Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Eğitim - Öğretim - Dersler - Genel Bilgiler > Eğitim & Öğretim > Tarih / Coğrafya

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
dindarlığı, kanuni’nin, muhteşem

Muhteşem Kanunî’Nin Dindarlığı

Eski 08-02-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Muhteşem Kanunî’Nin Dindarlığı




İsmail Çolak - colak38@mynetcom Muhteşem Kanunî’nin dindarlığı



Muhteşem Kanunî’nin göz kamaştırıcı portresini ve örnek şahsiyetini ele almaya bu yazımızda da devam ediyoruz Hani, geçen yazımızda kimi film ve dizilerdeki pespaye ve ucube kopyalarından ziyade tarihin yansıttığı asıl suretin izlerini sürelim, demiştik ya… Bakalım tarih, dindar tabiatı ve manevi cephesi hakkında bizim için neler kaydetmiş dağarcığına…
Osmanlı padişahlarının tamamı gibi Kanunî Sultan Süleyman da itikadî ve amelî anlamda kâmil bir Müslüman, dindar bir padişahtı Daha Manisa’da şehzade iken Merkez Efendi vasıtasıyla Halvetî (Sünbülî) tarikatının etkisi altına girdiği, Nûreddinzâde ve Üftâde Efendilerin zikir halkasına dâhil olduğu kuvvetle muhtemel Mesela Avusturya elçisi Busbecg’in sözlerinden anladığımız kadarıyla yaşı ilerledikçe bu dinî hassasiyeti daha da artar Hatta vakit namazlarının cemaatle kılınması için 1546’da bir ferman dahi çıkarır
AVUSTURYA ELÇİSİ BUSBECG: DİNİNE SADIKTI!
Avusturya Kralı Ferdinand adına 1554-1562 arasında İstanbul’da elçilik görevinde bulunan Ogier Ghiselin de Busbecg birkaç defa Kanunî ile görüşme şerefine nail olmuş ve onun muhteşem kişiliği ve bu arada dindar karakteri hakkında da şu dikkat çekici tasviri yapmıştı:
“Görünüşü, hal ve hareketlerindeki onurluluk, gerçekten bu muazzam devletin hükümdarı olan bir adama yakışmaktadır O, aşırılığı sevmeyen, kendini birçok zevklerden mahrum etmesini bilen, irade sahibi bir kimsedir Gençliğinde bile ağırbaşlılıkla hareket ederdi, şarap içmezdi… Dindardır, ibadetlerini hiç ihmal etmez Bir emeli devletin hudutlarını genişletmek ise, diğeri de aynı derecede dinini yükseltmek, yaymaktır” (Türkiye’yi Böyle Gördüm, 68-69)
1553’te Padişah’ın huzuruna çıkan Venedik balyosu (elçisi) de aynı kanaati taşıyordu: “Çok adil olmakla şöhret bulup hiç kimseye haksızlık yapmayan, dinine atalarından çok daha fazla bağlı

HZ PEYGAMBERE (SAV) DUYDUĞU SONSUZ AŞK
Cihan hükümdarı Kanunî’nin, Efendimize muhabbet ve bağlılığı da ceddininkilerden aşağı kalır değildi Kanunî, “Muhibbî” mahlasıyla yazdığı bir şiirinde bunu şu altın sözlerle ebedileştirmişti:
Allah Allah diyelim sancağ-ı şahı çekelim
Yürüyüp her yandan şarka sipahi çekelim
Umarım rehber ola bize Ebu Bekr u Ömer
Ey muhibbi yürüyüp şarka sipahi çekelim
Kanunî, bir başka şiirinde Hz Peygambere olan sonsuz aşkını şu şekilde vezne dökmüştü:
Hamdülillah Muhammed ümmetiyiz
Can ile Mustafa’yı kim sevmez
RÜYADA GELEN KUTSAL EMİR

Kanuni’nin rüyasında, Hz Peygamberi (sav) gördüğü ve kendisine şöyle emrettiği rivayet edilir: “Belgrad, Rodos ve Bağdat kalelerini fethedesin; sonra da benim şehrimi imar edesin!”
Tabii bu kutsal talimatı alan Kanunî’nin de ilk işlerinden biri 1522’de Rodos seferine çıkmak, ardından da Haremeyn’i imar ve ıslah etmek olmuştu (İsmail Çolak, Osmanlı’nın Gizli Tarihi, 193)
HZ MUHAMMED’E (SAV) SAYGISIZLIĞA TAHAMMÜLSÜZDÜ

