Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Forum İslam > İslami Yazılar & Hikayeler

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
günah, nemiz, oluyor

Günah Bizim Nemiz Oluyor?

Eski 08-01-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Günah Bizim Nemiz Oluyor?





Günaha Batmak ‘Yaşamak’ Değil

Günah, yaratılış çizgisinden çıkmaktır; anormalliktir

Çoğu zaman, günahlar normal sayılır da, insan imanı dolayısıyla günahkâr olmamaya çalışarak fedakârlık ediyor sanılır Hatta bazen, günah hayatın hası sanılır Bu sebeple de, aleni günah işleyenlere “Hayatını yaşıyor!” Denilir Böylece insan, günaha özendirilir
Oysaki günahlara batmak, hayatını yaşamak değil, tam tersine hayatın dışına çıkmak demektir Zira günah, hakiki hayatı zedeler, lekeler, batırır ve bitirir Günahkâr, ya yaptıklarını tabii görerek, bozulmuşluğu benimser, vicdanını susturur ve manevi frenlerini iptal eder; ya da sürekli bir suçluluk duygusuyla, kendi içindeki dayanılmaz yenilginin azabını yaşar

Çünkü günah, yaratılış gayesinin dışına çıkmak, haddi aşmak ve yoldan çıkmak demektir

Günahı eğlence sananlar, eğlenirken neler kaybettiklerini fark etmeyenlerdir
Eğlenmek, neşelenmek, gülmek veya mutlu olmak, illa da günahlara batarak mı mümkündür!

Eski bir dans öğretmeni diyor ki: “Meğer göbek atmak zannettiğimiz şey, yüreğimizden insani ve manevi duyguları atmakmış Biz eğlendiğimizi sandığımız sırada, asıl Şeytan bizimle eğleniyormuş!”

Günah eğlendirmez, tam tersine insanı eğlenilecek bir duruma düşürür Anadolu’da eğlenmek, takılıp durmak veya yoldan kalmak manalarına da gelir Mesela, “Eğlenme, tez gel!” denir Eğlenceyi hayatın temeli yapanlar, bizim hayat yolunda gaflete dalmamızı ve gereksiz takılmalarla yolculuktan kalmamızı isteyenlerdir

Tövbesiz Günahlar İnkâra Kapı Açar

Her günah, kalbe kapkara bir nokta düşürür Eğer bu kara noktalar, hemen ve çarçabuk, tevbe ile temizlenmezse, zamanla kalbi iyice karartır; en sonunda iman nurunu söndürür

Her günah, kalbi rencide eder, ezer, üzer Buna rağmen, günahlar insanı imanından etmez, ancak, Bediüzzaman’ın deyimiyle, “Her bir günah içinde, küfre giden bir yol vardır

Çünkü günah işleyene ve onda tövbesiz devam edene, günahın cezası ağır gelmeye başlar “Keşke işlediğim günahın cezası olmasaydı” Der Bu düşünce, gide gide, günahın cezasını inkâra varır Günahı günah olarak görmemek, cezasını kabul etmemek, sonunda, bu kuralları koyan Yüceler Yücesi’ni inkâr sonucunu doğurur

Aslında, günahı ve kışkırtıcısı olan Şeytan’ı yok saymak da, yine nefsin ve işbirlikçisi olan Şeytan’ın bir oyunudur Zira “Günah diye bir şey yok! Şeytan da yok!” diyen kişi, her günahı mubah görür ve rahatlıkla işler

Oysaki mü’min sıfatlarının galip olduğu zamanlarda, insan kolayca günah işleyemez Ancak, imanın etkisi azalıp, akıl tesirsizleşince nefis ve Şeytan işbirliği galip gelir; günahlar peş peşe sökün eder Bu sebeble, iman sürekli tazelenmeli, desteklenmeli ve takviye edilmelidir

Günahsızlık İddiası Günaha Kapı Açar

Günahlara zemin hazırlayan büyük günahlardan biri de, günahsızlık iddiasıdır İnsanın manevi boyutları küçüldükçe, günahsızlık iddiası artar Asıl kirlenmiş olanlar, kendini tertemiz ve lekesiz görenlerdir

Hz Mevlâna, “Tamlık iddiası, hamlıktır” der
Efendimiz (sav): “BEN, GÜNDE YETMİŞ KERE İSTİĞFAR EDERİM” buyurur

Günahsız olan günde yetmiş kere istiğfar ederse, günahlara batmış olan bizler, tevbede ne kadar derinleşmeliyiz acaba?

