Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Eğitim - Öğretim - Dersler - Genel Bilgiler > Eğitim & Öğretim > Tarih / Coğrafya

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
kanayan, ortadoğu, yara

Kanayan Yara : Ortadoğu

Eski 08-02-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Kanayan Yara : Ortadoğu




KANAYAN YARA : ORTADOĞU

Muzaffer Taşyürek

Bir şehir Hz Peygamber AS’ın miraca yükseldiği, Hz Ömer RA’ın müslümanlara hediye ettiği, hıristiyan ve musevilerin paylaşamadığı, yüzbinlerce insanın uğruna toprağa düştüğü bir şehir Bu şehir Kudüs Yavuz’un Osmanlı topraklarına kattığı Kudüs tam 401 yıl barış ve huzur içinde yaşamış Binbir entrikayla bizden koparıldıktan sonra ise bir daha yüzü gülmemiş Sadece orası mı? Şimdi kan deryasına dönen nice belde Osmanlı huzurunu yâd ediyor Ve o zamanlar Osmanlı’ya ihanet edenler, hâlâ o ihanetin bedelini ödediklerini artık biliyorlar

Bütün ilâhi kaynaklı dinlerin kutsal şehri Kudüs, tam 401 yıl, yani 144 bin 366 gün bizim ellerimizde yaşamış
O günlerde, bugünkü görüntüsünün tam aksine barış ve esenlik içerisinde olan Kudüs, entrikalarla Osmanlı’dan koparılışının bedelini bugün ağır bir şekilde ödüyor Adeta bir ateş çemberi içerisinde Her gün insanlar öldürülüyor Çoğu çocuk yaşta bedenler toprağa düşüyor Barut, kan ve gözyaşı birbirine karışıyor
Kudüs’ün bizden kopmasına sebep olanlar, yani onun gerçek muhafızlarına ihanet edenler, onu bir buçuk günde İsrail’e teslim ettiler Yani biz Kudüs’ü tam 401 yıl muhafaza ederken, onlar sadece 36 saat dayanabildiler

Kutsal Topraklarda Huzur İçin
Kudüs, Osmanlılar’a Yavuz Sultan Selim döneminde katıldı Zaten Yavuz’un bütün padişahlığı Doğu’ya ve Güney’e seferlerle geçmişti
24 Ağustos 1516’da Yavuz Sultan Selim, Mercidabık Zaferi’ni kazandı Bu seferin amacı, hac yollarının güvenliğini sağlamak, bölgedeki kabile kavgalarına son vermek, hıristiyan ve yahudilerin bu topraklardaki etkinliğini kırarak aralarındaki kavgadan özellikle Kudüs’ü uzak tutmak, İslâm’ın barış ve adaletini oralara hakim kılmaktı
O dönemde Suriye ve Mısır’a yine bir Türk devleti olan Memlûklar egemendi Memlûklar, Mekke, Medine ve Kudüs’ü ellerinde bulundurmakla devrin yükselen gücü Osmanlı’ya karşı İslâm dünyasının lideri olma iddiasındaydı
Avrupalılar’ın tarih boyunca ilgi duydukları ve ellerinde tutmak için defalarca Haçlı seferleri düzenledikleri Kudüs ve çevresinde, dünyadaki dört Ortodoks Patrikliği’nden üçü bulunuyordu Bu unsurlar, Osmanlı Devleti’nin geleceği için tehdit oluşturuyor ve İslâm birliğinin önünde engel teşkil ediyordu
Halep alimleri ve ileri gelenleri yazdıkları mektuplarla, Memlûk valilerinin müslümanlığa yakışmayan uygulama ve zulümlerinden bıktıklarını anlatmışlardı Onların, “müeyyed min indillah” (Allah katından yardım gören) diye anılan padişah Sultan Selim Han’dan yardım talepleri ve gelişen siyasi olaylardan sonra, artık sefer kaçınılmaz olmuştu
Yavuz 30 Aralık 1516 günü Kudüs’e girdi Mescid-i Aksa’da iki rekat hacet namazı kılarak mukaddes mekânları gezmeye başladı Her taraftan padişahı yücelten sesler ve alkışlar yükseliyordu Ama padişah bulunduğu mekânların kudsîliğini hatırlatarak, kendisini alkışlayanları susturdu Bu hareketiyle alimlerin ve halkın sevgi ve takdirini kazandı
Yavuz Sultan Selim, başlamış olduğu doğu ve güney seferini başarıyla sürdürdü Kısa zamanda Şam, Halep ve Gazze ele geçirildi Mısır’ı ve Hicaz’ı Osmanlı topraklarına katınca bir ferman yayınlayarak, yahudilerin mukaddes diye nitelendirdikleri Mısır ve Filistin topraklarına yerleşmelerini yasakladı Onun ardından oğlu Kanunî de 1520 yılında aynı yönde bir ferman yayınlayarak söz konusu hassasiyeti sürdürdü
Bir taraftan bunlar olurken, şehir de baştan başa imar ediliyor; medreseler, camiler, imarethaneler yapılıyordu Ayrıca şehir yeni surlarla daha emniyetli hale getiriliyordu

