Prof. Dr. Sinsi
|
Çöküş Devrinde Teselli Arayışı: Lale Devri
ÇÖKÜŞ DEVRİNDE TESELLİ ARAYIŞI: LALE DEVRİ
Muzaffer Taşyürek
Başka bir milletin tarihinde bir çiçeğin adıyla anılan bir devir var mıdır, bilemiyoruz Bizim tarihimizde 1718-1730 yılları arasına Lâle Devri deniliyor Ama “Devlet-i Ebed Müddet”in çöküş devrine denk gelen bu yıllarda, memleketin manzarası yazık ki lâle bahçesine hiç benzememektedir
Lâle Devri, tarihçilerin kendi bakış açılarına göre övdükleri ya da hayli ağır üslupla yerdikleri bir dönem Övgü veya yergiyi bir yana koyup şunu söylemek mümkün: Başta sadrazam olmak üzere bazı devlet erkânı, kendini iyice hissettiren çöküşün ayak seslerini eğlence ve işretle bastırmak istemişlerdi
Osmanlı’da Lâle Devri, devletin her alanda gerilemeye başladığı ve yeni çözüm arayışlarının tartışıldığı bir döneme denk gelir İlginçtir, aynı dönemde Çarlık Rusyası da Osmanlı’dakine benzer sorunlarla uğraşmakta, üstünlüğünü iyice hissettirmeye başlayan batılı devletler karşısında zaafa düşmemek için çözümler aramaktadır
18 yüzyılın başlarına denk gelen bu dönemde Osmanlı Devleti’nin tahtında III Ahmed bulunmaktadır
İki Devlet, İki Devlet Adamı
Kader, III Ahmed ve Rus Çarı Deli Petro’yu aynı yüzyılda aynı amaca yöneltmişti İki devlet adamı da Avrupa’nın uyanışına şahit olmuş, Avrupa’da meydana gelen değişiklikleri ülkelerine taşımak istemişlerdi Her ikisi de bu sebeple Avrupa’ya elçiler göndermiş, oradaki değişiklikleri yerinde gözlemlemeye çalışmışlardı Hatta Petro bizzat bu gezilere katılmış, tersane ve fabrikalarda çalışmış, gelişmeleri izlemişti
Osmanlı’nın taklitçilik düzeyinde bıraktığı ıslahatlar, aynı yıllarda Deli Petro tarafından ülkesinin milli menfaatleri ve milletinin istekleri doğrultusunda gerçekleştirilmek üzere plânlanmıştı Öyle ki, Rusya kısa sürede Osmanlı Devleti’yle boy ölçüşecek güce erişmişti
Deli Petro’nun kendisinden sonraki devlet adamlarına uymaları için bıraktığı meşhur vasiyetnamesinde, izlediği bu gelişmelerden hareketle uzun vadeli bir strateji sunuyordu
Vasiyetindeki şu ifadeler bugün için de çok anlamlı:
“Ben, I Petro, benden sonra gelecek çarlara şu gerçeği çok iyi ve tam olarak görmelerini tavsiye ederim: Hindistan ticareti, dünya ticaretidir Bu ticareti tek başına elinde tutan devlet, Avrupa’nın gerçek hakim devletidir Bu sebeple, İran’la savaşmak için hiç bir fırsatı kaçırmamalı, çöküşü çabuklaştırılmadır İran körfezine kadar sızarak, Suriye yolu ile eski doğu ticareti kurulmalıdır ”
Ortadoğu ve Hindistan-Pakistan-Afganistan bölgelerindeki askeri ve siyasi çekişmelerin hangi sebeplerle sürdüğünün ipuçlarını veren bu ifadeler, Çar Deli Petro’nun ülkesini gelecek yüzyıllara hazırlamak istediğinin göstergesiydi
Diyar-ı Firengistan – Diyar-ı Gülistan
Ya Osmanlı devlet adamları ne yapıyordu?
