Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Eğitim - Öğretim - Dersler - Genel Bilgiler > Biyografiler

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
arabi, muhyiddini

Muhyiddîn-İ Arabî

Eski 08-02-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Muhyiddîn-İ Arabî




MUHYİDDÎN-İ ARABÎ

On ikinci ve on üçüncü yüzyıllarda Endülüs'te ve Şam taraflarında yaşamış büyük velîlerden İsmi, Ebû Bekir Muhammed bin Ali olup, künyesi Ebû Abdullah'tır İbn-i Arabî ve Şeyh-i Ekber diye meşhûr olmuştur Âilesi meşhûr Tayy kabîlesine mensuptur Cömertliğiyle meşhûr Adiy bin Hâtem'in kardeşi Abdullah bin Hâtem'in neslindendir 1165 (H560) senesinde Endülüs'teki Mürsiyye kasabasında doğdu 1240 (H638) senesinde Şam'da vefât etti KabriŞam'da olup sevenleri tarafından ziyâret edilmektedir

Küçük yaşında ilim tahsîl etmeye başlayan Muhyiddîn-i Arabî, sekiz yaşındayken babasıyla birlikte İşbiliyye'ye gitti Pekçok âlimin ilim meclislerinde bulunup, ilim öğrendi Keskin zekâsı, kuvvetli hâfızası ile dikkatleri çekti

Bir gün Muhyiddîn-i Arabî hastalandı Hastalığın tesirinden bayıldı, hattâ öldü zannettiler Muhyiddîn-i Arabî baygın hâldeyken, kendisine, çirkin yüzlü bâzı kimselerin eziyet ve sıkıntı vermek istediklerini gördü Ayrıca bu çirkin yüzlüleri kovalamaya çalışan nûrânî yüzlü, hoş kokulu bir kimse kendisine yardım ediyordu Nihâyet bu güzel zât, ötekileri dağıttı Onların şerrinden kendisini kurtardı O şahsa kim olduğunu sorduğunda; "Yâsîn sûresi" cevâbını aldı Kendisine gelip gözlerini açtığında, başında bekleyen, gözleri yaşla dolu halde Yâsîn-i şerîf okuyan babasını gördü

Muhyiddîn-i Arabî pekçok ilimleri tahsîl etti Filozof İbn-i Rüşd'le görüştü 1194 (H590) senesinde Endülüs'ten ayrılarak Tunus'a, 1195'de Fas'a gitti Karşılaştığı birçok âlimle sohbet edip, ilim meclislerinde bulundu 1199 senesinde tekrar Endülüs'e dönüp Kurtuba'ya geldi 1201 senesinde tekrar Endülüs'ten ayrılıp doğuya gitmek üzere Tunus'a geçti Hacca giderken Mısır'a uğradı Oradan Mekke-i mükerremeye giderek hac farîzasını yerine getirdi İki yıl kadar Mekke'de kalıp, Medîne-i münevvereye geldi ve sevgili Peygamberimizin kabr-i şerîfini ziyâret etti

Endülüs'te, Fas'ta, Tunus'ta, Mısır ve Mekke-i mükerremede kaldığı zamanlarda hadîs ilmini ve diğer ilimlerden bir kısmını; İbn-i Asâkir ve Ebü'l-Ferec ibn-il-Cevzî, İbn-i Sekîne, İbn-i Ülvan, Câbir bin Ebû Eyyûb gibi büyük âlimlerden öğrendi Gittiği yerlerde büyük âlimler ile görüşüp, onlardan ilim öğrenmek sûretiyle, fen ve din ilimlerinde en iyi şekilde yetişti

Tefsîr, hadîs, fıkıh, kırâat gibi pekçok ilimlerde büyük âlim oldu Tasavvufta, Ebû Midyen Magribî, Cemâleddîn Yûnus bin Yahyâ, Ebû Abdullah Temim, Ebü'l-Hasan ve Seyyid Abdülkâdir-i Geylânî hazretlerinin rûhâniyetinden feyz aldı, yüksek derecelere kavuşup, meşhûr oldu Mekke'de bulunduğu sırada Fütûhât-ı Mekkiyye adlı eserini yazdı

Gavs-ül-a'zam Seyyid Abdülkâdir Geylânî hazretleri, bir gün en önde gelen talebelerinden Cemâleddîn Yûnus bin Yahyâ'yı yanına çağırarak; "Benden sonra, benim künyem olan Muhyiddîn isminde, Allahü teâlânın çok sevdiği evliyâsından bir kimse gelecektir Bu hırkamı ona teslim edersin" buyurdu Yûnus bin Yahyâ, uzun yıllar sonra talebesi olan Muhyiddîn-iArabî'ye, hocasının vasiyeti olan o hırkayı teslim etti Muhyiddîn-i Arabî hazretleri, zamânında, ilminden ve feyzinden istifâde etmek için kendisine mürâcaat edilen belli başlı büyük âlimlerden oldu Şam, Irak, Cezîre ve Anadolu taraflarına seyâhat etti Konya'ya gelip, Selçuklu Sultanı tarafından çok ikrâm ve hürmet gördü Sultanlardan kendisine birçok tahsisat tâyin olunduğu ve hediyeler gönderildiği halde, hepsini fakirlere dağıtırdı Sofiyye-i âliyyeden ve kelâm âlimlerinden olan Sadreddîn-i Konevî'nin hocası ve üvey babası oldu