Tanzimat: Sonun Başlangıcı
Ortadoğu’nun ve tabii Kudüs’ün kaderi Tanzimat dönemiyle beraber değişmeye başladı Osmanlılar’ın, İslâm dünyasının lideri olarak içte ve dışta sağlamış olduğu huzur ve güven ortamı, Tanzimat’a kadar yükselen bir gerilimle sarsılmaya başladı Nihayet, Tanzimat Fermanı devletin içine düştüğü acziyeti gösteren bir belge olarak tarihte yerini aldı Bu ferman çöküşü resmîleştirmekten başka işe de yaramadı
Azınlıkların Müslümanlarla beraber eşit haklara kavuşmaları ve statülerinin yükseltilmesi, emperyalistlerin arayıp bulamadığı bir fırsat oldu Çeşitli diplomatik oyunlarla Avrupalılar 1877’de Kudüs’de konsolosluklar açtılar Siyonistler ve İngilizler’in tezgâhladığı oyuna Jön Türkler kolayca düşmüşlerdi Avrupa ülkelerinin desteklediği yahudi göçleri, şehrin nüfus yapısı değiştirmeye başladı

Siyonist Entrikaların Kıskacında
29 Ağustos 1897’de İsviçre’nin Basel şehrinde toplanan “Dünya Siyonist Kongresi”, Basel Programı denilen bir dizi faaliyeti yürürlüğe koydu Bu programda, Filistin’in bir “Yahudi Milli Yurdu” haline getirilmesi kararlaştırılmıştı Bu tarihlerde Filistin topraklarında bulunan Yahudi nüfusu sadece beşbin civarındaydı Bu nüfus ile bir Yahudi devletinin kurulması hayal gibiydi Bu, ancak Osmanlı’dan göç imtiyazları almakla mümkündü Ama göçleri gerekli kılacak bir durum da yoktu
İşte bu yıllarda Rusya’da hiç yoktan yahudi katliamları başladı Avrupalılar güya yahudileri korumak için Sultan Abdülhamid Han’dan yahudilerin Filistin’e göçüne izin vermesini istediler Abdülhamid Han, atalarının izinden giderek yahudilerin tehlikeli niyetlerini sezdi ve buna müsaade etmedi Ancak, yalnızca kırmızı pasaportla hacı olmak için geçici olarak Kudüs’e girebilme hakkı tanındı
Basel Programı’nı yürürlüğe koyan Theodor Herzel, önündeki en büyük engelin, yani II Abdülhamid Han’ın aşılması için daha sinsi bir plan uygulamaya ve kaleyi içerden fethetmeye başladı Bunun için de Jön Türkler’i kullandı Jön Türk hareketi içerisinde yer alan Avram Galanti, “Mısır Cemiyet-i İsrailiyesi”ni kurarak, Sultan’a karşı faaliyetlerin artmasını sağladı
Bu arada Jön Türk hareketinin içinde büyük rolü olan Emanuel Karasso, II Abdülhamid Han’ın huzuruna çıkarak ondan Filistin’le ilgili imtiyazlar istedi Sultan’dan olumlu cevap alamayan ve istekleri reddedilen Karasso, nüfuz ettiği Jön Türkler ki bunların başında Talat Bey (sonra paşa oldu) gelir ile işbirliğine giderek, Sultan’ı tahttan indirmeye yönelik darbe girişimlerini desteklemeye başladı
Talat Bey’e kendi avukatlık bürosunda iş veren İspanyol yahudisi olan Karasso, Macedonia Rizarto mason locasının başkanlığını yapmış, İttihat ve Terakki’nin Selanik kolunda etkin olmuş, Jön Türkler’i mason locaları etrafında organize etmiş bir kişiydi Tarihlere 31 Mart Hadisesi olarak geçen 1908 darbesinin organizatör ve destekçilerinden olan bu yahudi, umudunu Osmanlı’da meydana gelecek bir rejim ve iktidar değişikliğine bağlamış ve bunda da muvaffak olmuştur
Siyonistlerin asıl büyük amacı ise Osmanlı’nın tamamen ortadan kaldırılmasıydı Herzel bu konuda şöyle diyordu: “Filistin için Osmanlı’nın dağılmasını bekleyemeyiz” İşte bu düşünceyle siyonistler, İttihatçılar’ı kullanarak Osmanlı Devleti’nin Trablusgarp, Balkan ve Birinci Dünya Savaşı’na katılmasında etkin rol oynadılar