III Ahmed 30 yaşlarında tahta çıkmış, ülkede yaşanan sosyal ve ekonomik durgunluğun aşılması için bir takım atılımların yapılması gerektiğinin farkındaydı Avrupa devletlerinin baskılarına karşı direnmek için yeni politikalar ve stratejiler geliştirilmesi gerektiğine de inanıyordu Ama önündeki en büyük engel, yeniliklere kapalı, cihad mefkûresini kaybetmiş kendi askeri gücü idi
Kuzeyde büyüyen Rus tehdidi, mesleği askerlik olmayan Baltacı Mehmed Paşa tarafından Purut’ta durdurulmuştu Ne var ki, Çar Deli Petro ve Rus ordusu imha olmaktan Osmanlı devlet adamlarının basiretsizliği yüzünden kurtuldu Hafif şartları olan bir anlaşmayla, gelecekte devletin başına bela olacak Rus orduları serbest bırakıldı Askeri başarısızlıklar bununla da bitmedi Avusturya ve Venedik’le başlayan savaş, yeniçerilerin isteksizlikleri ve başlarında yetenekli kumandanların olmaması sebebiyle yenilgiyle sonuçlandı Osmanlı Devleti Macaristan’daki üstünlüğünü kaybetti, Belgrad elimizden çıktı ve sadrazam Nevşehirli Damat İbrahim Paşa tarafında Pasarofça Antlaşması imzalandı
Bu devirde Batı’ya karşı boyun eğiş, sadece askeri ve siyasi alanla sınırlı değildi “Frengistan” artık “Diyâr-ı Küfr” olmaktan çıkmış, Osmanlı aristokratlarının yeni hayat tarzlarının ithal edildiği “Diyâr-ı Gülistan” olmuştu
Lale Bahçelerinde Bir Sadrazam
Yeni sadrazam Damat İbrahim Paşa barıştan yana bir insandı Bu antlaşma ile vakit kazanmayı, ülke içerisinde derlenip toparlanmayı düşünüyordu Topluma yeni bir ruh ve heyecan aşılama ihtiyacı duyuyordu Dolayısıyla tarihimizde bir çiçeğin adıyla anılan meşhur dönemi başlattı: Lâle Devri  
Diğer taraftan padişahı Avrupa’daki dengeleri sağlamak için Fransızlar’a yeni ekonomik haklar vermeye ikna etti Sonradan “kapitülasyonlar” adını alacak olan ve Osmanlı Devleti’nin başını ağrıtacak bu ekonomik imtiyazlar ile, Osmanlı Batı’nın bir sömürgesi durumuna düşürülüyordu Ekonomik dengeler Osmanlı aleyhine bozuluyor, Osmanlı parası yabancı paralar karşısında değer kaybediyordu
Bütün bu olumsuzluklara rağmen, Rus devleti ile aynı dönemde Avrupa’ya elçiler gönderen Osmanlı devleti, Deli Petro gibi bilimsel ve teknolojik yenilikleri alacağına, Fransız saraylarının bahçe ve köşk projelerini, portakal ağacı fidanlarını ve lâle soğanlarını ithal ediyordu Deli Petro, Hint karasularının ve Ortadoğu’nun hakimiyeti için plânlar yaparken, Osmanlı’nın Fransa’ya elçi olarak gönderdiği Yirmisekiz Mehmed Çelebi, Fransızlar’a şirin görünmek için hıristiyanların Kudüs’teki mukaddes emanetlerinin ve kutsal yerlerinin tasarruf hakkını onlara devretmeye gitmişti Dönüşte de Osmanlı’nın iç ve dış siyasetini yakından izleyecek tehlikeli bir düşmanı da yanında getirmişti; İstanbul’da ilk Mason locası açılmıştı
Evet; Lâle Devri, Osmanlı’nın ideolojik, siyasal ve kültürel planda da sömürgeleşmesinin ilk adımıydı Artık batılı hayat tarzı Osmanlı toplumu içine taşınmış oluyor, böylece batılılar sömürgeci ve emperyalist emellerine adım adım yaklaşıyorlardı
‘Halkı Aldatacak Nesneler Lazımdır’
