Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Eğitim - Öğretim - Dersler - Genel Bilgiler > Biyografiler

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
abdullahi, dehlevî

Abdullah-İ Dehlevî

Eski 08-02-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Abdullah-İ Dehlevî




ABDULLAH-I DEHLEVÎ

Hindistan evliyâsından Silsile-i aliyye denilen büyüklerden olup, seyyiddir 1745 (H 1158)'te Hindistan'ın Pencab şehrinde doğdu 1824 (H 1240) senesinde Delhi'de vefât etti Kabri Şâhcihân Câmii yakınındaki dergâhındadır Binlerce seveni her zaman ziyâret edip, feyz almaktadır

Abdullah-ı Dehlevî hazretlerinin babası, Abdullatif Efendi âlim, sâlih, zâhid, dünyâya rağbet etmeyen, yüksek haller sâhibi Kâdirî yolunda bir zât idi Bu yolu Hızır'la görüşmüş olan hocası Şeyh Nâsırüddîn Kadîrî'den aldı Ayrıca Çeştiyye ve Şettâriyye yollarından da feyz almıştı Tasavvuf yolunda kemâle, olgunlaşmaya çalışırdı Haram yemekten son derece sakınır, kırlarda yetişen meyvelerle yetinir, nefsini terbiye etmek için uğraşırdı Sahrâlarda Allahü teâlânın ism-i şerîfini anarak dolaşır, yarattıklarına bakar, O'nun büyüklüğünü tefekkür edip düşünür, bir an olsun Rabbini unutmazdı

Bir gün rüyâsında hazret-i Ali ona şöyle dedi:

"Ey Abdüllatîf! Allahü teâlâ sana bir oğul ihsân edecek, o ilerde büyük bir zât olacak Ona bizim ismimizi koyarsın"

Seyyid Abdülkâdir-i Geylânî hazretleri de annesine rüyâsında; "Yakında dünyâya bir oğlun gelecek Ona bizim ismimizi koyarsın" buyurdu Resûlullah efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem de evliyâdan bir zât olan amcasına rüyâsında, doğacak çocuğa Abdullah isminin verilmesini emretti Çocuk doğduğunda, ismini babası, Ali, annesi Abdülkâdir, amcası Abdullah koydu Abdullah-ı Dehlevî altı yaşına gelince, hazret-i Ali'ye karşı sevgi ve edebinden kendisine Ali demeyip Ali'nin hizmetçisi mânâsına Gulam Ali dedi ve bu isimle tanındı

Abdullah-ı Dehlevî hazretleri Allah vergisi çok üstün bir zekâya sâhipti Kur'ân-ı kerîmi kısa zamanda ezberledi Dînî ilimleri ve zamanının fen ilimlerini öğrendi Delhi'de hocası şeyh Nâsırüddîn'in hizmetinde bulunan babası, onun terbiyesinde yetişip, Kâdiriyye yoluna girmesi için, oğlu Abdullah'ı Delhi'ye çağırdı Abdullah-ı Dehlevî Delhi'ye vardığı gece Şeyh Nâsırüddîn vefât ettiBabası; "Oğlum! seni Şeyh Nâsırüddîn'den Kâdiriyye yolunu alman için çağırmıştım Nasîb değilmiş Artık, sana nereden irşâd kokusu gelirse, oraya git Serbestsin" dedi

O sırada Delhi'de Çeştiyye büyüklerinden, Şeyh Muhammed Zübeyr ve iki halîfesi, Şeyh Ziyâüddîn, Şeyh Abdüladl, Şeyh Mîr Dered bin Şeyh Nâsır, Mevlâna Fahrüddîn ve başkaları vardı Yirmi iki yaşına kadar onların huzûrunda ve sohbetlerinde bulundu Bu sırada gönlünden, yine Delhi'de bulunan Mazhar-ı Cân-ı Cânân hazretlerinin dergâhına gitmek geldi Mazhar-ı Cân-ı Cânân hazretlerinin huzûruna varıp, kendisini talebeliğe kabûl buyurmasını istedi O da:

"Sen zevkin ve şevkin olduğu yere git Bizim yolumuz, tuzsuz taşı yalamak gibidir" buyurdu

Abdullah Dehlevî ise; "Zaten benim mûradım, isteğim de buyurduğunuzdur" dedi Mazhar-ı Cân-ı Cânân hazretleri; "Mübârek olsun"buyurup talebeliğe kabûl etti Onu Nakşibendiyye yolunun, Müceddidiyye koluna göre yetiştirip, bu yolun esaslarını ve edeblerini öğretti Abdullah-ı Dehlevî on beş sene onun sohbetiyle şereflendi Evliyâlıkta yüksek derecelere kavuşunca, mutlak icâzet, diploma alıp, halîfesi oldu

İlk zamanlarda, "Nakşîbendiyye yoluna girmemden Gavs-ül-a'zam Seyyid Abdülkâdir-i Geylânî hazretleri râzı olurlar mı?" diye tereddütler geçirmişti Bir gün rüyâsında gördü ki, Seyyid Abdülkâdir-i Geylânî hazretleri bir makâma gelip oturdu O makâmın tam karşısına da Şâh-ı Nakşibend Muhammed Behâeddîn hazretleri teşrif etti Şâh-ı Nakşibend'in yanına gitmek istedi Bu sırada Gavs-ül-a'zam; "Maksat, Allahü teâlânın rızâsına kavuşmaktır Sıkılmayın, gidin" buyurdu

Elinde malı, mülkü kalmadığı için başlangıçda geçim zorlukları ile karşılaşan Abdullah-ı Dehlevî hazretleri, dâimâ tevekkül üzere oldu Eski bir hasırı yatak, bir tuğla parçasını yastık edindi Bu şekilde, on beş sene kanâat köşesinde oturdu Bir defâsında o kadar çâresiz kalıp, bitkin düştü ki, "Artık bulunduğum bu hücre benim mezârım olacaktır" diye düşünmeye başladı Nihâyet Allahü teâlânın yardımı yetişti Tanımadığı birisi, bir mikdâr para bırakıp gitti O günden sonra devamlı Allahü teâlânın bu şekilde yardımına kavuştu

Hocasının vefâtından sonra yerine geçip, talebe yetiştirmeye başladı Uzak yakın her yerden, Diyâr-ı Rum, Şam, Irak, Hicaz, Horasan ve Mâverâünnehr'den pek çok talebe, ilim ve feyz almak, sohbeti ile şereflenmek için yarışırcasına yanına koştu Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî, Şeyh Ahmed-i Kürdî, Seyyid İsmâil Medenî gibi bâzıları Resûlullah efendimizden aldığı mânevî emirle geldi Bazısı, sâdâtın, bu yolun büyüklerinin mânevî işâreti ile koşup teslim oldu Şeyh Muhammed Can bunlardandı Bâzısı ise,Abdullah-ı Dehlevî hazretlerini rüyâda görüp geldi

