Prof. Dr. Sinsi
|
Güvenilir Bir Müslüman Mıyız?
Zaman Kötüydü Ne De Olsa…
Bugün, hamdolsun Müslümanlar toplumda en çok güven duyulan insanlar olarak görülmektedir İnsanlar gerek kılık kıyafetiyle, gerek simasındaki izzet ve hayâ ile kalbindeki imanı karşısındakine aksettiren bir Müslümana herkesten fazla güven duyulmaktadır
Bunun tesirini günlük hayatımızda da yaşamaktayız Bir alışveriş esnasında “Sen Müslüman bir insansın, sana güvenirim,” sözünü veya bu manaya gelen hareketi sık sık görüyoruz
Mesela uzattığımız parayı saymadan alan bir satıcı; çocuğunu, eşyasını, evinin anahtarını güvenerek emanet eden bir komşumuz bizi “güvenilir” bulduğunu ifade ediyor Bu sıfatı mümin kardeşlerimizin birçoğunun hak ettiğini görmek, bize sürur veriyor
Geçen aylarda başıma gelen bir hadiseyi naklederek örnek verecek olursam, bunu daha iyi anlatmış olurum Bir faizsiz finans kurumunun Fatih şubesinde bir işlemim vardı Çıkışta nasıl olduysa cüzdanımı düşürmüşüm Eve gelip çantamda cüzdanımı bulamayınca çok üzüldüm İçinde bir miktar para ve finans kurumuna ait kartım vardı Cüzdanı çaldırdığımı zannettiğim için bir daha bulabileceğime hiç ihtimal vermiyordum; kartlarımı iptal ettirme derdine düşmüştüm
Fakat hiç beklemediğim bir şey oldu; ben finans kurumunu aramayı düşünürken, onlar beni aradı ve cüzdanımı bulduklarını söylediler “Herhalde içindeki parayı alan hırsız cüzdanı bir köşeye atmıştır,” diye düşünmekten kendimi alamadım Medyanın yansıttığı kadarıyla zaman kötüydü ne de olsa…
Ancak gelip teslim aldığımda, cüzdanımın içindeki paranın aynen durduğunu gördüm Meğer şubeye gelen bir kardeşimiz kapı önünde bulduğu cüzdanımı açmış ve kartı görünce buranın müşterisi olduğumu anlamış, emniyet görevlisine teslim etmiş Doğrusu hiç tanımadığım bu din kardeşimle gurur duydum Bize böyle bir ahlak kazandıran dinimiz için de Allah’a şükrettim
Elbette emniyet sıfatı, İslam’ın biz Müslümanlara kazandırdığı en büyük bir şereftir Bu güvene her sahada layık olmak da biz müminlerin imanımıza karşı en önemli şükrümüz olacaktır
Evet, gerçekten de Mü’min; kimsenin kendisinden yalan ve hıyanet beklemediği, tam bir kalp huzuruyla güvendiği kişi olmalıdır İnsanların sadece malları ve canları hususunda değil, izzetleri, şerefleri hususunda da kendisinden bir saldırganlık ve hıyanet beklenmeyen insandır mümin
Peygamberimiz müminin eliyle veya diliyle kimseye hainlik yapmayacağını bildirir: “Müslüman, diğer insanların elinden ve dilinden emin olduğu kişidir ” (Buhari, İman 4, 5; Müslim, İman 64, 65 )
Güven Sarsıcı Dikkatsizlikler…
Mesela, bir komşumuz malını çalmayacağımıza güvendiği kadar; hakkında dedikodu yapmayacağımıza da güvenmelidir Müslümanlar, büyük meselelerde olduğu kadar küçük gibi görünen ama insanlara eziyet veren hususlarda da kendilerini eğitmelidirler
Günümüzde Müslümanlar, kendilerinden büyük hıyanetler beklenmeyen kişilerdir; ama sözünde durmazlık, randevusuna sadakat göstermemek gibi ufak görünen hususlara yeterince riayet etmeyebiliyorlar
