Prof. Dr. Sinsi
|
Takıyyüddîn Sübkî
TAKIYYÜDDÎN SÜBKÎ
Meşhûr velîlerden Fıkıh, tefsîr, hadîs, kırâat, lügat ve nahiv âlimi İsmi Ali bin Abdülkâfî, künyesi Ebü'l-Hasan, lakabı Takıyyüddîn'dir 1284 (H 683) senesinde, Mısır'ın Sübk köyünde doğdu Takıyyüddîn Sübkî daha küçük yaşta, babasının yanından ayrılmadan âlim oldu İlim ile çok meşgûl olurdu Bütün gün ve gecelerinin çoğunu ilim öğrenmekle geçirirdi Evden sabah namazı için çıkar, öğle namazı vaktine kadar çeşitli âlimlerin derslerini dinlerdi Öğle namazından sonra eve gelir, yemeğini yer, akşama kadar ilmî çalışmalarına devâm ederdi Akşam olunca, tatlı ve hafif bir şeyler yer, tekrar çalışmalarına başlardı
Babası onu, on beş yaşında iken evlendirdi Başta babası olmak üzere, hanımı ve kayınpederi, ilimle uğraşması için elinden gelen her şeyi harcadılar Babası ile berâber bir ara, Kâhire'ye gitti Ezberlediği Tenbîh ile diğer kitapları, oradaki meşhûr âlim İbn-i bint-il-Eaz'a ve diğer âlimlere okudu Zamanın meşhur âlimlerinden fıkıh, hadîs, usûl, mantık, tefsîr, ferâiz, nahiv ilimlerini ve tasavvuf yolunu öğrendi
Takıyyüddîn Sübkî, dînin emir ve yasaklarına uyan, tevâzu sâhibi, seçkin bir zât idi İlim ve vekâr sâhibiydi Fıkıh ve hadîs ilimlerini çok iyi bilir ve ders olarak okuturdu Usûl ve Arabî ilimlerde derin âlimdi Şam’da kâdılık yaptı Verdiği hükümlerden herkes memnun olurdu Dört mezhep içinde huccet, hepsinin müftîsi, hadîs âlimlerinin rehberi, kıymetli eserler sâhibi bir âlim idi
Takıyyüddîn Sübkî, kıyısı olmayan bir deniz, kibir bulunmayan gönül sâhibi, ölçüye sığmayan geniş bir ufuktu Bozuk îtikâd sâhiblerine karşı, Resûl-i ekremin ve Eshâb-ı kirâmın mübârek yolunu müdâfaa etti Tevessül, istigâse ve Resûlullah efendimizin kabr-i şerîflerinin ziyâretini kabûl etmeyen İbn-i Teymiyye’nin karşısına çıkarak, ona delîl ve vesîkalarla cevap verdi ve; “Heyhât! Mescid-i Nebî ziyâret edilir de, o mescidin sâhibi nasıl ziyâret edilmez? Zâten Resûlullah efendimiz olmasaydı, bu mescidin fazîleti bilinmezdi Eğer Resûlullah efendimiz olmasaydı, o yer mukaddes olmazdı Orada takvâ üzere yapılmış bir mescid bulunmazdı ” buyurdu
Takıyyüddîn Sübkî, çok cömertti Eğer Hâtem-i Tâî onunla aynı asırda yaşasaydı, Takıyyüddîn Sübkî’nin cömertliği yanında, onun cömertliği anılmazdı O vekar sâhibi ve heybetli idi Her şeyi ile kendisinden önce gelmiş olan büyük âlimlerin yolunda gitti Dımeşk onun ilim ve irfânıyla mâmûr hâle geldi Takıyyüddîn Sübkî’nin verâı çok idi Az yer, az içerdi Çok namaz kılar, belâ ve musîbetlere karşı sabrı hiç elden bırakmazdı Allahü teâlâyı çok anardı Sabah akşam zikirle meşgûl olurdu Dâimâ murâkabe üzere idi Doğru yolda bulunup, bu yola yardımcı olmakta ecdâdı olan Ensârın izinde bulunuyordu Gece-gündüz Kur’ân-ı kerîm okurdu Âlimlerden, haberleri doğru olarak naklederdi Seher vaktinde çok istigfârda bulunur, Allahü teâlâdan af ve magfiret dilerdi Allah korkusundan çok göz yaşı dökerdi Dünyânın parlaklığına ve malına îtibâr etmezdi Elde ettiği makam ve mevkilerden ve herkesin kendisine gösterdiği teveccüh ve iltifattan