Damat İbrahim Paşa, ilginç kişiliği olan bir devlet adamıydı “Halkı aldatacak nesneler lazımdır” diyerek İstanbul’un çeşitli semtlerinde atlı karıncalar, dönme dolaplar, beşikler, salıncaklar kurdurmakla işe başladı İki ayda Kağıthane sırtlarına sayıları yüzü aşan köşkler ve bu köşklerin çevresine lâle bahçeleri yaptırdı Sâdabâd bunların en ilginçlerindendi Halkın sosyal ve ekonomik sıkıntılar içerisinde yaşadığı bir dönemde, Çengelköy’den, Kağıthane’ye gemilerle mermer sütunlar taşınmış, Kağıthane deresinin yatağı değiştirilmiş, derenin kenarına otuz sütun dikilmiş, mermer bir havuz yapılarak nehrin suları çağlayanlar şeklinde havuza akıtılmıştı Devletin içinde bulunduğu ekonomik krize rağmen inşasına başlanan saray iki ay gibi kısa bir sürede bitirilmişti
İbrahim Paşa’ya yakın olmak isteyen zenginler de kısa zamanda bu bölgeye saray yavruları dikmeye başladılar Ardı ardına, Kasr-ı Neşâd, Kasr-ı Cihan, Çeşme-i Nur, Hürremâbâd, Cisr-i Sürurî, Cetvel-i Sîm gibi isimleri olan eğlence mekânları yükseliyordu Bu mekânların çevresi bahçelerle süsleniyordu Bu bahçelerde lâle yetiştirme yarışı yapılıyordu
O dönem İstanbul’da 234 çeşit lâle yetiştirilmiş, en güzelini yetiştirenler kese kese altınla taltif edilmişlerdi Bu öyle bir furya idi ki, bir tek cins lâle soğanı 500 ilâ 1000 altına satılabiliyordu Şerefâbâd, Bağ-ı Ferah, ve Çırağan bahçelerinde, köşkler ve kasırlarda eğlence partileri, helva sohbetleri düzenleniyor, sazendeler, çengiler, köçekler, şarkıcılar, şairler, yabancı ülke elçileri bu eğlencelere çeşni katıyorlardı İşret çılgınlıkları o derece ileri gitmeye başladı ki, gençler arasında afyon ve esrar kullanımı yayılma istidadı gösterdi Şeyhülislâm, yayınladığı bir fetva ile uyuşturucu kullananların şiddetle cezalandırılmasını, İslâm’a aykırı giyimlerin yasaklanmasını, ahlâksızlıkların önlenmesini istedi
Faturayı Kim Ödeyecek?
Bu savurganlığın, lüks ve israfın faturası ise vergilerle milletin sırtına yükleniyordu Piyasaya düşük ayarlı akçe süren devlet, ekonominin alt üst olmasına sebep olmuştu Toplanan vergiler sosyal tesislerin kurulması ve hayat standartlarının yükseltilmesi yerine, sarayın ve saray çevresine kümelenmiş menfaat gruplarının giderlerine harcanıyordu Milletin malı eş-dost arasında adeta yağmalanıyordu Yapılanlar İstanbul’un mütedeyyin ve fakir halkı tarafından nefretle ve sessizce izleniyordu
Lâle Devri’nde yapılan yenilikler ve imar hareketleri, halkın sosyal ihtiyaçlarını gidermek ve sorunlara çözüm olmaktan uzaktı İstanbul aristokratları gülüp eğlenerek hayatın tadını çıkarırken, ülkenin doğusunda İran’la savaşlar sürüyor, Tebriz’i ele geçiren Şah Tahmasb, Osmanlı muhafızlarını katlediyordu
Matbaanın Lâle Devri’nde İstanbul’a getirilmesi, itfaiye teşkilatının kurulması, İzmit ve Kağıthane’de kağıt fabrikalarının açılması, bazı dokuma tezgahları ve çini atölyelerinin faaliyete geçmesi, yerli malların kullanılmasının özendirilmesi halkı tatmin etmiyor, Osmanlı’nın dünya devletleri ile yarışmasına bir katkıda bulunmuyordu
Sosyal Patlamanın Adı: Patrona Halil