Hocasının üstâdı olan Abdülkâdir-i Geylânî hazretlerinin hırkasını üvey oğlu ve talebesi olan Sadreddîn-i Konevî'ye giydirdi

Konya'da bir müddet kaldıktan sonra Haleb'e giden Muhyiddîn-i Arabî hazretleri, 1215 senesinde tekrar Konya'ya döndü Aynı sene içinde Sivas'a, oradan da Malatya'ya gitti 1230 senesinde Şam'a giderek oraya yerleşti

Büyük âlimler, Muhyiddîn-i Arâbî'nin hâl, makam ve ilim bakımından pek yüksek olduğunu kabûl ettiler Evliyânın büyüklerinden Ebû Midyen Magribî ona; "Âriflerin Sultânı" demişdir Şeyh Safiyyüddîn bin Ebû Mensûr onun hakkında; "O, şeyhdir, imâmdır Hem de tam kâmil ve hakîkatı bulanlardandır Onu üstün irfan sâhiplerinin başında saymak lâzımdır Öyle açık gönül âlemi vardı ki, özüne erip, bulduğu her şeyi oradan geçirir ve bulurdu Keşf âlemi açık ve aydınlıktı Kavuştuğu hâllere gelince, ancak "Hârika" diye vasıflandırmak mümkündür En tatlı feyizler onun gönlüne akardı Hak âlemine yaklaştıran merdivenlerin en üst basamağında onun da yeri vardı Bilhassa velâyet ahkâmına dâir tasavvuf deryâsında pek uzun kulaçlar atardı O ummânın da süratli bir yüzücüsü idi Ve nihâyet o, bu yolda vaz geçilmez bir zât idi Böyle kabûl edip, onun şânını bu şekilde yüceltmek ona lâyıktır" derdi

Talebelerinden Sadreddîn-i Konevî şöyle anlatmıştır: "Hocam İbn-i Arâbî, geçmiş peygamberlerin ve velîlerin ruhlarından istediği ile rüyâsında veya uyanık iken görüşürdü"

Muhyiddîn-i Arabî hazretleri şöyle anlatır:

"Bir gün Tunus Limanında idim Vakit geceydi Kıyıya yanaşmış gemilerden birisinin güvertesine çıktım Etrâfı seyretmeye başladım Denizin üzerinde ay doğmuş, fevkalâde güzel bir manzara teşkil ediyordu Bu manzarayı, cenâb-ı Hakk'ın her şeyi ne kadar güzel ve yerli yerinde yarattığını tefekkür ederken dalmıştım Birden ürperdim Uzaktan, uzun boylu, beyaz sakallı bir kimsenin suyun üzerinde yürüyerek geldiğini gördüm Nihâyet yanıma geldi Selâm verip bâzı şeyler söyledi Bu arada ayaklarına dikkatle baktım, ıslak değildi Konuşmamız bittikten sonra, uzakta bir tepe üzerindeki Menare şehrine doğru yürüdü Her adımında uzun bir mesâfe katediyordu Hem yürüyor, hem de Allahü teâlânın ismini zikrediyordu O kadar güzel, kalbe işleyen bir zikri vardı ki, kendimden geçmiştim Ertesi gün şehirde bir kimse yanıma yaklaşarak selâm verdi ve; "Gece gemide Hızır aleyhisselâm ile neler konuştunuz? O neler sordu, sen ne cevap verdin?" dedi Böylece gece gemiye gelenin Hızır aleyhisselâm olduğunu anladım Daha sonra Hızır aleyhisselâm ile zaman zaman görüşüp sohbet ettik, ondan edeb öğrendim

"Bir defâsında deniz yolu ile uzak memleketlere seyahate çıkmıştım Gemimiz bir şehirde mola verdi Vakit öğle üzeriydi Namaz kılmak için harâb olmuş bir mescide gittim Oraya gayr-i müslim bir kimse de gelmiş etrâfı seyrediyordu Onunla biraz konuştuk Peygamberlerden meydana gelen mûcizelerle, evliyâdan hâsıl olan kerâmetlere inanmıyordu Biz konuşurken, mescide birkaç seyyah geldi Namaza durdular İçlerinden biri, yerdeki seccâdeyi alıp, havaya doğru kaldırıp yere paralel durdurdu Sonra üzerine çıkıp namazını kıldı Dikkatlice baktığımda, onun Hızır aleyhisselâm olduğunu anladım Namazdan sonra bana dönerek; "Bunu, şu münkir kimse için yaptım" dedi Mûcize ve kerâmete inanmıyan o gayr-i müslim, bu sözleri işitince insâf edip müslüman oldu"

Zenginlerden biri, Muhyiddîn-i Arabî hazretlerine kıymetli bir ev bağışlamıştı İbn-i Arabî hazretleri bu evde oturuyordu Bir gün bir fakir gelip dedi ki: "Allah rızâsı için bana bir şey ver" Muhyiddîn-i Arabî hazretleri de buyurdu ki: "Bu evden başka bir şeyim yoktur Al onu sana vereyim Senin olsun" Böyle söyleyip, evi o fakire verip terketti

Muhyiddîn-i Arabî hazretleri, İmâm-ı Gazâlî'ye muhabbet ve bağlılığından, Şam'da Gazâliye Medresesinde çok oturur, İmâm-ı Gazâlî hazretlerinin eserlerini okurdu Bir gün müderris derse gelmedi Muhyiddîn-i Arabî orada idi Fakîhler kendisine; "Efendim, bugün bize dersi siz veriniz" deyip ısrâr ettiler O da; "Ben Mâlikî mezhebindenim Mâdem ki çok ısrâr ediyorsunuz akşamki dersinizi söyleyiniz" buyurdu İmâm-ı Gazâlî'nin fıkha dâir Vesît kitabından bir yer gösterdiler Muhyiddîn-i Arabî onlara ders verdi, uzun uzun îzâh ve açıklamalar yaptı Öyle ki, onlar; "Biz böyle bir üstâd görmedik" dediler

