Prof. Dr. Sinsi
|
Ulu Ârif Çelebi
Ârif Çelebi'nin, sohbet ederek giderlerken, TeomanBeyin elinde bulunan doğana gözü takıldı Teoman Beyden doğanı istedi O da kafesten çıkarıp teslim etti Ârif Çelebi, doğanın ayaklarını çözüp salıverdi Hürriyete kavuşan doğan uçup gözden kayboldu TeomanBey, şaşırmış bir hâlde doğanın arkasından bakakaldı Bir müddet Mevlânâ hazretlerinin torunu olan Ârif Çelebi'ye ses çıkaramadıysa da, dayanamıyarak konuşmaya başladı: "Efendim! Bu doğan öyle bir doğan idi ki, ava gönderip de eli boş döndüğü hiç olmamıştı Böyle bir doğanı bulmak ve ele geçirmek için neler çektim, ne masraflar yaptım Bu doğanın misli yok idi Sonra bunu, Tebrîz'de bulunan pâdişâh Gâzan Hâna hediye edecektim Kimbilir bana ne kadar çok bahşişler verecekti Üstelik, bir adamımla, ona bir doğan getireceğimi de bildirmiştim Şimdi ben ne cevap vereceğim?" gibi teessürünü bildiren birçok sözler sarfetti Sanki bu sözleri bekliyormuş gibi sükûnetle dinleyen Ârif Çelebi hazretleri, tebessüm ederek buyurdular ki: "Ey Teoman Bey! Bir doğan için insan bu kadar üzülür mü? Asıl üzülünecek hâl, Allahü teâlâya karşı yaptığımız hatâ ve kusûrlar, işlediğimiz günahlar ve isyânlardır Mâdem ki, doğanın için bu kadar üzülüyorsun, çağıralım gelsin ister misin?" Teoman Bey; "Muhterem efendim! Eğer bu doğan tekrar elimize gelirse, ziyâdesiyle sevinirim Ne kadar malım varsa, hepsini vermeye hazırım Beni yeniden hayata kavuşturmuş gibi olursunuz" dedi Bunun üzerine Ârif Çelebi; "Ey kıymetli doğan! Dedem Mevlânâ hazretlerinin hatırı için buraya gel!" diye seslendi Bir ânda, kaybolan doğan, yükseklerden süzülerek Ârif Çelebi'nin omuzuna konuverdi Omuzundan kuşu alıp Teoman Beye verince, Teoman Bey ne yapacağını şaşırdı Ârif Çelebi'nin eline sarılıp öpmeye başladı Orada, üzerinde bulunan iki bin altını ve yedeğinde bulunan en güzel atı, Ârif Çelebi'ye hediye etti Teoman Bey, bu kerâmeti görünce, Ârif Çelebi'ye karşı muhabbeti pek ziyâdeleşti
Uzun yolculuklardan sonra Tebrîz'e vardılar Teoman Bey, Gâzan Hâna doğanı hediye edince, sultan, doğanı çok beğendi; otuz iyi cins at ve altmış bin altın ihsânda bulundu Teoman bey bir fırsatını bulup, yolda geçen hâdiseyi Gâzan Hâna anlattı Ârif Çelebi'nin İslâmiyete olan bağlılığını, geçtikleri şehirlerde insanlara emr-i mârûf yapmak, dîn-i İslâmı yaymak için nasıl çırpındığını uzun uzun îzâh etti Gâzan Hân, Ârif Çelebi'yi hiç görmediği hâlde, ona karşı kalbinde büyük bir muhabbet hâsıl oldu Onu görmekle şereflenmek, sohbetiyle bereketlenmek için, çok sevdiği âlimlerden birkaçını onu dâvet etmek için vazifelendirdi Ârif Çelebi de, bu nâzik dâvete karşılık verdi Tebrîzli birçok âlimin ve velîlerin de bulunduğu dâvette, kalblere şifâ olan çok kıymetli sohbetlerde bulundu Başta sultan olmak üzere, orada bulunanlar, bilgisinin derinliğine, Allahü teâlânın zâtına ve sıfatlarına âit mârifetlerinin üstünlüğüne hayran kaldılar Ârif Çelebi'ye olan sevgileri, kat kat arttı Oradan Konya'ya döndü