Tek Başına Direnen Bir Sultan
Ortadoğu, Mısır ve Hicaz topraklarının stratejik önemini bilen ve emperyalistlerin bu topraklardaki entrikalarının farkında olan Sultan Abdülhamid Han, İttihatçılar’ın yanlış politikalarına elinden gelen tüm imkanlarla engel olmaya çalıştı İslâm birliğini ebedi ve diri tutmaya, bu konuda Hilâfet kurumunu etkin kılmaya çalışıyordu Şöyle diyordu:
“Müslümanların bulunduğu yerlerle irtibatımız daha sıklaşmalı, birbirimize daha fazla yaklaşmalıyız İstikbal için yalnız birlikte ümit vardır İslâmiyet’in birliği devam ettiği müddetçe, İngiltere, Fransa, Rusya, Hollanda elimde sayılır Çünkü tabîyetlerinde bulunan müslüman memleketlerinde halifenin sözü cihadı meydana getirmeye kâfidir ve bu hıristiyanlar için felaket demektir
Sultan, ecdad yadigârı bu kutsal topraklara yatırımları artırmaya, kültürel ve sosyal bağları kuvvetlendirmeye çalıştı İstanbul’u demiryolu ile Peygamber beldesine bağladı Bu çırpınışları ne yazık ki Siyonistler, İngilizler ve İttihatçılar’dan oluşan üçgenin etkisini kırmaya yetmedi İngiliz ve siyonistlerin siyasi entrikaları ile Arap ve Türk ulusçuluğu güçlenmiş, iki taraf birbirine düşman olmaya başlamıştı Günümüze kadar süren ve hâlâ tartışma konusu olan Türk-Arap düşmanlığının temelleri atılmıştı Ulusçuluk duyguları dinî duyguların önüne geçmişti Çok ilginç bir nokta da, hem Arapçılar’ın hem de Türkçüler’in ilk ideologları gayri müslim düşünür ve yazarlardı

