Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Eğitim - Öğretim - Dersler - Genel Bilgiler > Eğitim & Öğretim > Tarih / Coğrafya

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
fransızın, gözüyle

Bir Fransızın Gözüyle

Eski 08-02-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Bir Fransızın Gözüyle





Bir
Fransızın Gözüyle

İstanbul ve Osmanlı İnsanı

İstanbul
şehri ve Osmanlı insanı hakkında şimdiye kadar çok şey söylendi
ve çok şey yazıldı Çünkü bu şehir Ortaçağda insanların
yaşadığı en büyük ve en gösterişli yer olması yanında dünyanın
yönetildiği bir merkez olma özelliğini de taşıyordu Yığın
yığın insan bu cazibe merkezine geliyor, çevreyi ve burada
yaşıyanları gözlemliyordu

Şehri süsleyen, hepsi birer sanat şaheseri yapılarla etrafa
huzur ve sükun dağıtan insanlar tarihcilerin seyahat notlarına
konu oluyordu Objektif bir uslupla kaleme alınmış bu seyahatnamelerden
yola çıkarak, asılsız iddialarla karalanan bir tarihin aslında
nekadar berrak olduğunu görmek hiçde zor değil Osmanlı
insanı ve İstanbul u sadece gözlemlerinden yola çıkarak
objektif bir şekilde kaleme alan seyyahlardan biri de Fransız
Edebiyatının en ünlü yazarlarından olan Gerard de Nervaldır



19yy da yaşamış olan bu edebiyatcı şiir, roman, piyes vb
dallarda verdiği ürünlerle 135 yıldır okunagelmektedir
Ama onu en popüler yapan şey gezi notlarıdır Döneminin
otoriteleri tarafından "Deha ve delilik sınırı üzerinde
yaşayan sanatkar" olarak nitelendirilen yazar, kendi
zamanında en çok seyahat eden kişiler arasında yeralmıştır
Hayran kaldığı şark topraklarındaki gözlemlerini detaylı
bir şekilde kaleme alan yazar, istanbul a da birçok kez
gelmiştir Bu gezilerinde kaleme aldığı notlarıyla 19yy
İstanbul hayatı ve Osmanlı insanı hakkında bize güvenilir
bilgiler sunmaktadır

Osmanlı
ülkesine ayak basan yazarı ilk şaşırtan konu, çok uluslu
bir yapıya sahip olan bu devletin içinde barınan; farklı
kültüre , millete ve dine sahip insanların kardeşce yaşamalarıdır
Bu duygularını da şu şekilde ifade etmiştir;

-
"İstanbul tuhaf bir şehir Dört
millet bir arada yaşıyor ve birbirlerinden nefret etmiyorlar
Türkler,Ermeniler,Yahudiler ve Rumlar aynı topraklarda yaşayan
insanlar olarak birbirlerine gösterdikleri tahammül ve müsamahayı
bizde çeşitli vilayet veya partilere mensup insanlar arasında
göremeyiz"

Yazılarında
zaman zaman Avrupa ve Osmanlıyı kıyaslamayı da ihmal etmeyen
yazar, devletin diğer milletlere gösterdiği derin goşgörüyü
de sık sık vurgulamıştır İşte İstanbul kahvehanelerinden
bir manzara

-
"Galata sur kapısını geçtikten
sonra bizimkilere benzer kahvehanelerle karşılaşıyoruz
Masaları Ermeni ve rum gazeteleriyle dolu İstanbul da bu
dillerde beş altı tane gazete çıkıyor Mora dan gelen yunan
gazeteleri de ayrı"

İstanbul
u dikkatli gözlemleyen hemen her kişiyi şaşırtan bazı detaylar
vardır İşte bu şaşırtıcı detaylardan biri olan Osmanlı
mezarları ve mezartaşlarını bakalım yazarımız nasıl anlatıyor