Horasan'da Muhyiddîn-i Arabî hazretlerine çok dil uzatan, ona ve onu sevenlere eziyet eden bir adam vardı Çok eziyet görenler, Muhyiddîn-i Arabî'ye bunu şikâyet edip, sabra tahammülümüz kalmadı, cezâsını veriniz dediler O da; "Bana şöyle şöyle bir bıçak getirin" buyurdu Bir kâğıdı insan şeklinde yapıp, bıçakla kesti ve; "Ey cemâat, şu anda, Horasan'daki o inatçı adamı boğazladım Evindeki duvarın çatısındaki köprü şeklindeki kalası kaldırdım ve bıçağı onun altına koydum Onu yirmi kişiden az insan kaldıramaz Bıçağın üzerine, onun kanı ile, bunu Muhyiddîn-i Arabî boğazladı diye yazdım" buyurduŞikâyet edenlerden biri Horasan'a gitti O evi buldu Filân kimse, falan günde, falan saatte onu kesti dediler Hâdise, hocalarının buyurduğu şekildeydi Onlara vâkıayı anlattı Birçokları töhmetten kurtuldu Bildirilen kalası kaldırdılar Bıçağı ve yazıyı, Muhyiddîn-i Arabî'nin buyurduğu hâlde buldular

Bir kimse, Muhyiddîn-i Arabî hazretlerinin büyüklüğüne inanmaz, ona buğzederdi Her namazının sonunda da, ona on defâ lânet etmeyi kendisine büyük bir vazife kabûl ederdi Aradan aylar geçti, adam öldü Cenâzesinde Muhyiddîn-i Arabî de bulundu Cenâzenin affedilmesi için cenâb-ı Hakk'a yalvardı Definden sonra arkadaşlarından biri, Muhyiddîn-iArabî'yi evine dâvet etti O evde bir müddet murâkabe hâlinde bekledi Bu arada yemekler gelmiş, soğumuştu Ancak saatler sonra murâkabeden gülümseyerek ayrıldı ve yemeğin başına gelip buyurdu ki: "Bana her gün namazlarının sonunda on defâ lânet okuyan bu kimse, af ve magfiret edilinceye kadar Allahü teâlâya hiçbir şey yememek ve içmemek üzere ahdetmiştim Onun için bu hâlde bekledim Yetmiş bin Kelime-i tevhîd okuyarak rûhuna bağışladım Elhamdülillah, Rabbim dileğimi kabûl buyurdu Artık yemek yiyebilirim"



Alıntı Yaparak Cevapla

Muhyiddîn-İ Arabî

Eski 08-02-2012   #2
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Muhyiddîn-İ Arabî




Muhibbüddîn-i Taberî, vâlidesinden şu hâdiseyi rivâyet etti: "Şeyh-i Ekber Muhyiddîn-i Arabî hazretleri, bir gün Kâbe-i muazzamada, Kâbe'nin mânâsı hakkında bir vâz veriyordu İçimden onun söylediklerini inkâr ettim O gece, mânevî mânâda Kâbe'nin Muhyiddîn-iArabî'nin etrâfında dönerek, onu tavaf ettiğini gördüm"

Şihâbüddîn Sühreverdî ile Muhyiddîn ibni Arabî yolda karşılaştılar Bir saat kadar sonra bir şey konuşmadan ayrıldılar Daha sonra Sühreverdî'ye denildi ki: "İbn-i Arabî hakkında ne dersin?" buyurdu ki: "Hakîkatler deryâsı, kutb-i kebîr ve gavs'dır"

İbn-i Arabî'ye Sühreverdî'den sorulunca buyurdu ki: "Baştan ayağa kadar sünnet-i seniyye ile doludur"

"Ruhlar ile nasıl görüşüyorsunuz?" diye sordular Onlara verdiği cevapta; "Üç şekilde: 1) Rüyâ yoluyla, 2) Onların rûhâniyetlerini dâvet edip görüşerek, 3) Bedenimden rûhumu ayırıp, rûhumla onların yanına giderek" buyurdu

Muhyiddîn-i Arabî hazretleri kendinden nasîhat isteyen bir kimseye buyurdu ki:

"Ey nefsinin kurtuluşunu isteyen kimse! Herşeyden önce sana lâzım olan, sana kendi ayıb ve kusûrlarını gösterecek, seni nefsine itâattan kurtaracak bir üstâd, hoca lâzımdır Şâyet böyle bir zâtı aramak için uzak memleketlere gideceksen, sana bâzı nasîhatlerde bulunayım O zâtı bulduğun zaman, huzûrunda, yıkayıcının elindeki meyyit, ölü gibi ol Çünkü meyyit, yıkayıcının irâdesine göre hareket eder Yıkayıcı onu istediği tarafa çevirir Meyyit, yıkayıcıya aslâ îtirâz etmez