Günahsızlık imkânsızdır ama her günahtan kurtulmak, hatta her günahı bir sevaba dönüştürmek de mümkündür

“Hiç günah işlemeseydiniz, sizi giderir, yerinize, günahı olan, ama bundan dolayı da af dileyen, tevbe eden ve bana sığınmasını bilen başkalarını yaratırdım” Buyurur Rabbimiz

Sonradan Müslüman olanların günahlarını da sıfırlar, yepyeni ve tertemiz başlatır hayata, rahmetiyle… Tasdik edilen imanın mükâfatı arınmaktır, yeniden ve bir daha doğmaktır

Gurur veren ve ucub hastalığına bulaştıran ibadetten; tevazu, pişmanlık ve tövbe ilham eden günah daha iyidir

Bayezid Bestami der ki: “Günahlara bir defa, taatlere ise bin defa tövbe etmek lazımdır Yani yaptığı ibadet ve taatlere bakıp kendini beğenmek, o ibadeti hiç yapmamak günahından bin kat daha fenadır

Tövbe Eden Günah İşlememiş Gibidir

Güzeller Güzeli’nin müjdesi ne kadar ferahlatıcıdır:
“Günahına tövbe eden, o günahı hiç işlememiş gibidir

Bir daha o günaha dönmemek üzere tövbe eden ve sözünde duran, gerçek tövbeyi yakalamış olur Tevbesinde sebat edemeyen ise bozulmamışını yakalayıncaya kadar tövbeye devam eder

Efendimiz (sav); “Ateşe dayanabileceğin kadar günah işle” buyurur

Osmanlı döneminde, DAMAT adıyla meşhur olan âlim, bu hadis-i şerife çok güzel bir misal olmuştur: Bir yangın sırasında, evinden kaçarak canını kurtaran genç kız, gece yarısı medresedeki odasında ders çalışan bir talebeye sığınmak zorunda kalır

Genç bir adam, o genç kızla aynı odada sabahlar Ancak, Şeytan ders çalışan talebeyi günaha davet ettikçe, o da şahadet parmağının ucunu önünde yanan mum ışığına değdiriverir

Böylece, Şeytanın her iğvası, mumda yanan parmağın verdiği acıyla sonuçsuz kalır Daha sonra ise o talebenin, günaha karşı direnci, helal ile mükâfatlandırılır Çünkü delikanlının bu iffetli tavrı, kızın babası olan vezirin takdirini kazanır ve onu damadı yapar

O günden sonra, halk arasında adı unutulur da, hem kendisi, hem de yazdığı eser, hep “Damat” diye anılır

Günahsızlık imkânsızdır diye, kendini kapıp koy vermek ve günahlara teslim olmak yerine, günaha karşı daha dikkatli, daha uyanık ve daha tedbirli davranmak mecburiyetindeyiz

Bilerek günah işlemeye gerek yok; zaten bilmeyerek işlediklerimiz bize yeter de artar Asrımızda günah işlemek için özel bir çabaya gerek yok Zaten günahlar üstümüze sel gibi geliyor Bu sebeble, günahlara karşı, özel koruyucu şemsiyelere ihtiyaç vardır

Her şeyden evvel, imanımızı taklitten tahkike çıkarmalı, derinleştirmeli, ihsan mertebesine çıkmayı hedeflemeliyiz Allah’a görürcesine bir iman, günaha geçit vermez

Ancak, iman bütün bir ömür emek ister; sürekli takviye edilmek ve güçlendirilmek gerekir Efendimiz (sav); “İman da giydiğiniz elbise gibi eskir Onu LAİLAHE İLLALLAH ile yenileyiniz” buyurur

Tahkiki imanda olan bir insan için en küçük günah da büyüktür Çünkü işlenen her günah, aynı zamanda onu yasaklayan Yüce Yaratıcı’mıza karşı bir saygısızlıktır Ruhlar dünyasında O’na verdiğimiz sözde durmamaktır

“Kendinizi Tehlikeye Atmayın!”

