|  | Takıyyüddîn Sübkî |  | 
|  08-02-2012 | #1 | 
| 
Prof. Dr. Sinsi
 |   Takıyyüddîn SübkîTAKIYYÜDDÎN SÜBKÎ Meşhûr velîlerden  Fıkıh, tefsîr, hadîs, kırâat, lügat ve nahiv âlimi  İsmi Ali bin Abdülkâfî, künyesi Ebü'l-Hasan, lakabı Takıyyüddîn'dir  1284 (H  683) senesinde, Mısır'ın Sübk köyünde doğdu  Takıyyüddîn Sübkî daha küçük yaşta, babasının yanından ayrılmadan âlim oldu  İlim ile çok meşgûl olurdu  Bütün gün ve gecelerinin çoğunu ilim öğrenmekle geçirirdi  Evden sabah namazı için çıkar, öğle namazı vaktine kadar çeşitli âlimlerin derslerini dinlerdi  Öğle namazından sonra eve gelir, yemeğini yer, akşama kadar ilmî çalışmalarına devâm ederdi  Akşam olunca, tatlı ve hafif bir şeyler yer, tekrar çalışmalarına başlardı  Babası onu, on beş yaşında iken evlendirdi  Başta babası olmak üzere, hanımı ve kayınpederi, ilimle uğraşması için elinden gelen her şeyi harcadılar  Babası ile berâber bir ara, Kâhire'ye gitti  Ezberlediği Tenbîh ile diğer kitapları, oradaki meşhûr âlim İbn-i bint-il-Eaz'a ve diğer âlimlere okudu  Zamanın meşhur âlimlerinden fıkıh, hadîs, usûl, mantık, tefsîr, ferâiz, nahiv ilimlerini ve tasavvuf yolunu öğrendi  Takıyyüddîn Sübkî, dînin emir ve yasaklarına uyan, tevâzu sâhibi, seçkin bir zât idi  İlim ve vekâr sâhibiydi  Fıkıh ve hadîs ilimlerini çok iyi bilir ve ders olarak okuturdu  Usûl ve Arabî ilimlerde derin âlimdi  Şam’da kâdılık yaptı  Verdiği hükümlerden herkes memnun olurdu  Dört mezhep içinde huccet, hepsinin müftîsi, hadîs âlimlerinin rehberi, kıymetli eserler sâhibi bir âlim idi  Takıyyüddîn Sübkî, kıyısı olmayan bir deniz, kibir bulunmayan gönül sâhibi, ölçüye sığmayan geniş bir ufuktu  Bozuk îtikâd sâhiblerine karşı, Resûl-i ekremin ve Eshâb-ı kirâmın mübârek yolunu müdâfaa etti  Tevessül, istigâse ve Resûlullah efendimizin kabr-i şerîflerinin ziyâretini kabûl etmeyen İbn-i Teymiyye’nin karşısına çıkarak, ona delîl ve vesîkalarla cevap verdi ve; “Heyhât! Mescid-i Nebî ziyâret edilir de, o mescidin sâhibi nasıl ziyâret edilmez? Zâten Resûlullah efendimiz olmasaydı, bu mescidin fazîleti bilinmezdi  Eğer Resûlullah efendimiz olmasaydı, o yer mukaddes olmazdı  Orada takvâ üzere yapılmış bir mescid bulunmazdı  ” buyurdu  Takıyyüddîn Sübkî, çok cömertti  Eğer Hâtem-i Tâî onunla aynı asırda yaşasaydı, Takıyyüddîn Sübkî’nin cömertliği yanında, onun cömertliği anılmazdı  O vekar sâhibi ve heybetli idi  Her şeyi ile kendisinden önce gelmiş olan büyük âlimlerin yolunda gitti  Dımeşk onun ilim ve irfânıyla mâmûr hâle geldi  Takıyyüddîn Sübkî’nin verâı çok idi  Az yer, az içerdi  Çok namaz kılar, belâ ve musîbetlere karşı sabrı hiç elden bırakmazdı  Allahü teâlâyı çok anardı  Sabah akşam zikirle meşgûl olurdu  