Mesela, çoğumuz evlerimizde bir tadilat, tamirat işi olduğunda; mahremiyet gibi hassasiyetlerimizi bilen, mütedeyyin ustalara iş vermek istiyoruz Ancak çoğu zaman ustalarımız söz verdikleri gün ve saatte gelmeyerek eziyet verebiliyorlar
Belki ellerindeki işin ne zaman biteceğini hesaplayamamak, beklenmedik aksilikler yaşamak gibi kendilerince geçerli mazeretleri olabilir Bunlar, nadiren olduğu zaman anlayışla karşılanır Ama sanki adet haline getirmişçesine “söz verilen günde gelmek” hassasiyetini göstermeme, hatta bir açıklama yapmaya bile gerek duymama halleri üzüntü veriyor
Oysa ev sahibi, o gün evde bulunmak için izin aldığından bir daha izin alma güçlüğü yaşıyor Yani bir aksama, diğer aksamalara sebep olarak kul hakkına tecavüze sebebiyet veriyor Elbette bir meslek erbabını karalayacak şekilde genelleme yapmak yanlış olur ama birçok kişi benzer durumlarla karşılaştığını anlatıyor Bu da üzücü oluyor
Vakit Şuursuzluğu
Sohbet, seminer, miting vb toplantılarda da bunun benzeri zamanında gelmeme durumları çok sık yaşanıyor Çoğu zaman dinleyiciler bazen de konuşmacılar; gecikerek toplantıların tam zamanında başlamasını engelliyor
Hatta bazen bir akşam toplantısında bir saatten fazla gecikmeler yaşanıyor; bir gecikme diğer işlerin gecikmesine ve programların sarkmasına sebep oluyor Bu da hem tam zamanında gelmey özen gösteren kişilere eziyet veriyor hem de programın sarkmasından kaynaklanan mahrumiyetlere sebep oluyor Çünkü bir saat boş yere bekleyip sonunda sabrı tükenen dinleyiciler, bazen programın sonuna doğru konuşacak kişileri dinleyemeyip dağılıyor Bilhassa uzaktan gelmiş, ertesi sabah erken kalkması icap eden kişiler, bu gibi durumda eziyete uğruyor
Elbette günümüz dünyasında bu gibi gecikmelere trafik gibi elde olmayan aksilikler sebep olsa da; bunun bir davranış kusuru olduğu bir gerçek Günümüz insanı ulaşımdaki aksilikleri de hesaba katmalı, işi şansa bırakmamalı Başkalarına eziyet vermenin mazereti olmamalı
Toplantıya vaktinde gelen insanlar da adeta cezalandırılmış gibi hissediyor Bir sonraki toplantıya ya gitmiyor veya geç gitmek ‘moda’sına o da uyuyor Tabi böyle olunca da karşılıklı güvensizlik ortaya çıkıyor
İstismar Edilen Kavramlar
Ne yazık ki Müslümanlar olarak; dinimizin bize kazandırdıklarını layıkıyla üzerimizde taşımak yerine, dinimize laf getiren bazı lakaytlıklar yapıyoruz Geri kalmışlığımızın faturasının dinimize kesilmesine neden olan; “şark kafası” denilen bazı disiplinsiz davranışlarımızla gündeme geliyoruz
Mesela Kuranı Kerim bizleri, akitlerimizi (anlaşma) yazılı olarak yapmaya teşvik etmektedir Oysa bizler, çoğu zaman kılık kıyafetine güvenerek insanlarla yazılı sözleşme yapmıyoruz Sonunda, bir zarara uğrayınca da “Müslüman diye güvendik, zarara uğradık” diyebiliyoruz Oysa bize kılık kıyafetine bakarak insanlara güvenmemiz emredilmemiş! “Aranızda yazışın” diye emredilmiş
Yine Müslümanların çokça yaptığı bir hata da nezaket icabı veya kararsızlık yüzünden, net olmayan konuşmalarla başkalarına vaatte bulunmak, umut verip oyalamak…