Sakın hatırına o zâta karşı îtirâz gelmesin Hâlini ondan gizleme ve onun yerine oturma Elbisesini giyme Onun huzûrunda, kölenin, efendisinin huzûrunda oturuşu gibi otur Sana emrettiği şeyi yap Sana emrettiği şeyi iyice anla ve iyi öğrenmeden o işin peşinde koşma Ona bir rüyânı veya başka bir hâlini arz ettiğin zaman, ona cevâbını sorma, ona düşman olandan Allah için uzak dur O düşman ile berâber olma Arkadaşlık etme Hocanı seveni sev ve ona yardımcı ol

O zâta, hiçbir işinde îtiraz etme Bunu niçin böyle yaptın? deme Sana ne iş vermişse yap Oturduğunda onun senin oturuşundan haberdâr olduğunu unutma Edebi aslâ terketme Yolda giderken onun önünde yürüme Devamlı ona bakma Çünkü böyle yapmak, hayâyı azaltır, ona karşı hürmeti kalbten çıkarır Ona olan sevgini, onun emirlerine uyup, yasak ettiklerinden sakınmak sûretiyle göster O zâta yemek ve yiyecek takdîm ettiğin zaman, diğer lâzım olan şeyler ile berâber önüne bırak, kapının yanında edeble dur Eğer sana seslenirse cevap ver Yoksa yemeğini yiyinceye kadar bekle Yemeğini yiyip sana sofrayı kaldırmanı söylediği zaman hemen kaldır Sofrada bir şeyler kalıp, senin yemeni emrettiği zaman, îtiraz etmeden ye Başkasına verme

O zâtın denemesinden çok sakın ve kork Çünkü bâzan onlar, talebelerini denerler Onunla berâber olduğunda pek dikkatli ol Eğer senden o zâta karşı edebe uymayan bir husus meydana gelip, onun bundan haberi olduğu hâlde, sana müsâmaha gösterdiğini, seni cezâlandırmadığını görürsen, bilki o seni denemektedir O zât, bulunduğu yerden çıkıp gitmek istediği zaman, gittiği yeri sorma Ona, işleri hususunda sana görüşünü sormadan, görüş beyân etme Şâyet seninle istişâre ederse, ona uygun şekilde sana göre de muvâfık olduğunu söyle Haddizâtında onun seninle meşveret etmesi, senin görüşüne muhtac olduğundan değil, sana olan sevgisindendir

Böyle bir zâtı aradığın müddet içerisinde, şunlara dikkat et: İlk yapacağın şey; tövbe etmek, üzdüğün kimseleri râzı etmek, üzerinde hakkı bulunanlara haklarını geri vermek, günah ve isyân içerisinde geçen ömrün için ağlamak, ilim ile meşgûl olmaktır Abdestsiz olma Abdestini şartlarına uygun al Abdestin bozulunca, hemen abdest al Abdest aldığın zaman iki rekat namaz kıl Cemâatle beş vakit namaza ve evinde nâfile namaza devâm et

Abdesti en güzel ve şartlarına uygun olarak al Her hareket ve işine Besmele ile başladığın gibi, abdest almaya da Besmele ile başla Ellerini, dünyâyı terk etme niyeti ile yıka Ağzına gelince, ağzı yıkarken okunan duâları oku Tevâzu ve huşû içerisinde, kibir hâlinden sıyrılmış bir vaziyette burnuna su al Yüzünü hayâ ederek yıka Ellerini, dirseklere kadar tevekkül hâli üzere yıka Başını, kendini alçaltarak, muhtaç kabûl eden kimsenin tavrı ile mesh et Kulaklarını, en güzel ve doğru sözleri dinlemek için mesh et Ayağını da Rabbinin nîmetlerini müşâhede etmek için yıka Sonra Allahü teâlâya hamd ü senâda bulun Resûlullah'a salâtü selâm oku Sonra, namaz kılarken, Allahü teâlânın huzûrunda durur gibi dur Yüzün ile Kâbe-i muazzamaya döndüğün gibi, kalbin ile de Allahü teâlâya dön Kul olduğunu, Rabbine ibâdet ettiğini düşünerek, hürmetle tekbîr al Rükû'dan kalkınca, secdede ve diğer bütün hareketlerinde, Allahü teâlânın kudreti ile yaşadığını düşün Selâm verinceye kadar ve selâm verdikten sonra bu düşünce üzere kal Evine girdiğin zaman da iki rekat namaz kıl

Acıkmadıkça yeme Yemeği doymadan bırak Fazla su içme Yemeği ihtiyâcın kadar ye Yemek yerken, lokmayı ne büyük ne de küçük al Orta derecede al Lokmayı ağzına koymadan önce Besmele-i şerîfeyi oku Lokmayı iyice çiğne, sonra yut Yemekten sonra Allahü teâlâya hamd ü senâda bulun"

Muhyiddîn-i Arabî hazretleri velîlik yolundaki yüksek derecesini ifâde ederek buyurdu ki:

"Allahü teâlâ bana öyle nîmetler ihsân etti, bildirdi ki, istersem kıyâmete kadar gelecek bütün velîleri, kutubları, isim ve nesebleriyle bildirebilirim Fakat bâzıları inkâr ederler de, mânevî kazançlarından kaybederler diye korkuyorum"

Muhyiddîn-i Arabî hazretleri kendisinden yüzlerce sene sonra ortaya çıkacak olan telgrafın çalışma tekniğini bildirdiEdison'u (1847-1931) dahi "Üstâdım" demek mecbûriyetinde bıraktı Fâtih SultanMehmed Hanın İstanbul'u fethedeceğini, Yavuz SultanSelîm Hanın Şam'a geleceğini keşf yoluyla haber verdi

