâhın avlusundaki sofada Halîfe-i Kızılayak'la birlikte yerlerdi Buradaki sohbet o kadar tatlı, öylesine bir kudsiyet içinde geçerdi ki, orada bulunanlar kendilerini başka bir âlemde zannederler, içlerinde ulvî bir zevk ve özlem kalırdı

Yine mevlid kandilleri ayrı bir güzellikte ihyâ edilirdi O gün de her yerden insanlar akın akın gelirlerdi Herkes toplandıktan sonra Halîfe-i Kızılayak'ın odasında ve kendisinin oturduğu yerde başının üzerinde yüksekte bir yerde duvara yapışık duran özel sandukada bulunan Sakal-ı şerîf ile Şâh-ı Nakşibend hazretlerine âit hırka-i şerîf başlar üzerinde getirilirdi Emânetler, özel olarak yapılmış ve baş hizâsında bulunan mevkiine konulurdu Örtüler edeple ve salevât-ı şerîfe okunarak açılırdı Sonra belli bir tertîb içerisinde nâtlar okunur, Kur'ân-ı kerîm kırâat edilir ve konuşmalar yapılırdı En sonunda Hırka-i şerîf oraya gelenlerin arasında dolaştırılır, edep ve ihlâsla öpüp koklanırdı Daha sonra şerbet ikrâm edilir, duâ ile meclise son verilirdi Kandile, vâli ve kâdı gibi bâzı devlet adamları da katılırdı

Halîfe-i Kızılayak dergâhında her akşam büyük kazanlarda yemek pişirilerek halka dağıtılırdı Fakir âileler evlerine buradan yemek götürürlerdi Ayrıca her Perşembe gündüzleri devâmlı yemek pişer ve dağıtılırdı Ağır muhâceret şartlarında zayıf düşen âileler için burası bir ümid kapısı idi Ayrıca fakirler her zaman gelerek çeşitli ihtiyaçlarını buradan giderirlerdi Bundan başka her gün pekçok misâfir ağırlanırdı Yemek aynı ölçüde pişmesine rağmen her zaman kâfi gelirdi

Halîfe-i Kızılayak, hayâtının sonlarında felçli olarak üç sene hasta yattı Sağlığında olduğu gibi, hastalık zamânında da hep şükreder ve; "Beterinden koru yâ Rabbî!" diye yalvarırdı

Nihayet Buhârâ'daki Gögeldaş Medresesini kerâmet ile inşâ ettiği söylenen büyük velî hazret-i Îşan'ın torunlarından olan hanımı vefât edince, Halîfe-i Kızılayak; "Artık gitme zamânımız geldi" buyurdu Hakîkaten hanımının vefâtından bir gün sonra kendisi de Hakk'ın rahmetine kavuştu Vefâtına yakın, Allah ism-i şerîfini devamlı tekrarlamaya başladı Bu sırada birkaç kez bayıldı Her zaman gizliliği düstûr edinmiş olmasına rağmen, son anlarında kendisini görülmedik bir muhabbet ve iştiyak hâli kapladı Dili kımıldamamasına rağmen göğüs kafesinden çıkan Allah lafz-ı şerîfi bitişik odalardan açık şekilde duyuluyordu Nihâyet 1955 (H1375) yılı Şâban ayında Hakk'ın rahmetine kavuştu

Vefât ettiği gün mevsim yaz olmasına rağmen hava simsiyah bulutlarla kapandı ve gün boyu ince bir yağmur yağdı

Vefâtı üzerine pekçok insan Kızılayak'a geldi Araba ve binek hayvanlarına yer bulunmaz oldu Sokaklar, araba zincirleri ile kilitlendi Cenâze namazı safları sokaklara taştı Cenâze namazına katılmak için ağaçlara çıkanlar bile görüldü Cenâze namazına Zâhir Şah vekâleten yardımcılarından birini gönderdi Namaz, Mevlevî Abdülvüdûd'un imâmetinde edâ edildi Kabri, Kızılayak'ta câmi bitişiğinde ve medresenin avlusundadır Türbesine kendi isteği ile kubbe yapılmadı, üstü açık bırakıldı Türbenin üstünde kendisinin gazâlarda yanında taşıdığı bayrak göndere dikilmiş ve üstünde beyaz bir alem dalgalanmaktadır

Vefâtından sonra ikinci oğlu Sirâcüddîn'e Mevlânâ Seyyid Âbid tarafından icâzet verilmiş, ancak bu oğulları çok geçmeden zehirlenerek şehîd edilmiştir Onun kabri de babasının kabri yanındadır Daha sonra büyük mahdumları Hamid, icâzet almışsa da birkaç sene sonra o da vefât etmiştir Son olarak Siracüddîn'in oğlu Nûreddîn'e Buhâra'da Halîfe-i Kızılayak'la berâber medresede okuyan ve yine Halîfe-i Kızılayak'ın emri ile Belh'e yerleşen Mevlânâ Berat tarafından icâzet verilmiştir

