Prof. Dr. Sinsi
|
Murâd-İ Münzâvî
Murâd-ı Münzâvî'nin kabrini ziyâret edenler, orada rûhânî bir zevk ve lezzet duyarlar Celvetî büyüklerinden İsmâil HakkıBursevî hazretleri, Ahidnâme'sinde; "İlâhî aşk sâhiplerine, Murâd-ı Münzâvî'nin kabrini ziyâret etmek lâzımdır Bereketi görülen makamlardandır " buyurmuştur
Murâd-ı Münzâvî hazretleri buyurdu ki:
Vakti ganîmet bilmek lâzımdır Vaktin kıymetini bilmemenin âfetlerinden biri nefse hoşgelen isteklerdir Bütün ayıplar ve kabahatler hevâda toplanır Fısk, şirk ve küfür gibi Vaktin kıymetini bilmemenin âfetlerinden biri de lehv ve la'b yâni boş faydasız iştir Lehv ve la'b öyle bir şeydir ki, kişiyi maksadından alıkor Kişi lehv ve la'b olan işlerle meşgûl olarak asıl maksadından geri kalır O halde asıl maksadın dışında kalan her iş lehv ve la'bdır Biri de abes, lüzumsuz işdir Abes, insanı maksadından alıkoymaz fakat faydası yoktur Abesle meşgûl olmak, kişiyi lehv ve la'ba sürükler
İlim iki kısımdır; biri îtikâda, biri de amele âit ilimdir Îtikâd ile ilgili olanı, Allahü teâlâyı sıfât-ı subûtiyye ve sıfât-ı selbiyesi ile muttasıf bilmektir Ameller üç çeşittir: Biri insanın isteyerek yaptığı işlerdir Biri istemediği halde yaptığı işler Biri de istediği halde yapamadığı işlerdir Bu şöyle bir misâlle anlatılır: Bir kimse çarşıdan ekmek almak istese bütün kuvvetleri ve hassaları ile bu işe teşebbüs eder Ayağı ile yürür, gözü ile görür, kulağı ile işitir, aklı ile bilir Hâsılı bütün âzâları ve hassaları ile hareket eder Bunun netîcesi yemektir Yemek ise tabiî bir iştir Yemekte hayvanlar ile müştereklik vardır O halde layık mıdır ki, yemek ve içmek için bu kadar önem verip de asıl maksada isteyerek ve severek tam bir yönelişle bütün gücü ve kuvvetiyle ihtimam, gayret ve cehd olunmasın Bu dünyâda, insana bitmeyen bir vakit (ömür) verilmemiştir İnsan için bir ecel (belli bir ömür) vardır Bu ecel (ömür) de herkese nasîb değildir Zîrâ büluğ çağına kadar olan zamânı saymadılar Bir kimse büluğ çağına erse, mâzî geçmiştir Artık ona hiçbir sûretle ulaşılamaz İstikbâlin ise geleceği mâlum değildir Yarına kavuşacağınızı kim kat'î olarak söyleyebilir O halde hayat, içinde bulunduğumuz andır Vakit bu nefestir
Allahü teâlâ insanı kalp ve bedenden meydana gelen bir varlık olarak yaratmıştır Bedenin ve kalbin kemâle ermesi, Peygamber efendimizde son bulmuştur Ümmetine ise bu kemâlâttan O'na tâbi oldukları kadar ulaşmıştır Resûlullah vâsıta olmadan kemâlât gelmez Allahü teâlânın âdeti böyledir Eshâb-ı kirâm bu kemâlâtı Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellemden almıştır Tâbiîn ise onlar vâsıtasıyla almışlardır Bâzıları da daha çok vâsıta ile almışlardır O halde herkesin zâhirî ve bâtınî kemâlâtı ancak Resûlullah aleyhisselâm vâsıtasıyladır
Bütün bu olgunluklara kavuşmanın yolu, Allahü teâlâya muhabbettir Bu muhabbetin ele geçmesi ise Resûlüne tâbi olmakladır Nitekim Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen; "Ey sevgili Peygamberim! Onlara de ki: Eğer Allahü teâlâyı seviyorsanız ve Allahü teâlânın da sizi sevmesini istiyorsanız, bana tâbi olunuz Allahü teâlâ, bana tâbi olanları sever " buyuruyor (Âl-i İmrân sûresi: 31)
O halde bu kemâlâta, olgunluklara kavuşmanın Resûlullah'a tâbi olmaktan başka yolu yoktur İttibâ da iki kısımdır Biri zâhiren, diğeri bâtınen tâbi olmaktır Zâhiren tâbi olmak âlimlerin yazdıkları bilgilere uymak ile olur Âlimler Resûlullah'ın emirlerini, sözlerini ve işlerini noksansız ve ilâvesiz aynen yazmışlar ve zaptetmişlerdir Bunlar fıkıh ilmi, hadîs ilmi ve tefsîr ilminde bildirilmiştir