Ârif Çelebi, bir gün dedesi Mevlânâ hazretlerinin türbesini ziyâret ederken, Emîr Hayran isminde bir velî yanına geldi Onunla uzun uzun sohbet ettiler Sohbet esnâsında, Emîr Hayran kalbinden; "Ârif Çelebi keşke sarığını bana verse de, bereketlensem " diye geçirdi O ânda Ârif Çelebi, başından sarığını çıkararak, Emîr Hayran'ın başına koydu Sonra da; "İnşâallah önümüzdeki bayramda yine buluşur, sohbet ederiz " dedi Hakîkaten, bayramda yine buluşup sohbet ettiler
Ârif Çelebi hazretleri, bir defâsında Sivas'a gitmişlerdi Orada Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî'yi çok seven Ahî Muhammed isminde biri vardı Ahî Muhammed, o günlerde çok hasta olmasına rağmen, Ârif Çelebi'nin geldiğini işitince, başta Ârif Çelebi'yi ve Sivas'ın ileri gelen âlimlerini, velîlerini yemeğe dâvet etti Yemekten sonra Ârif Çelebi, Allahü teâlânın emir ve yasaklarını bildiren, Cennet'i, Cehennem'i ve evliyânın hâllerini anlatan bir sohbete başladı Sohbet esnâsında Ahî Muhammed kalbinden; "Âh, Ârif Çelebi hazretleri duâ etseler de, benim de hastalığım iyi olsa, şifâ bulsam " diye geçirdi O ânda Ârif Çelebi, Ahî Muhammed'e dönerek; "Ey Ahî Muhammed! Merâk etme Cenâb-ı Hak her şeye kâdirdir Hastalığı veren de, şifâsını yaratan da O'dur Allahü teâlâ sana şifâlar ihsân eylesin!" buyurdu Bu sözlerden sonra, Ahî Muhammed vücûdunda bir değişme hissetti Ağrıyan yerlerinin sızısı durdu ve Ârif Çelebi'nin duâsı bereketiyle şifâ buldu
Ladik şehrinde, Kâdı Necmeddîn isminde biri vardı Mevlânâ'yı çok sevdiğini ve onun yolunda olduğunu söylerdi Hattâ Ladik şehrinde, Mevlânâ'nın halîfesi bile oldu Fakat, kendisinden ders almak için gelen talebelerin çokluğundan gurûra ve kibre kapıldı Ârif Çelebi Ladik'e geldiğinde, Kâdı Necmeddîn, "Mevlânâ'nın talebelerinden olup da ziyâfet vermedi demesinler " diye onu dâvet etti Yemekten sonra Ârif Çelebi, orada bulunanlarla sohbet etmeye başladı Kâdı Necmeddîn ve ona uyan birkaç kimse, gizlice dışarı çıkıp, Ârif Çelebi'nin yaptığı sohbet ile aralarında alay etmeye başladılar Onun hakkında dedikodu yaparak, lâyık olmayan hareketlerde bulundular Bunları yaparken, Ârif Çelebi'nin, bu durumdan habersiz olduğunu sandılar Bir ara içeri girdiklerinde, Ârif Çelebi onlara dikkatle baktı Bu bakış ile, herbirinin başlarına bir ağrı saplandı Öyle ki, Ârif Çelebi'ye olan düşmanlıkları çoğaldıkça, ağrıları da fazlalaşıyor, kinleri azaldıkça ağrıları da azalıyordu Ağrıları öyle dayanılmaz hâle geldi ki, ne yapacaklarını şaşırdılar Sonunda, "Allahü teâlânın evliyâsına olan düşmanlığın, kendi zararlarına olacağını" anladılar Kalblerindeki kin ve düşmanlığı muhabbete çevirmek mecburiyetinde kaldıkları ân, başlarındaki ağrı geçti Ârif Çelebi'yi çok severek hastalıktan kurtuldukları gibi, onun iltifâtlarına da kavuştular
