Prof. Dr. Sinsi
|
Sultân-Ül-Ulemâ
Bu meselede verdiğim cevaplara, Hanefî, Şâfiî, Mâlikî ve Hanbelî mezhebi fıkıh âlimleri muvâfakat göstermişlerdir Verdiğimiz bu cevaplara karşı gelenler, Allahü teâlânın kıymet vermediği alalâde kimselerdir Verdiğimiz cevapları kabûl etmemek, dînen câiz değildir Onun kabûl edilmemesi mümkün değildir Eğer bu bahsettiğim âlimler, sultânın meclisinde hazır bulunsa idiler, sultan sözümüzün doğruluğunu gâyet iyi anlardı Sultan bu mevzuyu tahkîk etmeye, derinlemesine tedkîk etme imkânına herkesten daha çok muktedirdir Cevâbım huzurlarında okunduğu zaman, orada bulunup da sultânın kızgınlığını görünce susmayı tercih eden âlimler de, benim sözümü bizzât yazılarıyla tasdîk etmiştir Eğer sultânı o derecede bir kızgınlık hâlinde görmese idiler, muhakkak sultânın huzurunda, bu son sözleri gibi söylerlerdi
Bütün bunlarla berâber, benim söylediklerim ve bana bu hususta muhâlefet edenlerin sözleri yazılır Bütün İslâm âleminde ilmî mevzularda kendilerine mürâcaat edilen, güvenilir, büyük âlimlerden bu mesele hakkında bilgi istenir Ben, sultânın meseleye vâkıf olması için, mûteber âlimlerin kitaplarını kaynak olarak hazırlarım
Yine bana, akîdeleri bozuk o kimselerin, sultâna İmâm-ı Eş'arî hazretlerinin Kur'ân-ı kerîmi hafife aldığının söylendiği ulaştı Hâlbuki İmâm-ı Eş'arî'nin yolunda gidenlerle, bütün müslüman âlimler arasında, Kur'ân-ı kerîme hürmet etmenin vâcib olduğunda hiçbir ihtilâf yoktur Hem bize göre, Kur'ân-ı kerîmi veya O'ndan bir şeyi (âyet-i kerîme, sûre-i şerîfeyi) aşağılayan, onlara kıymet vermeyen kimse kâfir olur, dînî nikâhı bozulur Cenâzesi yıkanmaz, kefenlenmez, namazı kılınmaz, müslüman mezarlığına defnedilmez Özellikle bir yere atılıp, yırtıcı hayvanların yemesine bırakılır
Allahü teâlânın kelâmı hakkında bizim îtikâdımız şöyledir: Allahü teâlânın kelâmı kadîmdir, ezelîdir, zâtı ile kâimdir Yüce zâtı, hiçbir mahlûka benzemediği gibi, kelâm-ı kadîmi de hiçbir mahlûkun kelâmına benzemez Bununla berâber, mushaflara yazılır, gönüllerde saklıdır ve dillerimiz ile okuruz Kim böyle inanmazsa, müslümanların îtikâdından ayrılmış olur Böyle inanmayan ahmak ve câhildir
Burada şunu belirtmek isterim ki, dinde olmayan şeyleri ortaya çıkaran, îtikâdı bozuk bid'at ehline gerekli cevapları verip, onların sözlerini delîl ve vesikalarla çürütmek, aslâ fitne çıkarmak değildir Çünkü Allahü teâlâ, bildiklerini açıklayıp, gizlememelerini âlimlere emir buyurdu Emre uymayanları lânetledi Kim ki, Allahü teâlânın emrine uyar, O'nun dînine yardımcı olursa, Allahü teâlâ onları lânetlemez Aksi takdirde bu lânete müstehak olurlar
İctihâd ile ilgili hususa gelince, îtikâd mevzuunda sâdece Ehl-i sünnet ve cemâat îtikâdındayım Ancak âlimler arasında füru' ile ilgili hususlarda ihtilâf vardır (Bu da müslümanlar için, rahmettir)
Bu işte sâlim olan yolun hangisi olduğunu da söyledik Size lâyık olan, babanızın yolunu tâkib etmektir Babanız Sultan Melik Âdil, Allahü teâlânın dînini yükseltmek için çalıştı ve O'nun için çalışanlara yardımcı oldu Biz, sâdece zâhire göre hükmederiz Herkesin içini Allahü teâlâ bilir Allahü teâlâya hamdolsun, Resûlullah efendimize ve O'nun Ehl-i beytine, Eshâbına ve O'nun yolunda gidenlere salât ve selâm olsun "