Dâimâ murâkabe üzere idi  Doğru yolda bulunup, bu yola yardımcı olmakta ecdâdı olan Ensârın izinde bulunuyordu  Gece-gündüz Kur’ân-ı kerîm okurdu  Âlimlerden, haberleri doğru olarak naklederdi  Seher vaktinde çok istigfârda bulunur, Allahü teâlâdan af ve magfiret dilerdi  Allah korkusundan çok göz yaşı dökerdi  Dünyânın parlaklığına ve malına îtibâr etmezdi  Elde ettiği makam ve mevkilerden ve herkesin kendisine gösterdiği teveccüh ve iltifattan dolayı, kibir, gurûr ve ucba kapılmazdı  Her taraftan âlimler, halledemedikleri meseleleri arz etmek için ona mürâcaat ederlerdi  Sâlih ameller ve müstecâb duâlar sâhibiydi  O, çok kere mütevâzî ve gösterişsiz bir elbise ile dışarı çıkardı  Fakat sultânın merâsim günlerinde dâimâ cübbe giyerdi  Oğlu, onun böyle cübbe giymesine çok hayret ederdi  Zîrâ, onun tabiatı böyle şeylere pek önem vermezdi  Bu yüzden oğlu Tâcüddîn Sübkî, babasına; “Ey babacığım, kâdılık makâmında otururken, yirmi dirhem etmeyen elbiselerle oturuyorsun  Fakat sultânın merâsimlerinde cübbe giyiyorsun  Niçin böyle davranıyorsun  ” diye sordu  Takıyyüddîn Sübkî, “Evlâdım! Bu, Şafiî mezhebi ulemâsının şiârıdır  Bu âdetin unutulmasını istemem  Ben devamlı kalacak değilim  Benden sonra gelip bunu giyecekler  Yeni bir şey ortaya çıkarmıyorum  " buyururdu  Takıyyüddîn Sübkî, tasavvuf yolunda bulunanlara çok hürmet eder ve onları severdi  “Tasavvuf yoluna giren kimse, Selef-i sâlihînin izinden gider, onlara tâbi olursa işte tasavvufta doğru yol budur  ” derdi  Takıyyüddîn Sübkî, kimde olursa olsun, faydalı bir şeyi görünce onu beğenirdi  Faydalı ve güzel birşeyi, kendisinden küçük birisinden bile duysa, onu dinlemekten uzak durmaz, yüz çevirmezdi  O çok hayâ sâhibiydi  Kimseyi utandırmak istemezdi  Talebeleri bâzan kendisine, bilinmeyen ve duyulmamış bir şey gibi herhangi bir konuyu anlattıkları zaman, onlara bir şey demez, onları hoş karşılardı  Hattâ onlara garip bir şey imiş gibi anlattıkları o konuyu, çeşitli kitaplardan naklederdi  Bu sebeple talebeler, ona hayret ederdi  Zîrâ onlar, ilk önce onun bu meseleden haberi yok sanırlardı  Fakat Takıyyüddîn Sübkî, yine de onların heveslerini kırmazdı  O, âlimlere karşı çok edebliydi  Onun Peygamber efendimize olan muhabbeti, sevgisi ve hürmeti, anlatılamıyacak derecedeydi  Takıyyüddîn Sübkî, her ilimde mütehassıs idi  Selef-i sâlihînin yolunda, sünnet-i seniyye üzere bulunuyordu  Hakkı söylemekten çekinmezdi  Ayakta, otururken, binekte ve yürürken bile Kur’ân-ı kerîm okurdu  Hocaları ona çok kıymet verirdi  Mütehassıs olduğu bütün ilim dallarında, zamânında onun gibisi görülmedi  Bütün âlimler, onun bütün zamânını ilme adadığına inanırlardı  Takıyyüddîn Sübkî’nin çok kerâmetleri