Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Eğitim - Öğretim - Dersler - Genel Bilgiler > Eğitim & Öğretim > Tarih / Coğrafya

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
osmanlı, padişahlarının, sözleri, vasiyetleri

Osmanlı Padişahlarının Son Sözleri Ve Vasiyetleri

Eski 08-02-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Osmanlı Padişahlarının Son Sözleri Ve Vasiyetleri




“ölüm gerçeği”, insanoğlunun hayatına “ilâhî” anlam ve yön veren, başlı başına bir “ibret/nasihat kaynağı” ve nihayet kaçınılmaz bir mukadderattır Âlemde belli bir dönem kudret, azamet ve debdebe ile saltanat süren Osmanlı hükümdarlarının ölümü söz konusu olunca; elbette ki “ölüm hâdisesi” daha derin bir mânâ kazanmakta ve tam bir “ibret manzûmesi” haline gelmektedir:

“Biz senden önce hiçbir insana ebedilik vermedik şimdi sen ölürsen onlar ebedî mi kalacaklar?” (Enbiyâ, 21/34) “Nerede olursanız olunuz ölüm sizi bulur; yüksekçe yerlerde, tahkim edilmiş kalelerde olsanız bile, ölüm sizi yine de bulur” (Nisa, 4/78)

Sözü fazla uzatmadan sizleri, Hz Peygamber’in (sav), şu hadis-i şerifleri doğrultusunda, tarihimizin parlak ya da karanlık sayfalarını süsleyen bir kısım Osmanlı hünkârlarının son anları, ibretli son sözleri ve vasiyetleriyle baş başa bırakmak istiyorum:

“Hz Peygamber, “Mü’minlerin akılca en üstün olanı kimdir?” sorusuna şöyle cevap vermişti: “ölümü en çok anan ve ölümden sonrası için hazırlıkta en güzel olandır işte akıllı onlardır” (ibn Mâce, Zühd, 31; Dârimî, Mukaddime, 56) “Lezzetleri yok eden ölümü çok anın” (Tirmizi, Zühd 4)

Osman Gazi’nin Orhan Gazi’ye Vasiyeti

ömrünü, kurucusu olduğu Devlet-i Âl-i islâm’ın temellerini sağlamlaştırmak ve onu parlak bir geleceğe kavuşturmak uğrunda adayan Osman Gazi, 1326’da Söğüt’te vefat etmeden önce oğlu Orhan Gazi’ye yaptığı şu vasiyet, tam bir siyasetnâme niteliğindedir:

“Allah-u Teâlâ’nın emirlerine muhalif bir iş işlemeyesin! Bilmediğini şeriat ulemâsından sorup anlayasın; iyice bilmeyince bir işe başlamayasın! Sana itaat edenleri hoş tutasın! Askerine inâmı (nimeti), ihsanı (ikramı) eksik etmeyesin ki, insan ihsânın kulcağızıdır Zâlim olma! Âlemi adâletle şenlendir ve cihadı terk etmeyerek beni şâd et!

“Nerede bir ilim ehli duyarsan ona rağbet, ikbâl (ilgi) ve yumuşaklık göster Askerine ve malına gurur getirip müminlerden uzaklaşma Bizim mesleğimiz Allah yolu ve maksadımız Allah’ın dinini yaymaktır Yoksa kuru kavga ve cihangirlik dâvâsı değildir Sana da bunlar yaraşır Daima herkese ihsanda bulun Memleket işlerini noksansız gör! Hepinizi Allahu Teâlâ’ya emânet ediyorum!” Sözlerini tamamladıktan sonra tekrar yanına çağırmış ve vasiyetine hususî olarak şunu da eklemişti: “islâmbol’u (istanbul’u) aç gülzâr (gül bahçesi) et!”