Dergâhında iki yüz kişi civarında talebe vardı ve onların ihtiyaçlarını temin ederdi Bununla berâber, dâimâ mütevâzî ve gönlü kırık bulunurdu Bir gün bir köpeği görüp; "Yâ Rabbî! Ben kimim ki, seninle, sevdiklerim arasında vâsıta olayım Bu yarattığın hürmetine bana merhamet eyle!" buyurdu

Peygamber efendimizin sünnet-i seniyesine uygun yaşamaya çok gayret ederdi Az uyur, teheccüd, gece namazına kalktığında uyuyanları da kaldırırdı Sonra murâkabeye oturur, peşinden Kur'ân-ı kerîm okurdu Kur'ân-ı kerîmden her gün on cüz okurdu Sabah namazını kıldıktan sonra talebeleriyle beraber işrak vaktine kadar zikir, Allahü teâlâyı anmak ve murâkabe, nefs muhâsebesi ile meşgul olurdu Sonra hadîs ve tefsîr derslerine başlarlar bu hal zevâl vaktine kadar sürerdi Sonra yemek yenirdi Zenginlerden birisi, lezzetli bir yemek gönderse yemez, talebelerinin de yemesini istemez, komşularına hediye gönderirdi Birisi para gönderse, şüpheli bir durumu yoksa, İmâm-ı a'zam hazretlerinin ictihadına göre bir sene dolmadan mal nisaba ulaştığında zekât vermek câiz olduğundan önce onun zekâtını verirdi Çünkü bir kuruş zekât vermenin binlerce lira sadaka vermekten kat kat üstün olduğunu bilirdi Sonra kalan paranın bir kısmı ile helva ve başka şeyler yaptırır dervişlere dağıtır, bir kısmı ile dergâhın borçlarını öder, birazını da yanına gelen ihtiyaç sâhiplerine verirdi Öğleye yakın sünnet-i şerîfeye uymak için bir müddet kaylûle yapar, uyur, kalkıp bir mikdâr yemek yiyip dînî kitablar okumak, bâzı mevzular üzerinde yazılan yazıları gözden geçirmek ve yazılması lâzım olanları yazmakla uğraşırdı Öğle namazını kılıp, ikindiye kadar, hadîs ve tefsîr dersi verirdi İkindiyi kıldıktan sonra, hadîs-i şerîf, İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin Mektûbât-ı İmâm-ı Rabbânî, Avârif-ul-Meârif ve Risâle-i Kuşeyrî'yi okur, sonra güneş batıncaya kadar talebeleriyle zikir ve murâkabe ile meşgul olurdu Akşam namazından sonra, mânevî teveccühleri ile talebelerinden ileri gelenlerinin ilerlemelerini sağlardı Yatsıyı kıldıktan sonra geceyi zikr ve murâkabe ile ihyâ ederdi Uyku bastırdığında seccâdesi üzerinde sağ yanı üzere yatardı Bazan otururken uyuyakalırdı Hayâsının çokluğundan ayağını uzattığı görülmezdi

Kur'ân-ı kerîmi okumakdan ve dinlemekten çok hoşlanır şevk hâlinin gâlib olduğu zamanlar dinleyince kendinden geçer ve; "Daha okumayınız, dayanamıyorum" buyururdu Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî'nin Mesnevî'sini de çok okutup, dinlerdi Bu esnâda vecd hâli hâsıl olur, coşar, ilâhî muhabbete gark olurdu Fakat başkalarının yaptığı gibi dînin emir ve yasaklarına uymayan halleri görülmezdi Her hâli dine uygun olurdu

Emr-i mâruf ve nehy-i an'il-münker yapar, insanlara Allahü teâlânın emirlerini hatırlatır, yasaklarından sakınmalarını emrederdi Bir kerre Şimşîr Bahâdır Han papazlara mahsus bir şeyi giyerek huzuruna geldi Onu o hâlde görünce darılıp bu vaziyette yanında oturmamasını istedi Bahadır Han, bu kadarına müsâde etmezseniz, bir daha yanınıza gelmem dedi "Allahü teâlâ sizin bir daha böyle buraya gelmenizi nasîb etmesin" buyurdu Huzûrundan kızarak ayrılan Bahadır Hanın içi rahat etmeyip, üzerindeki o şeyi çıkarıp, huzuruna gelerek affını istedi ve talebesi oldu

Dünyâya ve dünyâlığa rağbet etmezdi Zamânın pâdişâhı defalarca dergâhın ihtiyaçlarını karşılayacak bir yardımda bulunmayı teklif ettiği halde, kabûl etmedi Vâlî Emir Han da dergâhın ihtiyaçları için yardım teklif ettiğinde talebelerinden Raûf Ahmed'e; "Hediye gönderen Emîr Hana şu beyti cevap olarak yazınız

Biz fakr-ü kanâati şeref biliriz,

Emîr Hana söyleyin mukadderdir rızkımız

Ve biz, Allahü teâlânın meâlen; "Semâda ise, rızkınız ve vâd olunduğunuz Cennet vardır" (Zâriyât sûresi: 22) âyet-i kerîmesine güveniriz

Bir sıkıntısı olduğunda din büyüklerinin yardımına kavuşurdu Şöyle anlatır

Bir defasında karnım ağrımıştı İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin rûhâniyetinden yardım istedim O anda kendisini gördüm Yanıma teşrîf edip, rahatsızlığımı giderdiler

Peygamber efendimizi son derece seven Abdullah-ı Dehlevî, O'nun şerefli ismini duyduğunda, kendinden geçecek gibi olurdu Bir kere hizmetçisi ona; "Resûlullah'ın sallallahü aleyhi ve sellem manzûru yâni nazar buyurdukları bir zâtsın" demişti Bu sözden duyduğu mânevî hazla birden yüzlerinin rengi değişti ve hizmetçinin alnından öpüp; "Ben kim oluyorum ki, Resûlullah efendimizin manzûru olayım" deyip tevâzu gösterdiler

