Prof. Dr. Sinsi
|
Kutbüddîn-İ Bahtiyâr Kâkî
Hâce Kutbüddîn hazretleri bundan sonrasını şöyle anlatıyor: "Dehlî'ye gitmek üzere Ecmîr'den ayrılacağım zaman, hocamın huzûruna çıktım Külâhını başıma koydu Mübârek elleriyle sarığı sardı Sonra, hocası Osman Hârûnî'nin âsasını, kendi okuduğu Kur'ân-ı kerîmi, seccâdesini, nalınlarını verdi ve sonra: "Bunlar, bana hocam Hâce Osman Hârûnî tarafından emânet edilen ve Çeştiyye büyüklerinin elden ele devrederek bize ulaştırdıkları mukaddes emânetleridir Şimdi bunları sana veriyorum Bunlara lâyık olduğunu, senden önce bu emânetleri taşıyanların yaptıkları gibi güzel hizmet ederek isbât etmelisin Eğer bunlara lâyık olmazsan, ben, bu emânetleri lâyık olmayan birine teslim ettiğim için, kıyâmet günü Allahü teâlânın, Resûlullah'ın ve bu emâneti bizlere ulaştıran mübârek büyüklerimizin huzûrunda mahcûb olurum " buyurdu Bundan sonra, Hâce Kutbüddîn bu nîmetlere şükür olarak ve çok mesûliyyetli olan vazifesinde kolaylık vermesi için Allahü telâya niyâz ile iki rekat namaz kılıp, gözyaşları içinde duâ etti Sonra Hâce Muînüddîn-i Çeştî hazretleri, bu kıymetli halîfesinin (vekîlinin) elini tutarak; "Kendimde bulunan bütün ilim ve hâlleri sana vererek, kendimin bulunduğu mertebeye seni yükselterek vazifemi yapmış bulunuyorum ve seni Allahü teâlâya emânet ediyorum dedi
Biliniz ki, şu dört şey tasavvufun esaslarındandır: 1) Bu yolda yürümek arzusunda bulunan bir velî, aç ve fakîr olsa da, hâlinden şikâyetçi olmamalı, dışarıdan, tok ve hâli, vakti yerinde görünmelidir 2) Fakirleri, maddî ve mânevî doyurmalıdır 3) Allahü teâlânın ihsân ettiğini nîmetlere şükredemediği, O'na lâyık ibâdet yapamadığı, âkıbetinin nasıl olacağını bilemediği için kendi içinden dâimâ üzgün bir halde bulunmalı, fakat başkalarını üzmemek, asık suratlı imiş gibi görünmemek, onların da rızâlarını, sevgilerini kazanabilmek için dışarıdan çok neşeli, mesûd ve memnun görünmelidir 4) Kendisine eziyet ve sıkıntı verenleri affetmeli, insanlara karşı lüzumlu nâziklik ve sevgiyi her zaman göstermelidir "
Bundan sonra Hâce Kutbüddîn hazretleri, öpmek için hocasının ayaklarına eğildi Hocası müsâade etmeyip, hemen onu kaldırdı Muhabbetle sarıldılar Hâce Muînüddîn hazretlerinin talebelerine bir tavsiyesi de; "Büyüklerimizin bildirdiği saâdet yolundan ayrılmayınız! Bu mübârek vazifede cesûr bir er olduğunuzu isbât ediniz, gösteriniz!" şeklindeydi Bundan sonra, muhabbetin ve acı ayrılığın tesiri ile tekrar birbirlerine sarıldılar ve gözyaşları içinde ayrıldılar Hâce Kutbüddîn, Dehlî'ye geldikten yirmi gün sonra da, Hâce Muînüddîn-i Çeştî âhirete intikâl etti
Dehlî'de SultanŞemseddîn, Hâce Kutbüddîn hazretlerine fevkalâde bağlı, önde gelen talebelerinden idi Hâce hazretleri sözünü dinleyen herkese yaptığı gibi, sultan olan bu talebesine de, dinleyenlerin dünyâ ve âhiret saâdetine kavuşacakları çok kıymetli nasîhat ve tavsiyelerde bulunmuştu Ona, hazret-i Ömer gibi ve Ömer bin Abdülazîz gibi bir sultan olmasını, âdil olmakta, mazlûmun hakkını korumakta, insanların ihtiyaçlarını gidermekte, onlar gibi olmaya gayret etmesini, geceleri uyanık kalmasını, ibâdet ve tâatle meşgûl olmasını, uyku bastıracak olursa, abdestini tâzelemek sûretiyle bunu gidermesini, böylece namaz kılmaya, ibâdet ve tâat yapmaya devâm etmesini söyledi Gece, hizmetçileri dâhil hiç kimseyi uyandırmamasını, rahatsız etmemesini bildirdi Gece karanlık bastırdığında, tebdîl-i kıyâfet ederek, tanınmamak için, fakirlerin giydiği bir elbise giyerek şehri dolaşmasını, fakirlerin ve ihtiyaç sâhiplerinin