dolayı, kibir, gurûr ve ucba kapılmazdı Her taraftan âlimler, halledemedikleri meseleleri arz etmek için ona mürâcaat ederlerdi Sâlih ameller ve müstecâb duâlar sâhibiydi O, çok kere mütevâzî ve gösterişsiz bir elbise ile dışarı çıkardı Fakat sultânın merâsim günlerinde dâimâ cübbe giyerdi Oğlu, onun böyle cübbe giymesine çok hayret ederdi Zîrâ, onun tabiatı böyle şeylere pek önem vermezdi Bu yüzden oğlu Tâcüddîn Sübkî, babasına; “Ey babacığım, kâdılık makâmında otururken, yirmi dirhem etmeyen elbiselerle oturuyorsun Fakat sultânın merâsimlerinde cübbe giyiyorsun Niçin böyle davranıyorsun ” diye sordu Takıyyüddîn Sübkî, “Evlâdım! Bu, Şafiî mezhebi ulemâsının şiârıdır Bu âdetin unutulmasını istemem Ben devamlı kalacak değilim Benden sonra gelip bunu giyecekler Yeni bir şey ortaya çıkarmıyorum " buyururdu
Takıyyüddîn Sübkî, tasavvuf yolunda bulunanlara çok hürmet eder ve onları severdi “Tasavvuf yoluna giren kimse, Selef-i sâlihînin izinden gider, onlara tâbi olursa işte tasavvufta doğru yol budur ” derdi Takıyyüddîn Sübkî, kimde olursa olsun, faydalı bir şeyi görünce onu beğenirdi Faydalı ve güzel birşeyi, kendisinden küçük birisinden bile duysa, onu dinlemekten uzak durmaz, yüz çevirmezdi O çok hayâ sâhibiydi Kimseyi utandırmak istemezdi Talebeleri bâzan kendisine, bilinmeyen ve duyulmamış bir şey gibi herhangi bir konuyu anlattıkları zaman, onlara bir şey demez, onları hoş karşılardı Hattâ onlara garip bir şey imiş gibi anlattıkları o konuyu, çeşitli kitaplardan naklederdi Bu sebeple talebeler, ona hayret ederdi Zîrâ onlar, ilk önce onun bu meseleden haberi yok sanırlardı Fakat Takıyyüddîn Sübkî, yine de onların heveslerini kırmazdı O, âlimlere karşı çok edebliydi Onun Peygamber efendimize olan muhabbeti, sevgisi ve hürmeti, anlatılamıyacak derecedeydi
Takıyyüddîn Sübkî, her ilimde mütehassıs idi Selef-i sâlihînin yolunda, sünnet-i seniyye üzere bulunuyordu Hakkı söylemekten çekinmezdi Ayakta, otururken, binekte ve yürürken bile Kur’ân-ı kerîm okurdu Hocaları ona çok kıymet verirdi Mütehassıs olduğu bütün ilim dallarında, zamânında onun gibisi görülmedi Bütün âlimler, onun bütün zamânını ilme adadığına inanırlardı
Takıyyüddîn Sübkî’nin çok kerâmetleri görüldü Ona karşı çıkanın başına mutlak bir şey gelirdi Kendisinden kerâmet hâsıl olunca veya birisi kerâmetinden bahsedince çok sıkılırdı
Kadı’l-kudât Cemâlüddîn Züreî, Mensûriyye Medresesindeki müderrislik vazifesinden, Şam kâdılığına tâyin edilince, Takıyyüddîn Sübkî onun yerine müderrislik vazîfesine tâyin edildi Bir müddet sonra, Cemâlüddîn Züreî, Şam kâdılığından azledildi Bu sırada Şam Nâibi Argûn, Hicaz’da bulunuyordu Bu nâibin, Cemâlüddîn Züreî ile arasında çok iyi bir dostluk vardı Züreî’nin azledilmesi Argûn’e ulaşınca, buna çok üzüldü ve Mısır’a varınca, Mensûriyye müderrisliğini, Takıyyüddîn Sübkî’den alıp, tekrar Züreî’ye vermeye karar verdi Bu haber Takıyyüddîn Sübkî’ye ulaşınca, o buna çok üzüldü Bu haber üzerine, gece iki rekat namaz kılarak, Allahü teâlâya niyazda bulundu Bu sırada; “Argûn tutuklandı!” diye bir ses duyuldu Ertesi gün derse gittiğinde kendisine, Nâib Argûn’un tutuklandığı söylendi