Mohaç Zaferi dönüşünde, İran’dan İstanbul’a gelen Molla Kabız adıyla bilinen bir şahıs, Hz İsa’nın Hz Muhammed’den (sav) büyüklüğü iddiasıyla ortaya çıkıp, halk arasında fitne ve anarşi çıkarmaya yeltenmişti Rivayete bakılırsa Sadrazam İbrahim Paşa da Molla’yı, Divan-ı Hümayun’un önünde Rumeli Kazaskeri Molla Fenarizade Muhyiddin Çelebi ile Anadolu Kazaskeri Kadri Efendi’nin karşısına çıkarıp ilzam ettirmeyi planlar Ancak buna muktedir olamaz; zira Molla’ya galebe gelinemez Bu münazarayı divanın yukarı kısmında kendine ait yerden dinleyen Padişah Kanunî hoşnutsuzluğunu ve hiddetini belli eder ve duruma derhal müdahale eder: “Bir mülhid (sapık) divanımıza gelir, Hz Peygamberimizin i’tila-i şanına (yüksek şanına) nakz veren (gölge düşüren) hezeyana cüret kılar ve zum-ı fâsidince delâil ve nusûs dahi nakleder ve mülzem olmadan (susturulamadan) çekip gider Buna bâis (sebep) nedir?” Ertesi gün Molla’nın davası, Müftü Kemal Paşazade ile İstanbul kadısı Sadi Çelebi huzurunda görülür İleri sürülen ikna edici deliller karşısında Kabız’ın çürük iddiaları ilzam edilir Molla, davasını şeran ve hukuken kaybeder Batıl itikadından dönmesi ve tövbe etmesi ihtar edilirse de Molla iltifat etmez Böyle olunca da idam hükmü derhal infaz olunur (Peçevi, 124; Müneccimbaşı, 528-529)
EHL-İ BEYT’E HÜRMET VE MUHABBETİ
1534’te Birinci İran Seferi’ne revan olan Kanunî, Bağdat’ı fethettikten sonra ilk işlerinden biri de İmam-ı Âzam Ebu Hanife ile Abdülkadir-i Geylanî’nin türbelerini ziyaret etmek olmuştu Abdülkadir-i Geylanî’nin üzerine yüksek bir türbe ve imaret yaptırdı İmam-ı Azam’ın mezarı üzerine ise bir kubbe inşa ettirdi Daha sonra da Necef ve Kerbelâ’da Hz Ali ve Hz Hüseyin makamlarını ziyaret etti ve “yüzün sürdü” İran ile imzalanan 1555 yılındaki Amasya Antlaşması üzerine Şah Tahmasb’a yolladığı mektupta ise Kanunî, müfrit Şiîlerin, Hz Aişe ve Üç Halife’ye karşı küfre varan sözlerini yasaklanmasını ister (Peçevi, 184, 329-336; Hammer, VI, 48, Gökbilgin, Kanunî, 73-74, 150-151)
FRANSUVA’YA YOLLADIĞI MEKTUPTAKİ DİNDARLIK NİŞANELERİ

1525’teki Pavia Savaşı’nda Alman İmparatoru Şarlken’e yenilerek esir düşen Fransa Kralı Fransuva’nın yardım talebine Kanuni’nin verdiği cevapta da onun dindarlığına dair nişaneler bulmak mümkün:
“Esirgeyen ve bağışlayan Allah’ın adıyla, Cenab-ı Hakk’ın inayeti, rasuller âleminin yıldızının, Hz Muhammed (sav)’in hayır duaları dolu mucizeleri ve dört halife Hz Ebu Bekir’in (ra), Hz Ömer (ra), Hz Osman (ra) ve Hz Ali (ra)’ın mübarek ruhlarının himayesi altında daima muzaffer Sultan Selim Han oğlu Şah Sultan Süleyman Han…Yüce seleflerimiz, Allah onların kabirlerini nur içinde tutsun, düşmanlarını kahretmek ve sayısız fetihlere ermek maksadıyla her vakit cihat için kılıç çekmek fırsatını kaçırmayıp, ben dâhi onların açtığı çığırda harekete geçip, her gün zorlu kaleler ve girilmesinde engeller bulunan şehirler fethetmiş bulunmaktayım O sebepten gece ve gündüz atımız eyerlenmiş ve kılıcımız kuşanılmıştır…”
ALLAH’IN BENDESİ SÜLEYMAN’IN ZAFER NİYAZLARI