Yakın talebeleri anlatırlar; "Mübârek hocamızın odasından zaman zaman çok güzel kokular duyardık O zaman, Resûlullah efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem ile büyük âlim ve evliyânın rûhlarının ziyârete geldiklerini anlardık Hocamız, Peygamber efendimizin sünnet-i şerîflerine o kadar bağlıydı Bir gün bize; "Biz muhabbet şerbetini içenlerdeniz Bizim muhabbetimizin artmasına sebep; kalblerimize çeşit çeşit zevk bahşeden hadîs-i şerîfler ve salevât-ı şerîfelerdir" buyurdu

Giyiminde Resûlullah efendimize uyar, O'nun gibi sert ve kalın elbise giyerdi Birisi kıymetli bir elbise getirse onu satar, parasıyla birkaç elbise alır, fakirlere sadaka olarak dağıtırdı "Birkaç kişinin giyinmesi bir kişinin giyinmesinden daha iyidir" buyururdu

Buyurdular ki:

Rüyâda Peygamber efendimize sallallahü aleyhi ve sellem sual edip; "Yâ Resûlallah; "Rüyâda, beni gören gerçekten beni görmüştür" sizin hadîsiniz midir? dedim "Evet" buyurdu Devamlı tesbih, sübhânellah ve tahmîd, elhamdülillah okuyup, mübârek rûhuna hediye ederdim Bir defâ okuyamadım Rüyâda Resûlullah'ı, Tirmizî'nin Şemâil'inde anlatılan şekilde gördüm Geldiler ve; "Okumadın!" buyurdular

Bir defâ Cehennem ateşi korkusu beni kapladı Rüyâda Resûl-i ekremi sallallahü aleyhi ve sellem gördüm Geldi ve; "Bizi seven, Cehennem'e girmeyecek" buyurdu

Hiçbir kerâmet ve hârika, Allahü teâlâyı sevmek ve peygamberlerin efendisine sallallahü aleyhi ve sellem tâbi olmak gibi olamaz Abdullah-ı Dehlevî hazretlerinde bu iki haslet ziyadesi ile var idi

Talebelerinin gönüllerine tasarruf eder, Hakk'ın feyz ve bereketlerini onların kalblerine akıtırdı Bu büyük iş, onda çok görüldüğünden binlerce talebenin kalbi devamlı Allahü teâlâyı anar hâle getirdi Yüzlercesini cezbelere ve ilâhî feyzlere kavuşturdu Çoklarını yüksek makam ve hâllere eriştirdi Bununla berâber kerâmetleri, Allahü teâlânın izni ve ilâhî ilhâm ile gaybdan haber vermeleri olurdu

Abdullah-ı Dehlevî'nin talebelerinden iki tanesi bir yolculuktan hocalarına dönüyordu Yolda kendi aralarında konuşurlarken; "Hocamızın yüksek huzurlarına kavuştuğumuzda, bize ikrâm olarak ne istiyelim?" dediler Biri; "Bana bir seccâde vermesini isterim" öbürü; "Bana bir takke vermesini arzu ederim" diye konuştu Huzurlarına varınca, Abdullah-ı Dehlevî herkese, arzu ettiği şeyi ikrâm etti

İnsanların müşkillerini çözer, derdleri ve istekleri için duâ ederdi Çoklarının işleri onun duâları ile hallolurdu

Beyt:

İşlerinin olması mutlak Allah'dandır,
Sakın zannetmeyin bu, kullardandır

O yüksek makamlar sâhibinin her sözü hârika olup, Allah'ın Peygamberinin sallallahü aleyhi ve sellem mûcizelerinin şuaları idi

Birçokları Abdullah-ı Dehlevî'yi rüyâda görüp, büyüklerin yolunu anlar, içine düşen şevk ile huzûrlarına gelir, yüksek makamlara kavuşup, memleketlerine dönerdi Talebeleri çok olduğu hâlde, teveccühleri ile herbirini makamdan makâma geçirir, hâlden hâle kavuştururdu Teveccühünün kuvveti sâyesinde, senelerce sürecek işleri, günlere sığdırırdı Pek çok fâsık, fâcir ve günahkar, yüksek nazarları, bakışları ile tövbe edip, doğru yola geldiler Bir kısım kâfirler de küçük bir iltifâtı ile müslüman oldular

Bir gün yakışıklı bir gayr-i müslim genç, Abdullah-ı Dehlevî'nin meclisine, severek gelip, sohbetini dinlemeye başladı Mec

Meclistekilerin hepsi bu hâle hayret ettiler Abdullah-ı Dehlevî hazretlerinin mübârek nazarları o gence değince, gencin kalbinde bir değişiklik oldu Hemen müslüman oldu

Beyt:

Evliyâyla, onları candan severek otur,
Onlarla oturan kul, kalkınca sultan olur

Abdullah-ı Dehlevî hazretlerine hasta sâhipleri gelir, hastalarının şifa bulması için duâ etmesini isterlerdi O da, gelenleri boş çevirmez, sıhhate kavuşmaları için duâ buyururdu Allahü teâlâ, böyle sevgili bir kulunun duâsını kabûl buyurduğu için, hasta ânında iyi olurdu Bunu işiten herkes, Abdullah-ı Dehlevî'nin hâne-i saâdetlerinin önünde birikip, dertlerine derman ararlardı

Talebesinden Mevlevî Kerâmetullah, zâtülcenb hastalığına yakalanmışdı Abdullah-ı Dehlevî hazretlerinin elini hastanın üzerine temas ettirmesiyle, hastalık Allahü teâlânın izniyle geçti

Delhi Câmisinin imâmı Mevlevî Fadl Ahmed'in çocuğu uzun zamandır hasta yatıyordu Bir gece rüyâda, Abdullah-ı Dehlevî hazretleri kendi evine gelip, hasta oğluna bir şey içirdi Sabah olunca oğlunun tamâmen iyileştiğini gördü Çok sevindi Sıdk ve hâlis bir niyet ile biraz para alıp, huzûruna geldi ve; "Bunları kabûl ediniz" diye arzetti Abdullah-ı Dehlevî tebessüm edip; "Bu bizim geceki hizmetimizin ücreti midir?" diyerek keşf-i kerâmet buyurduğunda, Mevlevî Fadl Ahmed; "Hayır efendim, bunlar, bu geceki, lütuf ve inâyetinize şükür bile olamaz" dedi

Abdullah-ı Dehlevî, bir gün Hakîm Nâmdâr Hanı ziyârete gitti Onu sekerât hâlinde, gözlerini kapamış ve şuûru gitmiş buldu Yakınları; " Hastalığının gitmesi için Allahü teâlâya teveccüh ediniz" dedi O da, hastaya bir baktı O anda hastanın şuûru yerine geldi, gözlerini açtı Bir müddet onunla konuştu Abdullah-ı Dehlevî kalkıp mübârek adımını, kapısından dışarı atıp çıkınca hasta hemen vefât etti