Şeceret-ün-Nu'mâniyye fî Devlet-il-Osmâniyye isimli eserinde; "Sin, Şın'a gelince, Muhyiddîn'in kabri meydana çıkar" buyurdu Muhyiddîn-i Arabî hazretleri, Şam'da, kalbi para sevgisiyle dolu bir grup kimseye; "Sizin taptığınız, benim ayağımın altındadır" dedi Orada bulunanlar bu sözü anlayamadılar 1240 (H638) Rabî'ul-âhir ayının 28 Cumâ günü, yetmiş sekiz yaşında iken Şam'da fânî dünyâdan âhirete irtihâl etti Sâlihiyye'de defnolundu Şam halkı, onun büyüklüğünü anlayamadıkları için kabrinin üzerine çöp döktüler Osmanlı SultânıYavuz Selîm Hân Şam'a geldiğinde; "Sin, Şın'a gelince, Muhyiddîn'in kabri meydana çıkar" sözünün ne demek olduğunu anladı Kabrini araştırıp buldurdu Çöpleri temizleterek, kabrin üzerine güzel bir türbe, yanına bir câmi ve imâret yaptırdı Ayrıca Muhyiddîn-i Arâbî'nin vefâtından önce ayağını yere vurarak, "Sizin taptığınız, benim ayağımın altındadır" buyurduğu yeri tesbit ettirip, orayı kazdırdı Orada küp içinde altın çıktı Bundan, "Siz, Allahü teâlâya değil de, paraya tapıyorsunuz" demek istediği anlaşıldı

Muhyiddîn-i Arabî hazretlerinin, onu çok seven bir hizmetçisi vardı Onun vefâtından sonra gece gündüz ağlardı Bir gece hizmetçinin kapısı açıldı İçeriye Muhyiddîn-i Arabî sağlığındaki hâliyle girdi Hizmetçisine; "Ağlamayınız" diyerek onu teselli etti

Büyük âlimlerden birisi Kâbe-i muazzamaya gelmiş tavâf ediyordu O esnâda ihrâmını giymiş bir kimsenin ayağa kalkmadığını gördü ve kendi kendine; "Benim gibi bir âlime hürmet etmemek ne ayıp şey" dedi Biraz sonra büyük bir câmide vâz verecekti Câmi çok kalabalıktı Bütün cemâat onun vâzını dinlemek için bekliyorlardı Büyük âlim ağır ağır kürsüye çıktı Fakat hiçbir şey söyleyemedi Aklındaki bilgiler o anda silinmişti Bir an aklı durur gibi oldu Ter içinde kaldı "Bugün biraz rahatsızım, konuşamayacağım" dedi ve kürsüden indi Evine gidip; "Yâ Rabbî! Ne gibi bir hatâ ettim, ne gibi bir kusûr işledim de bunlar başıma geldi" diye Allahü teâlâya yalvarıp ağladı O gece rüyâsında Muhyiddîn-i Arabî'yi gördü Hatâsının ona karşı olan düşüncesi olduğunu anlayıp pişman oldu Muhyiddîn-i Arabî'yi aradı fakat bulamadı Ümitsiz bir halde otururken kapısı çalındı Gördü ki, Muhyiddîn-i Arabî hazretleri karşısında durmaktadır "Buyurun" deyip içeri aldı ve af diledi Muhyiddîn-i Arabî onun özrünü kabûl etti Allahü teâlâya onun için duâ etti O âlim kimsenin ilmi, kendisine iâde olundu

Muhyiddîn-i Arabî hazretleri her işini Allahü teâlânın rızâsına kavuşmak için yapardı Allahü teâlânın rızâsına ve mârifet-i İlâhiyyeye kavuşmak için İslâmiyete tam uymak gerektiğini belirtirdi

"İslâmiyetin emirlerinden bir emri yapmayanın mârifeti sahîh değildir" buyururdu

Muhyiddîn-i Arabî; "Ârifin niyeti, maksadı olmaz" buyuruyor İslâm âlimleri bu cümleyi şöyle açıklamaktadırlar: "Allahü teâlâyı tanıyan kimse, belâdan kurtulmak için bir şeye başvurmaz demektir Çünkü, derd ve belâların sevgiliden geldiğini, O'nun dileği olduğunu bilmektedir Dostun gönderdiği şeyden ayrılmak ister mi ve o şeyin geri gitmesini özler mi? Evet duâ ederek, gitmesini söyler Fakat, duâ etmeğe emr olunduğu için, bu emre uymakdadır Yoksa, gitmesini hiç istemez O'ndan gelen her şeyi de sever, hepsi kendine tatlı gelir Evet, çünkü sevgilinin düşmanlığı, düşmanlar içindir Dostlarına düşmanlığı, görünüştedir Bu ise merhametini, acımasını bildirmektedir Böyle düşman görünmesinin, sevene nice faydaları vardır, bu anlatılmakla bitmez Bundan başka, dostlarına düşmanlık gibi görünen işler yapması, bunlara inanmıyanları harâb etmekte, onların belâlarına sebeb olmaktadır"

Şeyh-i Ekber Muhyiddîn-i Arabî hazretleri hadîs ilminde sâhib-i isnâd ve fıkıh ilminde ictihâd makâmında idi Buyururdu ki: "Peygamber efendimiz; "Hesâba çekilmeden evvel, hesâbınızı görünüz" emri ile, bâzı meşâyıh, her gün ve her gece yaptıkları işlerden kendilerini hesâba çekiyor Ben, hesâbda onları geçtim ve işlediklerimle berâber, düşündüklerimde de hesâbımı görüyorum"