Bu saygısızlığın bilincinde olan mü’min, küçük günahı da büyük görür; çok üzülür, ağlar, sızlar ve ancak tövbeyle teselli olur Durulur

Ancak bilinçsiz bir iman, bu hassasiyeti vermez Onlar en büyük bir günahı bile, burunlarının üstüne konmuş sinekler gibi görürler, hiç önemsemezler ve sıradan bir şey sayarlar

İNANDIĞI gibi yaşamayan, yaşadığı gibi inanmaya başlar
Günah işlemek, Allah’a verdiği kulluk sözünde durmamak ve ahdini ihlal etmek demektir

Bu sebeple Rabbimiz,“Kendinizi tehlikeye atmayın!” buyurur Bu emir bize, günahtan kaçma çağrısıdır

Rabbi ile iletişimi sürekli kılan, günahlardan sakınır Böyle bir mü’mine, günahın hayali bile ağır ve dayanılmaz gelir

Sürekli kendisiyle hesaplaşmak, nefis muhasebesi yapmak da günaha karşı kalkan olur Dolayısiyle, başkalarını değil, hep kendisini hesaba çekenlerden olmak gerekir

Günahlara kaymamak için, yalnız kalmamak, iyi bir çevrede, iyi arkadaşlar arasında olmak da önemlidir Zira Şeytan, yalnızlaşmış ve tek başına kalmış olanlara daha bir cüretle yaklaşır ve sonuç alır

“Görüldüğünde Allah’ı hatırlatan” Allah dostlarıyla sürekli ve daimi bir irtibat içinde bulunmak çok önemlidir “Din nasihattir” buyurur Güzeller Güzeli Hatırlatanlarla olmak, günaha karşı kalkandır

Günahların sonunu düşünmeli… Sonu düşünülen günahtan kurtulmak kolaydır Çünkü günahların sonu, hep pişmanlık, hep hüsran, hep yıkım ve yıkılış doludur Bu sebeble, nefsin çağırdığı günahların sonunu düşünmek, çoğu zaman kurtarıcı olur



Her günah zehirli bir bal gibidir Başlangıçta geçici ve zahiri bir tat verirken, zehirleyiverir Bir anlık maddi lezzet uğruna, kalıcı sancıları göze almak akıl karı mıdır?

Başkasının Günahına Ağlayan Adam, bu soruya der ki: “Madem öyledir, hazer et, dikkatle bas, batmaktan kork! Bir lokma, bir kelime, bir tane, bir lem’a, bir işarette, bir öpmekte batma! Dünyayı yutan büyük letâiflerini onda batırma

Çünkü, çok küçük şeyler var (ki), çok büyükleri bir cihette yutar Nasıl küçük bir cam parçasında gök, yıldızlarıyla beraber içine girip gark oluyor Hardal gibi küçük kuvve-i hafızanda, senin sahife-i amalinin (amellerinin sayfası) ekseri ve sahaif-i ömrün ağlebi (ömür sayfalarının çoğu) içine girdiği gibi, çok cüzi küçük şeyler var (ki), öyle büyük eşyayı bir cihette yutar, istiab eder

Öyleyse, bizi çağıran günahların sonunu düşünmeli, günahkârların akıbetlerine bakmalı ibretle… Müthiş ve muazzam insani duyguları, küçük, basit, önemsiz ve zevki fani günahlarla batırmamlı; bir günah için ne verip, ne aldığımızı iyi düşünmeli… Ayılmak için özüne, ruhuna, imanın istikametine tekrar dönmek için düşünceyi ihmal etmemeli Zaten, meşru dairenin sunduğu zevkler, keyfe kâfi değil midir?