Aymazlığın Böylesi ya da İhanet
İngilizler, İslâm beldelerinde isyanlar organize edip Arapları kışkırtmaya başladılar Lawrence gibi ajan provakatörler artık devreye girmiş, İngiliz altınları bölgeye akıtılmaya başlamıştı Yaptıkları propagandalarda Osmanlı düşmanlığını işliyorlardı: “İslâm, önceleri güzel ve mükemmel bir medeniyet olup, ilim, şiir, sanat ve icatlar barınağı iken, Osmanlı ile beraber gerileme, cehalet ve kısırlık kıskacına girmiştir
Araplar’ın isyanlarına İttihatçı Cemal Paşa yangına körükle yaklaşır gibi gitti Geniş yetkilerle Halep, Şam ve Hicaz eyaletlerinin başına getirildi Arap eşrafından bir çok kişiyi ihanet ithamıyla Divan-ı Harb-i Örfî’ye vererek idam ettirdi İdam edilenler arasında bölgenin ileri gelen alim ve erenleri de bulunuyordu
Emperyalistler bu idamları kullanarak Osmanlı aleyhindeki kampanyalarını artırdılar Cemal Paşa’nın bu kritik günlerde Araplar’ın dinî eğitimlerine de karışarak Türkçe mecburiyeti getirmesi, tepkilerin iyice artmasına sebep oldu
İngilizler’in niyeti Osmanlı’yı Ortadoğu’dan tamamen çıkararak Anadolu’ya sıkıştırmak, egemen olduğu toprakları ellerinden almaktı Organize ettikleri 1908 darbesi ile Sultan Abdülhamid Han’ı tasfiye ettirmeyi başarmışlardı İttihat ve Terakki iktidarının zaaflarını kullanarak Trablusgarp, Balkanlar, Girit gibi önemli toprakların Osmanlı’nın elinden çıkmasına sebep olmuşlardı Osmanlı’nın Birinci Dünya Savaşı’na sokularak artık ortadan kaldırması aşamasına gelinmişti Lawrence bu amaçlarını 18 Eylül 1914’de yazdığı bir mektupta şöyle dile getiriyordu: “Türkler’in savaşa girmek niyetinde olmadıklarını korkuyla seziyorum Çünkü onları Anadolu’ya sıkıştırmak ve dahası orada bile vesayet altına almak önemli bir gelişme olacaktır Her şey, Enver’in yeniden başı boş bırakılmasına dayanır
Bu amacı gerçekleştirmek için en uygun zemin ise, Araplar’ın ayaklandırılarak Osmanlı’nın savaşa çekilmesiydi Devreye Şerif Hüseyin’i soktular ve “Halifelik gerçekte Arap soyundan gelen birinin hakkıdır Halifelik merkezi de Mekke ve Medine’dir Araplar ancak bu güce erişince, Allah’ın yardımıyla kurtulacaklardır” fikirlerini propaganda aracı olarak kullandılar Şerif Hüseyin ise büyük hayaller kuruyor, Lawrence ile görüşürken şöyle diyordu:
“Önerilirse, Türkler’i İstanbul ve Erzurum’a dek kovalayacağız!”
Önüne yığılan silahlar ve İngiliz altınlarına güvenirken, emperyalistlerin maşası olduğunu farkedemiyordu
Şerif Hüseyin, 4 Ekim 1918’de arkadaşı R H Scott’a yazdığı mektupta şöyle diyordu:
“Garip ve küçük bir gruptuk ama Ortadoğu’da tarihin seyrini değiştirdiğimizi sanıyorum Güçlü devletlerin, Araplar’ın yaşamalarını nasıl sağlayacaklarını merak ediyorum
Sonuçta emperyalistler Araplar’a istediklerini tabii ki vermedi Ne Şerif Hüseyin halife olabildi, ne de İslâm birliği kaldı Ortadoğu’da barışı ve huzuru ortadan kaldırdılar Siyonistler, Abdülhamid Han’a yaptıramadıklarını, Jön Türkler ve İngilizler’i kullanarak başardılar 1920-1947 yılları arasında dünya siyasi dengelerini kullanarak İsrail devletini olgunlaştırdılar 1947’de de bağımsız İsrail’i kurdular
Akdeniz’den Hint Okyanusu’na kadar uzanan topraklarda çoğu birbiriyle kavgalı ondokuz Arap devleti ise, dil ve din birliğine rağmen, hiçbir zaman Osmanlı çatısı altındaki 400 yıllık dirlik ve düzenliklerine kavuşamadılar

'Büyük Hayallerimiz Vardı'
Kimi Araplar arasında “altınları taşıyan adam” olarak anılan Lawrence’in mezarı üzerinde bulunan ve 20 mayıs 1985’de The Guardian adlı İngiliz gazetesinde yayınlanan “İhanete uğramış milyonlarca Arap adına” başlıklı şu not aldanmanın ve aldatılmanın acı ifadesiydi:
“Biz Araplar’ın büyük düşleri vardı Sizin ve yönetiminizin yardımlarıyla yalnız Osmanlı’dan özgürlüğümüzü kazanmakla kalmayıp, aynı zamanda 500 yıllık işgalden sonra, bir ulus olarak kendi kimlik ve gururumuzu yeniden kazanacağımızı umut etmiştik Heyhat, Lawrence! Ölümünüzden 50 yıl sonra, bugün Arap dünyası savaşlarla, komplolarla ve bölünmelerle kaynıyor ve geleceğimiz karanlık görünüyor
Emperyalistler Osmanlı İmparatorluğu’nu tarihe gömdüler ama İngilizler Şerif Hüseyin’e verdikleri sözü de tutmadılar İslâm alemi lidersiz kaldı Şerif Hüseyin ihanetinin bedelini yine bir ihanetle ödedi Vahhabiler tarafından tahttan indirildi
Amman’da hasta yatağında iken, dışarıda çalınmakta olan İzmir Marşı’nın odaya girmesini önlemek için pencereyi kapatan oğluna şöyle dediği nakledilir:
“Evlat, o pencereyi niçin kapatıyorsun? İzmir Marşı’nın eski günleri bana hatırlatmaması için değil mi? Ben velinimetime ihanet etmiş asi bir kulum, günahım büyüktür Kral olacağımı düşündüm Allah beni sürgüne düşürdü Hasta olup buraya sığındım Aç pencereyi de şu marşı dinleyeyim Duyduğum vicdan azabının şiddeti, o eski hatıraların canlanması ile büsbütün artsın Bu dünyada çektiğim ızdırap ve vicdan azabı büsbütün ağırlaşsın Ta ki Cenab-ı Hak, bu günahkâr kulunu dünyada affederek ahirette, hesap gününde cezadan korusun!”

Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.