Alıntı Yaparak Cevapla

Muhyiddîn-İ Arabî

Eski 08-02-2012   #3
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Muhyiddîn-İ Arabî




Dört mezhebin âlim ve ârifleri, Muhyiddîn-i Arabî'yi hep medhetmişlerdir İmâm-ı Şa'rânî El-Yevâkit vel-Cevâhir'inde ondan uzun uzun bahsetmekte, Şeyh Abdülganî Nablüsî ve Ârif-i billah Seyyid Mustafa Bekrî, onun için ayrı birer kitap yazmışlardır Abdülganî Nablüsî'nin eseri Er-Redd-ül-Metîn alâ Müntakıs-il-Ârif Muhyiddîn, Seyyid Mustafa Bekrî'nin eseri, Es-Süyûf-ül-Haddâd fî A'nâki Ehl-iz-Zendeka vel-İlhâd'dır Şihâbüddîn Sühreverdî, Şeyhülislâm Zekeriyyâ, İbn-i Hacer Heytemî, Hâfız Süyûtî, Ali bin Meymûn, Celâlüddîn Devânî, Seyyid Abdülkâdir Ayderûsî, İbn-i Kemâl Paşa, Kâmûs sâhibi Necmüddîn Fîrûzâbâdî hep onu medh etmişlerdir

Osmanlı Devletinin yetiştirdiği âlimlerin en büyüklerinden olan İbn-i Kemâl Paşa hazretleri, İbn-i Arabî hakkında sorulan bir suâle şöyle cevap vermiştir: "Kullarından sâlih âlimler yaratan, bu âlimleri peygamberlerine vâris kılan Allahü teâlâya hamd olsun Dalâlette olanlara doğru yolu göstermek için gönderilen Muhammed Mustafâ'ya, O'nun Ehl-i beytine ve dînimizin emirlerini tatbikte gayretli olanEshâbına salât ve selâm olsun Ey insanlar, biliniz ki; Şeyh-i âzam âriflerin kutbu, muvahhidlerin imâmı, Muhammed bin Ali ibniArabî et-Tâî el-Endülüsî, kâmil bir müctehid, fâzıl bir mürşîd, hayret verici menkıbeler, garip hârikalar sâhibi bir âlimdir Çok talebesi olup, âlimler, fâzıllar indinde makbûldür İbn-i Arabî'yi inkâr eden hatâ etmiştir Hatâsında ısrâr eden sapıtmıştır Sultânın onu edeblendirmesi ve bu bozuk îtikâddan sakındırması lâzımdır Zîrâ, Sultan iyiliği emredip, kötülükten sakındırmak ile memurdur ve vazifelidir

İbn-i Arabî'nin birçok eseri vardır Füsûs-i Hikem ve Fütûhât-ı Mekkiyye adlı eserlerinin bâzı meseleleri lafz ve mânâ bakımından mâlûm olup, emr-i ilâhîye ve şer'i Nebevî'ye uygun, bâzı meseleleri ise, zâhir ehlinin idrâkinden hafîdir (gizlidir) Bunu ancak ehl-i keşf ve bâtın (gönül ehilleri) bilirler Meram olan mânâyı anlayamayan kimsenin, bu makamda susması gerekir Zîrâ Allahü teâlâ, Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyuruyor ki: "Hakkında bilgi sâhibi olmadığın bir şeyin ardınca gitme, çünkü kulak, göz ve kalb, bunların hepsi ondan sorumludur" (İsrâ sûresi: 36) Allahü teâlâ doğru yola götürendir"

İmâm-ı Süyûtî, Tenbîh-ül-Gabî kitabında, Muhyiddin-i Arabî hazretlerinin büyüklüğünü vesîkalarla isbât etmektedir Ebüssü'ûd Efendi fetvâlarında da, ona dil uzatılamayacağı yazılıdır

Bununla berâber, îmân, îtikâd ve ibâdet bilgilerine tam vâkıf olmayanların ve tasavvufun inceliklerini iyi bilmeyenlerin, Muhyîddîn-i Arabî'nin kitaplarını okumaları ve sözleri üzerinde düşünmeleri, çok defâ zararlı olmaktadır Geçmiş asırlardaki velîlerin ve âlimlerin bâzıları da, onun sözlerini anlamakta acze düşmüşler ve yanlış yollar tutmuşlardır Ayrıca tasavvufta vahdet-i vücûd bilgisi ve mertebesi çok yüksek ve kıymetli olmakla berâber, nihâyetin nihâyeti değildir Asıl maksad yanında, bu mertebe çok gerilerde kalmaktadır (Vahdet-i Vücûd ve Muhyiddîn-i Arabî hakkında, İhlâs Holding AŞ tarafından yayınlanan Müjdeci Mektuplar ve Seâdet-i Ebediyye kitaplarında geniş bilgiler vardır)

Muhyiddîn-i Arabî hazretleri, 1230 (H627) senesinde Şam'da iken, bir gece mânâ âleminde Peygamber efendimizi gördü Peygamber efendimiz elinde bir kitap tutarak; "Bu Füsûs-ül-Hikem kitabıdır Bunu al ve insanların faydalanması için muhteviyâtını açıkla" buyurdu Muhyiddîn-i Arabî de Sevgili Peygamberimizin mânevî işâretine uyarak, emir ve ilhâm ile, kitabın ihtivâ ettiği hususları ne eksik, ne de fazla yazdı Bu kitapta kısa bir başlangıç vardır Ve ismi bildirilen her Peygambere aleyhimüsselâm, bir hikmet verildiği bildirilmiştir Çok kıymetli bir kitaptır Sonra gelen âlimler, bu kitabın kırktan fazla şerhini yapmışlardır