görüldü  Ona karşı çıkanın başına mutlak bir şey gelirdi  Kendisinden kerâmet hâsıl olunca veya birisi kerâmetinden bahsedince çok sıkılırdı  Kadı’l-kudât Cemâlüddîn Züreî, Mensûriyye Medresesindeki müderrislik vazifesinden, Şam kâdılığına tâyin edilince, Takıyyüddîn Sübkî onun yerine müderrislik vazîfesine tâyin edildi  Bir müddet sonra, Cemâlüddîn Züreî, Şam kâdılığından azledildi  Bu sırada Şam Nâibi Argûn, Hicaz’da bulunuyordu  Bu nâibin, Cemâlüddîn Züreî ile arasında çok iyi bir dostluk vardı  Züreî’nin azledilmesi Argûn’e ulaşınca, buna çok üzüldü ve Mısır’a varınca, Mensûriyye müderrisliğini, Takıyyüddîn Sübkî’den alıp, tekrar Züreî’ye vermeye karar verdi  Bu haber Takıyyüddîn Sübkî’ye ulaşınca, o buna çok üzüldü  Bu haber üzerine, gece iki rekat namaz kılarak, Allahü teâlâya niyazda bulundu  Bu sırada; “Argûn tutuklandı!” diye bir ses duyuldu  Ertesi gün derse gittiğinde kendisine, Nâib Argûn’un tutuklandığı söylendi  İmâm-ı Sübkî şöyle anlatır: “Babam Takıyyüddîn Sübkî’ye rahat vermeyenlerden birisi de, Şam nâibi Argûn Şah idi  Bir gün babam, Argûn Şah’a; “Ey emîr! Ben de, sen de bir gün öleceğiz  ” dedi  Argûn Şah da ona; “Ey Kâdı! Bu şehirde kaç nâib gördün?” diye sorunca, o; “Şu kadar nâib gördüm  ” dedi  Argûn Şah; “Benden başkası sana rahat vermedi  ” deyince, o; “İleride sen de göreceksin  ” dedi  Biz, bir gün yatsı namazını kılmak için toplanmıştık  Namazdan sonra, babam yüksekçe bir yere çıktı  Başı eğik bir vaziyette durmaya başladı  Hiç konuşmuyordu  Ayakta olduğu hâlde, sabah namazına kadar aynı vaziyette kaldı  Bu sırada öyle heybetli bir hâli vardı ki, târifî, anlatılması çok zordu  Onu bu hâlde gören kimse, şâyet o anda onu bir arı sokmuş olsaydı, aslâ bunu hissetmiyeceğine inanırdı  Sonra oradan inip yatsı namazının abdesti ile sabah namazını kıldı  İnerken bize; “Argûn Şah’ın işi bitti  ” dedi  Salı günü Trablus’tan yola çıkan Ulcîbuğa isminde birisinin, Perşembe günü gecenin yarısında Argûn Şah’ın başını kestiğini öğrendim  Sonra babamın odasına geldim  İçeride Kur’ân-ı kerîm okuyordu  Biraz bekledikten sonra kapıyı çaldım  Kur’ân-ı kerîm okumasını keserek kapıyı açtı  Bana; “Müslüman kardeşin için şemâtet yapmayı bırak (şemâtet; başkasına gelen belâya, zarara sevinmektir)  Belki Allahü teâlâ ona âfiyet verir de, seni o musîbete düçâr eder  ” dedi  Sonra ben ona, biraz sevinçli bir hâl içinde; “Argûn Şah öldürüldü  ” dedim  O zaman bana; “Kim demiş? Sus! Bu ne biçim söz böyle! Müslüman kardeşin hakkında şemâtet yapma dedik, değil mi?” dedi  Bana kapıyı açıp “Şemâtet yapma!” demesi, benim ona ne söyleyeceğimi, Allahü teâlânın ona bildirmesi, onun bir kerâmetidir  ” Şöyle anlatılır: “Takıyyüddîn Sübkî, bir mesele