İbn-i Abdüsselâm mektubu yazıp bitirince, hiç beklemeden ve tereddüt göstermeden mektubu kapatıp mühürleyerek elçiye verdi İzzeddîn bin Abdüsselâm bu mektubu yazarken, yanında zamânın büyük âlimlerinden bir zât ve İbn-i Abdüsselâma mektup yazarken sultanın yanında bulunan âlimlerden bir kısmı da vardı Onlar, Sultan Eşref'ten gelen mektubun muhtevâsını gâyet iyi biliyorlardı Bu mektup gelince çok korktular ve İzzeddîn bin Abdüsselâm'ın sultâna cevap vermekten âciz kalacağını zannettiler Fakat İbn-i Abdüsselâm'ın derhal mektup yazdığını görünce, hepsinin önceki zanları tamâmen yok oldu Yanında bulunan büyük âlim, İbn-i Abdüsselâm'ın bu cevâbını çok beğenip, bunun, Allahü teâlâ tarafından verilen ilâhî bir yardım olduğunu söyledi
Mektup sultâna okununca, Sultan Eşref çok kızdı İbn-i Abdüsselâm'a muhâlif olan bid'at ehli kimseler, onun işinin bittiğine inanıyorlardı Sultan, sarayında hocalık yapan ve İbn-i Abdüsselâm'ı çok seven Garez Halîl'i yanına çağırdı Yazdığı mektubu ona vererek; "Bunu doğru İzzeddîn bin Abdüsselâm'a götüreceksin ve acele olarak cevâbını getireceksin " dedi Garez Halîl, hemen İzzeddîn bin Abdüsselâm'ın huzûruna gitti Huzûrunda son derece sevgi ve edeble oturarak, sultânın elçisi olduğunu söyledi Sonra; "Vallahi hakkınızda düşmanlık yapıyorlar Sen, işin başında sultanla görüşmemen sebebiyle, kendi aleyhine, onların lehine iş yapmış oldun Eğer sultan seni bir defâ görmüş olsaydı, bunlardan hiçbiri meydana gelmezdi Çünkü, senin sultan yanında derecen ve kıymetin çok yüksektir Sultan bana, senin yanına gelip, sana üç şartı olduğunu söylememi istedi Birincisi; fetvâ vermeyeceksin, ikincisi; hiç kimse ile görüşmeyeceksin, üçüncüsü; evinden ayrılmayacaksın " dedi Bunun üzerine İzzeddîn bin Abdüsselâm; "Ey Garez! Bu şartlar, Allahü teâlânın bana olan nîmetleridir Devamlı şükrü gerektirir Fetvâlara gelince, ben de zâten onun ile uğraşmak istemiyordum Ben inanıyorum ki, müftî, Cehennemin kenarındadır Eğer Allahü teâlâ fetvâ vermeyi bana vâcib kılmamış olsaydı, bu iş ile aslâ meşgûl olmazdım Şimdi ise artık mâzurum Bu vücub benden düştü Hamd, Allahü teâlâya mahsustur İnsanlarla görüşmemem ve evimden ayrılmamam husûsuna gelince, ben hâl-i hazırda evimde bulunuyorum Ey Garez! Evimden ayrılmamam, kendimi Rabbime ibâdete vermem, benim için büyük bir saâdettir Sa'îd o kimsedir ki; evinden ayrılmaz, orada günahlarından dolayı gözyaşı döker Allahü teâlâya ibâdetle meşgûl olmam, Allahü teâlânın bana bir hediyesidir Hak teâlâ bunu bana sultânın vâsıtası ile nasîb eyledi Ancak o kızgın, ben ise sevinçli ve rahatım Vallahi ey Garez! Eğer yanımda hediye edilecek bir elbise olmuş olsaydı, benim için müjde durumunda olan bu mektuba karşılık, sana o elbiseyi verirdim Fakat şu seccâdeyi al, üzerinde namaz kılarsın" dedi Garez Halîl de seccâdeyi kabûl edip öptü Sonra vedâ edip oradan ayrıldı Sultânın yanına gitti ve olanları ona anlattı Sultan orada hazır bulunanlara; "Bana ne yapacağımı söyleyin İbn-i Abdüsselâm, cezâyı nîmet gören bir zâttır Onu kendi hâline bırakalım " dedi