Kanunî, bir savaş meydanında Cenab-ı Hakk’ın İslam askerini muzaffer kılması için Ebussuud Efendi’ye dua talebinde bulunurken dile getirdiği, dindarlık, edep ve nezaket şahikası şu cümleleri tarihe ve mirasçılarına bir numune-i imtisal olarak emanet etmişti:
“Halde haldaşım, sinde sırdaşım, tarik-ı Hak'ta yoldaşım, ahiret karındaşım Molla Ebussuud Hazretleri! Dua-yı Huda'yı ifadeden sonra nedir haliniz ve nicedir lazimü'l-ihtiyacınız? Sıhhat ve afiyette misiniz? Hazret-i Hakk'ın hazine-i hafiyesinden kemâl-i ihlâs ile niyaz olunur ki, evkat-i mübârekede bu muhiblerini kalb-i şeriflerinden ihraç ve iz'aç etmeyeler; ola ki, bu meydan-ı gazada küffar-ı hakisar münhezim ve mükedder, asâkir-i İslâm da mansur ve muzaffer olup, rızaullaha muvafık amel ola…” Ed-dua, sümme'd-dua, bende-i Huda, Süleyman-ı bîriya! (Süleymaniye Esat Efendi Kütüphanesi, nr 372-91)
ALLAH’IM! MUHAMMED (SAV) ÜMMETİ’Nİ YENDİRME
1526’daki Mohaç Savaşı öncesinde de gece uyumamış; sabaha karşı kalkıp abdest alarak orduyla beraber sabah namazını kılmıştı Sonra ellerini kaldırmış ve zafer nasip etmesi dileğiyle Allah’a şu içten yakarışı yapmıştı: “Bizi muzaffer eyle Allah’ım! Muhammed (sav) ümmetini yendirme Zaferi görmeden canımı alma Bütün kuvvet, kudret ve hüküm senindir Neylersen güzel eylersin!”
Osmanlı tarihçisi Peçevî İbrahim Efendi’nin savaş öncesinde Padişah ve İslam Ordusu’nun sahip olduğu manevî ruh haliyle ilgili naklettiği şu manzara da gerçekten dehşet verici ve hissiyatı galeyana getiricidir: “Sultan Süleyman, her alayın durduğu yere gidip, her sancağın dibinde ellerini kaldırıp dua etmekte ve gözlerinden yaş dökülmekteydi Bunu gören bütün ordu yerlere kapanıyor, padişah uğruna canlarını feda edeceklerine yemin ediyorlardı” (Peçevî, 91)
SON VASİYETTE EBEDİLEŞEN ALLAH VE PEYGAMBER AŞKI

Kanunî Sultan Süleyman, 1566’da 72 yaşındayken Zigetvar’a tertiplenen sefere çıkmadan önce oğlu II Selim’e emanet ettiği şu vasiyetnamede, içinde billurlaşan Allah (cc) ve Muhammed (sav) aşkını hayata vedaya hazırlandığı bu son seferinde bile terennüm etmeyi ihmal etmemişti:
“Benim canımdan sevgili, iki gözümün nuru Selim Han’ım! Bu iki bâzubendi (kola takılan muska) ve bir mücevherli el sandığını vakfeylemişimdir (bağışlamışımdır) Fahr-i Cihan (âlemin övüncü) olan Muhammed Mustafa’nın pak ruhu içindir Bunları satıp Cidde-i Mamure’ye su getirtesin Oğulluk edip bu vasiyeti yerine getiresin Saraydaki cümle ağalar ve cümle oda oğlanları şahittir Sen benim el yazım bilirsin Bu esbab (elbise) Fahr-i Âlemindir, benim değildir Göreyim nice yerine koyarsınız Dünya kimseye payidar (kalıcı) değildir Ümid edilir ki bahasıyla (değerinde) satarsınız Hak Teâlâ bu seferi mübarek edip gönül hoşluğuyla gelmek müyesser (kısmet) ede, Habibi (Sevgilisi Hz Muhammed) hürmetine aleyhisselam” (Çolak, Osmanlı’nın Gizli Tarihi, 256-257)
Gelecek yazımızda da nasip olursa Muhteşem Kanunî’nin dünyayı titreten zaferlerinden ve üç kıtayı hizaya sokan buyruklarından bir nebze dem vuralım, derim Vesselam

Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.