Ölüm hâline yaklaşan birisini, dostlarından biri sırtına alıp, seher vaktinde Abdullah-ı Dehlevî'nin huzûruna getirdi Abdullah-ı Dehlevî hazretleri duâ ettikten sonra hastaya teveccüh buyurdu, o anda hasta iyileşti

Talebelerinin büyüklerinden Mîr Ekber Ali'nin akrabâsından bir kadın hastalanmıştı Abdullah-ı Dehlevî hazretlerinden, hastalığının azalması için duâ ricâ etti Fakat o duâ etmedi Duâ etmesini istirhâm edince; "Bu kadın, on beş günden çok yaşamaz" buyurdu Allahü teâlânın takdîri ile on beşinci gün vefât etti Lâkin Mîr Ali, kadına teveccüh edip, hastalığının kalkmasına uğraşdı Ama yaşamasına fayda vermedi Abdullah-ı Dehlevî hazretleri cenâzesinde bulundu ve; "Mîr'in teveccühlerinin bereketi, bu hanımın üzerinde açıkça görülmektedir" buyurdu

Delhi'de kıtlık, kuraklık olmuştu Abdullah-ı Dehlevî hazretleri mescidin avlusuna çıkıp, kızgın güneşin altında oturdu ve yağmur yağması için Allahü teâlâya niyazda bulundu Çok geçmeden yağmur yağdı

Talebelerinin ileri gelenlerinden Ahmed Yâr, ticâret için sefere çıkmıştı Dönerken hocası Abdullah-ı Dehlevî'yi yanında yürüyor gördü Ahmed Yâr'a; "Hızlı yürü, kâfile geride kalsın! Çünkü yolda, soyguncular, yol kesiciler vardır Kâfileyi basmak istiyorlar" buyurdu ve kayboldu Ahmed Yâr sonradan bu hadiseyi; "Acele ettim Kervândan çok ileri geçtim Yol kesiciler gelip, ardımdan kâfileyi bastılar Ben kurtuldum Sağ sâlim evime geldim" diye anlattı

Hazret-i Zülf Şâh anlattı:

Abdullah-ı Dehlevî'yi ziyârete gidiyordum Fakat onu hiç görmemiştim Memleketim Delhi'den çok uzaktı Yolu şaşırdım Heybetli bir zât karşıma çıkarak yolu gösterdi "Sen kimsin?" dedim "Ben, ziyâreti için yola çıktığın kimseyim" buyurdu Bu hâl, başımdan iki kere geçti

Ahmed Yâr'ın amcası, sultan tarafından hapsedilmişti Ahmed Yâr ağlayarak hocasının huzûruna geldi ve durumu arz etti Abdullah-ı Dehlevî; "Birisini gönder, onu hapisten çıkarsın" buyurdu Ahmed Yâr ise; "Bu nasıl olur, kale muhafız askerler ve nöbetçilerle kuşatılmıştır" dedi Hocası da; "Sen orasını düşünme, sözümü dinle git, onu kurtarırsın" buyurdu Ahmed Yâr; "Gittik, onu hapisten kurtardık ve nöbetçilerden hiçbiri bize müdâhalede bulunmadı" diye anlattı

Abdullah-ı Dehlevî'nin huzûruna bir şahıs gelip; "Ey efendim! Oğlum iki aydan beri kayıptır Çocuğumu bana vermesi için Allahü teâlâya duâ eder misin?" dedi O da; "Çocuğunuz evdedir" buyurdu Gelen çok şaşırarak; "Ben şimdi evden buraya geldim" deyince tekrar; "Evinize gidiniz Çocuğunuz evdedir" buyurdu O kimse emre uyarak evine gitti ve gerçekten çocuğunu evde buldu

Meyân Ahmed Yâr anlatır:

Bir gün mübârek hocam ile birlikte, kızı vefât etmiş olan yaşlı bir hanımın evine tâziyeye gittik Hazret-i Şeyh, o hanıma hitâben; "Allahü teâlâ, sana ona karşılık daha iyisini ihsân eder" dedi Kadın; "Hocam! Ben ihtiyârım, kocam da çok ihtiyârdır Bu durumda bizim artık çocuğumuz olmaz" diye cevap verince, hocam; "Hak teâlâ her şeye kâdirdir" buyurdu Sonra birlikte o evden çıktık ve eve bitişik bir mescide geldik Hocam abdestini tâzeledi ve iki rekat namaz kıldı O kadına çocuk vermesi için Allahü teâlâya duâ etti Sonra bana dönüp; "Allahü teâlâya, o kadına bir çocuk vermesi için arz-ı hâcette bulundum Duâmın kabûl olduğuna dâir alâmetleri gördüm İnşâallah çocuğu olacaktır" buyurdu Daha sonra hocamın buyurduğu gibi, Allahü teâlâ, o kadına bir oğul verdi ve çok yaşadı

Onu üzenler yaptıklarının zararını görürlerdi

Hakîm Rükneddîn Han başvezir olunca, Abdullah-ı Dehlevî, sevdiklerinden birini bir iş için ona gönderdi Rükneddîn Han ilgilenmedi Abdullah-ı Dehlevî'nin kalbi kırıldı Kısa bir süre sonra hiçbir sebep yok iken Rükneddîn Han azlolundu ve bir daha o yüksek makâma gelemedi Başka bir seferinde Delhi vâlisine kalbi kırıldı ve o gün vâli azledildi

Mübârek dergâhlarının yakınında, Eshâb-ı kirâma düşman olan biri vardı Abdullah-ı Dehlevî'nin talebesi çok olduğundan dergâh küçük geliyordu Bunun için genişletilmesi lâzımdı Kadından, o yeri istediler Kadın vermedi Nihâyet Delhi'nin ileri gelenlerinden Hâkim Şerîf Hanı ona gönderdiler ve; "Eğer satıp, para almaktan utanıyorsan, kıymetini gizli olarak gönderelim Siz, nezr, hediye gibi bir isimle bize verdiğinizi söyleyin" dediler Allahın velî kullarına düşman olan bu kadın, Hâkim'in sözünü kabûl etmedi Ayrıca Abdullah-ı Dehlevî hakkında, râfızîlerin âdetleri olduğu üzere çirkin, kaba sözler söyledi Hâkim kalktı Abdullah-ı Dehlevî'nin yanına geldi ve durumu anlattı Abdullah-ı Dehlevî hazretleri ellerini açarak; "Yâ Rabbî, söylediklerini duydun!" dedi Allah'ın takdîri ile o evde bulunanlardan bir çocuk hâriç, hepsi kısa zamanda öldü Çocuk da hastalandı Anladılar ki, yaptığımız kötü iş sebebiyledir O çocuğu Abdullah-ı Dehlevî'nin huzuruna gönderdiler O yeri de hediye ettiler