Bu sebeple, “ATEŞE DAYANACAĞIN KADAR GÜNAH İŞLE” buyurur, Güzeller Güzeli Zira, tövbesi olmayan günahın sonu ateştir

Aslında günah ateştir, ateşin ta kendisidir Yangını içindedir, acısı kendisindedir Daha Cehennem’e gitmeden yakmaya başlar Dünyayı Cehennem’e çevirir

Bu yüzden günahı iş edinenler, acıyı acıyla bastırırcasına günahlara koşarlar Dayanılmaz günah ızdıraplarını da, çeşit çeşit sarhoşluklarla bastırmaya çalışırlar

Rabbimiz de, “Kendinizi tehlikeye atmayın!” buyurarak, bizi günahlardan sakındırır Tabii ki tehlike, emrin dışına çıkmak, yasaklara yönelmektir

Ölümü ve eceli unutmamak da günahlarla baş etmemizi sağlar Efendimiz (sav); “Hayatın tadını ve zevklerini acılaştıran ölümü çokça anınız” buyurur

Günahtan Korunmak İçin

Günahtan korunmak için gözümüze ve kulağımıza filtre takmamız gerekir Nasıl ki, her önümüze konan yemeği yemezsek; her görünene bakmamalı, her gürültüye de kulak kabartmamalıdır Çünkü bunlar da kalp midemizi kirletir

Günahtan korunmak için günahın çekim alanına girmemek gerekir Çünkü günah, Şeytan’ın bin bir entrika ile allayıp pulladığı bir tuzaktır Ona, kimin, nasıl ve ne şekilde düşeceği belli olmaz Çoğu zaman günah, birden bire gelip bulmaz mü’mini… Adım adım yaklaşır, atmosferine alıştırır, sonra da cezp ediverir…

Bu sebeple, günah koy koycuları önce günahı makyajlar, çekim alanını genişletir, güçlendirir ve bekler Hiç kimsenin böyle bir tuzağa düşmeme garantisi yoktur Dolayısiyle, herkese teyakkuz, dikkat ve tedbir gerekir Mesela, Rabbimiz’in, “Zinaya yaklaşmayın!” emri de bu sebeptendir

Günahtan uzak durabilmek için küçük günahları da önemsemeli ve asla küçük görmemelidir Küçüklerini de büyük görerek, günahtan daima sakınmalıdır Çünkü büyük günahlara da, genellikle küçüklerinden geçilmektedir

Başkalarının günahlarını ayıplamak da mü’mini günaha yaklaştırır Bu yüzden mü’min, başkasının günahına üzülür, ağlar Ama asla kınamaz, ayıplamaz Zira “Ayıpladığınız şey başınıza gelmeden mezara girmezsiniz” buyurur Güzeller Güzeli…

Ayıplamak, kendisini günahsız bilmekten kaynaklanır Oysaki kul kusursuz olmaz Peygamberler dışında hiç kimse, masum değildir Hz İsa (as) günahkâr bir kadını taşlamak isteyenlere, “İlk taşı günahsız olanınız atsın!” deyince, duruvermişler…

“İlk taşı günahsız olan atsın!” deyince, insanlar duruvermişler Kusursuz ve günahsız olan kim vardır ki, başkalarının günahını anlatsın, açıklasın ve ayıplasın…

Başkasının Günahına Ağlayabilmek

Bizim kültürümüzde, BAŞKASININ GÜNAHINA AĞLAMAK VARDIR Hz Ali (ra) de, “Ben, başkasının kusurunu gören gözümü kör etmişim” buyurur

Bazı günahlar saklanamadığı için görülür ve dolayısıyla de ayıplanır Bir takım günahlar da, maddeten fark edilmez, hatta çok yaygın yapıldığı için büyük günah olarak bile görülmez Mesela, gıybet, haset ve sözünde durmamak gibi…

Bu sebeple denilir ki, “Eğer her günah, içki gibi sarhoş etseydi; hiç kimse yolda yalpalamadan gidemezdi

Rebi bin Heysem ne güzel söyler: “Eğer günahlar koku yaysaydı, kimse kimsenin yanına yaklaşamazdı

Her günah sadece işleyeni değil, çevresini de kirletir Bu sebeple eskiler, ibadet de kabahat da gizli olmalı” derdi Şimdi her ikisi de apaçık ve hatta reklâm aracı…