Emîr Bey Abgiri anlattı: "Kardeşim Mecdüddîn ve Ahî Muzafferuddîn ile anlaşıp, kimyâ ilmini öğrenmeye karar verdik Bu anlaşmamızı da kimseye söylemeyeceğimize söz verdik Birgün bu arkadaşlarımla Konya'ya geldik Önce Mevlânâ hazretlerini ziyâret etmeye gittik Biz türbenin kenarında dururken, içeriden Ârif Çelebi çıkıp yanımıza geldi Hepimize dikkatle baktığında, onun heybetinden aklımız gidecek sandık SonraAhî Muzafferüddîn'in yakasından tutarak; "Ey Muzaffer! Eğer kimyâ ilminde başarılı olmak istiyorsan, zirâat ile meşgûl ol Eğer kimyâ ilmini istersen, Mevlânâ hazretlerinin ve cenâb-ı Hakkın evliyâsının muhabbetini kazan " buyurdu ve tekrar içeri girdi Hepimiz şaşırmıştık Muzafferuddîn söz dinledi, zirâat işleriyle meşgûl oldu Kısa zamanda servet sâhibi oldu Bizler de başka işler bularak, o düşündüğümüzden vazgeçtik "
Ârif Çelebi'yi sevenlerden biri anlattı: "Bir kurban bayramı arefesi idi Sultâniye şehrinde bir medresede, o gün kuşluk vakti, Ârif Çelebi hazretleri kaylûle yaparak istirahat ediyordu Bir ara uykusunun arasında; "Yapmayınız!" diyerek doğruldu ve tekrar uyudu Bir müddet sonra uyandığında; "Efendim uykunuz arasında doğrulup, "Yapmayınız!" diye konuştunuz Acabâ hikmeti nedir?" diye sordular Cevâbında; "Konya'da bulunan talebelerimizden Nâsıruddîn ile Şücâeddîn, babamın türbesi yakınında münâkaşa ediyorlardı Onları, münâkaşa ederek birbirlerinin kalblerini kırmamaları için îkâz ettim Ben onlara böyle söylerken, yanlarından geçmekte olan iki erkek ile bir kadın da beni orada gördüler " buyurdu Konya'ya geldiğimizde, Nâsıruddîn'e; "Siz arefe günü ne yaptınız?" diye sorduk O da; "Şücâeddîn bana uygun olmayan bir söz söyledi Onu bu sözden men edince, aramızda bir münâkaşa başladı O sırada hocamız Ârif Çelebi hazretlerinin yanımıza gelip bize; "Yapmayınız!" sözü ile münâkaşayı kestik ve utanıp barıştık " dedi Bu hâdise olurken yanlarından geçen erkekler ve kadın ise; "Biz, Ârif Çelebi'yi orada hem gördük, hem de sesini işittik " dediler
Ârif Çelebi'yi sevenlerden Kerîmüddîn anlattı: "Ârif Çelebi, bir gün kaleye gitmek istedi Hemen kale muhâfızına haber verdik Muhâfız ve yardımcıları hazırlanıp, Ârif Çelebi'yi hürmetle karşıladılar Ârif Çelebi uygun bir yerde oturup sohbet etmeye başladılar Sohbet esnâsında, kale muhâfızı kalbinden; "Ârif Çelebi hazretlerine ne ikrâm etsem ki, bostan tarlasına kavunları da yeni ekmiştim Keşke daha önce ekseydim, şimdiye kadar biter, olgunlaşırdı " gibi şeyler geçirdi Bu sırada Ârif Çelebi, muhâfıza dönerek; "Bize kavun ikrâm etmeyecek misiniz? dedi Muhâfız da; "Efendim! Ben de şimdi bunu düşünüyordum Fakat kavunun çekirdeklerini yeni ekmiştim, daha çıkmamıştır bile" dedi Ârif Çelebi ise tekrar; "Siz gidiniz, misâfirlerinize kavun ikrâm ediniz " buyurunca, muhâfız; "Bunda bir hikmet olsa gerektir " diyerek bostana girdi Kavunların ekildiği yere varınca, hayretinden aklı gidecek gibi oldu Yeni diktiği çekirdekler, yetişmiş, kavunlar meydana gelmiş ve olgunlaşmıştı Hemen en olgunlarından birkaç tâne alıp götürdü Kesip, ikrâm etti Bu hâdiseye, orada bulunanlar da hayret etti Kale muhâfızı Emîr Necmeddîn kalbinden; "Acabâ şimdi Ârif Çelebi'nin bu kerâmeti gibi kerâmet gösterebilen var mıdır?" diye düşünüyordu Ârif Çelebi, bu kerâmetini görüp hayret edenlere karşı da; "Allahü teâlâ, hazret-i Meryem için kuru hurma ağacından tâze hurma yarattı Cenâb-ı Hakk'a, bir dostunun hâtırı için birkaç kavun yaratmak zor değildir Bunda hayret edecek bir şey yoktur " buyurdu Sohbet bittikten sonra, Ârif Çelebi evine döndü Orada olanlar, muhâfızla birlikte bostana gittiler Bostana geldiklerinde, tohumların daha yeni çimlenmekte olduğunu ve yaprakların çıkmaya başladığını gördüler Hepsinin de Ârif Çelebi'ye olan bağlılıkları arttı Ona kalblerinde daha çok muhabbet beslediler "