Alıntı Yaparak Cevapla

Abdullah-İ Dehlevî

Eski 08-02-2012   #2
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Abdullah-İ Dehlevî




Abdullah-ı Dehlevî hazretlerinin en büyük kerâmeti, yetiştirdiği binlerce âlim ve evliyâdır Bunlar içinde en büyükleri; Mevlânâ Hâlid Ziyâeddîn Bağdâdî, Ebû Sa'îd Fârûkî, Mevlânâ Beşâretullah, Mevlânâ Pîrzâde, Rauf Ahmed, Mevlânâ Muhammed Cân, Mevlânâ Fâdıl Gulâm, Mevlânâ Şeyh Sa'dullah Sâhib, Mevlânâ Şeyh Abdülkerîm, Mevlânâ Şeyh Gulâm Muhammed, Mevlânâ Abdurrahmân, Mevlâna Seyyid Ahmed, Mevlânâ SeyyidAbdullah Mağribî, Mevlânâ Pîr Muhammed ve Mevlânâ Muhammed Münevver'dir

Abdullah-ı Dehlevî hazretlerinin gönülleri ferahlatan, kalplere neşe ve sevinç veren söz ve sohbetleri ayrı bir nîmet sofrası idi Buyururdu ki:

"Dünyâ sevgisi bütün kötülüklerin başıdır Günahların başı ise küfrdür, îmânsızlıktır"

"Hizmet görmek isteyen hocasına hizmet etsin"

"Nefsinin arzularına tâbi olan, Allahü teâlâya nasıl kul olur? Ey insan! Kime tâbi isen onun kulu olursun"

Abdullah-ı Dehlevî hazretleri yanında bulunanları terbiye edip, yetiştirdiği gibi uzakta olanlara da mektupları ile doğru yolu anlatır, gaflet, Allahü teâlâyı ve âhireti unutmaktan uyandıracak nasîhatlarda bulunurdu

Bir mektûbunda şöyle buyurdu:

Yüksek makamlar ve beğenilen hâller sâhibi Ahmed Han! Allahü teâlâ size selâmet versin Esselâmü aleyküm ve rahmetullah Münşî Naîmüddîn Han, iyi hâllerinizden çok bahsettiler Bunun için, bu birkaç satır, kırık dökük ifâdeler yığını mektubu yazdım ki, uzakta kalmış olanları inâyet nazarınızdan unutmayasınız ve teveccüh ediniz Zîrâ bu ihtiyârın ömrü günah işlemekle geçti Şikâyet, gıybet, dil uzatma, ayıblama, lânet etme, büyükleri anlayamama netîcesi sitemler şeklinde açık günahlar, yâhut huzur içinde olmayan, tecvîde riâyet edilmeden namaz kılma, boş ve lüzumsuz şeylerden kesilmeden oruç tutma, mânâsını düşünmeden Kur'ân-ı kerîm okuma ve boş vakitleri Allah korkusu ve huzûru ile geçirmeme ve sayılı nefesleri gafletle harcama şeklindeki diğer günahlar o kadar çoktur ki, amel defterimi kararttılar Binlerce teessüfler, esefler olsun ki, cihân bahçesine gül için geldik, ama diken topladık Hasretler, ziyânlar olsun ki, bize sıhhat, âfiyet ve rahatlık verildi, hepsinin şükründe kusûr ve eksiklik eyledik Pişmanlıklar olsun ki, Kur'ân-ı kerîm ve Peygamber efendimiz gibi eşsiz iki nîmet ihsân olundu Biz ise onların şükründe olacak yerde hâlâ gafletteyiz Allah korusun Hayretteyim Yarın ne yüzle Allahü teâlânın ve Peygamberinin huzûrunda kabûl görürüz Bu ne anlayışsızlıktır Bu uygunsuzluk ve liyâkâtsizlikle, şefâat ve magfiret derecesine ulaşmak çok zordur Ancak Allahü teâlânın gadabını aşmış rahmeti, ümîdimizdir Mücerred ihsânı ile muâmelesine güveniyoruz Yoksa hiç özrümüz, özür dileyecek yüzümüz yoktur

Ölüm başımızın ucunda, kıyâmet çok yakın İşe yarar hangi ameli işledik İyiler Cennet'e girip, Cennet nîmetlerine ve Hakk'ın dîdârına kavuşurlar Bizim gibi gâfiller, elli bin senelik hesâb gününde, bizi hesâba çektirecek, bırakmayacak şeylerle meşgûlüz Düşünmek lâzımdır ki, yarın elde hasret, ziyân kalmasın Allah katında kıymetli kulların yaptıkları gibi, seher vaktinde kalkıp, gözlerden hasret gözyaşları akıtmağı, mücâhede ve can çıkarırcasına gayretle ibâdet ve kullukta bulunmayı Hak teâlâ nasîb eylesin Hazret-i Münşî Naîmüddîn Han ve sevgili zât-i âliniz, husûsî zamanlarınızda, yolda kalmış ihtiyarları hatırlayınız Gıyâbî duâ kabûle daha yakındır Buradakiler ve bu fakîr size her zaman duâ ediyoruz Allahü teâlâ iki dünyâ seâdeti versin" (91 mektup)

Abdullah-ı Dehlevî namaz hakkında şöyle buyurdu: Namazı cemâatle kılmak ve "tumânînet" (rükûda, secdelerde, kavmede ve celsede her uzvun hareketsiz durması) ile kılmak, rükû'dan sonra "kavme" (kalkıp, ayakta her uzv yerine yerleşecek şekilde dik durmak) yapmak ve iki secde arasında "celse" (dik durma) yapmak bizlere Allahın Peygamberi tarafından bildirildi Kavmenin ve celsenin farz olduğunu bildiren âlimler vardır Hanefî mezhebinin müftîlerinden Kâdıhân, bu ikisinin vâcibliğini, ikisinden birisini unutunca secde-i sehv yapmanın vâcib olduğunu ve bilerek yapmıyanın namazı tekrar kılmasını bildirmiştir Müekked sünnet olduklarını bildirenler de, vâcibe yakın sünnet demişlerdir Sünneti hafif görerek, ehemmiyet vermeyerek terk etmek küfürdür Namazın kıyâmında, rükûunda, kavmesinde, celsesinde, secdelerinde ve oturulduğu zamânında, ayrı ayrı, başka başka keyfiyetler, hâller hâsıl olur