Osman Gazi’nin Oğluna Vasiyet Gibi Nasihati

Osman Gazi, oğluna olan vasiyetinde belirttiği hususlara, başka bir vesileyle yaptığı nasihatte, daha derinlemesine ve geniş bir biçimde şöyle dikkat çekmişti: “Oğul! Din işlerini her şeyden evvel ele alıp, yürütmek gayret ve esâsını dâimâ göz önünde bulundur ve bu sakın gevşekliğe uğratma çünkü bir farzın yerine getirilmesini sağlamak, din ve devletin kuvvetlenmesine sebep olur Din gayretine sahip olmayan, sefahate düşkün olan, tecrübe edilmemiş kimselere devlet işlerini verme! Zirâ, yaradanından korkmayan bir kimse, yarattıklarından da çekinmez Zulümden ve hangisi olursa olsun bid’atten, yani islâmiyet’e aykırı şeylerden son derece uzak dur! Seni zulüm ve bid’ate teşvik edip sürükleyenleri, devletinden uzaklaştır ki, bunlar seni yıkılışa sürüklemesinler



“Allah-u Teâlâ’nın rızası için, devlet hizmetinde ömrünü tüketen sâdık devlet adamlarını dâimâ gözet Böyle kıymetli kimselerin vefatından sonra, aile efrâdını koru, ihtiyacı olanların da ihtiyaçlarını karşıla, tebandan hiç kimsenin malına mülküne dokunma Hak sahiplerine haklarını ver, lâyık olanlara ihsân ve ikrâmlarda bulun ve ailelerini gözet özellikle, devletin ruhu mertebesinde olan ve en büyük dayanağı bulunan asker tâifesini (topluluğunu) güzelce idâre edip rahatlarını temin eyle

“Devletin bedeninde, kuvvet mertebesinde olan hakikî âlimleri ve fazilet sahiplerini, edip ve yazarları, sanat erbâbını gözetip koru Onlara hürmet, ikrâm ve ihsânda bulun Bir ülkede, olgun bir âlimin, bir ârifin, bir velînin bulunduğunu duyarsan, uygun ve lâyık bir usûl ve ifade ile onu memlekete getirt Onlara her türlü imkânı tanıyarak ülkene yerleştir ki, hükümetin süresince âlim ve ârifler, bilginler, memleketinde çoğalsın Din ve devlet işleri nizâma oturup ilerlesin

“Sakın, orduya ve zenginliğe mağrur olma Hakikî âlim ve âriflere, bilginlere hürmet edip, sarayında onlara yer ver Benim hâlimden ibret al ki, zayıf, güçsüz bir karınca misâli, hiç lâyık olmadığım hâlde buraya geldim ve Allah-u Teâlâ’nın nice ihsânlarına ve inâyetlerine kavuştum Sen de benim uyduğum ve uyguladığım nizâmı uygula, Muhammed Aleyhisselâm’ın dinini, bu yüce dinin mensuplarını ve itaat eden diğer tebanı himâye eyle! Allah-u Teâlâ’nın hakkını ve kullarının hakkını gözet

“Dinimizin tâyin ettiği beytülmâldeki (devlet hazinesi) gelirin ile kanaat eyle! Devletin zarurî ihtiyaçları dışında sarfiyatta bulunmaktan son derece sakın! Senden sonra geleceklere de aynı nasihatlerde bulun ve iyice tembihle Dâimâ adâlet ve insaf üzerine bulun Zulme meydan verme Herhangi bir işe başlayacağın zaman, Allah-u Teâlâ’nın yardımına sığın! Tebanı, düşmanların ve zâlimlerin saldırılarından koru Haksız olarak hiç kimseye muamelede bulunma Dâimâ halkını hoşnut edecek şeyleri arayıp, yapılmasını sağla Onların gönlünü kazanmayı, bunun devamını ve artmasını büyük nimet bil! Tebanın sana olan güveninin sarsılmamasına son derece dikkat eyle

Orhan Gazi’nin Murad Hüdâvendigâr’a Vasiyeti

Babasının vasiyetini tüm titizlik ve duyarlılığıyla yerine getirme çabasında olan Orhan Gazi, aynı doğrultuda oğlu Murad Hüdâvendigâr’ın da gayret göstermesi ve fetih bayrağını elden düşürmemesi dileğiyle bir tür vasiyet mahiyetindeki şu nasihati dile getirmişti: “Osmanlı’ya iki kıta üzerinde hükmetmek yetmez! Zirâ i’lâ-yı kelimetullâh azmi iki kıtaya sığmayacak kadar büyük bir davadır Selçuklu’nun vârisi (mirasçısı) biz olduğumuz gibi Roma’nın (Avrupa’nın) vârisi de biziz!