Ârif Çelebi, Konya'nınAkşehir kazâsına dostlarını ziyârete gitmişti Akşehir'de her gün sohbetler ederek, birkaç gün geçirmişti Şehrin hâkimi olan İzzeddîn ismindeki kimse düşündü ki; "Akşehir'in yedisinden yetmişine herkes, Ârif Çelebi'ye pek fazla muhabbet besliyorlar Ola ki tarafımdan, onun hoşuna gitmeyen bir hareket meydana gelir de kalbi kırılır Bu durum ise bizim mahvolmamız demektir En iyisi, Ârif Çelebi'yi uygun bir şekilde Konya'ya göndermek lâzım " Hâkim İzzeddîn, bu düşünce ile evinden çıktı Atına binmiş giderken, yolda Ârif Çelebi'ye rastladı İzzeddîn daha bir şey söylemeden, Ârif Çelebi; "Ey İzzeddîn! Bâzı dostlarımız bizi Akşehir'den göndermek isterler Sanırım ki, biz daha buradan ayrılmadan, onlar tekrar yalvarıp yakararak kalmamızı isterler Fakat artık iş işten geçmiştir Onların tekliflerini red ederiz Bir daha da Akşehir'e gelmeyiz ve ebedî olarak pişmân olurlar " dedi Bunları ter dökerek dinleyen Hâkim İzzeddîn, atından aşağı atladı ve Ârif Çelebi'nin ellerini öpmek için sarıldı, suçunu îtirâf etti Bundan sonra, Ârif Çelebi'yi en çok sevenlerden ve ona en bağlı talebelerinden oldu
Ladik şehrinde Nâzıroğlu isminde bir Emîrzâde vardı Şehrin ileri gelenlerinden bâzıları Emîrzâdeye; "Hepimiz Ârif Çelebi'ye talebe olmakla şereflendik Allahü teâlânın velî kullarına talebe olmak bulunmaz nîmettir Onlar ki, vefât ânında şeytânı kovalarlar, âhirette şefâat edip kurtarırlar Gel sen de onun talebesi ol ve kurtul!" dediler Emîrzâde de; "Elbet ben de talebesi olmak isterim Fakat bir şartım var, o da; bana duâ edip, cenâb-ı Hak bir çocuk ihsân ederse, talebe olurum Yoksa talebesi olmam " dedi Ertesi gün Emîrzâde, sabahın erken saatlerinde hamama gitmek için evinden çıktı Yol üzerinde durmakta olan birini gördü Yanına yaklaşırken; "Acabâ bu saatte yol üzerinde bekleyen kimdir? Yoksa sarhoş falan mıdır?" diye düşünüyordu Yanına geldiğinde, o kimsenin Ârif Çelebi hazretleri olduğunu görünce şaşırdı, öyle düşündüğüne pişmân oldu ve ellerini öpmek için eğildi Ârif Çelebi ise; "Düşüncelerinde yanılıyorsun Emîrzâde! Ben sarhoş değilim Bu erken saatte burada olmamın sebebi ise, senin kurtuluşuna vesîle olmak içindir Al bu gül demetini evine git!Allahü teâlâ sana hayırlı evlât ihsân eylesin " buyurdu Emîrzâde, ÂrifÇelebi'nin ellerini öptükten sonra, gül demetini alarak evine gitti Bir sene kadar sonra bir erkek evlâdı oldu Emîrzâde de Ârif Çelebi hazretlerine gelerek, hizmetiyle şereflendi ve onun en kıymetli talebelerinden, keşif ve kerâmet sâhibi bir kimse oldu