-
"Boğazda son derece güzel ve
serin bir yerdeyiz Buranın bir mezarlık olduğunu söylememe
gerek yok sanırım İstanbulun bütün güzel yerleri , gezilecek
ve zevk alınacak sahaları mezarlıklardır Bakıyorsunuz yüksek
ağaçların arasında, şuradan buradan güneş ışınlarının sızıp
renklendirdiği, sıra sıra beyaz hayaletler var Bunlar bir
insan yüksekliğinde, mermerden yapılmış mezartaşlarıdır
Başları sarıklı, üzerleri yazılı mezar taşlarıdır Sarığın
biçimi, ölünün hayattayken işgal ettiği mevkii , sosyal
seviyesini veya mezarın eskiliğini belli ediyor Bunların
bazıları son modaya uygun Bazı mezartaşlarının başları
koparılmış Bu koparılmış olanların çoğu yeniçeri mezarlarına
ait (2Mahmud Döneminde hal edilmeleri üzerine) Kadınların
mezarlarında da sütun taşlar var Fakat bunlarda baş yerinde
gül veya demet şeklinde bir süs bulunuyor Kabartma veya
oyma şeklinde çiçeklerle süslenmişler"

Osmanlı
ülkesine gelen her gayrimüslimin görmeyi arzuladığı en önemli
kişi hiç şüphesiz Osmanlı Padişahıdır Bu emellerine ulaşmak
için kimi zaman Cuma selamlıklarına , kimi zaman da At Meydanındaki
etkinliklere katılırlar, Yazarımız da bir Cuma selamlığı
öncesi tüm dikkatini toplayarak padişahı gözlemliyor Şüphesiz
zengin bir şatafat içinde bekliyor Osmanlı Padişahını; ama
görülen o ki hiçte kafasında canlandırdığı gibi biriyle
karşılaşmıyor

-
"Limana doğru inerken mütevazi
bir fayton içinde sultanın geçişini gördüm İki tekerlekli
arabaya iki at koşulmuştu Sultanın üzerinde yakasına kadar
düğmeli sade bir redingot vardıTürkler Tanzimattan buyana
redingot gimeye başlamışlardı Sultanın kıyafetini öbürlerinden
ayıran tek özellik, fesinin üzerindeki pırlantalı imparatorluk
nişanıyıdı"

Bu
merasim sonrası Pera ya (Beyoğlu) ilerleyen padişah ve maiyeti
bir tekkeyi ziyaret ederler Tekke çıkışında meydana gelen
olay yazarımızı fazlasıyla şaşırtmıştır Çünkü Osmanlı yönetiminden
bu dereceye varan bir din hoşgörüsü beklememektedir

-
"Sultan Pera caddesine gelmişti
Burada bulunan bir tekkeye girdi Meşhur mürted Kont Bonneval
in mezarıda buradadır

( Humbaracı Ahmet Paşa) Biz tekkenin kapısında beklerken
başlarında Rum rahiplerin bulunduğu bir cenaze alayı göründü
Alay şehrin dışına doğru ilerliyordu Padişahın muhafızları
rahiplere yol değiştirmelerini, padişahın çıkmak üzere olduğunu
ve bir cenaze ile karşılaşmasının hoş bir şey olmayacağını
söylediler Bir tereddüd anı oldu Niyahet bizans vari giyimi
ile başrahip muhafızların reisine hitap etti Onunla konuştuktan
sonra yollarına devam ettiler Eğer o anda sultan dışarıya
çıksaydı, cenaze alayı değil sultan bekleyecekti İstanbul
da bütün dinlere karşı büyük müsamaha vardır ve bu olayı
buna misal olarak kaydediyorum"

Yazarımızı
şaşırtan diğer bir konu ise kendi tabiriyle, "Avrupalı
yazarların hayallerinde abarttıkca abarttıkları" ,
padişahın evlilik yaşamı ve harem meselesidir İstanbul
da yakın çevresinin anlattıkları ve bizzat kendi gözlemledikleri
ile meselenin hiçte duyduğu gibi olmadığını gören yazar
bu meseleyi de şu şekilde kaleme almıştır