Bundan sonra medrese yine eski güzelliğine kavuşmaya ve âlimlerin uğrak yeri olmaya başlamıştı Ayrıca bu zamanda câmi ve medrese Cüzcân vâlisi Dr Muhammed Sıddîk ve sonraki vâli MKerîm Furûten'in katkılarıyla yeniden tesis edilmiştir Yine eskisi gibi hatim ve merâsimler tertiblenmeye başlanmıştı Fakat, Dâvûd ihtilâli ile bunlara son verildi Nihâyet 1978'de Afganistan, komünist ihtilâlle çalkalandı Bir sene sonraHalîfe Nûreddîn de komünist yöneticiler tarafından şehîd edildi

Halîfe-i Kızılayak'ın Türkçe ve Farsça olarak bastırdığı Farz-ı Ayn adında bir risâlesi vardır Risâle herkesin bilmesi gereken îtikât bilgileri ile bâzı zarûrî vecîbeleri ihtivâ etmektedir

Halîfe-i Kızılayak hazretlerinin sağlığında da, vefâtından sonra da pekçok kerâmetleri görülmüş olup bunlardan birkaçı şu şekildedir:

Halîfe-i Kızılayak doğduğu vakit etrâfa güzel bir koku yayılmıştı Bunu ilk farkeden komşuları; "Yeni çocuk doğmuş evden bez kokusu gelmesi gerekirken, nedense çiçek kokusu geliyor" diye söylenirlerdi

Afganistan'a hicret etmelerinden önce bu hususta işâret sayılabilecek bir kerâmet zâhir olmuştu Halîfe-i Kızılayak'ın hücresinin yanında bulunan yeşil bir ağacın, gövdesindeki bir gözden on-on beş dakika gibi kısa aralıklarla su akmıştı Çok tatlı olan bu sudan her akışında bir ibrik doldurulabiliyordu Bunu görenler ağaca "ağlayan dut" demişlerdi

Talebelerinden biri içilmesi uygun olmayan maraşotuna (nas) müptelâ olmuştu Bu talebe bir gün memleketinden Kızılayak'a geldi Dergâha gelirken de "nas" bulunan kutusunu kimsenin göremeyeceği bir yere gizlice gömdü Evine döneceği vakit diğer talebelerle birlikte kendisini yolcu eden Halîfe-i Kızılayak bu şahsa dönerek; "Bıraktığınız yoldaşınızı unutmayın" diyerek tembihledi Hocasının bu sözünden çok utanan talebe, tövbe etti ve bir daha o ottan içmedi

Bir gün dergâhın avlusunda bulunan kuyu temizlenmekteydi Fakat kuyuya giren şahıs dibe vardığında kuyu çatırdayarak, orta yerinden taşlar harekete başladı Yukarıdakiler, Halîfe-i Kızılayak'ın rûhâniyetini hatırlayarak kuyuya inen şahsa; "Ne yaptıysan tövbe et" diye bağırdılar Onun tövbe etmesinden sonra kuyunun taşları geriledi ve çatırdama durdu Sonra onun boy abdesti almadan kuyuya girdiği anlaşıldı Kuyunun ortası, hâlâ hafifçe içeri girmiş vaziyettedir

Seyyid bir zât şöyle anlattı: "Bir gün Halîfe-i Kızılayak'ın türbesinde oturuyordum Bir ara türbe şiddetli bir şekilde sallandı Kabir sanki birden açılıp kapandı Bu hâdiseden çok müteessir olmuştum Gücüm kuvvetim kesilmiş olarak bir müddet oturduktan sonra dışarı çıktım Hep bu hâdiseyi düşünüyordum Fakat bu hâlim uzun sürmedi Çünkü Halîfe-i Kızılayak'ın Belh tarafına seyâhate çıkan oğlu Sirâcüddîn o gün zehir verilerek şehîd edilmiş ve o günün akşamı nâşı Kızılayak'a getirilmişti"

Hırsızın biri Halîfe-i Kızılayak'ın çarşıdaki dükkanına girmişti Eşyâları topladıktan sonra tam pencereden dışarı çıkmaya çalışırken, pencere birden daralmaya başladı ve hırsız sıkışıp kaldı Çok uğraşmasına rağmen bir türlü kurtulamadı Nihâyet Halîfe-i Kızılayak'ın ismini anarak yalvardı O anda pencere genişledi ve açıldı Hırsız malları bırakarak çıktı ve hemen o sabah huzûra geldi ve yaptığını îtirâf ederek pişmanlığını bildirdi, şeyhin talebelerinden oldu