Ârif Çelebi, 1319 (H 719) senesinde, Aksaray ilçesine dostlarını ve talebelerini ziyârete gitti Bir gece rüyâsında, peşpeşe aralıksız birkaç defâ âh ederek, bir müddet ağladı Orada bulunan dostları, bunu öğrendiler ve kendisine, ağlamasının hikmetini sordular O da; "Rüyâmda bir köşkte oturmuş, penceresinden güzel bir bahçeyi seyrediyordum O bahçenin güzelliğini anlatmak mümkün değildir Zîrâ onu anlatacak diller ve yazacak kalemler âciz kalır Bahçeyi seyrederken, orada dedem Mevlânâ hazretlerini gördüm Bana mübârek eliyle işâret ederek; "Ey Ârif! Gel, bundan sonra bize gel Artık orada kalman yeter!" dedi ve gözden kayboldu İşte, dedeme olan hasretim sebebiyle ağladım Her geçen gün âhirete gitme arzum çoğalmaktadır " dedi Sonra Konya'ya dönmek için yola çıktı Konya'ya geldiğinden iki gün sonra, Cumâ idi Güneş doğduktan sonra dışarı çıkıp, güneşe doğru döndü ve bâzı sözler söyleyip kasîdeler okudu Sonra talebelerine dönerek; "Kardeşlerim! Artık gitme zamânım yaklaştı Zîrâ her nefeste sesler geliyor Sizlere vedâ ediyor, Allahü teâlâya emânet ediyorum " buyurdu Evine girip yatağına yattı Bir hafta hasta yattıktan sonra, ertesi Cumâ günü kalktılar Şu ânda medfun bulunduğu yere gelip, orayı işâret ederek; "Beni buraya defnediniz " buyurarak vasiyet etti Tekrar istirahata çekilerek, günlerce hasta yattı Hastalığının yirmi beşinci gecesinde zelzele oldu Bâzı binâlar yıkıldı İki gün sonra da, Salı günü ikindi vaktine yakın, "Lâ ilâhe illallah, Muhammedün Resûlullah" diyerek son nefesini verdi ve sevdiklerine kavuştu
ER KİŞİ NİYETİNE
Ârif Çelebi, bir gün dedesi Mevlânâ'nın türbesini ziyâret ettikten sonra, talebe ve dostlarıyla birlikte orada cenâze namazı kılınan musallâ taşının yanına geldiler Ârif, cübbesini çıkararak musallâ taşının üzerine koydu "Gâib er kişi niyetine, cenâze namazına buyurun!" diyerek, cenâze namazı kıldırdı Sonra da; "Dostlarım! Gâzan Hân vefât etti Onun cenâze namazını kıldık " dedi Dostları ve talebeleri, o târihi bir yere kaydettiler Tebrîz'den gelen tüccarlara sordular Onlardan, Gâzan Hânın kaydettikleri târihte vefât ettiğini öğrenince, Ârif Çelebi'nin büyüklüğünü bir kere daha anladılar
HATÂ VE KUSÛR
Bir ara Ladik'de kuraklık oldu Yağmur yağmadığı için otlar kurudu, ekinler mahsûl vermedi Topraklar susuzluktan çatladı, hayvanlar yiyecek bir şey bulamadı Ladikliler defâlarca yağmur duâsına çıktılarsa da, yağmur yağmadı Sonunda Ulu Ârif Çelebi hazretlerine bir heyet göndererek, Ladik'e dâvet ettiler Ladik'te büyük bir meydana toplanıp, durumlarını arz ettiler Ârif Çelebi de; "Her şeyi yaratan Allahü teâlâdır Kimbilir hangi hatâ ve kusûrlarımız sebebiyle bu durumlara düştük Hepimizin tövbe ve istigfâr etmesi lâzım İbâdetlerimizi doğru olarak yapıp, günahlardan şiddetle kaçınmalıyız Haram yemeyip çocuklarımıza, helâli, haramı ve farzları öğretmeliyiz " buyurdu Sonra halkın toplu olduğu meydandan uzak tenhâ bir yerde, ellerini açarak duâ etmeye başladı Henüz duâsını bitirmemişti ki, gökyüzünde yağmur bulutları birikmeye başladı Yavaş yavaş yağıyordu Bu hâl, günlerce devâm etti Her taraf suya kandı Herkes Ârif Çelebi'ye duâ ettiler
1) Menâkıb-ül-Ârifîn; c 2, s 819
2) Risâle-i Sipahsalar; s 150
3) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c 11, s 153
|