Muhyiddîn-i Arabî hazretleri, evliyâ-i ârifînin en büyüklerinden olduğu gibi, zâhir âlimlerin de büyük imâmlarındandır Sultan Melik Muzaffer Behâüddîn Gâzî'ye icâzet (diploma) verdiği, Câmiu Kerâmât isimli kitapta bildirilmektedir Yine aynı kitapta, üstâdlarının isimleri uzun uzun yazılıdır Bu kitapta, yazdığı eserlerden iki yüz otuz dört tânesinin ismi bildirilmekte, hepsi bu icâzette yazılmış bulunmaktadır Eserlerinden bâzıları şunlardır: Fütûhât-ı Mekkiyye, Et-Tedbîrât-ül-İlâhiyye, Et-Tenezzülât-ül-Mevsûliyye El-Ecvibet-ül-Müsekkite an Süâlât-il-Hakîm Tirmizî, Füsûs-ül-Hikem, El-İsrâ ilâ Makâmil Esrâ, Şerhü Hal'in-Na'leyn, Tâc-ür-Resâil, Minhâc-ül-Vesâil, Kitâb-ül-Azamet, Kitâb-ül-Beyân, Kitâb-üt-Tecelliyât, Mefâtîh-ül-Gayb, Kitâb-ül-Hak, Merâtibü Ulûm-il-Vehb, El-İ'lâm bi-İşâreti Ehl-il-İlhâm, El-İbâdet vel-Halvet, El-Medhal ilâ Ma'rifetil-Esmâ, Künhü mâ lâ Büdde Minh, En-Nükabâ, Hilyet-ül-Ebdâl, Esrâr-ül-Halvet, Akîde-i Ehl-i Sünnet, İşârât-ül-Kavleyn, Kitâb-ül-Hüve vel-Ehâdiyyet, El-Celâlet, El-Ezel, Anka-i Mugrib, Hatm-ül-Evliyâ, Eş-Şevâhid, El-Yakîn, Tâc-üt-Terâcim, El-Kutb, Risâlet-ül-İntisâr, El-Hucb, Tercümân-ül-Eşvâk, Ez-Zehâir, Mevâkı-un-Nücûm, Mevâiz-ül-Hasene, Mübeşşirât, El-Celâl vel-Cemâl, Muhâdarât-ül-Ahrâr ve Müsâmerât-ül-Ahyâr Buhârî, Müslim, Tirmizî'nin eserlerini muhtasar hâle getirmiştir Sırrü Esmâillah-il-Husnâ, Şifâ-ül-Alîl fî Îzâh-üs-Sebîl, Cilâ-ül-Kulûb, Et-Tahkîk fil-Keşfi an Sırr-is-Sıddîk El-Vahy, El-Ma'rifet, El-Kadr, El-Vücûd, El-Cennet, El-Kasem, En-Nâr, El-A'râf, Mü'min, Müslim ve Muhsin, El-Arş, El-Vesâil, İ'câz-ül-Lisân fî Tercemetin an-il-Kur'ân"

SÖZLERİ DOĞRUDUR

Şeyh-i Ekber Muhyiddîn-i Arabî hazretleri, Hızır aleyhisselâm ile karşılaşmasını şöyle anlatır: "Hocalarımdan Ebü'l-Abbâs hazretleri bir zâtı anlatıyordu Ben, hocamın bu zât hakkında beslediği hüsn-i zanna hayret etim O kimsenin bâzı uygun olmayan hareketlerinin olduğunu söyledim O gün evime giderken, yolda bir kimse ile karşılaştım O zâtın yüzü nûr ile dolu olup, ayın on dördü gibi parlıyordu Bana selâm verdikten sonra; "Ey Muhyiddîn! Üstâdın Ebü'l-Abbâs'ın o zât hakkındaki sözleri doğrudur Onu tasdîk et" buyurdu Ben hayret etmiştim Geriye dönüp hocama durumu anlattım Bana; "Sana söylediğim sözün doğru olduğunu isbât etmek için Hızır aleyhisselâmdan yardım istedim" buyurdu Bunun üzerine hocama îtirâz şeklinde hiçbir sözde bulunmayacağıma söz verdim ve tövbe ettim"

YAKMAYAN ATEŞ

Muhyiddîn-i Arabî, zamânında bir kişi,
Felsefeyle îzâha, çalışırdı her işi

Açık mûcizeleri, ederdi o hep inkâr,
Derdi ki: “Bu şeylere, câhiller inanırlar

Geldi bir gün bu kişi, Muhyiddîn-i Arabî’ye,
Kapıdan izin alıp ve girdi içeriye,

Soğuk bir kış günüydü, mangal vardı odada,
Şöyle söze başladı, bu filozof orada

“Bâzı câhil insanlar, şuna inanırlarmış,
Nemrud Halîlullah'ı, bir gün ateşe atmış