Mesela geçim sıkıntısına düştüğünü şikâyet eden bir hanım anlatıyor; “Beyime ve bana iş vereceğini vadeden bir beyefendiye güvendik Ama bizi oyaladı, sonunda hayal kırıklığına uğrattı Keşke baştan söyleseydi de başımızın çaresine baksaydık ”
‘İnşaallah’ İstismarı
Üstelik bazen Müslümanlar böyle belirsiz konuşmalarına dini ifadeleri de alet edebiliyorlar Mesela, bir televizyon programında rastladığım araştırmacı, şöyle bir gözlemini iletiyor; “Batılılar randevusuna sadakat göstermeye daha çok azmettiği halde, Müslümanlar ‘inşaallah’ı istismar ediyor Yani ‘inşaallah gelirim’ diyerek esnek konuşuyor ve belirsiz davranıyor Örneğin, bir İngiliz’le sözleştiğinizde, mutlaka saatinde randevusuna gelirken, bir Mısır’lı genellikle ‘inşaallah’ diyor ve gelip gelmemesi keyfine kalıyor…”
Bu iddialar eğer doğruysa biz Müslümanların Peygamberimizin ahlakına bir gayri Müslim kadar bağlı olamadığımızı gösteriyor Oysa Resulullah (aleyhissalatu vesselam) henüz kendisine peygamberlik verilmeden önce bile, ortağıyla sözleştiği yere gidiyor ve onu üç gün orada bekliyordu
Gerçekten de Müslümanlar arasında garip bir anlayış var; sanki ‘inşaallah’ demek; bir temenni gibi anlaşılıyor
Oysa ‘inşaallah’ demek, “Her işin Allah’ın dilemesine bağlı olduğunu” söylemektir; esneklik payı bırakmak demek değil Bir insana “inşaallah gelirim” demekle “ölmezsem, başıma bir felaket gelmezse gelirim” demiş oluyoruz
‘İnşaallah’ sözünü suistimal ederek keyfi davranmak; bu sözün manasına da ihanet etmek oluyor Çünkü ‘inşaallah’ demek; “Allah dilerse” demek; ‘canım isterse’ demek değil Allah’ın dileği ise hiç kuşkusuz bizim sözümüzde durmamızdır; başkasını bağlayıp kendimizi serbest bırakmamız değildir
Müslümanlar sözünde durmak, vadini yerine getirmek, borcunu ödemek gibi hususlarda herkesten daha gayretli olmalıdır Nasip, kısmet, kader gibi kelimeleri keyfi davranışlara alet etmemelidir İnsan elinden geldiği kadar sözünü tutmaya gayret ederse Allahu Tealâ yardımcısı olacaktır
Müslüman Pişkinlik Yapmaz
Bazen halk arasında çok tatsız söylentilerin dolaştığına şahit oluyoruz Mesela, iş yerine astığı levhalarla, giyim kuşamıyla, ziyarete gelenlere dinlettiği sohbetlerle tasavvuf kültürünün içindenmiş gibi görünen, dinine çok bağlı olduğu iddiasında bulunan bir kişi, alacaklısına karşı pişkin bir edayla; “Eh ne yapalım, ödemek nasip olmadı,” diyebiliyor
Bir gün böyle bir esnafı anlattılar; utandım Adamcağız tasavvuf yoluna hevesli ama ne yazık ki kendini düzeltme safhasını atlamış, başkalarını düzeltmeye merak salmış
İş yerine alacak için gelen hak sahibine, çay ikramı eşliğinde, gittiği sohbetlerde duyduğu mevzuları anlatıyor Alacaklı bakar ki telaşsız bir şekilde muhabbet ediyor, “Her halde borcunu ödeyecek” diye oturup, dinliyor Dinledikleri de güzel şeyler, hoşuna da gidiyor; ama borcunu yine ödeyemeyeceğini öğrenince kızıyor;
— Be adam, sohbetlerde gezeceğine çalışıp borcunu ödesene! Ben şimdi işçilerime gidip para yerine size nasihat getirdim desem bana ne derler? Deyiveriyor
Güvenme Nedeniniz Ne Kadar İslami?
