08-02-2012
|
#1
|
Prof. Dr. Sinsi
|
Kurşun Kalemin Duası
Kurşun Kalemin Duası

"Sadece canlıya değil, eşyaya da iyi davran"
“Ya Rab! Kalemim müy-i fenadan sakla
Tahririmi ta’n-ı süfehadan sakla,
Tevfikin idüp kanda gidersem rehber,
Şehrah-ı Şeraitte hatadan sakla”
Müstekimzâde Süleyman Saâdeddîn Efendi
-Sadece canlıya değil, eşyaya da iyi davran der bir veli-
“… Rabbim! 
Yerin damarlarından çıktığım günden beri, içinde kaybolduğum bir ormanın dehlizindeyim Hızardan geçirilen bedenimi, kapkara bir nurdan yarattığın ruhuma geçirdin ve ben bu şehrin mahzenlerinde kayboldum! Kim bulacak beni Rabbim? 
…Rabbim! 
Yazmalıyım! Yazmalıyım! Anlatmalıyım ruhların bilinmezliğini Senin ilminden öğrendiğim eczama ve madenime ait bilgiyi, bilgisizliğin ıssızlığında üşüyen insanlara anlatmalıyım Beni yaratan sensin Rabbim! Şu bedenimin ağacı yeşersin diye gökten melekler indirdin ve yağmurlar yağdırdın Kara bir elmastan yarattığın ruhumun sırları kelimelere sığmıyor Ben şimdi issiz, tozsuz ve hecesiz bir sükûtum! Bu sükûtu senin için bozmak nasip olmayacak mı?
Rabbim! 
Kâinattaki bütün soruların cevabı senin aşkında! Sen yakmayınca yanmaz gönüller ‘Aramakla mutlaka bulunmuyor, yine de seni bulma ümidiyle arayanlardanım ’
Rabbim! 
Senin rızan için yazan bir bedene büründür beni Etine kemiğine bürüneyim, o kulunu yerin yedi kat maden damarlarında gezdireyim Göğsündeki ‘anka kanadı’ benim üflememle kanatlansın ki, kelimelerine sızan bir ruh olayım…
***
Günlerce böyle yakardı kurşun kalem  Günlerce…
Eşya deyip geçmeyiniz Onların da bir ruhu vardır Kâinatta yaratılan her varlık yaradılışına uygun bir vazifenin başındadır O da sıradan bir kalem olmak istemiyordu Varlığının bir anlamı ve varlığıyla bir anlam katmak istiyordu hayata Bir afacanın ellerinde tezden tükenip bitmek istemiyordu
O akşamüstü bulunduğu kırtasiye mağazasının tezgâhında Rabbini tespih etmekle meşgul iken satın alındı Yo, hayır, korkmayınız! Bir afacan değildi onu satın alan Safiyüddin Efendi’nin nurdan avuçları içindeydi şimdi “Gel bakalım kalemcik” dedi gülümseyerek Mademki hizmete ve ebedi diriliğe talipsin, şu halde bize lâzımsın  ”
Safiyüddin Efendi’nin kalemle olan bu muhabbeti şaşırtmıştı genç tezgâhtarı! Eşya ile konuşana ne derlerdi? O gece ‘Hâlveti Dergâhı’nda’ misafir edildi kurşun kalem Tövbe verildikten sonra uykuya yatırıldı “Bu gece göreceklerin külünün rüyasıdır…” dedi Safiyüddin Efendi Uyandığında kalem sahibi genç bir yazar olacaksın Ezeldeki bu hâline dair hiçbir şeyi hatırlamayacaksın Sadece zaman zaman bir şeyler hatırlayacak ve bulmamacasına kendini arayacaksın! Bütün çilen ve ıstırabın bu arayış sancısı olacak! ”
Uykuya daldı kurşun kalem  Sonsuz bir bakışla süzdü karanlığı  Kâğıt, kelime, harf tozu, işaret, imge, amber, simge… Damla damla şırınga ediliyordu damarlarına Çoktan kapanmış bir çağın kalıntısı gibi hissediyordu kendini Hissetmek… Kendini… Sudaki yansıma kadar titrek ve yanıltıcı onlarca siluet belirip belirip kayboluyordu İmgeler ve yüzler  Zaman ve yokluk  Karanlığı bir çift cılız ışık gibi tarayan gözleri kentin muhkem surlarına çarpıp geri dönüyordu Üç yüz yıllık bir kilisenin mahzenine iniyordu keşişler  Soluk ay ışığında, gümûşi tüllerini açıyordu bir dergâh… Her yerde duruyordu  Her durduğu yere bir ad takıyordu Binlerce gözün, her baktığında kendinden bir şeyler kattığı binlerce bakış  Kentin granitten profiline imgeler karışıyordu Kurşuni bir denize akan bir yeraltı ırmağı oluyordu şimdi Kör bir ayna karşısında hatlarını ve ifadelerini arayan hikâyesiz bir yüz… “Parmak uçlarımı uzatsam, acaba kendime değer miyim?” dedi kendi kendine Ve uzandı… Dokundu… Devingen, titreşimli, ışıltılı bir dünya dümdüz uzandı önünde  Sonsuza dek  Dünyadaki yerine, yazgısına intikal etmişti artık 
|
|
|