hakkında hüküm vermişti  Bu hükmünde de kararlı idi  Şam nâibi Argûn Kâmilî, bu hükmünden dolayı ona karşı çıktı  Bu mesele Şam ve Mısır’da önemli bir konu hâline geldi  Bu sırada Kâdı Selâhüddîn Safdî, Takıyyüddîn Sübkî’nin yanına gelerek; “Efendim! Bu mesele aleyhimize olmaktadır  Onlar Hakka itâat etmezler, Hakka boyun eğmezler  Niçin kendinizi tehlikeye atıyorsunuz? Niçin onlarla mücâdele ediyorsunuz?” deyince, o uzun süre düşündükten sonra; “Vallahi, Allahü teâlâdan başkasının rızâsını düşünmem  Benim için önemli olan, Allahü teâlânın rızâsıdır  ” dedi  Bunun üzerine ben, onun baskı ve lâflar ile haktan ayrılmayacağını anladım  Nâib Argûn Kâmilî bir süre sonra görevinden alındı ve çeşitli eziyetler başına geldi  Ölünceye kadar çeşitli üzüntüler içinde ve işsiz güçsüz yaşadı  ” Takıyyüddîn Sübkî, 1354 (H  755) senesinde zâfiyete yakalandı  Vefât edinceye kadar bu hastalık devâm etti  Kendisi dâimâ; “Ben Mısır’da vefât ederim” derdi  Mısır’a gidince, orada birkaç gün hasta kaldı  1355 (H  756) senesinde Kâhire’nin dışında bir yerde vefât etti  Cenâze namazına çok kalabalık bir cemâat katıldı  Cenâzesini taşıyanların bir ucu, defnedildiği yer olan Bâb-ün-Nasr’da iken, diğer ucu vefât ettiği evin önünde idi  | 
|   | 
|  | 
|  | Takıyyüddîn Sübkî |  | 
|  08-02-2012 | #2 | 
| 
Prof. Dr. Sinsi
 |   Takıyyüddîn SübkîTakıyyüddîn Sübkî’nin vefâtından sonra birçok kimse, onun Allahü teâlânın indinde nâil olacağı yüksek derecelerle ilgili güzel rüyâlar gördü  Sâlihlerden birisi şöyle anlattı: “Vefâtından iki veya üç gece sonra, Takıyyüddîn Sübkî’yi rüyâmda gördüm  “Allahü teâlâ sana ne muâmele buyurdu?” diye sordum  Bana şöyle cevap verdi: “Bana Cennet kapıları açıldı  Gir denildi  Ben; “İzzetin hakkı için yâ Rabbî! Benim cenâze namazımda bulunanların da girmesini isterim  ” dedim  ” Takıyyüddîn Sübkî oğluna şöyle nasîhat etti: “Ey oğul! Vaktini boş yere geçirsen bile, seher vaktinde uyanık olup, ibâdet ve tâatla meşgûl olmayı kendine âdet edin  Seher vaktinde uyuyan kimseye çok çok yazık!” Takıyyüddîn Sübkî’nin büyük oğlu Ebû Bekr Muhammed için nasihat olarak söylediği şiirin tercümesi şöyledir: “Ey oğul! Sana yapacağım nasîhatimi ihmâl etme  Sözüme iyi kulak ver  Bu nasîhatim, sana rehber olur  Allahü teâlânın kitâbı Kur’ân-ı kerîmi ve sahîh olan hadîs-i şerîfleri ezberle, usûl-i fıkhı çok iyi bil  O, senin sağlam ve doğru konuşmanı sağlar  Nahiv ilmini öğren  Bu, anlayışını arttırır  Zâhirî ilimlerde, İmâm-ı A'zam, İmâm-ı Şâfiî, İmâm-ı Mâlik ve İmâm-ı Ahmed’in, tasavvufta Cüneyd-i Bağdâdî’nin talebeleri- ne ve onlara tâbi olanlara uy  Her işinde Resûl-i ekremin sünnet-i seniyyesine uyarak saâdete kavuş  İlimde Allahü teâlânın rızâsını