Bâtınen tâbi olmak ise Resûlullah'ın beğendiği işleri yapmak, hallerde ve ahlâkta tâbi olmaktır Bunların bir kısmını ulemâ beyân etmişlerdir Lâkin tamamını beyân etmeye kelimeler ve ibâreler kâfi değildir Ancak bâtınen mânâ anlatılabilir Bu işle de meşâyıh (tasavvufda yetişmiş ve yetiştirebilen rehberler) vazifelidir "
"Muhabbet kesbî değil (çalışmakla kazanılmaz) vehbîdir Her kime muhabbet verilirse, bir daha geri almazlar "
"Tasavvuf yolunda ilerlemek isteyen tâlibe üç şey lâzımdır; taleb, çalışmak, ilim "
"Kul ile Rabbi arasında olan muâmele, henüz sütten yeni kesilmiş mâsum bir çocuk ile annesi arasında olan muâmele gibi olmalıdır Mâsum çocuk annesini kaybetmiş, oturmuş ağlar Annemi isterim, der Annenin ismi nedir oğul dediklerinde, bilmem der Yine annemi isterim diye ağlar Annenin evi nerededir dediklerinde, bilmem der Yine annemi isterim diye ağlar İşte bu şekildeki çocuğu herkes korur, yardımcı olur "
"Allahü teâlâ insanın yüreğine rûh âleminden bir gönül yâni kalb yerleştirmiştir Bu gönülün; bilmek, tanımak, istemek, sevmek gibi husûsiyetleri vardır Meselâ bu gönüle birbirine zıt iki şeyin sevgisi sığmaz Bu gönüle; kendisini yaratanı bilmek, O'nu sevmek, rızâsına kavuşmayı arzu etmek, Allahü teâlânın rızâsına kavuşmanın yolu olan Resûlullah'a her bakımdan tâbi olmak, O'ndan başka her şeyden alâkayı kesmek, bu geçici dünyâda kalb huzûru içinde vakti Allahü teâlâya ibâdetle geçirmek ve Allahü teâlânın rızâsına muvâfık şekilde konuşmak lâyıktır
Böyle bir gönüle sâhip olmayan bir kimse, insan sûretinde bir mahlûktur Böyle bir seâdetten mahrûm olan kimse, kat'î olarak hastadır Bunun ilâcı ise, gafletten uyanıp pişman olmak, af ve magfiret etmesi için Allahü teâlâya yalvarmak, kabûlünü, tevfîkini ve yardımını istemek, üzerinde bulunan Allahü teâlânın ve kulların haklarını ödemek, hak sâhiplerini râzı etmektir Eğer o anda bu hakları ödemek gücüne sâhip değilse, bunları gücü yettiği zaman ödemeye kat'î karar vermeli, sünnet-i seniyyeye uyup, işlerinde azîmetlere (nefse zor gelen şeylere) sarılmalı, bid'at ve ruhsatlardan sakınmalı, her işinde ve her hâlinde Resûl-i ekreme ve O'nun Eshâb-ı kirâmına tâbi olmalıdır "
Murâd-ı Münzâvî'nin eserlerinden bâzıları şunlardır: 1) El-Müfredât-il- Kur'âniyyeTefsîri: Çok kıymetli olup, tefsîrler; Arabî, Fârisî ve Türkçe bir aradadır 2) Silsilet-üz-Zeheb fis-Sülûki vel-Edeb, 3) Risâle fit- Tasavvuf, 4) Mektûbât veMelfûzat, yazma nüshaları İstanbul kütüphânelerinde vardır
KALB HUZÛRU
Murâd-ı Münzâvî hazretleri buyurdu ki: Îtikâdda ehl-i hak, yâni Ehl-i sünnet ve cemâat îtikâdı üzere bulunup, bilinmesi zarûri olan fıkıh bilgilerini öğrenerek onlara uygun amel etmelidir
Kalbinde Allahü teâlânın rızâsından başka bir şey bulunmaması için, doğruluk ve ihlâsta kemâl sâhibi kimseler ile konuşmalı, onların sohbetinde bulunmalı, dilde ve gönülde dâimâ Allahü teâlâyı anmalı, bunda aslâ gevşeklik göstermemelidir Allahü teâlâdan başka her şeyi unutmalıdır Allahü teâlâdan başkası hatıra geldikçe istigfâr okumalı, mâsivâdan kurtarması içinAllahü teâlâya yalvarmalıdır Bu şekilde kalb huzûruna kavuşmaya çalışmalı, zorlama ile de olsa mâsivâyı (Allah'tan başka her şeyi) unutmaya gayret etmelidir Zâhirde halk ile bâtında Hak ile bulunmalı, böylece gönülde Allahü teâlânın rızâsından başkası kalmamalı, mâsivâyı tamâmen unutmalı, nefsi de benlik dâvâsından kurtarıp, kalb huzûru ve rahatlığı ile kulluğa dâir bütün vazifeleri yapmalıdır BöyleceAllahü teâlânın lütuf ve ihsânı ile fânî-fillah ve bâkî-billah olunur ve Allahü teâlânın pekçok feyz ve mârifetlerine kavuşulur