Hz Ali’nin (kerremallahu vechehu) dikkat çektiği gibi, “Asıl hayırlı Müslüman, başkalarına nasihat etmeden evvel kendi nefsini ıslah eden Müslümandır ”
Müslüman, haliyle örnek olmalı, işiyle konuşmalı, sözü özüne uygun olmalı Evde ailesini, işte işverenini, işçisini müşterisini sürekli hayal kırıklığına uğratan; konu komşusunun gönül huzuru ile güvenemediği insan, sözleriyle nasihatte bulunsa ne işe yarar?
Unutmayalım ki güvenilir olmak, müminle münafığın en önemli farkıdır Görünüşte müminle münafık aynı görünür Kalbinde iman kökleşmemiş, kalbi bazen nifaka kayan bir kişi de görünüşte Müslümanlar gibi yaşar, giyinir ve hareket eder
Ama kendisiyle bir muameleniz olduğunda, kalbinin gerçek durumu meydana çıkar Hadisi şerifte buyrulduğu üzere: “Münafığın alameti üçtür: Konuşunca yalan söyler, söz verince sözünden cayar, kendisine bir şey emanet edildiğinde hıyanet eder ” (Buhari, İman 24; Müslim, İman 107, 108 )
Hazreti Ömer (radıyallahu anhu), bir kimsenin şahitliğini kabul edip etmemek için hakkında araştırma yapıyordu Onu metheden kişiye şunu sordu:
— Hiç sen onunla; komşuluk, yolculuk veya ticaret yaptın mı?
Adam yapmadığını söyleyince:
— Zannederim, sen onun camide Kur’ân okurken başını salladığını gördün! Dedi
Adam;
— Evet, yâ Ömer! Deyince,
Hz Ömer:
— O zaman o kadar övme! Çünkü ihlâs, kulun boynunda değildir, buyurdu
Hepimiz biliriz ki toplumda inançlı insanlara duyulan güven, hürmet ve muhabbet, bir kısım insanları dindarmış gibi görünmeye sevk edebilir Hatta bazı kişiler, bu hususta nefsinin oyunundan habersizdir Yani, zaman zaman kalbinde bulduğu hislerle kendisini dinine sımsıkı bağlı bir insan zanneder Bu, biraz da Müslümanlar arasına girdiği zaman etkisine girdiği hisleri, tam bir azimden ayırt edememesi sebebiyle olabilir
İmamı Gazali’nin (rahmetullahi aleyh) dikkat çektiği gibi, duygusal haller, bir cemiyete katılan kişilere sirayet eder Kişi sohbet, vaaz, zikir meclisinde kendisini iyi hisler içinde görür Ancak dünya işlerinin başına geçince, hislerini muhafaza edemez Bu biraz da tabi bir haldir
Peygamberimizin sahabeleri bu hali hissettiklerinde, kendilerinden kuşkuya düşmüşler; birbirlerine; “Kardeşim, bende de nifak alameti görüyor musun?” diye sormuşlardır Yine Peygamberimize gelip hallerini arz ederek, bu halin nifak olup olmadığını soranlar olmuştur
Peygamberimiz ise nifaktır değildir deyip; “Eğer benim yanımdaki halinizi ehlinizin yanında veya çarşıda muhafaza etseydiniz, melekler sizinle musafaha ederdi ” “Bazen öyle bazen böyle” diyerek hallerini her zaman korumalarının mümkün olmadığını belirtmiştir
İnsan tabiatı böyledir, duygular sürekli değişir Kişinin asıl halini, düzenli bir şekilde yaptıkları belirler Bir anlık duygunun iyi ya da kötü olması değil
Güveni oluşturan asıl unsur, diğer insanların bizim davranış ve sözlerimizdeki istikrarı ve uyumu rahatlıkla görebilmeleridir Öz ile sözün uyumu, karşımızdakine güven telkin edecektir
Sonuç olarak, İslam ahlakına uygun davranan her müslüman, etrafına güven telkin edebilecektir Yeter ki biz gerçek Müslümanlığın, aynı zamanda dürüstlük olduğunu ortaya koyabilelim
HATİCE KÜBRA ERGİN
|