gözet, sâlihlerin yoluna kavuşursun  Allahü teâlâdan kork, emrettiklerini yap, yasak kıldığı şeyleri yapma! Dünyâya rağbet etme  Başına gelen belâ ve musîbetleri; kulluk vazifelerini yerine getirerek, yalvarıp yakararak Allahü teâlâya arz et  Belâ ve musîbetlere karşı sabırlı ol  Sana ihsân ettiği nîmetlere karşı, Allahü teâlâya şükret ve hamdet  Doğru ve samîmî olarak verâdan ayrılma, şüphelilerden uzak kal  Rabbine itâat et  O’na secde eyle, ilim öğrenmekte çok gayretli ol  Diline de sâhib ol  ” Takıyyüddîn Sübkî buyurdu ki: “Sûfî; Hakk’a doğruluk, halka karşı güzel ahlâk üzere olan kişidir  ” “Tefekkür ettim, düşündüm  Gördüm ki, bütün fesâdın başı kibirdir  Kibir, şeytanın büyüklenip kendini beğenmesi ile işlenen ilk günah oldu  Kalbde kibir, büyüklenme hâsıl olduğu zaman, kendisini büyük görüp, başkalarını aşağı görür  Kibir, kalbi nasîhat kabûl etmekten ve emre itâat etmekten alıkoyar  Kalbde kendini hor ve hakîr görme hâsıl olunca, İslâm âlimlerine itâat eder ve sözlerini dinler  İslâm âlimlerinin söz ve nasîhatleri ona tesir eder  Bu vesîle ile Hakk'ı tanır  Nihâyet her hayır ve iyiliğe kavuşur  ” “Bütün salâhı, iyiliği, Resûl-i ekremin şu iki mübârek sözünde buldum: “Nefsine yapış ve evin geniş olsun  ” Nefse yapışmaya gelince; insan kendisi ile meşgûl olursa, nefsini mânevî kirlerden ve kötülüklerden alıkoyar  Nefsine iyi ve övülen güzel hasletleri ve sıfatları kazandırır  Bu vesîle ile Allahü teâlâya yakın kimselerden olur  Hem, insanlarla uğraşmakta hayır ve fayda yoktur  “Evin geniş olsun” sözüne gelince; burada, selâmetin insanlardan uzak olmakta olduğu beyân buyrulmaktadır  İnsan evinden çıktığı zaman, her türlü rezâlete bulaşır ve kötü işler yapar  Bu mevzûda şöyle bir şiir yazdım: Kalbin kibri, doğru yolu kabûl etmeye mânidir  Onun için kendini büyük görme, mütevâzî ol  Evinde kal, ondan bir karış bile ayrılma  Eğer evden ayrılırsan, pekçok kötülüklerle karşılaşırsın  ” Takıyyüddîn Sübkî, birçok eser yazdı  Yazdığı eserlerin bir kısmı şunlardır: 1) Ed-Dürr-ün-Nazîm: Kur’ân-ı kerîmin tefsîrine dâirdir, tamamlayamamıştır  2) Tekmilet-ül-Mecmû’ fî Şerh-il-Mühezzeb: Nevevî’nin Mecmû’ adlı eserinin şerhidir  Ribâ bahsinden başlamış, teflîs bahsine kadar gelmiştir  Beş cilddir  3) Et-Tahbîr-ül-Mühezzeb fî Tahrîr-il-Mezheb: Minhâc’ın geniş bir şerhidir  Minhâc’ın namaz bahsinden başlamıştır  4) El-İbtihâc fî Şerh-ıl-Minhâc lin-Nevevî: Talak bahsine kadar yazmıştır  5) El-İbhâc fî Şerh-ıl-Minhâc: Usûl-i fıkha dâirdir  Mukaddimet-ül-Vâcib meselesine kadar yazmıştır  Bu kitabı, oğlu İmâm-ı Sübkî tamamlamıştır  6) Ref-ül-Hâcib an Muhtasar-ı İbn-il-Hâcib: İbn-i Hâcib’in Muhtasar’ının başından az bir kısmının şerhidir  