Bu mertebeye erişebilmek için, nefy ve isbâtı kendisinde bulunduran Kelime-i tayyibeyi yâni "Lâ ilâhe illallah Muhammedün resûlullah"ı çok söylemelidir  Mânâsı; hak olan mâbûd yalnız Allahü teâlânın zât-ı pâkidir O'nun rızâsından başka hakîkî bir maksûd yoktur Muhammed aleyhisselâm, Allahü teâlânın resûlüdür O'na tâbi olmak vâcibdir İşte bu Kelime-i tayyibe ile bahsedilen seâdete kavuşulur
HANİ SÖZ VERMİŞTİN YA
Mustafa Bekrî şöyle dedi: "Bana da Bedîrî anlattı: "Murâd-ı Münzâvî'ye buğzedip onu kötüleyen birisi ile görüşmüştüm Bana ona buğzetmeyi îcâbettiren bir şey anlatmıştı Ben de ona muvâfakat etmiştim O şahsa da Murâd-ı Münzâvî'nin yanına çok gittiğimi, bundan sonra onun yanına gitmiyeceğimi söyledim Ertesi gün beni seven âile dostlarımdan birisi geldi ve; "Haydi Murâd-ı Münzâvî'nin ziyâretine gidelim " dedi Onu kırmayıp teklifini kabûl ettim Fakat içimden de bu teklifi çabucak kabûl etmeme hayret ettim Yine kendi kendime; "Hani sen onun ziyâretine gitmeyeceğine söz vermiştin ya!" dedim Bu sırada nefsimin çok mahcûb olduğunu gördüm Buna rağmen Murâd-ıMünzâvî'yi ziyârete gittim Ancak her zamanki gidişlerimde hemen huzûruna girerdim Fakat bu sefer bana: "Biraz bekle, Münzâvî'nin bir mâzereti var " kâbilinden sözler söylediler Bunun üzerine oturup kendi kendimi kınamaya; "Böyle eşiklerde oturup beklemeye niçin râzı oluyorsun Hem sen bir daha ziyârete gelmiyeceğine karar vermemiş miydin?" demeye başladım Bir saat sonra bana ve arkadaşıma izin verildi Onunla berâber Murâd-ı Münzâvî'nin huzûruna girdik
Beni yakınına çağırdı ve selâm verdi Sonra arkadaşıma döndü ve şöyle dedi: "Dün şöyle bir şey oldu İnsanlardan birisinin yanına başka birisi geldi İkisi berâber birisine dil uzattılar Birisi; "O şöyledir " dedi Diğeri onu tasdik etti " diyerek bir gün önce olan şeyleri bir bir saydı Dünkü zemmedip kötülediğimiz hâli aynen anlattı Sonra bana döndü; "Bu anlattıklarım oldu mu?" buyurdu Ben de; "Evet efendim " diyerek özür diledim "Hayır olmadı " diye inkâr etmedim Sonra; "Şimdi zemden, kötülemekten vazgeçtim Dünkü zem hâlimiz geçici bir şeydi Şimdi o hâl geçti Şeytan aramıza girdi Allahü teâlâ onu sizin vesîlenizle def eyledi" dedim Sonra da tasavvuf yoluna dâir bilgiler öğrendim Bana lüzumlu bilgileri yazdı Murâd-ı Münzâvî'nin pek yüksek hâlleri vardı "
1) Mu'cem-ül-Müellifîn; c 12, s 214
2) Silk-üd-Dürer; c 4, s 129
3) Câmiu Kerâmât-il-Evliyâ; c 1, s 205
4) Sefînet-ül-Evliyâ; c 2, s 55
5) Brockelmann; Sup-2, s 663, Gal-2, s 446
6) Hadîkat-ül-Cevâmi'; c 1, s 282
7) Tam İlmihâl Seâdet-i Ebediyye; (49 Baskı) s 1124
8) Mesmuât minHazret-i Şeyh Murâd Nakşibendî ve Mektûbâtihi, Veliyyüddîn EfendiDevlet Kütüphânesi, No: 1780, 1781, 1838
9) Mektûbât-ı Şeyh Murâd, Üniversite Kütüphânesi, T Y , No: 3442
10) Menâkıb, Süleymâniye Kütüphânesi, Murâd Buhârî Kısmı, No: 245
11) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c 17, s 125
12) Vakâyi-ül-Füdelâ; c 2, s 673
|