Hamîdüddîn Nâgûrî |
08-02-2012 | #1 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Hamîdüddîn NâgûrîHAMÎDÜDDÎN NÂGÛRÎ Muînüddîn-i Çeştî'nin talebelerinin büyüklerinden İsmi Hamîdüddîn, künyesiEbû Ahmed, lakabıSultân-ı târikîn'dir Sa'îdî, Nâgûrî, Şevâlî diye de tanınır Cennet'le müjdelenmiş Aşere-i mübeşşereden Saîd bin Zeyd'in soyundandır Hind âlimlerinin önde gelenlerindendi Uzun bir ömür sürdü "Delhî'nin fethinden sonra, orada müslümanların evinde ilk dünyâya gelen benim" demiştir Hâce Muînüddîn-i Çeştî'nin zamânından, Nizâmeddîn-i Evliyâ'nın zamânına kadar yaşamıştır 1274 (H673) yılında vefât ettiKabri Nâgûr'dadır Hamîdüddîn Sûfî, dünyâyı terketmede, âhirete yönelmede pek gayretliydi Hâce Muînüddîn-i Çeştî hazretlerinin sohbetlerinde ve derslerinde yetişti Mütevâzî bir hayat sürerdi Nâgûr nâhiyesinin Sevâl köyünde bir arâzisi vardı Burayı kendisi eker ve çoluk çocuğunun nafakasını buradan temin ederdi Behâüddîn Zekeriyyâ Mültânî ve Ferîdüddîn-i Genc-i Şeker ile mektuplaşmıştır Bir gün Muînüddîn-i Çeştî, Hamîdüddîn'e; "Sen dünyâ ve âhirette muazzez ve mükerrem olmayı ister misin?" buyurdu Hamîdüddîn; "Kulun isteği olmaz, Mevlânın isteği olur" dedi Ondan sonra Hâce Muînüddîn, Hâce Kutbüddîn'e de hitâbla aynı sözleri söyledi O da cevâbında; "Kulun ihtiyârı, yâni isteği yoktur, hüküm olunan sizin ihtiyârınızdır" diye arz etti Bunun üzerine Muînüddîn-i Çeştî buyurdu ki; "Dünyâyı terk eden, âhireti düşünmeyen Sultân-ı târikîn, yâni terk edenlerin sultânı Hamîdüddîn Sûfî'dir" Bu günden sonra lakabı, Sultân-ı târikîn kaldı Hamîdüddîn-i Sûfî, Behâüddîn Zekeriyyâ'ya yazdığı bir mektubunda buyuruyor ki: "Âlimlerimizin söz birliği ile, nassların ve hadîs-i şerîflerin beyânına göre, dünyâ ve dünyâlıklar Allahü teâlânın rızâsına kavuşmaya mânidir Allahü teâlâ ile kul arasında perdedir" Hamîdüddîn Nâgûrî'ye; "Dünyâ nedir?" diye sorulduğunda; "Allah'tan gayri her şey dünyâdır Senin nefsin alçak ve aşağıdır Nefsine yakın olan her şey dünyâdır Bugün, dünyâ senin nefsine yakındır, yarın âhiret Bu mânâda şöyle demişlerdir: Bugün, akşam, dün ve yarın, Dördü bir, siz yalnız varın Yarın, inanıyoruz ki bize meâlen şöyle denecek: "And olsun, sizi, ilk defâ nasıl çırılçıplak yaratmışsak, onun gibi yapayalnız ve teker teker huzûrumuza gelirsiniz" (En'âm sûresi: 94) Yâni mâdem ki işin sonu bu olacaktı, önceden niçin bunu bilmediniz Bunu bilip, tercihini bu yönde yapan ne bahtiyâr kişidir Zîrâ dünyâ nefsin evidir ve dünyâlıklar onun harb âletleridir O kendi evinde rahat durmakta, arkadaş ve dostlarından da yardım beklemektedir Rûh ise bu âlemde kendi arkadaş ve akrabâlarından uzak kalmış, aslını unutmuştur İlâhî bir yardım gelmedikçe, ondan bir iş, bir fayda gelmez" buyurdu "Din nedir?" diye sorulduğunda; "Bidayettekilerin dîni, kaçmak ve yapışmaktır Günahlardan kaçmak, tâate, iyiliklere yapışmaktır Ortadakilerin dîni, kesilmek ve rahatlamaktır Dünyâdan kesilmek, âhiretle rahatlamaktır Sâbıkların dîni, teberrî ve tevellîdir Allah'tan gayri her şeyden teberrî, yâni uzak durmak ve Allahü teâlâ ile tevellîdir, yâni Allahü teâlâyı sevmektir En'âm