kapılarını çalarak onlara gizlice yardımda bulunmasını tenbih ederdi Câmilerin devamlı kontrol edilerek, rahatça ibâdet edilmesine mâni olan bir şeyin bulunmamasını, varsa derhal yok edilerek, müslümanların gâyet rahat ibâdet edebilmelerinin temin edilmesini sultâna emrederdi Gündüz olduğunda, sarayın, bütün sıkıntıların çaresine bakıldığı bir yer olmasını, geceyi aç geçirmiş olanların aranıp bulunmasını, saraya çağrılarak yardım edilmesini tavsiye ederdi Nerede, kime bir sıkıntı veriliyorsa, sıkıntıyı verenin sarayın adamlarından biri bile olsa derhal cezâlandırılmasını, ahâliden dinli dinsiz hiç kimseye zulüm ve haksızlık yapılmamasını emrederdi Hattâ bu gibi hâllerin derhal tesbit edilebilmesi için sarayın çatısında bir kulübe bile yapılmıştı Allahü teâlânın huzûrunda ağırlığını taşıyamayacağı mesûliyetlerin, işitmeye tahammül edemeyeceği, izâh etmeye imkân bulamayacağı, şikâyetlerin ortaya çıkabileceği kıyâmet gününden çok korkmasını emrederdi Sultan hazret-i Hâce'nin nasîhatlerinden, sohbetlerinden, feyiz ve bereketlerinden çok istifâde edip, bu yolda çok ilerlemiş idi Ahâlisinden hiçbir kimseye zulüm ve haksızlık edilmezdi Sultan bir gün Hâce Kutbüddîn hazretlerinin yanına geldi Eteklerini tuttu Hâce hazretleri ona bakıp, aklından geçenleri söylemesini istedi Sultan şöyle anlattı: "Allahü teâlâ bana bir saltanat ihsân eyledi Elbetteki kıyâmet günü bana bu ağır yükün hesâbını soracak O zor günde sizin beni terk etmemeniz için yalvarıyorum " O da bunu kabûl etti
Hâce Kutbüddîn-i Bahtiyâr hazretleri, devamlı ibâdet eder, bir ân Allahü teâlâdan gâfil olmazdı Devamlı namaz kılardı Her gece, Resûlullah efendimize üç bin salevât-ı şerîfe okurdu Zamânın sultânı dâhil, birçok kimse, kendisine her türlü maddî imkânı sağlamak için sâdece bir işâretini bekledikleri hâlde, Hâce hazretleri fakirlik içinde yaşamayı tercih ederdi Bir şey veren olursa, onunla iktifâ ederlerdi Zor durumda kalınca, hanımı, komşuları olan bakkalın hanımından borç ister, bununla yiyecek birşeyler alırdı
Bir gün bakkalın hanımı, Hâce hazretlerinin hanımına; "Eğer ben sana borç vermeyecek olsam, sen ve evinizde bulunanlar açlıktan ölürsünüz " diyerek övündü Başka bâzı kadınlardan da buna benzer sözler işiten mübârek hâtun dayanamayıp, durumu Hâce hazretlerine arz etti O da üzüldü Kendi hâllerine değil, insanların dünyâlık için bir müslüman kardeşini nasıl üzebildiğine ve olmadık sözleri nasıl söyleyebildiklerine üzülüyordu Hanımına, başkalarından birşey istememesini, yiyecek bir şeye ihtiyâcı olunca, (odanın bir köşesini işâret ederek) Besmele-i şerîfe söyleyerek oraya gitmesini, orada ihtiyâcı kadar (elma, armut kurusu) bulacağını, onu alarak açlıklarını gidermelerini emretti Hanımı; "Peki efendim " diyerek bildirilen şekilde yaptı Kendisini komşu kadınlarına mahcûb olmaktan kurtardığı için Allahü teâlâya şükrediyor, buna sebeb olan efendisine de çok teşekkür ediyordu Hâce hazretlerinin isminde bulunan "kakî" ilâvesi, bu hâdiseye nisbetle söylenmiştir
Hâce Kutbüddîn, çok cömert ve eli açık bir zâttı Kendisini tanıyan ve seven varlıklı kimseler tarafından dergâhına gönderilen yiyecek ve giyecek gibi ihtiyaç maddelerini, ihtiyâcı olanlara dağıtırdı Kendisi bol bol kullanmak imkânına sâhib olduğu hâlde, sıkıntı ve fakirlik içinde yaşamayı sever, başkalarını kendisine tercih ederdi Gelenlere ikrâm ve ihsânda bulunmaya o kadar ehemmiyet verirdi ki, mutfakta hiçbir şey bulunmadığı zamanlar, ziyârete gelenlere hiç olmazsa su dağıtılmasını hizmetçilere emrederdi İsteseydi fevkalâde bolluk ve gösteriş ile yaşardı Fakat böyle fakir olmak, kendisine daha çok sevimliydi ve bu sıkıntılara sabretmek, mânevî nîmetlerin gelmesine, bu yolda yükselmeye vesîle oluyordu Hâce hazretleri de fakr (yokluk) ve sıkıntı yolunu tercih ediyor, diğer taraftan mânevî olarak daha çok şeyler kazanıyordu Kanâat ediyor, hâlinden aslâ şikâyetçi olmuyordu