-
"Sultan bütün imparatorluk içinde
kanuni yoldan evlenme hakkından mahrum olan tek insandır
Çünkü bazı ailelerle bu şekilde bir bağ kurmasının bu ailelere
büyük nüfuz kazandıracağından korkuyor, bunu istemiyorlar
Bir yabancı kadınla da evlenemiyorlar Geçindirme imkanı
olmak şartıyle her müslüman erkeği dört kadınla evlenme
hakkına sahip olabildiği halde, padişah bu haklardan mahrumdur
Kadın sultanlar vardır ama bunlara meşru karısı denemez
Çünkü bunlar aslında birer esirdirler İmparatorluk içindeki
bütün Türk,Ermeni,Rum, Musevi ve Katolik kadınlar hür oldukları
için hareme alınmazlar Hareme alınan insanlar, İslam olmayan
ve imparatorlukla resmi ilişkisi bulunmayan ülkelerden toplanırlar

- Arkadaşım bana sarayda bulunan kadınların sayısını da
söyledi Bu sayı Avrupada zannedildiğinden çok farklı Sultanın
hareminde sadece otuz üç kadın var Bunların da sadece 3
tanesi gözdesidir Diğer kadınlar birer odalıktır, yani
oda hizmetçisidir Avrupalılar odalık sözünü yanlış anlıyorlar"

Herşeyin
maddiyat olduğunu sanan ve herşeyde kendi menfaatlerini
ön plana çıkaran bir anlayışın aksine, yardımlaşma ve kardeşliği
topluma benimsetmiş bir toplulukla karşılaşmak Avrupa insanını
herzaman heyecanlandırmıştır Hele hele bu yardım etme ahlakının
insanları aşıp hayvanları bile kapsaması, onların hemen
hiç görmedikleri birşeydir Böyle birkaç tabloyla karşılaştıktan
sonra bakalım yazarımız neler hissetmiş

-
"Geniş bir sahayı kaplayan Topcu
Kışlasının etrafını alan bu korudan çıkınca kendimi Büyükdere
yolunda buldum Yemyeşil bir çayır kışlanın önüne kadar
uzanıyor Burada bir sahneye şahit oldum ki daha evvel gördüklermden
pek ayrı bir şey değil Çayırda birkaç yüz köpek birarada
sabırsızca bekleşiyorduAz sonra askerlerin koca kazanlar
taşıdığını gördüm Kazanı bir sırığa geçirmişler, sırığı
omuzlarına almışlardı Köpekler bunu görünce sevinç çığlığı
atar gibi havlamaya başladılar Kazanlar yere konur konmaz
bulundukları yerden ileriye doğru fırladılar Askerler ellerindeki
sırıklarla onları gruplara ayırmaya çalışıyorlardı Orada
bulunan bir italyan bana " Köpekler için özel olarak
yemek pişiriliyor, bu hayvanlar hiç te talihsiz değil"
dedi İstanbul da hayvanları koruma derneklerinin yanısıra,
cami ve çeşme yakınlarında sırf hayvanların faydalanması
için havuzlar yapılmış

- Bir kahvehaneye geliyoruz Dondurma,limonata, moka herşey
Fransız usulüde , tam Avrupai bir yer Mahalli olan tek
şey , insandan hiç kaçmayan üç dört leyleğin masaların aralarında
dolaşıp durmalarıdır Masanıza oturup kahvenizi söyler söylemez
bu leylekler yanınıza sokulur ve birer soru işareti gibi
orada dikilirler Uzun boyunlarını ve gagalarını masanızın
üzerine rahatça uzatarak şekerinizi alabilirler ama buna
cesaret edemiyor ve sizin vermenizi bekliyorlar Ve masa
masa dolaşıp şeker ve bisküvi topluyorlar"

- "Tekke avlusuna girince birsürü
köpek gördük Hizmet işleriyle uğraşanlar bunlara yiyecek
dağıtıyorlardı Köpeklerin beslenebilmesi için eskiden beri
bol miktarda bağış yapıyorlardı Akasya ve çınar ağaçları
ile gölgeli duvarları tahtadan yapılmış boyalı kuşluklarla
doluydu Kuşlar gelip yuva yapsın diye konulmuştu bu kafesler
Ve kuşlar bu yarı hazır yuvaları benimsiyor, sahipleniyor,
hiç korkmadan , aç kalmak endişesi duymadan yaşayıp gidiyorlar"