İmâm-ı Sübkî şöyle anlatır: “Babam Takıyyüddîn Sübkî’ye rahat vermeyenlerden birisi de, Şam nâibi Argûn Şah idi Bir gün babam, Argûn Şah’a; “Ey emîr! Ben de, sen de bir gün öleceğiz ” dedi Argûn Şah da ona; “Ey Kâdı! Bu şehirde kaç nâib gördün?” diye sorunca, o; “Şu kadar nâib gördüm ” dedi Argûn Şah; “Benden başkası sana rahat vermedi ” deyince, o; “İleride sen de göreceksin ” dedi Biz, bir gün yatsı namazını kılmak için toplanmıştık Namazdan sonra, babam yüksekçe bir yere çıktı Başı eğik bir vaziyette durmaya başladı Hiç konuşmuyordu Ayakta olduğu hâlde, sabah namazına kadar aynı vaziyette kaldı Bu sırada öyle heybetli bir hâli vardı ki, târifî, anlatılması çok zordu Onu bu hâlde gören kimse, şâyet o anda onu bir arı sokmuş olsaydı, aslâ bunu hissetmiyeceğine inanırdı Sonra oradan inip yatsı namazının abdesti ile sabah namazını kıldı İnerken bize; “Argûn Şah’ın işi bitti ” dedi Salı günü Trablus’tan yola çıkan Ulcîbuğa isminde birisinin, Perşembe günü gecenin yarısında Argûn Şah’ın başını kestiğini öğrendim Sonra babamın odasına geldim İçeride Kur’ân-ı kerîm okuyordu Biraz bekledikten sonra kapıyı çaldım Kur’ân-ı kerîm okumasını keserek kapıyı açtı Bana; “Müslüman kardeşin için şemâtet yapmayı bırak (şemâtet; başkasına gelen belâya, zarara sevinmektir) Belki Allahü teâlâ ona âfiyet verir de, seni o musîbete düçâr eder ” dedi Sonra ben ona, biraz sevinçli bir hâl içinde; “Argûn Şah öldürüldü ” dedim O zaman bana; “Kim demiş? Sus! Bu ne biçim söz böyle! Müslüman kardeşin hakkında şemâtet yapma dedik, değil mi?” dedi Bana kapıyı açıp “Şemâtet yapma!” demesi, benim ona ne söyleyeceğimi, Allahü teâlânın ona bildirmesi, onun bir kerâmetidir ”
Şöyle anlatılır: “Takıyyüddîn Sübkî, bir mesele hakkında hüküm vermişti Bu hükmünde de kararlı idi Şam nâibi Argûn Kâmilî, bu hükmünden dolayı ona karşı çıktı Bu mesele Şam ve Mısır’da önemli bir konu hâline geldi Bu sırada Kâdı Selâhüddîn Safdî, Takıyyüddîn Sübkî’nin yanına gelerek; “Efendim! Bu mesele aleyhimize olmaktadır Onlar Hakka itâat etmezler, Hakka boyun eğmezler Niçin kendinizi tehlikeye atıyorsunuz? Niçin onlarla mücâdele ediyorsunuz?” deyince, o uzun süre düşündükten sonra; “Vallahi, Allahü teâlâdan başkasının rızâsını düşünmem Benim için önemli olan, Allahü teâlânın rızâsıdır ” dedi Bunun üzerine ben, onun baskı ve lâflar ile haktan ayrılmayacağını anladım Nâib Argûn Kâmilî bir süre sonra görevinden alındı ve çeşitli eziyetler başına geldi Ölünceye kadar çeşitli üzüntüler içinde ve işsiz güçsüz yaşadı ”
Takıyyüddîn Sübkî, 1354 (H 755) senesinde zâfiyete yakalandı Vefât edinceye kadar bu hastalık devâm etti Kendisi dâimâ; “Ben Mısır’da vefât ederim” derdi Mısır’a gidince, orada birkaç gün hasta kaldı 1355 (H 756) senesinde Kâhire’nin dışında bir yerde vefât etti Cenâze namazına çok kalabalık bir cemâat katıldı Cenâzesini taşıyanların bir ucu, defnedildiği yer olan Bâb-ün-Nasr’da iken, diğer ucu vefât ettiği evin önünde idi
|