Bu şekilde üç gün geçtikten sonra, Hanefî mezhebinin en büyük âlimi Allâme Cemâlüddîn Husayrî, bir merkebe binip talebeleriyle sultânın yanına gitti Cemâlüddîn Husayrî, ilmiyle amel eden, mübârek bir zâttı Sultan Eşref'e, Cemâlüddîn Husayrî'nin geldiği haber verilince, adamlarını gönderip onu surların içine aldılar Sultânın sarayına kadar merkep üzerinde gitti Sultan, Cemâlüddîn Husayrî'yi görünce, ayağa kalkıp ona doğru yürüdü Ona çok iltifât ederek yanına oturttu Ramazân-ı şerîf olduğundan,Cemâlüddîn Husayrî sultânın yanına girdiğinde iftar vaktiydi Müezzin ezân okuyunca, hep birlikte cemâatle namaz kıldılar Namazdan sonra orucunu açması için bardakla su getirdiler O da bu suyu Husayrî hazretlerine uzattı O; "Senin yiyecek ve içeceğin için buraya gelmedim " deyince, sultan; "Emriniz başım üstünedir " dedi Cemâlüddîn Husayrî de sultana; "Seninle İzzeddîn bin Abdüsselâm arasında ne var? O, öyle bir kimsedir ki, eğer Hind memleketinde veya dünyânın en ücrâ bir köşesinde olsaydı, sultanın onun bereketinden hem kendisi, hem de memleketi istifâde ederdi Ayrıca başka memleketlere karşı iftihâr etmesi için onu memleketine getirmesi gerekir " dedi Bunun üzerine sultan; "Bende onun bizzat kendi eliyle yazdığı ve akîdesini anlatan kâğıtlar var Sen de oku, onun hakkındaki kararını ver " deyince, Cemâlüddîn Husayrî, İbn-i Abdüsselâm'dan gelen veEhl-i sünnet îtikâdını anlatan yazıları sonuna kadar okudu ve; "Bu, müslümanların îtikâdı, sâlihlerin şiârı, müminlerin yakînidir Burada yazılanların hepsi doğrudur Bunlara karşı çıkan, yanlış yoldadır " dedi Sultan bu sözleri duyunca, İbn-i Abdüsselâm ile arasında geçenleri anarak, Allahü teâlâdan af ve magfiret diledi, hatâsını telâfi etmek için İbn-iAbdüsselâm'a bir adam gönderdi Hakkını helâl etmesini ve onunla görüşmek istediğini bildirdi Sultan, Cemâlüddîn Husayrî ile görüşmeden önce, bid'at ehli kimselerin sözlerine göre hareket ediyordu Bu yüzden onlar, en parlak devirlerini yaşıyorlardı Ancak Husayrî hazretleri sultanla görüşüp, hak olan Ehl-i sünnet îtikâdı meydana çıkınca, bid'at ehlinin bozuk akîdelerini yayma çalışmalarının önüne geçilmiş oldu Cemâlüddîn Husayrî, mücâdele ve münâzaa kapısını kapatmak için, kelâm meseleleri üzerinde konuşmaktan sakınılmasını, bu mevzuda hiç kimsenin herhangi bir şekilde fetvâ vermemesini söyledi Böylece uzun süre bid'at ehli sesini çıkaramadı
Şemsüddîn ibni Cevzî, zamânının büyük vâizlerinden idi Herkesin hürmet ve kabûlünü kazanmıştı Vâz ederken çok tesirli konuşurdu Hem kendisi ağlar, hem de cemâatı ağlatırdı Cemâat, meclisinden kendilerinden geçmiş olarak ayrılırlardı Vâzlarını Cumartesi günleri verirdi Bir gün Şemsüddîn ibni Cevzî, Sultan Eşref'in yanına geldi Şemsüddîn ibni Cevzî, sultanın huzûruna girince, sultan kendisine; Mekâsîd-üs-Salât kitabını verdi ve; "Bu kitabı oku " dedi Okuduktan sonra, "Bu kitap çok güzeldir Bir benzeri yazılmamıştır " dedi Bunun üzerine Sultan, ona; "Bu kitabı, vâz meclisinde insanlara okumaları için tavsiye et " dedi
Şemsüddîn ibni Cevzî, vâz vermek için kürsüye çıkıp, Allahü teâlâya hamd ve Resûlüne salât ve selâmdan sonra şöyle dedi: "Biliniz ki, bedenî ibâdetlerin en fazîletlisi namazdır Namaz, kişiyi Rabbine yaklaştırır Mekâsıd-üs-Salât kitâbına çok önem veriniz Bu kitabı, büyük âlim İzzeddîn bin Abdüsselâm yazmıştır Bu kitabı iyi anlayınız ve onu iyi ezberleyiniz Onu çocuklarınıza ve yakınlarınıza öğretiniz Bu kitabın faydası pek çoktur " Bundan dolayı çok yazıldı ve herkes tarafından okundu