Bütün ibâdetler namaz içinde toplanmıştır Kur'ân-ı kerîm okumak, tesbîh söylemek (ya'nî sübhânallah demek), Resûlullah efendimize salevât söylemek, günahlara istigfâr etmek ve ihtiyaçları yalnız Allahü teâlâdan istiyerek O'na duâ etmek namaz içinde toplanmıştır Ağaçlar, otlar, namazda durur gibi dik duruyorlar Hayvanlar, rükû hâlinde, cansızlar da ka'dede, oturuyor gibi yere serilmişlerdir Namaz kılan, bunların ibâdetlerinin hepsini yapmaktadır Namaz kılmak, mîrâc gecesi farz oldu O gece mîrâc yapmakla şereflenen, Allahü teâlânın sevgili Peygamberine uymağı düşünerek namaz kılan bir müslüman, O yüce peygamber gibi, Allahü teâlâya yaklaştıran makamlarda yükselir

Resûlullah efendimiz; "Gözümün nûru ve lezzeti namazdadır" buyurdu Bu hadîs-i şerîf; "Allahü teâlâ namazda zuhûr ediyor, müşâhede olunuyor Böylece gözüme rahatlık geliyor" demektir Bir hadîs-i şerîfte; "Yâ Bilâl! Beni rahatlandır!" buyruldu ki; "Ey Bilâl! Ezân okuyarak ve namazın ikâmetini söyleyerek, beni rahata kavuştur" demektir Namazdan başka şeyde rahatlık arayan bir kimse, makbûl değildir Namazı zâyi eden, elden kaçıran, dînin diğer emirlerini daha çok kaçırır

Îmânı olmayan kimsenin Cehennem ateşinde sonsuz yanacağını Peygamber efendimiz haber verdi Bu haber elbette doğrudur Buna inanmak, Allahü teâlânın var olduğuna, bir olduğuna inanmak gibi lâzımdır Ateşte sonsuz yanmak ne demektir? Herhangi bir insan sonsuz olarak ateşte yanmak felâketini düşünürse, korkudan aklını kaçırması lâzım gelir Bu korkunç felâketten kurtulmanın çâresini arar

Bu ise, çok kolaydır "Allahü teâlânın var ve bir olduğuna ve Muhammed aleyhisselâmın O'nun son peygamberi olduğuna ve O'nun haber verdiği şeylerin hepsinin doğru olduğuna inanmak" insanı bu sonsuz felâketten kurtarmaktadır Bir kimse ben bu sonsuz yanmaya inanmıyorum, bunun için böyle bir felâketten korkmuyorum, bu felâketten kurtulma çârelerini aramıyorum, derse, buna deriz ki: "İnanmamak için elinde senedin, vesîkan var mı? Hangi ilim, hangi fen inanmana mâni oluyor?" Elbet vesîka gösteremeyecektir Senedi, vesîkası olmayan söze ilim, fen denir mi? Buna zan ve ihtimâl denir Milyonda, milyarda bir ihtimâli olsa da, "Sonsuz olarak ateşte yanmak" felâketinden sakınmak lâzım olmaz mı? Azıcık aklı olan kimse bile böyle felâketten sakınmaz mı? Sonsuz ateşte yanmak ihtimâlinden kurtulmak çâresini aramaz mı?

Abdullah-ı Dehlevî, ömrünün sonlarında hastalıklardan çok güçsüz kaldı İbâdetlerini zevkle, fakat büyük zorluklar içinde yapardı Buyururdu ki:

Şu şiiri okuduğum zaman Allahü teâlâ vücûduma bir güç kuvvet veriyor, gençleşiyorum

Gerçi ihtiyârım, kalbim hasta, dermansızım,

Yüzünü andıkça kuvvet gelir, gençleşirim

Yâni; her ne kadar ihtiyâr, hasta ve mecâlsiz olsam da, hakîkî sevgilinin aşkı ve O'na kavuşma isteğinin cilvelerini gördükçe gençleşirim

Vefâtları: Abdullah-ı Dehlevî her zaman şehîd olmayı arzû ederlerdi Lâkin buyururlardı ki: "Mürşidim ve üstâdımın, yânî Mazhar-ı Cân-ı Cânân hazretlerinin şehîd edilmesinden insanlara çok sıkıntılar geldi Üç sene büyük kıtlık olup, binlerce insan öldü Yine o şehîdlik hâdisesi üzerine insanlar arasında olan kavga ve gürültülerde ölenler, herkesin bildiği gibi yazıya sığmayacak kadar çoktu Onun için şehîd olmaktan vazgeçtim"

Abdullah-ı Dehlevî'nin son hastalığında bâsur ve kaşıntısı arttı Bu sırada Luknov'da bulunan Ebû Sa'îd Fârûkî'ye kısa zamanda birçok mektuplar yazıp; "Benden sonra yerime siz oturursunuz" dediler Bu haberler üzerine Ebû Sa'îd çok şaşırdı Çoluk çocuğunu Luknov'da bırakıp süratle geldi Huzurlarına gelince; "Sizinle karşılaştığım zaman içimden çok ağlayacağım diyordum Fakat öyle bir vakitte geldiniz ki, ağlayacak gücüm de yok" buyurup, çok ihsânlarda bulundular Âdetleri öyle idi ki, hastalandığında vasiyetnâme yazdırırlardı Şimdi de hem yazdırdılar hem söz ile anlattılar ve buyurdular ki:

"Devamlı zikrediniz Büyüklere bağlılığınızı muhâfaza ediniz Güzel ahlâklı olup, insanlarla iyi geçininiz Kazâ ve kader husûsunda nasıl ve niçini bırakınız Yol kardeşleri ile birlik olmayı lâzım biliniz Fakr, kanâat, rızâ, teslim, tevekkül ve ferâgat üzerine olunuz Benim cenâzemi, âsâr-i nebeviyyenin (Peygamber efendimize âit eserlerin) bulunduğu Delhi'deki Büyük Câmiye götürünüz Allah'ın Resûlünden şefâat isteyiniz"

Yine buyurdu ki:

Hazret-i Hâce Behâeddîn Nakşibend; "Bizim cenâzemizin önünde;