1978 yılında komünistler Afganistan'da ihtilâl yapmış, buna karşı cihâdın alevlenmesi netîcesinde Rusları çağırmışlardı Fakat çatışmalar hızlanarak devâm etmişti İşte bu savaşlar sırasında Kızılayak'ın bâzı yerleri komünist devlet askerleri tarafından bombalanmıştı Bir keresinde iki zırhlı helikopter Halîfe-i Kızılayak'ın hücre ve hânegâhının avlusuna birkaç roket fırlattıktan sonra câmi bitişiğinde ve medresenin içinde bulunan havuza bir bomba attılar Bu bombadan câmi bir hayli hasar gördü Helikopterler bundan sonra da câminin diğer tarafındaki Halîfe-i Kızılayak'ın türbesine yöneldiler Fakat türbeye tam yaklaştıkları an helikopterlerin biri bir anda alevler içinde kaldı ve köyün hemen dışına kadar gittikten sonra yere çakıldı Helikopterin içindekiler zor kurtarıldılar Halbuki orada ne uçaksavar ne de mücâhid birlikleri vardı O zaman birkaç asker hânegâha gelerek hücrede bulunan bâzı kıymetli kitapları almışlar ve yerine komünizm muhtevâlı kitaplar bırakıp gitmişlerdi Ayrıca daha önce Ruslara karşı kullanılan ve orada durmakta olan birkaç eski silâhı da götürmüşlerdi

Bu olayın üzerinden çok zaman geçmemişti ki, hânegâha girenler bir bir delirdiler Durmadan kendi ellerini ayaklarını dişliyorlardı Hiç bir şekilde de tedâvî edilemediler Nihâyet durumu anlayan bâzıları tarafından bu kişiler Halîfe-i Kızılayak'ın dergâhına getirildiler Götürülen silâhlar yerlerine bırakıldı Böylece tövbe ettikten sonra deliler iyileşebildi

Diğer taraftan komünistler helikopterlerin uçaksavarla vurulduğunu iddiâ etmelerine rağmen, pilotlar bunu reddetmiş ve şöyle anlatmışlardır: "Tam türbeyi vurmak üzereydik Türbe kapısından uzun boylu nohudî elbiseli sarıklı biri çıktı Avucunun içi ateş doluydu Elindeki ateşi bize doğru fırlattı Helikoptere gelen ateş bir anda her tarafımızı kaplayıverdi"

BU YOLDA EDEB GEREK

Bir gün zengin biri, kendisiyle ilgili bir anlaşmazlıktan dolayı, diğer şahıslarla birlikte Halîfe-i Kızılayak'ın huzûruna çıktı Fakat o, huzurda da edepsiz hareketlerde bulunarak taşkınlık yapmaya devâm etti Çıkacakları sıra yanındakiler böyle gitmemesini ve Halîfe-i Kızılayak'ın duâsını alarak çıkmasını kendisine söyledilerse de, gururundan bunu kabûl etmedi ve öylece çıkmak üzere ayağa kalktı Halîfe-i Kızılayak tam o sırada başını kaldırarak ona bir nazar etti O andan îtibâren zengin kişinin hâli kötüleşmeye başladı Evine gittiğinde yakınları doktor getirmek istedilerse de artık buna gerek olmadığını söyleyerek; "Dergâhın kapısından çıkarken Halîfe-i Kızılayak'ın bana baktığı anda içimden bir şeylerin geçtiğini hissettim Artık son hazırlıkları yapın" dedi Hakîkaten çok geçmeden vefât etti

KUSURUNU AFFET

Bir gün Halîfe-i Kızılayak, birkaç talebesiyle birlikte bir mezarlığın yanından geçiyordu Bir ara yeni gömülmüş bir mezarın başında durdu Sonra mezarın kime âit olduğunu sorup öğrendi ve mezar sâhibinin evine gitmek istediğini söyledi Mezar bir gün önce gömülmüş bir gence âitti Hep birlikte gencin evine gittiler Gencin babası çıkıp onları karşıladı Halîfe-i Kızılayak ondan, ölen oğlunun yerine kendisini evlat kabûl etmesini istedi Herkes bu istek karşısında şaşırmış durumdaydı Halîfe-i Kızılayak; "Eğer istediğimi kabûl ettiysen beni istediğin gibi azarla, hattâ döv Fakat dün ölen oğlunun kusurunu affet Çünkü onun azaptan kurtulması buna bağlıdır" dedi Bunu duyan baba oğlunu affetti ve gönlü hoş bir şekilde onları uğurladı

Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.