Özellikle de günahların alenen işlenmesi, hem de basın yoluyla toplumun bütününe gösterilmesi, bir günahı bine, binlere, milyonlara katlıyor

Rabiatü’l Adeviye aynı noktaya parmak istiyor, “İşlediğiniz günahları gizlediğiniz gibi, yaptığınız iyilikleri de gizleyin

“İbadet de, kabahat de gizlidir” demiş atalarımız Çünkü “Allah, hususi günahlarla umuma azap vermez Fakat, günah iyice su yüzüne çıkar ve genelleşirse, toplumun bütünü birden cezaya hak kazanır” Der Ömer bin Abdülaziz…

Asıl günah, hayâ ve vefa azlığıdır Bişr-i Hafi der ki: “Bizim uğradığımız musibetler, günahlarımızın çokluğundan değildir; hayâmızın azlığındandır Musibetler, istiğfarımızın azlığından değil, vefamızın azlığından ve bu sebeple de hızla günahlara düşüşümüzdendir

Efendimiz de, “Utanmıyorsan, dilediğini yap” buyurur
Hayâ, imanın en önemli şubelerindendir
Çünkü mü’mini günahlara düşmekten korur Hayâ, ardır Arsız kişi hiçbir günahtan çekinmez Bu sebeble, insanları günaha alıştırmak için önce ar damarını çatlatırlar Yani, utanmaktan utanır hale getirirler Sonra da, günahlar sökün ediverir

Ve günah, gerçekten vefasızlıktır Çünkü insan, ruhlar dünyasında Rabbi’ne kulluk sözü vermiştir Nefsinin ve Şeytan’ın iğvasına kanarak günahı seçen kişi, Yüce Yaratıcı’ya vefasızlık etmiş olur

Seriyyü’s Sakati bu hususta şöyle der: “Kul dört şeyle yükselir Bunlar, ilim, edep, emanet ve iffettir

İmam Gazali, akıllı kişinin günah işlemeyeceğini söyler: “Herkese akıllı denmez Akıllı kimse, kendisini her türlü kötülükten koruyandır” Buyurur

Gerçekten de, akıl hâkimken değil, nefsin heva ve hevesi hâkimken işlenir günah…

Günahı sevaplarla temizlemeli… Bu sebeble, her günahtan sonra, mutlaka bir sevap işlemeli… Çünkü günahı takip eden sevap, aynı zamanda bir pişmanlık göstergesidir ve iman istikametine dönmektir

Hatta bazen katlana katlana yığılmış günahlar bile, bir iyiliğin sevabıyla yıkanıp tertemiz olur Bu da Rabbimizin rahmeti ve cömertliğidir Güzeller Güzeli buyurur ki:

“Bir günahkâr kadın, sıcak bir günde, dilini dışarı çıkarmış, susuzluktan soluyan bir köpek gördü Hemen ayakkabısını çıkararak, kuyudan su çekti ve bu köpeğe içirdi Bu merhameti sebebiyle, Allah onu affetti” (Müslim, Ebu Hureyre’den)

Günahı Anlatmamalı

Mü’min işlediği günahı anlatmamalı Gizlemeli, saklamalı, anlatmamalı Böylece yaptığının ayıp ve kötü bir iş yaptığını kabullenmiş olur İşlediği günahı hiç çekinmeden ve utanmadan anlatan, suçunu en az ikiye katlamış olur Dünyevi suçlarda da, basın yoluyla işlenmiş olanlara daha çok ceza verilir

Günahından utanarak onu gizli tutan, affa layık olduğunu da göstermiş olur Allah, günahı günah bilerek onu saklayanı, hem dünyada saklar, hem de ahrette bağışlar

Elbette ki, gerçek mü’mine yaraşan, günahını temizlemeye çalışmak değil, günahtan uzak kalmak ve ona hiç bulaşmamaktır

VEHBİ VAKKASOĞLU


Alıntı Yaparak Cevapla

Günah Bizim Nemiz Oluyor?

Eski 08-01-2012   #2
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Günah Bizim Nemiz Oluyor?