Hâce Kutbüddîn, bütün güzel huyları kendisinde toplamıştı Allahü teâlânın takdîrine teslim olmakta ve sabırlı olmakta da son dereceydi Birgün kendisi bulunmadığı bir sırada, küçük çocuğu vefât etti Cenâzesi defnedildikten sonra geldi Hanımı, evlâd acısıyla ağlayıp, sızlanıyordu HâceKutbüddîn bunun sebebini sordu Küçük çocuğunun vefât ettiğini bildirdiler "İnnâ lillâh  " okudu ve; "Hepimiz, Allahü teâlâın irâdesine, rızâsına, râzı ve teslim olmalıyız " diyerek hanımını teselli etti
Hâce Kutbüddîn, ömrünün son yirmi yılında hiç uyumadı Hattâ dinlenmek için bile sırtını bir yere dayamamıştı "Birazcık uyuklayacak olsam, kendimi hasta ve rahatsız hissederim " buyururdu Her zaman derin murâkabede, yâni nefsi kontrol etmek, ondan gâfil olmamak hâlinde bulunurdu O kadar ki, biri onu görmeye veya bir şey sormaya gelse, bir müddet sonra ve güçlükle kendine gelebilirdi Bu hâl, namazların hâricinde devamlı olurdu Hâce Kutbüddîn, odasında, Allahü teâlânın ve Peygamber efendimizin aşkı ve muhabbeti ile yanmış olarak, kırık kalb ile, dili bağlı, hiçbir şey söylemeyerek ve iç çekip ağlayarak dururdu Kendisini görmek arzusuyla yanan âşıkları ise, dışarıda toplandıkları zaman, dışarı çıkar, bir mikdâr sohbet eder, Allah korkusunu ve O'na hakîkî kul olmayı, Muhammed aleyhisselâma tam tâbi olmayı, onun yoluna sımsıkı sarılmayı teşvik edici, çok güzel ve tesirli sözler söylerdi Bütün saâdetlerin, rahatlıkların başının, Muhammed aleyhisselâma uymak olduğunu bildirirdi Bir defâsında şöyle anlattı:
Ben, ilk zamanlarda Kur'ân-ı kerîmi ezberlemek için çok gayret etmeme rağmen muvaffak olamazdım ve ezberleyemezdim Bir gece rüyâmda Resûlullah efendimizi gördüm Ayaklarına kapanıp, Kur'ân-ı kerîmi ezberlemek istediğimi, fakat çok güçlük çektiğimi arz ettim Bana acıyarak başımı kaldırmamı istediler Başımı kaldırdığımda, Yûsuf sûresini tekrâr etmemi emrettiler ve; "Bununla Kur'ân-ı kerîmi ezberlersin " buyurdular Emirlerini yerine getirdim ve Kur'ân-ı kerîmi ezberlemeye muvaffak olabildim Hâce hazretleri, böyle bir mikdar sohbet ettikten sonra, yine odasına girer ve tekrar murâkabeye dalardı Hattâ vefâtı da böyle aşk ve muhabbet ile kendisinden geçmiş bir hâldeyken vukû bulduğu için kendisine Şehîd-i muhabbet (Muhabbet şehidi) denilmiştir
Hâce hazretleri, vefâtından birkaç hafta evvel, bayram namazından dönerken bir yerden geçiyordu Orada durdu ve yanındakilere; "Burada aşkın kokusunu duyuyorum Buradan muhabbet kokusu geliyor " buyurdu Hemen arâzinin sâhibi çağrılarak bu arâzi kendisinden satın alındı Hâce hazretlerinin kabr-i şerîfinin orada hazırlanması için çalışmalara başlandı Vefât ettiğinde oraya defnolundu Daha sonra kabri üzerine mükemmel bir türbe yapıldı
Hâce hazretlerinin söylediği kıymetli şiirlerinin toplanarak kitap hâline getirildiği bir Dîvân'ı vardır Ayrıca, sözlerinden ve sohbetlerinden bir kısmını, talebelerinin en yükseği ve halîfesi Ferîdüddîn-i Genc-i Şeker hazretleri toplayarak kitap hâline getirip Ferâid-üs-Sâlikîn ismini verdi Bu eserde, tasavvuf yolunda ilerlemek isteyen bir sâlik için lâzım bâzı hassas noktalar ve başka kıymetli bilgiler bulunmaktadır
BİR KAÇ KURUŞA MI İLTİFÂT EDELİM?