Devrin tarihçileri Küçükçelebizade Âsım Efendi, Vakanüvist Raşit Efendi, Patrona İsyanı’nın Sâdabâd eğlencelerine bir tepki olarak çıktığını anlatırlar Aslında bu isyan organize edilmiş ve hesaplanmış bir hareket değil; halkın nefretinin ve tükenen sabrının öfkeye dönüşmesiydi Yolsuzluklar, haksızlıklar, ahlâksızlıklar ve devlet adamlarının ülke meselelerine bigâne kalmalarına karşı bir sosyal patlamaydı
Patrona Halil isyanı, 1726 yılı Ramazan ayında vuku bulmuştu O ramazan Çereğan eğlencelerine denk gelmişti III Ahmed, damadı ve İstanbul’un aristokrat takımı işret partilerine o kadar kendilerini kaptırmıştı ki, Ramazan’ın gelişinden bile haberdar değillerdi Halkın ilk tepkisi, inançlarına ve törelerine karşı duyarsız kalan sefahat sahiplerinin saraylarını taşlamakla gösterilmişti
Patrona Halil’in geçmişi hakkında net bilgilere sahip değiliz Ne hikmetse, tarihçilerimiz Patrona Halil isyanının sosyolojik sebepleri yerine Patrona Halil’in kişiliğinde boğulmuşlardır Resmi tarihler onu serseri, baldırıçıplak, hamam tellakı olarak tasvir ediyor Hakkında sağlıklı bilgiler mevcut değil
İsyan günü çevresine toplananlar da en az onun kadar ilginç kişiler Manav Muslu Beşe, Kahveci Emir Ali, Oduncu Ahmed, Kutucu Hacı Hüseyin gibi esnaftan insanlar İlk anda aralarında asker yoktur Ayasofya vaizi İspirizâde, eski Kudüs müftüsü Samancızâde, daha sonra şeyhülislam olan Mirzazâde Şeyh Mehmed Efendi gibi ulemadan kişilerin de desteğini alan grup, İstanbul esnafını sloganlarla yanlarına çekmeyi başarırlar Hem esnaftan, hem de halktan destek görürler İsyan hareketini durdurmak için emir alan yeniçeri ağası, halka karşı birşey yapamaz İsyancılar şehirde hiç bir tahribatta bulunmazlar, hatta Lâle Devri’nin yeniliklerinden olan çini atölyelerine, matbaaya, kağıt ve dokuma fabrikalarına, itfaiye teşkilatına dokunmazlar; hedef sadece Sâdabât eğlence merkezleridir
İşret Gecesi, Pişmanlık Sabahı
Damat İbrahim Paşa, saraydan olan-biteni izlemeye çalışır Tek kurtuluş çaresi olarak yıllardır arkasını döndüğü halkı yardıma çağırmayı görür Sancak-ı Şerif çıkartılarak Bab-ı Hümayun kapısına dikilir Sancak-ı Şerif’in altına toplanacaklara “para” verileceği vaadinde bulunur ama artık çok geçtir Ne saray muhafızları, ne iç ağalar, hiç kimse Lâle Devri sadrazamını savunmayı göze almaz
İsyanın sonucu hazindir İsyancılar, başta sadrazam, onun damatları, şeyhülislam, kaptan-ı derya, sedaret kethüdası olmak üzere 37 kişinin kellesini isterler Padişah, damadı Sadrazam İbrahim Paşayı boğdurtarak cesedini öküz arabasıyla isyancılara gönderir Fakat isyancılar bununla yetinmeyip, padişahın da tahttan inmesini istemektedirler Nihayet devlet idaresini damadı sadrazam İbrahim Paşa’ya kaptırmakla hata eden padişah, bu hatasını tahttan indirilmekle öder
Son pişmanlık fayda vermez derler Olan olmuştu Çar deli Petro’nun vasiyeti kutsal bir emanet gibi yerine getirilerek Osmanlı çınarının, kolları ve dalları budanırken; başka bir dünyaya özenti hastalığı da bir kurt gibi çınarın gövdesine girmiş, için için kemirmeğe başlamıştı
Sonuç mu? O döneme “çöküş devri” deniliyor İbret almasını bilenler için tarihin en hüzünlü sayfaları olarak kitaplarda duruyor
semerkand
|