Allah cc razı olsun Lema uzun zamandır Günah ile ilgili okuduğum en güzel yazıyı paylaştığın için

İnşaallah bilerek bilmeyerek işlemiş olduğumuz tüm günahlarımızı Aff etsin Mevlam ve bir daha o günahlara dönmemeyide

Bu dünyada pişman olup Ahirete taşımayalım inşaallah pişmanlıklarımızı







İmam Gazali, akıllı kişinin günah işlemeyeceğini söyler: “Herkese akıllı denmez Akıllı kimse, kendisini her türlü kötülükten koruyandır” Buyurur

Gerçekten de, akıl hâkimken değil, nefsin heva ve hevesi hâkimken işlenir günah…







Aklımızın fesada uğramaması duası ile Akıl ile ilgili bir yazı aktarayım inşaallah

Akıl nedir ve nasıl kullanılmalıdır?

Akıl için “Anlama âleti Düşünme kabiliyeti Zekâ Zihin”, “Madeni kalp ve ruhta, şuaı dimağda bulunan bir nur-u manevî” gibi değişik tarifler yapılmıştır

Felsefeciler aklı değişik mânâlarda anlamış, farklı şekillerde tarif etmişler; ama üzerinde anlaştıkları tek bir tarif gösterilemiyor Bu ne demektir? Yâni, insanoğlu henüz aklının mahiyetini anlamış değil

Akıl hakkında yapılan güzel bir tarif: “Akıl, zâtıyla maddeden mücerret, fiiliyle maddeyle alâkadar bir cevherdir

Hem maddeden mücerret, hem de maddeyle alâkadar olmak nasıl olur? Şu misal konuya açıklık getirebilir

Çalışan bir buzdolabına yahut çamaşır makinesine elimizi rahatlıkla dokundurabiliyoruz ve bizi elektrik çarpmıyor Demek ki, elektrik, zâtı ile o cihazda yok Ama fiiliyle onunla alâkadar Akıl ile beyin arasında da, aynen olmasa bile, benzer bir ilgi vardır

Aklın vazifesi üzerinde çok şeyler söylenmiş Bunlardan oldukça kabul görmüş birisi şu: “Akıl anlama âletidir

Akıl âlet olunca, bir de onu kullanan olacaktır Herhalde, gözü kullanıp bakan, dili kullanıp tadan kim ise, aklı kullanıp anlayan da o olmalı Bu da, ruhtan başkası değil Nitekim, yanlış iş gören birisini ikaz ederken, “aklını kullan” demiyor muyuz? Bu sözü herhalde o adamın eline, koluna yahut iç organlarına söylemiyoruz

İşte, aklını kullanmasını istediğimiz o ruh, aklı tarif edemiyor Nasıl etsin ki, daha kendi mahiyetinden habersiz, onun da cahili

Her âletin bir kapasitesi, her terazinin tartabileceği asgarî ve azamî yükler vardır Bir tonluk kantarla, ne on tonluk demir tartılabilir, ne de on gramlık altın Her iki halde de, âlet bize bir fikir vermez, sadece hareketsiz kalmakla yetinir

İnsanın bütün duyu organları da birer terazi gibidir Nitekim insan, çıplak gözle mikropları da göremiyor, ışığı dünyamıza ulaşmamış yıldızları da Bir mikroskop, bir teleskop onun görüş ufkunu biraz genişletir, ama yine de belli sınırların dışına taşamaz İnsanın işitmesi de öyledir, koku alması da

Gelelim “anlama” meselesine Her âleti yerli yerinde kullanmayı düşünen, hiçbirine gücünün üstünde yük yükletmeyen, onları hırpalamayan, ezmeyen, perişan etmeyen insan, nedense, sıra akla gelince bütün bu tedbirleri unutur; ona her şeyi yüklemeye kalkar Metafizik sahanın bile en ince meselelerini anlamaya, en derin problemlerini çözmeye, en uzak gerçeklerini keşfetmeye çabalar Halbuki aklın da iş görebileceği belli sahalar vardır Hele bazı konularda insanın, değil konuşması, tahmin yürütmesi bile doğru değildir

Aklın, rehbersiz dolaşamayacağı nice sahalar var Bunlardan birisi: Kâinat niçin yaratılmıştır?