7) Er-Rakm-ül-İbrîzî fî Şerh-i Muhtasar-it-Tibrîzî, 8- El-Veşy-ül-İbrîzî fî Hallit-Tibrîzî: Tamamlayamadığı eserlerdendir  9) Kitâb-üt-Tahkîk fî Meselet-it-Tahlîk: İbn-i Teymiyyeye talak meselesinde büyük reddiyedir  İKİ REKAT NAMAZ Şam Nâibi Aydoğmuş’un, Takıyyüddîn Sübkî’ye sıkıntı vermesini Şeyh Behâeddîn şöyle anlatır: “Nâib ile Takıyyüddîn Sübkî arasındaki anlaşmazlık çok ileri safhaya varmıştı  Sonunda Takıyyüddîn Sübkî, kâdılıktan ayrılmaya karar verdi  Selâhiyye Medresesinde ders verdiği yere gitti  Burada odasına girdi  Kapıyı kapayarak, kâdılıktan ayrılması husûsunda istihâre yapacaktı  İki rekat namaz kılmaya başladı  İkinci rekatin ikinci secdesinde iken bir ses duydu  Bu ses; “Her insan için, önünden ve arkasından tâkib eden melekler vardır  Onu Allahü teâlânın emriyle korurlar  Muhakkak ki Allah, bir topluma verdiği nîmeti, onlar kendilerindeki iyi hâli fenâlığa çevirmedikçe bozmaz  Bir topluma da Allahü teâlâ bir kötülük diledi mi, artık onun geri çevrilmesine hiçbir çâre yoktur  O toplum için (kendilerine yardım edecek) Allahü teâlâdan başka bir yardımcı da yoktur  ” meâlindeki Ra’d sûresi on birinci âyet-i kerîmesini okuyordu  Bunun üzerine kâdılık vazifesinden ayrıldı  O zaman emîr, Bedrüddîn Genkilî bin Bâbâ idi  Takıyyüddîn Sübkî ile Aydoğmuş arasındaki meseleye o da üzülmüştü  Takıyyüddîn Sübkî'yi çok seviyordu ve onu haklı buluyordu  Fakat Aydoğmuş gibi bir devlet adamını da görevden almak bâzı sebeplerden dolayı zordu  Bedrüddîn Genkilî, Takıyyüddîn Sübkî için; “Eğer o, Allahü teâlâ indinde kıymetli bir kul ise, cenâb-ı Hak onu bu sıkıntıdan kurtarır ve rahata erdirir” diyordu  Kısa bir süre sonra, Aydoğmuş’un âniden ölüm haberi geldi  Bu ölüm haberi Takıyyüddîn Sübkî’ye ulaşınca ağladı  Sonra kalkıp namaz kıldı  ” SON SÖZ Yazdığı vasiyet şöyledir: “Kulun her hâlinde ibâdet yapması gerekir  Çünkü ömür çok kısadır  Ömrünün bir kısmı küçüklükte geçer  Bir kısmı büyüyünce, bedenî ihtiyaçlarını temin etmek, uyku, kendisine ârız olan hastalık, özür hâlleri, zarûrî meşgaleler, insanlarla uğraşma ve geçim derdi gibi işlerle geçer  Bunlardan geriye, insan için çok az vakit kalır  İşte insan, ya bu kısacık ömrünü ibâdet ve tâatle geçirmek sûretiyle Allahü teâlâya, Cennet'ine ve çeşit çeşit nîmetlerine kavuşur, veya bu kısacık hayâtı kendi aleyhine zâyi eder de, ebedî hüsrâna uğrar veya ömrünü günah ve başkalarına düşmanlıkla geçirir  Böylece şeytanın yardımcılarından olur, onunla birlikte Cehennem ateşinde yanar  Herkes, yaşadığı kısa ömür içerisinde bu üç hâlden birinde bulunur  Allahü teâlânın takdîr ettiği şeyler, her zaman insanın istediği şekilde cereyân etmez  İnsan bâzan oturup, istediği bir şeyi bekler  Fakat bu sırada