Osmanlı
insanının ruh haletini ve sanat anlayışını yansıtan son
derece estetik cumbalı evler ve bunların süslü ayrıntıları
her göreni cezbederken, son dönemlerde ortaya çıkan Avrupai
özenti ve taklitcilik anlayışı ile bu kültürün terkedilmesi
de başta batılılar olmak üzere birçok kişinin tepkisini
çekmiştir Yazarımızın da dikkatini çeken bu konu onun kaleminden
şöyle anlatılmaktadır

-
"Tanzimat Osmanlıya fes giydirmiş,
onu yakasına kadar düğmeli bir regingot içine hapsetmişti
Evlerin süsünü de kaldırmıştı Artık petek gibi işlenmiş
tavanlar veya stalaktitler, oymalar, sedir ağacından işlemeli
sandıklar yapılmıyordu Bunların yerini dümdüz boyalı ,
silme kornişli duvarlar alıyordu Oyma panolar içinde birkaç
alelade resim, birkaç saksı, hepsi bukadar"


Uzun yıllar birçok topluluğu barış ve hoşgörü içinde yöneten
bu devleti, yıpratma adına ortaya atılan iftiralardan biri
de Osmanlı Devletinin sanata ve sanat eserlerine olan bakış
açısıydı Osmanlı Devletinin sanata hiçte olumlu bakmadığı
ve sanat eserlerini de hoş görmediği şeklinde yanlış düşüncelerle
başkente giden yabancılar, büyük meydanlarda tüm ihtişamıyla
duran anıtları ve elinde kamışıyla değişik sanat dallarına
imza atan sanatcıları görünce tüm duyduklarının yanlış olduğunu
anlamakta gecikmediler Onları en çok şaşırtan bir diğer
konu da bu insanların önceki devletlere ve kültürlere ait
eserleri koruma hassasiyetleriydi İşte bir bayram sabahında
At meydanında yazarın düşündükleri

-
"Bayram sabahı güneş doğarken
gemilerden ve bütün hisarlardan atılan toplar şehri inletti
Bin minareden yükselen ezan sesleri her tarafta yankılandı
Bu sefer merasim yeri At Meydanı idi Burası Bizans İmp
nun hatıraları ile meşhurdur ve meydanda onlardan kalan
abideler vardır Mısırdan getirilen taşın beyaz mermerden
kaidesi heykel kabartmalarla doludur O heykellerin orada
durmaları , Türklerin, biz Avrupalıların zannettiği gibi
heykel düşmanı olmadıklarını ispat ediyor"

Yabancıların
yanlış bildiği bir başka konu da müslümanların dini inanışlarıdır
Kulaktan duyma karalamalarla, müslümanlar ve onların yaşantılarını
çok yanlış bilen bu kişiler gibi yazarımızda karşılaştığı
manzaralar karşısında ister istemez kendi toplumuyla Osmanlı
teb asını kıyaslamak zorunda kalmış ve karşı karşıya kaldığı
bu gerçeği itiraf etmekten çekinmemiştir

-
"Müslümanları çapkınlıkla ve
bazı adetlerini saçmalıkla suçlamak ve tarif etmek, bence
hatadır İnançları ve adetleri bizimkinden o kadar farklı
ki hüküm verirken bu farkı gözetemiyoruz, nispeten daha
bozuk ahlakımızla onlar hakkında hüküm veremeyiz Bir müslümanla
eşi arasındaki münasebeti, hatta namusluluğu hesaba katsaydık,
bizim 18 yy yazarlarımızın yarattığı sefahat uydurmalarına
inanmaz, doğruyu anlamış olurduk"