sûresi 91 âyetinde meâlen; "Sen, Allah de, onları bâtıl dedikodularında bırak, oynayadursunlar" buyruldu" cevâbını verdi "Cennet ve Cehennem'in ne oldukları sorulduğunda; "Cennet ve Cehennem, senin amellerindir Zilzal sûresinin 7 ve 8 âyetlerinde meâlen; "Zerre kadar iyilik eden onun mükâfâtını görecek; zerre mikdârı kötülük işleyen de, onun cezâsını görecektir" buyruldu Bugünkü amelinden, yarın sana şekiller verilecek İyi ameller etmişsen, onlara uygun iyi sûretler önüne getirecekler" cevâbını verdi "Mülkün sâhibi nerededir ki, kalb yüzünü O'na çevirelim?" denildiğinde; "Nerede değildir ki? "Nereye yönelirseniz, Allah'adır" âyet-i kerîmedir Dünyâ ve âhiret nasîbinden vaz geçip mert olmak ve nefsin lezzetlerini terk etmek lazımdır ki, nerede bulunursa, O'nunla olsun Nereye giderse, O'nunla gitsin Ne söylerse O'nunla söylesin, ne ararsa O'nunla arasın Sakın, O'nun senden uzak olduğunu sanma! Belki sen O'ndan uzaksın Sen, sensiz sende yok olursan, başkasına açılmıyan kapı sana açılır ve sana, seninle maksad gösterilir" buyurdu Peygamber efendimiz; "Ölüm keffârettir" buyurdu Ölüm günahlara keffâret olunca, âhiret rüsvâlığının mânâsı nedir? diye sorulduğunda; "Günah vardır, ölümle affedilir Günah vardır, kabirde kalmakla affedilir Günah vardır, kabir azâbı ile affolur Günah vardır, Cehennem ateşini görmedikçe ve Cehennem ateşi onu yakmadıkça hiçbir şeyle affolmaz Buradan o kadar nûr götürmelidir ki, bu nûr, Cehennem ateşini söndürsün ve; "Geç ey mümin, nûrun ateşimi söndürüyor" desin, cevâbını verdi HAKK'A YÖNELENLER Hamîdüddîn-i Sûfî buyuruyor ki: Yüzünü yüce makâma çevirenler, Allahü teâlâya yönelenler üç sınıftırÊFâtır sûresi 32 âyetinde meâlen; "Kullarımızdan seçtiklerimizin kimi nefislerine zulmedicidir, kimi kötülüğü ve iyiliği müsâvî gidendir, kimi deAllah'ın izniyle iyiliklerde ileri geçenlerdir" buyruldu Yâni özürlüler, şükürlüler ve fânîler Özürlüler, hastalar, Allah'a îmân ve tevhîdi ikrâr ettikten sonra, huzûra hâzır olarak gelmemiş, gelmişse geç ve yavaş gelmişlerdir Acele edin hitâbından gâfillerdir Şükürlüler, îmân ve ikrârla berâber gelmişlerdir Fânîler, "Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" hitâbını hatırında tutup, cevâbında; "Evet dediler" hitâbını unutmayanlardır Bu âlemde dâvetten önce ezelî hitâb hükmüne, Hakkın cevâbına icâbet etmiş, başlangıçta nihâyetteki sırlara tâlib olmuşlardır Bunlardan çokları, gizli gitmişlerdir Kimse onların nâmını ve nişânını bilmemiştir Birkaç kişi bilmişlerse, Resûl-i ekrem efendimizin bildirmesi ile bilmişlerdir Yoksa onların nâmını ve nişânını kimse bilemezdi Bilinenlerden biri Emîr-ül-müminîn hazret-i Ebû Bekr-i Sıddîk'tır Biri, Emîr-ül-müminîn Ali Mürtezâ'dır ki, bâliğ olmadan önce dâveti kabûle elverişliydi Biri de Üveys-i Karnî idi Eğer Resûl-i ekrem bildirmeseydi, onun ismi hiçbir kitapta bulunmaz, nişânı hiçbir deftere yazılmazdı Biri de Selmân-ı Fârisî'dir 1) Ahbâr-ül-Ahyâr; s35 2) Sefinet-ül-Evliyâ; s94 3) Siyer-ül-Evliya; s156 4) Hazînet-ül-Asfiya; c1, s308 5) Persian Literatüre; c1, s6 6) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c9, s265 |
|