birçok iyi şeyleri kaçırır  Çok defâ insanın kendisi için istediği şeylerin sonu şer olur  Bu sebeple insanın tercihte bulunması, şöyle veya böyle olmasını istememesi gerekir  Bilakis, Allahü teâlânın kendisi için hayırlı olanı ihsân etmesi için, bütün işlerini Allahü teâlâya bırakması gerekir  Bir kimsenin dâimâ Allahü teâlâya tâat üzere olması, emirlerine uyup, hep murâkabe üzere olması için, üzerindeki vazifeleri, Allahü teâlânın rızâsına uygun olarak yerine getirmelidir  Meselâ, kâdılık gibi tehlikeli ve zor bir vazifeyi yapmak zorunda kaldığı, ondan kendisini kurtaramadığı zaman, artık o vazifeden ayrılmayı istememelidir  Çünkü o vazifeden ayrılırsa, belki ondan daha kötü bir işe düşebilir  Sonra işlerin sonunun nasıl olacağını bilemez  Bu sebeple, üzerinde bulunduğu vazifede kalmalı ve şu hususlara riâyet etmelidir: 1) Bu vazife kendisini, birinci derecede lâzım olan Allahü teâlânın emirlerini yerine getirmekten alıkoymamalıdır  2) O vazifede kaldığı müddetçe, kötü ve bozuk birisinin o vazifeyi almaması için kaldığını niyet etmelidir  Böylece o mâkama, lâyık olmayan birisinin gelmesine mâni olmuş olur  Bu niyeti ile, dâimâ ibâdet sevâbı kazanır  Mahkemeye bir dâvâ gelip, burada bir mazlûma yardımcı olup, onun hakkını zâlimden aldığı, hakkı ayakta tuttuğu veya bâtıl ve bozuk bir işe mâni olduğu zaman, kat kat ibâdet sevâbına kavuşur  Müslümanları, onlara zarar verecek şeylere karşı himâye eder  Kendisini, efendisinin, içerisinde çoluk çocuğunun bulunduğu bir eve koyduğu köle gibi ve böyle bir eve lâyık olmadığını düşünür  Bu sebeple, bu evden çıkmak ve ayrılmak istemez  Çünkü, efendisi onu oraya koydu  Emir onun emridir  Onun için, efendisinin çoluk çocuğunun işlerini görmek için olanca gücü ile çalışır  Bu hususta efendisinin rızâsını arar  Bâzan efendisi onu imtihân edebilir  Bu bakımdan, onun her zaman hazır olması, dâimâ efendisinin emirleri istikâmetinde bir köle ve hizmetçi olması lâzımdır  Kısa bir müddet sonra ölüm gelir  Ya efendisinin emirlerini yerine getirirken, kölelik ve hizmetçiliği üzere can verir veya ondan başka bir hâl üzere vefât eder  Maksad, Allahü teâlanın rızâsına kavuşmaktır  ” 1) Mu'cem-ül-Müellifîn; c  7, s  127 2) Tezkiret-ül-Huffâz; c  4, s  1508 3) Ed-Dürer-ül-Kâmine; c  3, s  63 4) Hüsn-ül-Muhâdara; c  1, s  321 5) Şezerât-üz-Zeheb; c  6, s  180 6) Tabakât-ül-Müfessirîn; c  1, s  412 7) Bugyet-ül-Vuât; c  2, s  176 8) Miftâh-üs-Seâde; c  2, s  221 9) Tabakât-üş-Şâfiiyye; c  10, s  139 10) Fevâid-ül-Behiyye; s  44 11) Tabakât-üş-Şafiiyye (Esnevî); c  2, s  75 12) Tam İlmihâl Seâdet-i Ebediyye; (51  Baskı) s  1069 13) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c  11, s  101 | 
|   | 
|  | 
|  |