Murad Hüdâvendigâr’ın Son Duâsı ve şehâdeti

Murad Hüdâvendigâr, Osmanlı’nın Balkanlardaki varlığını koruması ve devam ettirmesi noktasında çok mühim bir kader mücadelesi olan 1389’daki Kosova Savaşı’nda, harpten bir gün önce gece kalkıp iki rekat hâcet (ihtiyaç) namazı kılar ve ellerini duaya kaldırarak yaşlı gözlerle Yüce Allah’a, zafer ihsanı ve şehitlik niyazında bulunduğu şu son duayı seslendirir:

“ilâhî, bunca kere duamı kabul edip beni mahcup etmedin Bir yağmur ver, şu tozu-toprağı def edip dünyayı aydınlığa boğ; tâ ki kâfir leşlerini gözümüzle görüp yüz yüze cenk edelim Yâ ilâhi, mülk ve kul senindir, sen kime istersen verirsin Benim fikrimi ve sırlarımı sen bilirsin; istediğim mülk ve mal değildir Temiz kalbimle senin rızânı isterim Yâ Rab, beni bu Müslümanlara kurban eyle! Tek mü’minleri küffar elinde mağlup edip helâk eyleme! Bunları mansûr (gâlip) ve muzaffer eyle! ilâhî, beni yanına alıp, mü’minlere ruhumu fedâ kıl! şimdiye dek beni gâzi kıldın, sonunda da şehâdeti göster!” Hüdâvendigâr, zafer nasip olduktan sonra savaş meydanını dolaşırken Sırp Kralı Lazar’ın damadı Miloş Obiliç tarafından sinesine saplanan bir hançerle arzu ettiği şehitliğe kavuşur ve dudaklarından son olarak şu söz dökülür: “Attan inmeyesiniz!” (Yani, sürekli seferlere ve cihada devam ediniz)

Alıntı Yaparak Cevapla

Osmanlı Padişahlarının Son Sözleri Ve Vasiyetleri

Eski 08-02-2012   #2
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Osmanlı Padişahlarının Son Sözleri Ve Vasiyetleri




çelebi Mehmed’in Son Sözleri ve Vasiyeti

Sultan çelebi Mehmed, çocuk denecek yaştan beri üzerine almak mecburiyetinde kaldığı ağır mesuliyetlerden son derece yıpranmıştı Osmanlı’yı, yıkılma tehlikesi geçirdiği fetret döneminden kazasız belasız çıkarmayı başarmıştı O kadar ki, vücudunda 40-50 muharebe yarası taşıdığı belirtilmektedir Son derece ağır ve karmaşık problemler yumağıyla boğuşmuş; fakat hepsinin de hakkıyla üstesinden gelmeyi bilmişti



Bazı tarihçiler, devletin en kritik anındaki fevkalâde hayatî hizmetlerinden dolayı, ona devletin “ikinci kurucusu” ünvanını layık görmüşlerdi Sultanın şu sözü, tamamen zorlu tecrübelerin imbiğinden geçirilerek elde edilmiş som bir hakîkatin ifadesidir: “çocuk yaşımda bunca belâları herhâlde benden başka kimse çekmiş değildir!

ölüm döşeğinde ifade ettiği şu vasiyeti ise ne denli tâkat yetmez sıkıntılar yaşadığının ve verilen ünvânı fazlasıyla hak ettiğinin bir alâmetidir: “Tez ulu oğlum Murad’ı getirin! Ben bu döşekten herhâlde kurtulamayacağım Murad gelmeden eğer ölürsem; korkarım ki memleket yine birbirine karışır Onun için Murad gelinceye kadar, aman benim vefâtımı duyurmayasınız!” Bu vasiyet gereğince vefatı, şehzâde Murad Bursa’dan gelinceye dek, 40-42 gün kadar büyük bir özenle gizlendi ve cesedi tahnid edilerek (ilaçlanarak) sarayda muhafaza edildi