Bir gün, sarayın mâliye işlerinden mesûl olan vezîr İftihârüddîn Aybek gelecek, bâzı köylerin gelirlerini kendilerine tahsis etmek istediklerini, bu gelirleri kendisinin ve talebelerinin ihtiyaçları için sarf edebileceğini, istediği gibi kullanabileceğini bildiren bir ferman hazırladıklarını, bunu lütfen kabûl etmesini ricâ etti Hâce hazretleri, İftihârüddîn'e yanına yaklaşmasını söyledi Yaklaşınca, üzerinde oturmakta olduğu seccadesinin bir köşesini kaldırarak; "Ne görüyorsun? bak bakalım " buyurdu Vezîr, orada büyük bir hazîne nehrinin akmakta olduğunu görerek gözleri kamaştı Hayretler içinde kalmıştı Hâce Kutbuddîn; "Biz buna bile iltifât etmiyorken, sizin birkaç köyünüzün, birkaç kuruşluk gelirine mi iltifât edelim? Onu mu kabûl edelim? Şimdi gidiniz! Bir daha da böyle bir teklif ile dervişlerin huzûruna çıkmayınız!" buyurdu Vezîr mahcûb bir şekilde; "Peki efendim " diyerek ayrıldı
NASİHÂTLARIN ÖZÜ
Kutbüddîn Kâki buyururdu ki: "Çok yemek yiyen, nefsinin kölesi olur Bunun için az yemelidir Bedeni ayakta tutacak kadar ve ibâdette kuvvetli olacak kadar yemek ile yetinmelidir Normal ve basit giyinmeli, süsten, gösterişten uzak olmalıdır Süslü elbiseleri gösteriş için giyen, kendini aşağılamak yolunda silâhlı bir soyguncu gibi olur Az uyumalıdır Değersiz ve kıymetsiz dünyâ işlerine gönül vermek şöyle dursun, bunları konuşmaktan, böyle şeylerden bahsetmekten bile çok sakınmalıdır Böyle dünyâlık şeylerin yanında bulunmasını bile, kendisi için kusûr, kabahat ve bu yolda ilerlemeye mâni bilmelidir
Tasavvuf yolunda ilerlerken görülen mânevî hâlleri, garib mânâları, insanların anlayamayacakları şeyleri, aslâ insanların anlayamayacakları şekilde söylememelidir Zîrâ insanların anlayamayacağı bir şeyi söylemek, onların yanlış anlamasına, böyle şeyleri söyleyen zâta düşman olmalarına sebeb olur
Dînin emirlerini yerine getirmekte çok gayretli olmalıdır Zîrâ bu olmayınca, bu yolda ilerlemek olmaz Bir kimse hem bu yolda ilerlediğini söylüyor, hem de dînimizin emir ve yasaklarına uymakta gevşek davranıyorsa, biliniz ki o kimse yalancıdır Bu yolda bulunanlarda olan hâllerden biri veya birkaçı o kimsede bulunursa, biliniz ki o hâller şeytandandır, onu aldatmaktadır "
1) Siyer-ül-Aktâb; s 142
2) Siyer-ül-Evliyâ; s 49
3) Siyer-ül-Ârifîn; s 48
4) Kâmûs-ul-A'lâm; c 5, s 3672
5) Ahbâr-ül-Ahyâr; s 31
6) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c 9, s 92
|