Ve lâkin Halîlullah, yanmamış o ateşte,
Bu işi akıl mantık, kabûl etmiyor işte

Ateşin özelliği, yakıcıdır muhakkak
Böyle hurâfelere, câhil inanır ancak

Üzüldü o velî zât onun bu sözlerinden
Ona cevap olarak, kalktı hemen yerinden,

Ateş dolu mangalı, alarak ellerine,
Boşalttı tamamını, kilimin üzerine

Karıştırdı eliyle, hem de o ateşleri,
Sonra da avuç avuç, mangala döktü geri

Bunu gören filozof, şaşırdı hayretinden,
Dedi ki: “Bu gördüğüm, gerçek mi hakîkaten

Peşinden buyurdu ki, Muhyiddîn-i Arabî:
“Sok sen de şu ateşe, elini, benim gibi

O dahî bir elini, uzatınca ateşe
Ateşin şiddetinden, geri çekti acele

Çok hayret etmiş idi, o kişi olanlardan,
Muhyiddîn-i Arabî, buyurdu ki o zaman:

“Ateşin özelliği, yakıcıdır ve fakat,
İbrahîm peygamberi, yakmadı, bu hakîkat,

Bıçak da kesicidir, mantığa bakar isek,
Ve fakat İsmâil’i, kesmedi, bu da gerçek

Sen yanlış biliyorsun, hakîkat işte budur,
Her şey Hak teâlânın, dilemesiyle olur

Pişman oldu o kişi, önceki sözlerine,
Şehâdeti söyleyip, girdi İslâm dînine

ALLAHÜ TEÂLÂ EMRETMEDİKÇE YAKMAZ

Bir gün sohbetine inkârcı bir felsefeci gelmişti Bu felsefeci, Peygamberlerin mûcizelerini inkâr ediyor, filozof olduğu için her şeyi felsefe ile çözmeye kalkışıyordu Soğuk bir kış günüydü Ortada, içinde ateş bulunan büyük bir mangal vardı Filozof dedi ki: "Avâmdan insanlar, İbrâhim aleyhisselâmın ateşe atıldığı ve yanmadığı kanâatindedirler Bu nasıl olur? Zîrâ ateş herşeyi yakar kavurur Çünkü yakma özelliği vardır" Devâm edip bir takım sözler söyleyince, Muhyiddîn-i Arabî hazretleri; "Allahü teâlâ, Enbiyâ sûresinin 69 âyet-i kerîmesinde meâlen: "Biz de: Ey ateş İbrâhim'e karşı serin ve selâmet ol! dedik" buyurmaktadır" dedi Ortada bulunan mangalı alıp, içindeki ateşi filozofun eteğine döktü ve eliyle iyice karıştırdı Bu hâli gören filozof donup kalmıştı Ateşin, elbisesini ve Muhyiddîn-iArabî hazretlerinin elini yakmadığını ve tekrar mangala doldurduğunu görünce iyice şaşırmıştı Ateşi tekrar mangalı doldurup, filozofa; "Yaklaş ve ellerini ateşe sok!" deyince, filozof ellerini uzatır uzatmaz, ateşin tesirinden hemen geri çekti Muhyiddîn-iArabî bunun üzerine; "Ateşin yakıp yakmaması, Allahü teâlânın dilemesiyledir" buyurdu Filozof onun bu kerâmetini görünce, Kelime-i şehâdet getirerek müslüman oldu

KAZDIĞI KUYUYA DÜŞTÜ

Evi, Muhyiddîn-i Arabî hazretlerinin türbesine çok yakın olan Ahmed Halebî, bizzat gözleriyle gördüğü şu kerâmeti anlattı: "Bir gece yatsı namazından sonraydı Muhyiddîn-i Arabî hazretlerini kötüleyenlerden biri, elinde bir ateşle türbeye doğru yaklaştı Maksadı sandukasını yakmaktı Hemen ateşi atacağı zaman, ateş söndü ve kabr-i şerîfinin yanıbaşında, ayaklarının altında bir çukur açıldı ve adam âniden çukurun içinde kayboldu Hâne halkı, onun kaybolduğunu anlayınca aramağa çıktılar Ben durumu kendilerine haber verdim Gelip gömüldüğü yeri kazmaya başladılar ve başını buldular Çekip çıkarmak istediler Fakat bütün uğraşmaları boşuna oldu Zîrâ, onlar çıkarmağa çalıştıkça, o, durmadan aşağı doğru indi Kazıldıkça indi ve çıkarmaları mümkün olmadı Nihâyet kurtaramayacaklarını anladılar Kazdıkları yeri tekrar toprakla doldurup, yorgun ve perişân bir hâlde, elleri boş olarak bırakıp gittiler"

1) Tenbîh-ul-Gabî
2) El-A'lâm; c6, s281
3) Mu'cem-ül-Müellifîn; c11, s40
4) Lisân-ül-Mizân; c5, s311
5) Şezerât-üz-Zeheb; c5, s190
6) Kâmûs-ül-A'lâm; c5, s4, 233
7) Fevât-ül-Vefeyât; c3, s435
8) Zeyl-i Ravdateyn; s170
9) Câmiu Kerâmât-il-Evliyâ; c1, s118
10) Mîzân-ül-İ'tidâl; c3, s659
11) Nefehât-ül-Üns; s621
12) Tabakât-ül-Kübrâ; c1, s188
13) Tabakât-ül-Müfessirîn; c2, s202
14) Et-Tefsîr vel-Müfessirûn; c2, s407
15) Tam İlmihâl Seâdet-i Ebediyye (49 Baskı) s1122
16) Müjdeci Mektublar-Mektûb; No:100, 131, 200, 220, 234
17) Tabakât-ı Evliyâ; s469
18) İslâm ÂlimleriAnsiklopedisi; c9, s153

Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.