II Murad’ın, Geleceğin Fâtih’ine Nasihati

Sultan II Murad, oğlu şehzâde Mehmed’e, onu ‘Fâtih’liğe hazırlayacak keyfiyetteki, derin manalar içeren şu nasihatlerde bulunmuştur: “Ey benim sevgili oğlum! Bütün varlıkların kulluk eylediği yüce Rabbim, sana verdiği üstün meziyetleri artırsın Ey oğlum! Ben, hayatlarını doğruluk üzere geçirenlerin ahiret Âleminin sonsuz nimetlerine kavuşacaklarına inanıyorum Bunun için Rabbim’e karşı yaptığım ibadetleri, samimi bir şekilde can-ı gönülden yaparım Ben çektiğim sıkıntıların karşılıklarının, Allah tarafından verileceğine inanıyor ve bu hususta O’na ilticâ ediyorum Ayrıca O’nun takdirinin benim için büyük bir safâ olduğunu düşünüyorum Ey oğlum! Her söylenene inanıp aldanmaktan uzak durmak, her durumun içyüzünü öğrenip düşünmek ve kendi gerçeğine yaklaşmak gerek

“Ey oğlum! Ara sıra ecdâdımı hatırlarım Benden sonraki neslimizin âkıbeti hakkında düşüncelere dalarım Elhamdülilllah bugüne kadar hürmet ve bağlılık görerek geldik; bugünden sonra da aynı şekilde devam etmemizi arzularım Nasıl doğup geldiysek, yine öylece gidelim isterim şunu iyice bilesin ki, herhangi bir şeyin devamı, yalnız kaba kuvvet, kılıç ve kahramanlık zoruyla mümkün değildir Akıl, tedbir, sabır, ileriyi görme ve yorucu tecrübeler çok mühimdir Birinci yol, her zaman geçerli olmadığı gibi, mahzurları da çoktur ikinci yol da tek başına işe yaramaz Büyük muvaffakiyetler için her ikisini de bir arada yürütmek gerek!

“Unutma ki, yüce ecdâdımızın büyük zaferleri, görünüşte kılıcın gölgesinde olmuşsa da hakikatte akıl, mantık ve muhabbet güçleriyle gerçekleşebilmiştir

“Ey oğlum! Adâletten hiç ayrılma! çünkü Allah âdildir ve âdil olanı sever Bir bakıma sen O’nun yeryüzündeki halifesisin O, sana lütuflarda bulunmuş ve kullarının başına serdar eylemiştir; bunu unutma!

“Ey oğlum! Bu dünyada üç türlü insan vardır: Birinci grup, akıl ve fikirleri yerinde, istikbâli az çok gören ve düşünen, hiçbir gayr-i tabiilikleri olmayan kimselerdir ikincisi, hangi yolun doğru veya eğri olup olmadığını bilmekten uzak kimselerdir Ancak bu duruma kendi istekleriyle değil, etraflarının tesiriyle düşmüşlerdir Nasihat edildiğinde doğru yola gelip hakikati kabul eder ve söz dinlerler Bununla birlikte çoğu zaman da duyduklarına uyarak yaşarlar üçüncüsü ise ne kendileri bir şeyden haberdardır, ne de yapılan ikaz ve nasihatlere kulak asarlar Sadece kendi arzularına uyar ve her şeyi bildiklerini zannederler; bunlar en tehlikeli olanlardır

“Ey oğul! Yüce Allah, eğer seni ilk sırada saydığım kimselerden yaratmışsa sevinir, Rabbim’e şükrederim Yok eğer ikincilerden isen, sana yapılan nasihatlere kulak vermeni tavsiye ederim Sakın üçüncülere dâhil olmayasın! Onlar, ne Allah’a, ne de insanlara karşı iyi bir durumda değillerdir Ey oğul! Pâdişahlar, ellerinde terazi tutmuş kimselere benzerler Ancak asıl pâdişah odur ki, ellerindeki teraziyi doğru tuta Sen pâdişah olunca, teraziyi doğru tutmanı tavsiye ederim O zaman Yüce Allah da, senin hakkında hayır murad eder; seni sâlihlerden kılar