Bu hâdiselerden sonra, İbn-i Abdüsselâm'ın sultanın yanında yeri çok yükseldi Sultan ölüm hastalığında iken, yakınlarından birisine; "İzzeddîn bin Abdüsselâm'a git Seni çok seven Sultan-ı Âdil Ebû Bekr'in oğlu Mûsâ sana selâm söyledi Zât-ı âlinizin gelmesini, kendisine yarın huzûr-i ilâhîde faydalı olacak şeyleri anlatmanızı ve duâ etmenizi ister de!" diye bildirdi Haberci, sultânın dediklerini aynen İzzeddîn bin Abdüsselâm'a anlattı O da bu teklifi kabûl etti ve; "Böyle bir ziyâret, en fazîletli ibâdetlerdendir Çünkü bunda birçok faydalar vardır, inşâallah " dedi
İbn-i Abdüsselâm kalkıp, sultânın yanına kadar gitti Oraya varınca sultana selâm verdi Mûsâ onu görünce çok sevindi ve hemen onun elini öptü Sonra; "Ey İzzeddîn! Bana hakkını helâl et Benim için Allahü teâlâya duâ et Bana nasîhatlerde bulun!" dedi O zaman İbn-iAbdüsselâm; "Ben, her gece, insanlara olan hakkımı helâl ediyorum Ben kimsenin bende bir hakkı olmadan gecelerim Bunun mükâfâtını ve karşılığını Allahü teâlâdan bekliyorum İnsanlardan aslâ bir karşılık beklemiyorum EcriminAllahü teâlâdan olup, insanlardan olmaması bana her şeyden daha kıymetlidir Sultana duâ etmeme gelince, çoklukla ben ona duâ ediyorum Çünkü sultanın durumu iyi olursa,İslâmın ve müslümanların durumu da iyi ve güzel olur Allahü teâlâ sultana, yarın huzûr-i ilâhîde yüzünü ak edecek şeyleri görmek nasîb eylesin " dedi Sultan bu ziyâretten ve İbn-i Abdüsselâm'ın sözlerinden memnun kalarak; "Allahü teâlâ sana hayırlar versin " dedi
İzzeddîn bin Abdüsselâm birçok eser yazdı Bu eserlerden bâzıları şunlardır: 1) Kavâid-ül-Kübrâ, 2) Mecâz-ül-Kur'ân, 3) Kavâid-üs-Sugrâ: Kavâid-ül-Kübrâ'nın kısaltılmış şeklidir 4) Şeceret-ül-Meârif, 5) Ed-Delâil-ül-Müteallikât-ı bil-Melâiketi ven-Nebiyyîn aleyhimüsselâm vel-Halkı ecmâîn, 6) Et-Tefsîr, 7) El-Gâye fî İhtisâr-in-Nihâye, 8) Muhtasar-ı Sahîh-i Müslim, 9) El-İmâm fî Edillet-il-Ahkâm, 10) Beyânü Ahvâl-in-Nâs Yevm-el-Kıyâmeti, 11) Bidâyet-üs-Suâl fî Tafdîl-ir-Resûl, 12) El-Fark Beyn-el-Îmân vel-İslâm, 13) Fevâid-ül-Belvâ vel-Mihan, 14) El-Cem'u Beyn-el-Hâvi ven-Nihâye, 15) El-Fetâvâ-il-Mûsuliyye, 16) El-Fetâvâ-il-Mısriyye, 17) Mekâsıd-üs-Salât
ŞİDDETLİ RÜZGÂR
Fransızlar Mensûriye'ye hücûm ettiklerinde, onlara karşı İzzeddîn bin Abdüsselâm da İslâm ordusunda yer aldı Savaş sırasında şiddetli bir rüzgâr, İslâm ordusunun üzerine doğru esmeye başladı ve müslüman askerlerini zor duruma soktu Bunu fark eden İzzeddîn bin Abdüsselâm, sesinin çıktığı kadar seslenerek; "Ey rüzgâr, düşmanların tarafına git!" dedi Bunun üzerine rüzgâr, Allahü teâlânın izni ile düşmana doğru esmeye başladı O kadar şiddetli esti ki, düşmanların atları yıkıldı ve onların altında kalan birçok düşman askeri öldü ve yaralandı Sağ kalanları ise esir alındı Allahü teâlânın izni ile İslâm ordusu muzaffer oldu
1) Mu'cem-ül-Müellifîn; c 5, s 249
2) El-A'lâm; c 4, s 21
3) Tabakât-üş-Şâfiiyye (Sübkî); c 8, s 209
4) El-Bidâye ven-Nihâye; c 13, s 235
5) Şezerât-üz-Zeheb; c 5, s 301
6) Miftâh-üs-Se'âde; c 2, s 353
7) Fevât-ül-Vefeyât; c 2, s 350
8) Câmiu Kerâmât-il-Evliyâ; c 2, s 71
9) Tabakât-ül-Müfessirîn; c 1, s 309
10) Zeyl-i Ravdateyn; s 216
11) Tabakât-ül-Usûliyyîn; c 2, s 73
12) Hüsn-ül-Muhâdara; c 1, s 314
13) Keşf-üz-Zünûn; c 1, s 92,116,220, 260, c 2, s 1027,1143,1360,1780
14) Brockelmann, Sup-1, s 766, Gal-1, s 430
15) İslâm ÂlimleriAnsiklopedisi; c 9, s 53
|