Akıl ancak “kâinatın nasıl yaratıldığı” konusunda bir şeyler söyleyebilir Onun yaradılış gayesi, aklın sahasını aşar İnsan, bu vadide, sadece aklı ve kâinatı yaratan Allah’ın kelâmını dinleyecektir

İnsan, her mahlûkun hikmetli ve gayeli yaratıldığını, kendisinin de başıboş olamayacağını aklıyla kavrayabilir Ama yaratıcısına, Rabbine karşı neler yapması gerektiğine kendisi karar veremez Her nimetin şükür gerektirdiğini anlayabilir, ancak bunun nasıl yapılacağı konusunda tahminler yürütemez

Aklın tek başına yanaşamayacağı bir başka saha, “Cenâb-ı Hakk’ın zâtıdır İnsan bu konuda izinsiz konuşmaya nasıl cesaret edebilir ki, daha aklının ve ruhunun mahiyetlerini anlayabilmiş değildir

Bir başka saha, ölüm ve ötesi; kabir, haşir, hesap, mükâfat ve ceza Bunlar hakkında tahminler yürütmek de aklı aşar Bütün bu ve benzeri konularda, aklın gereği, İlâhî fermana aynen uymaktır

“Fikrin sönük ise Kur’an’ın güneşi altına gir İmanın nuriyle bak ki, yıldız böceği olan fikrin yerine, her bir âyet-i Kur’an, birer yıldız misüllü sana ışık verir” (Sözler)

Kur’an güneşinin altına girenler, aydınlığa kavuşur, yeni doğmuş gibi olurlar Dar fikirleri birden bire genişlenir Görmeyen gözleri açılır Daha önce bir adım olsun atamadıkları sahalarda yol almaya, yüzmeye, uçmaya başlarlar Ama elbette, belli bir sınıra kadar Çünkü kuldurlar, mahlûkturlar

Gerçekte, akıl için yol birdir O da ne şunun, ne bir başkasının sözüne değil, vahyin ta kendisine uymaktır

“Allah birdir Onun yolu da birdir Görmez misin ki, iki şeyin arasında var olduğu kabul edilen doğru tektir Ama, cehalet ve sapıklık yolları çoktur Nitekim, iki şeyin arasında düşünülen eğri çizgiler sonsuzdur” (Kınalızade)

Felsefe tarihi, akıl üzerinde yapılan münakaşalarla doludur Bu tartışmalarda aklın ne olduğu üzerinde uzun uzun durulmuş, ama onun nasıl kullanılması gerektiği çoğu zaman dikkate alınmamıştır Halbuki bu ikincisi, birinciden çok daha önemlidir

Malûmdur ki, insan bir âleti kullanmayı bildiği takdirde, ondan rahatlıkla faydalanabiliyor Onun inceliklerini bilmesi, çoğu zaman, gerekmiyor

Şu âyet-i kerime mealini dikkatle okuyalım:

“Bir de sana ruhtan soruyorlar: De ki ruh Rabbimin emrindedir ve size ilimden ancak az bir şey verilmiştir”(İsra Suresi, 85)

Bu İlâhî haber, akıl için de aynen geçerli Zaten “ruh”, “kalp”, “akıl” kelimeleri çoğu zaman aynı mânâda kullanılıyor Bazı zâtlar, aklı ruhun bir sıfatı olarak kabul ederken, diğer bir kısmı da, akıl, kalp ve ruh kelimelerini, aynı mahiyetin değişik isimleri olarak değerlendiriyorlar

Evet, gerek Kur’an-ı Kerim’de, gerek Hadis-i Şeriflerde aklın mahiyetinden çok, nasıl kullanılması gerektiği üzerinde durulur Sema ve arzın yaratılışı, insanın yaratılış safhaları, dağların nehirlerin faydaları, arının ilhama mazhariyeti, baharın haşire benzerliği gibi nice ibretli tablolar insan aklına takdim edilir Ve ondan düşünmesi, anlaması ve şükretmesi istenir



Alaaddin Başar (ProfDr

Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.