II Murad’ın muazzam vasiyeti

Tarihimizin parlak ya da karanlık sayfalarını süsleyen bir kısım Osmanlı hünkârlarının son anları, ibretli son sözleri ve vasiyetlerini birlikte okuyalım:

Peygamber müjdesine erişmiş dünyanın en gözde şehirlerinden olan istanbul’u bize hediye eden Fâtih gibi büyük bir insanı yetiştirerek tarihe altın harflerle geçmeyi hak eden Sultan II Murad’ın vasiyeti şu şekildeydi:

“Tevekkülüm Hâlik’ımadır Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla Salat ve selam Efendimiz Muhammed Mustafa’nın (asm) ve onun iyi, güzel ve temiz soyundan gelenlerin üzerine olsun

(Sultan Murad burada, Saruhan vilâyetinde bulunan malın üçte biri olan on bin filorinin şöyle harcanmasını vasiyet etmişti üç bin beş yüz filori, Mekke fukarasına; ve diğer üç bin beş yüz filori, Peygamberimiz şehri Medine fukarasına harcansın ve ondan beş yüz filori, yine Mekke ahâlisinden Kâbe ve Hatim arasında toplanarak yetmiş bin kere “Lâilâhe illallah” kelime-i tevhidini zikr edip sevabını adı geçen vasiyet sahibine itâ (göndermek) edenlere (Allah hayırlarını kabul etsin) harcansın

Yine o paradan beş yüz filori, Peygamberimiz şehri Medine ahâlisinden Peygamberimizin mescidine toplanıp, Ravza-i Mutahhara’ya karşı oturarak yetmiş bin kere “Lâilâhe illallah” kelime-i tevhidini zikredip, sevabını adı geçen vasiyet sahibine itâ edenlere ve Kur’ân-ı Kerim’i defâlarca hatmedip, sevabını vasiyet sahibine itâ edenlere harcansın

Geri kalan iki bin filoriden beş yüzü, Mescid-i Aksa’da Sahra kubbesinde yetmiş bin kere “Lâilâhe illallah” kelimesini ve defâlarca Kur’ân-ı Kerim’i okuyanlara harcansın… (Sultan son bölümde şunları vasiyet etmişti Mezarımın üzerine görkemli türbe yapmayın, üstü açık olsun ve vücudumu doğrudan doğruya toprağa gömün ki, Cenâb-ı Hakk’ın rahmeti üstüme yağsın


Alıntı Yaparak Cevapla

Osmanlı Padişahlarının Son Sözleri Ve Vasiyetleri

Eski 08-02-2012   #3
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Osmanlı Padişahlarının Son Sözleri Ve Vasiyetleri




Fâtih Sultan’ın eşsiz vasiyetnâmesi

Fâtih’in aşağıdaki tek kelimeyle eşsiz ve muhteşem vasiyeti, Osmanlı’nın hangi insanî anlayışlar ve gayretler neticesinde “Saadet ve Selamet Cenneti” haline geldiğinin en parlak bir nişanıdır:

“Ben ki, istanbul Fâtihi abd-i âciz (âciz kul) Fatih Sultan Mehmed, bizâtihi alın terimle kazanmış olduğum akçelerimle satın aldığım istanbul’un Taşlık mevkiinde kâin (bulunan) ve mâlumu’l-hudut olan 136 bap (parça) dükkanımı aşağıdaki şartlar muvacehesinde (doğrultusunda) vakfı sahih eylerim:

Bu gayri menkulâtımdan (taşınmaz mal) elde olunacak nemalarla (gelirlerle) istanbul’un her sokağına ikişer kişi tâyin eyledim Bunlar ki, ellerindeki bir kap içinde kireç tozu ve kömür külü olduğu halde, günün belirli saatlerinde bu sokakları gezeler Sokaklara tükürenlerin, tükürükleri üzerine bu tozu dökeler ki, yevmiye 20’şer akçe alsınlar, ayrıca 10 cerrah, 10 tabip ve 3 yara sarıcı tâyin ve nasp eyledim (görevlendirdim) Bunlar ki, ayın belli günlerinde istanbul’a çıkalar, bilâistisnâ (istisnasız) her kapıyı vuralar ve o evde hasta olup olmadığını soralar, var ise şifâsı ya da mümkünse şifâyap olalar (şifa vereler)
Değilse, kendilerinde hiçbir karşılık beklemeksizin Dârülaceze’ye (huzurevine) kaldırılarak, orada salâh (ferah) bulduralar Ayrıca külliyemde inşâ eylediğim imârethânede (aşevi) şehit ve şühedânın harimleri (aileleri) ve Medine-i istanbul fukarası yemek yiyeler Ancak, yemek yemeye veya almaya bizâtihi kendileri gelmeyip, yemekleri güneşin loş bir karanlığında ve kimse görmeden kapalı kaplar içerisinde evlerine götürüle