Osmanlı
Devleti içinde farklı dinlere mensup insanlar birarada yaşamaktadır
Böyle bir manzara dünyanın başka hiç bir ülkesinde mevcut
değildir Ama yazar öyle bir manzarayla karşılaşmıştır ki
bukadarının da olabileceğini kesinlikle düşünmemiştir Pera
da oturan yazar o bayram sabahında caddeye adım atar atmaz
bakın neler görmüştür

-
"Pera da oturan Avrupalıların
çoğu bu bayram kalabalığına katıldı Çünkü bayram günleri
, diğer dinlerden olanlar da Müslümanların merasimlerine
iştirak ederler , onlarda bayram yaparlar İslami merasime
kalben katılmayanlar için bile bu bir bayramdı"

Herkesin
aklında yardımlaşmanın bir sınırı vardır Fakat hemen her
manzarası insanı şaşırtan bu tuhaf ülkede yardımlaşmanın
boyutları da elbette akılları zorlayacak boyutlardadır
O bayram günü, bayram namazı sonrası, At Meydanında meydana
gelecek olaylar merasimi izleyen yabancıların neredeyse
küçük dillerini yutmalarına sebep olacaktır Yazarımızdan
dinleyelim

-
"Kurban kesiminden sonra herkes
yiyecek ve içeceklere yöneldi Çörekler, şekerli kaymaklar,
kızartmalar ve halkın en çok sevdiği kebaplar pek boldu
Bunlar halka ücretsiz dağıtılıyordu ve bunların parasını
zengin kişiler ödüyorlardı Ayrıca herkes istediği eve girer,
sofraya oturur ikram görürdü Fakir zengin bütün müslümanlar
evlerine gelen insanların dini, ırkı ve sosyal durumları
ne olursa olsun kendi varlık durumlarına göre ziyafet verirler,
memnun etmeye çalışırlar"

Osmanlı
Ülkesine gelerek burada yaşayan insanları ve onların davranışlarını
gözlemleyen ve gördükleri karşısında hayran kalan her kişinin,
böyle bir ahlaki yapının oluşmasına sebep olan dini yapıdan
etkilenmemeleri mümkün değildir İslam Dinini tüm saflığı
ve temizliği ile yaşayan dervişler de yazarın dikkatinden
kaçmamıştır Şimdi seyahatnamenin bu konudaki yaklaşımına
bakalım

-
"İstanbul da dervişlerin ibadetleri
ve ibadet şekli bana çok tesir etti Onlar için Allah kelamı
her dilde geçerlidir Bu dervişler hiç kimseyi ney sesiyle
kendileri gibi dönmeye mecbur etmiyorlar Fakat bu usül
onlar için Allaha şükretmenin , Onun büyüklüğünü ifade etmenin
en ince ve en yüce şeklidir"

Görüldüğü
üzere Fransız Edebiyatının güçlü kalemlerinden Gerard de
Nerval , hiçbir etkide kalmadan, sadece kendi gözlemlerinden
yola çıkarak bu seyahatnameyi en gerçekci şekilde kaleme
almıştır

- Devrinin otoriteleri tarafından " Bir yol açıcı,
temiz, akıcı usluba bir örnek ve hayal gücünde gizli gerçekleri
sezip görmekte eşsiz bir yazardır" Şeklinde tanımlanan
gezgincimizin ilginç seyahat notları umarız ki kendi geçmişini
bilmeyen ve acımasızca eleştirmekten de kaçınmayan bir kısım
insanlarımıza ufuk olur ve onları geçmişlerini daha detaylı
incelemeye sevkeder Sözlerimizi yine yazarımızın bu eserini
noktaladığı cümlelerle bitiriyoruz

-
"Ben İstanbul u tarif işine girişmiyorum
İstanbul un sarayları camileri hamamları kıyıları çok yazıldı
Çok anlatıldı Ben sadece cadde ve meydanlarda gördüğüm
şeyler hakkında bir fikir vermek istedim Şu şehir eskiden
beri Avrupa ile Asyayı birleştiren tılsımlı ve adeta kutsal
bir mühürdür"


Kaynak:Osmanlı araştırmaları



Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.