Huzûruna müflis olarak geldim,
Yüzünün güzelliğinden bir şey isterim

Şu boş zenbilime elini uzat,
O mübârek eline güvenirim

beytlerini okuyun!" buyurmuşlardı Ben de, bu şiirin ve ayrıca aslı Arabî olan şu şiirin güzel sesle okunmasını istiyorum:

Kerîmin huzûruna azıksız geldim,
Ne iyiliğim var, ne doğru kalbim,

Bundan daha çirkin hangi şey olur?
Azık götürürsün, O ise Kerîm

Cumartesi günü idi Mevlevî Kerâmetullah Sâhib'e; "Çabuk Meyân Sâhib'i yâni Şâh Ebû Sa'îd'i (r aleyh) çağırınız" buyurdular Mevlevî Sâhib acele kalkıp, Ebû Sa'îd hazretlerini çağırdı Kapıdan içeri girince, bakışlarını ona çevirdi ve bu hâlde, 22 Safer 1240 (m 1824) senesinde, kuşluk vakti murâkabe hâlinde iken, bu sıkıntılarla dolu dünyâdan ayrıldılar

Vefâtı haberini duyan binlerce insan toplandı Cenâze namazı Büyük Câmide kılındı Şâh Ebû Sa'îd imâm oldu Cenâzesi, üstâdı Mazhâr-ı Cân-ı Cânân hazretlerinin medfûn bulunduğu kabrin sağ yanına defnolundu

Bugün oradaki üç kabirden biri de Şâh Ebû Sa'îd hazretlerinindir Hacdan dönerlerken Tunek'de vefât etti Cenâzesini oradan getirip, Abdullah-ı Dehlevî'nin sağ yanına defnettiler Bu duruma göre, Abdullah-ı Dehlevî'nin mezârı ortada olandır

Abdullah-ı Dehlevî'nin vefâtı için; "Nevverallahu madca'ahü: Allahü teâlâ kabrini nûrlandırsın" ve "Cân be-Hak Nakşibend-i sânî dâd: İkinci Nakşibend Hakka cân verdi" târih düşürüldü Şâh Rauf Ahmed de pek güzel bir rubâî söyledi ki şöyledir:

Zamânının kayyûmu Şâh Abdullah-ı Dehlevî,
Vefât etti, açıldı ona Cennât-i naîm

Kalbimden vefâtına târih aradım, buldum:
Fî ravhın ve reyhânın ve Cennât-in-na'îm (1240)

Abdullah-ı Dehlevî hazretlerinin büyüklüğünü en güzel, talebesi Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî hazretleri meşhur dîvânında şöyle anlatmıştır:

"Mübârek hocam karanlık ufukları aydınlatıp, mahlûkâtı dalâletten hidâyete kavuşturmaya vesîle oldu

O, hidâyet yıldızı, karanlık gecelerin dolunayı, takvâ ummânı, feyzler defînesi, yüksek hâller ve kerâmetler hazînesidir

O, hilmde yer, vekarda dağlar, ziyâ bakımından güneş, yükseklikte semâ gibidir

O, Dîn-i İslâmı en güzel bilen bir kaynak, irfân mâdeni, mahlûkâtın yardımcısı, iyilik ve ihsân menbaıdır

O, Allahü teâlâya kavuşturucuların kutbu, evtâdın rehberi, mahlûkların gavsi (yardımcısı), ebdâl isimli Hak âşıklarının maksadı, hedefidir

O, mahlûkların şeyhülislâmı, müslümanların baştâcı, büyüklerin reisi, müşkillerde mürâcaat yeridir

Gizli bir rehberlikle en iyiye götürücü, en iyi yol göstericidir Bütün gücü ile insanları Allahü teâlâya dâvet edici, çağırıcıdır

O, âlemlerin Rabbinin sevdiği bir kuldur Kim onun gösterdiği doğru yoldan giderse, sen o kimseye; "Ey emsâllerine rehber olan zât!" diye hitâb et

Nefs hevâsının bukağısıyla bağlanmış nice câhilleri, o, bir nazarla, teveccühle nefsinin elinden kurtarmıştır

Nice kâmil velîler, ondan yüz çevirdiği gibi yüksek hâllerden ve mârifetlerden mahrûm kalmıştır

Onun yüksekliğini inkâr eden nice kimseler helâk olmuş, Allahü teâlânın şiddetli azâbına yakalanmıştır

O, noksan olanların kemâle gelmesine vesîle olan, bütün kemâl ehlinin de noksanını tamamlayandır

Şânı yüceAllahü teâlâ, onu, azamet ve heybet kubbesi altında gizlemiştir"

Eserleri: 1) Makâmât-ı Mazhariyye: Hocası Mazhâr-ı Cân-ı Cânân hazretlerini pek güzel anlatmaktadır 2) Mekâtib-i şerîfe: Pek faydalı bilgiler ve nükteleri ihtiva etmektedir

EYVAH!

Abdullah-ı Dehlevî müslümanlara çok şefkatli idi Seher vakti onlara duâ ederdi Kötülük gördüklerine de iyilik yapardı Hâkim Kudretullah Han Abdullah-ı Dehlevî hazretlerinin komşusu idi Çoğu zaman Abdullah-ı Dehlevî'yi gıybet eder, aleyhinde konuşurdu Bir gün hapse düştü Abdullah-ı Dehlevî hazretleri onu hapishâneden çıkartmak için çok uğraştı Fakat bunu ona söylemedi

Abdullah-ı Dehlevî'nin meclisindi dünyâ ile ilgili sözler konuşulmazdı Birisi gıybet etse ona mâni olur, gıybet edene; "O dediğine ben daha layıkım" derdi Bir gün yanında; pâdişahı kötülediler O gün oruçlu idi Kötüleyene dönerek; "Eyvâh orucumuz gitti!" buyurdu "Siz kimseyi kötülemediniz ki!" dendiğinde; "Evet, biz gıybet etmedik, ama dinledik Gıybette söyleyende dinleyen de aynıdır" buyurdu

O'NDAN GELENE RÂZIYIZ!

Abdullah-ı Dehlevî'nin mübârek vücûtlarında birkaç tane hastalık vardı Bu hastalıklar sebebiyle namazlarını özürlü kılardı Bunu bilen dostlarından biri dayanamayıp; "Efendim! Herkes hastalıktan kurtulmak için sizden duâ istiyor Cenâb-ı Hak da duâlarınızı reddetmiyor Her gelen, şifâya kavuşarak huzûrunuzdan ayrılıyor Hâlbuki sizdeki hastalıkları biliyoruz Duâ buyurup da bu dertlerden kurtulsanız olmaz mı?" diye sordu O da; "Onlar hastalıktan kurtulmak için duâ istiyorlar Biz ise, Allahü teâlânın verdiği bu dert ve belâlardan, O gönderdiği için râzıyız Dert ve belâlar, kemend-i mahbûb olduğundan Allahü teâlâ, bu dertleri sevdiği kullarından dilediklerine verir Bu sebeple dertlerin bizden gitmesini değil, gönderilmesini isteriz" buyurdu

O, insanların sıkıntılardan kurtulmalarına yardımcı olurdu

SÂDIK TALEBE!