II Beyazıd’ın vasiyeti ve cihat tuğlası

Sultan II Beyazıd’ın, diğer Osmanlı pâdişahları gibi çıktığı seferlerde muvaffak olmayı arzuladığı tek gayesi vardı: i’lâ-yı Kelimetullâh (Allah’ın adını yüceltmek) Rivayete göre II Beyazıd, çıktığı seferlerde üstüne bulaşan tozları yok etmeyip biriktirerek bir tuğla döktürmüştür Bundaki maksadı, cihat emrine uyduğunu ispatlamaktır Hattâ bu tuğlayı ömrünün sonuna kadar yanında taşıdığı ve üstelik kabrine konulmasını dâhi vasiyet ettiği nakledilir

Böyle bir vasiyette bulunabileceği, Kırım Hanı Mengi Giray’a gönderdiği şu mektuptaki, şiddetli bir cihat arzusu ve hassasiyeti taşıyan ifadelerden de bellidir: “Cihat ve gazâ emri, islâm Dini’nin en baş yoludur Sultanlara düşen de bu yolda bulunmaktır Fakat geniş topraklarımız üzerindeki reâyânın (halkın) hâllerinden yalnız ben sorumluyum Yarın Allah’ın huzuruna vardığım zaman; “Bayezıd! Sana bunca iklimleri ihsân edip, cümle ibâddan (kullardan) seni seçtim ve birkaç günlük saltanatı ve hilâfeti sana lâyık gördüm Kullarım arasında nice benim emrimi icrâ eyledin ve ne târik (yol) ile adâlet eyledin?” diye buyurduğunda hâlim ne ola ve ne hâl ile cevap vereyim diye düşünür dururum

Yavuz’un ölüm anı ve son sözleri

Devlet işlerinde devrin icabı, son derece sert ve müsâmahasız olmasına rağmen, ilim adamları ile sohbetinde ve özel hayatında, tam aksine gayet yumuşak olan Yavuz Sultan Selim, gecelerini ibadet ve kitap okumakla geçiren, birçok kerâmetleri olan velî pâdişahlardandı

Sırtında çıkan bir sivilcenin azıp kötüleşmesiyle gelişen “şirpençe” denilen hastalıktan vefat ettiği söylense de; tarihî kaynaklara göre, dedesi Fâtih gibi doktorlar tarafından yarasına sürülen zehirle öldüğü kuvvetle muhtemeldir Yavuz Selim, ölüm döşeğinde son dakikalarını yaşarken hizmetkârı Hasan Can’a, Yasin Suresi’ni okumasını söylemeden önce “Hasan Can bu ne hâldir?” diye sorar Hasan Can da: “Allah ile beraber olma zamanıdır Sultanım!” şeklinde karşılık verir Bu söz üzerine Sultan Selim ise: “Bre bizi bu zamana kadar kiminle bilirdin sen!” der Ve Yasin Suresi okunurken, “selam” ayetine gelindiğinde, büyük sultan ruhunu Rahman’a teslim eder

Kanuni’nin son vasiyeti ve kabirdeki sandık

Kanuni Sultan Süleyman, 72 yaşında 13 ve son seferi olan Zigetvar Kalesine 1566’da hareket etmeden önce, oğlu II Selim’e şu vasiyette bulunmuştu:

“Benim canımdan sevgili, iki gözümün nuru Selim Hanım! Bu iki bâzubendi (kola takılan muska) ve bir mücevherli el sandığını vakfeylemişimdir (bağışlamışımdır) Fahr-i Cihan (alemin övüncü) olan Muhammed Mustafa’nın pâk ruhu içindir Bunları satıp Cidde-i Mamureye su getirtesin Oğulluk edip bu vasiyeti yerine getiresin Saraydaki cümle ağalar ve cümle oda oğlanları şahittir Sen benim el yazım bilirsin Bu esbab (elbise) Fahr-i Âlemindir benim değildir Göreyim nice yerine koyarsınız Dünya kimseye pâyidar (kalıcı) değildir Umud edilir ki, bahâsıyla (değerinde) satarsınız Hak Teâlâ bu seferi mübârek edip gönül hoşluğuyla gelmek müyesser (kısmet) ede, Habibi (Sevgilisi Hz Muhammed) hürmetine aleyhisselam

Cihan Sultanı, Zigetvar’da ruhunu teslim etmeden az evvel de şu anlam ve ibret yüklü veciz duayı yapmıştır: “Bütün ömrümce, yeryüzünü zaferlerime eşik ettin Yerine gelmedik ricam ve gerçekleşmedik arzum kalmadı şimdi, artık sevgili Peygamberinin yüzü suyu hürmetine, şehitlik saadetini nasip eyle ve sonra bana mübarek yüzünü göster!

Rivayete göre, vefat ettiğinde, vasiyeti gereği kabrine defnedilmek üzere cenazesiyle birlikte bir de çekmece getirilir (Hastalığı esnasında bu sandukayı şeyhülislam Ebussuud’a bizzat kendi eliyle teslim ve vasiyet etmişti) Alimler bunun kabre konulup konulamayacağını tartışırken, çekmece birden bire yere düşer ve açılıverir içinden çıkan bir sürü tomar tomar kağıtlar etrafa saçılır Bunlar, Kanuni’nin hükümdarlığı boyunca yaptığı bütün işlerde şeyhülislâm Ebusuud Efendi’den aldığı fetvalardır Fetvaları gören şeyhülislâm, üzerindeki mesuliyetin ne denli ağır olduğunu bir kere daha anlar, hatâ yapma korkusu içinde iliklerine kadar titreyerek şunu söyler: “Ah Süleyman, sen kendini kurtardın, ya biz ne yapacağız?”

KAYNAKLAR:

Joseph von Hammer, Devlet-i Osmaniye Tarihi, çev: Mehmet Ata, C2, ist1330, s293; Hoca Sadeddin Efendi, Tâcü’t-Tevârih, Haz: ismet Parmaksızoğlu, Ank1992, Kül Bak Yay; Neşrî, Kitâb-ı Cihân-nümâ, Haz: F Reşit Unat, M Altay Köymen, Ank1987, TTK Yay; Mustafa Nuri Paşa, Netâic’ül-Vuku’ât, Haz: N çağatay, Ank1987, TTK Yay; Mehmed Neşrî, Neşrî Tarihi, Haz M Altay Köymen, C1, Ank1983; Tayyarzâde Ahmed Atâ, Târih-i Atâ, C1, ist1293; Solakzâde Mehmed Hemdemi çelebi, Solakzâde Tarihi, C1; i Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, Ank1982, TTK Yay; i Hami Danişmend, izahlı Osmanlı Tarihi Kronolojisi, ist1972, Türkiye Yay; Yılmaz öztuna, Büyük Türkiye Tarihi, ist1994, ötüken Yay; Tarih Sohbetleri, ist1988, ötüken Yay; Osmanlı Tarihi Ansiklopedisi, Türkiye Gazetesi Yay; Aşıkpaşazade, Aşıkpaşazade Tarihi, ist1332; Nihad Sami Banarlı, Tarih ve Tasavvuf Sohbetleri, ist1984; Hüseyin Algül, Büyük Fetih ve Sonrası, izmir 1989; Erol Güngör, Tarihte Türkler, ist1989; Samiha Ayverdi, Türk Tarihinde Osmanlı Asırları, C1, ist1977; ibrahim Refik, Efsane Soluklar, izmir 1992; Burhan Bozgeyik, Meşhurların Son Anları, ist2003, Cihan Yay; ismail çolak, Doğu-Batı Kavşağında Osmanlı, ist2004, Gelenek-Okul Yayınları

Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.