Abdullah-ı Dehlevî buyurdu ki;

Talebe, sâdık olan tâlib demektir Allahü teâlânın sevgisi ile ve O'nun sevgisine kavuşmak arzusu ile yanmaktadır Bilmediği, anlayamadığı bir aşk ile şaşkın hâldedir Uykusu kaçar, göz yaşları dinmez Geçmişteki günahlarından utanarak başını kaldıramaz Her işinde Allah'dan korkar, titrer, Allahü teâlânın sevgisine kavuşturacak işleri yapmak için çırpınır Her işinde sabreder Her geçimsizlikte, sıkıntıda kusûru kendisinde görür Her nefeste Allah'ını düşünür Gaflet ile yaşamaz Kimseyle münâkaşa etmez Bir kalbi incitmekten korkar Kalbleri Allahü teâlânın evi bilir Eshâb-ı kirâm hakkında hayr konuşur ve isimleri anıldığında "ranhüm" der Hepsinin iyi olduğunu söyler Peygamber efendimiz Eshâb-ı kirâm arasında olan şeyleri konuşmamağı emir buyurdu Sâlih müslüman, bunları konuşmaz, yazmaz ve okumaz Böylece, o büyüklere karşı bir edebsizlikte bulunmaktan kendini korur O büyükleri sevmek, Allah'ın Resûlünü sevmenin nişânıdır, alâmetidir Kendi bilgisi, kendi görüşü ile evliyâ-yı kirâmı, birbirinden aşağı ve yukarı diye ayırmaz Birinin, daha yüksek, daha üstün olduğu ancak âyet-i kerîme, hadîs-i şerîf ve Sahâbe-i kirâmın sözbirliği ile anlaşılır Muhabbet sarhoşluğu elbet başkadır Aşk sâhibi mâzûrdur

HASTALIK NÎMETTİR

Abdullah-ı Dehlevî, şânı büyük bir velî,
Meşhurdu halk içinde, bir çok kerâmetleri

Bir gün biri gelerek, mübârek huzûruna,
"Oğlumuz çoktan beri, kayıptır" dedi ona

Ve ilâve etti ki: "Lütfen duâ ediniz,
Tekrardan ihsân etsin, onu bize Rabbimiz"

Onun bu sözlerini, dinleyip o büyük zât,
Buyurdu ki: "Oğlunuz, evindedir şu saat"

O kimse heyret edip, dedi: "Ama efendim,
Şimdi evden ayrılıp, huzûrunuza geldim"

O yine buyurdu ki: "Evine dön ki şu an,
Rabbimiz onu size, tekrardan etti ihsân"

"Peki efendim" deyip, evine gittiğinde,
Gördü ki oturuyor, oğlu gelmiş evinde

Yine bir gün birisi, ölüm yatağındaki,
Hastasını sırtlayıp, geldi bir seher vakti

Dedi ki:"Ey efendim, çok ağırdır hastamız,
Belki bir şifâ bulur, duâ buyurursanız"

Şöyle bir nazar etti, hastaya bir kerrecik,
Kavuştu sıhhatine, o kimse hemencecik

Böyle, binlerce kişi, duâ alıp o zâttan,
Şifâya kavuşurdu, her türlü mazarrattan

Lâkin kendisinin de, üç mühim derdi vardı,
Hattâ namazlarını, hep özürlü kılardı

Sevdiklerinden biri, buna olup muttali
Bir gün kendilerine, suâl etti bu hâli

"Efendim, bu devirde, kim hasta olsa eğer,
Kapınıza gelerek, sizden duâ isterler

Siz bir duâ edince, gelen her bir hastaya,
Her biri, duânızla, kavuşuyor şifâya

Hâlbuki sizin dahi, vardır hastalığınız,
Ve bilhassa üçünden, hiç yoktur râhatınız

Lâkin hikmet nedir ki, etmezsiniz hiç duâ?
Etseniz, size dahi, verir Allah bir devâ"

Buyurdu ki: "Kurtulmak, istiyor dertten onlar,
Bu yüzden bize gelip, hep duâ istiyorlar

Biz ise Rabbimizin, verdiği bu dertlerden,
O gönderdiği için, râzıyız herbirinden

Mahbûb-u kemenddir ki, her musîbet ve belâ,
Sevdiği kullarına, gönderir Hak teâlâ"

Kıtlık vâki olmuştu, bir zaman da Delhi'de,
Buna çok üzülmüştü, Abdullah Dehlevî de

Mescidin avlusuna, çıktı bir gün nihâyet,
Kızgın güneş altında, oturdu kısa müddet

Dedi ki: "Yâ İlâhî, yağmur yağana kadar,
Buradan gitmemeğe, bu kulun verdi karar"

O böyle söyleyince, çok geçmedi aradan,
Nehirler akar gibi, yağmur yağdı havadan

Çok nazlı kullarıdır, Allah'ın çünkü onlar,
Onların hürmetine, yağdırır yağmur ve kar

Resûlullah'tan gelen, o ilâhî feyiz, nûr,
Onların kalplerinden, herkese vâsıl olur

Bu büyük velîlerin hürmetine yâ Rabbî,
Bizi, her hâlimizde, onlara eyle tâbi

1) Mu'cem-ül-Müellifîn; cild 6, s 77
2) Esmâ-ül-Müellifîn; c1, s 190
3) Makâmât-ı Mazhariyye; s 159
4) Hadâik-ul-Verdiyye; s 209
5) İrgâm-ül-Merîd; s 70
6) Âdab; s 10
7) Behçet-üs-Seniyye; s8
8) Hadîkat-ül-Evliyâ; s 122
9) Reşehât Zeyli; s72
10) Tam İlmihâl Seâdet-i Ebediyye; s 431, 1081
11) RehberAnsiklopedisi; c1, s18
12) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c18, s 282
13) Nüzhet-ül-Havâtır; c7, s306
14) Sefînet-ül-Evliya (Hüseyin Vassâf); c2, s 28
15) Persian Literature; c2, s 1034
16) Hazînet-ül-Asfiyâ; c1, s 703

Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.