Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Forum İslam > İslami Yazılar & Hikayeler

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
başlayan, güneşten, yolculuk

Güneşten Başlayan Yolculuk

Eski 08-01-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Güneşten Başlayan Yolculuk






Hümanizm Üzerine :1 GÜNEŞTEN BAŞLAYAN YOLCULUK

Hümanizm, insanı insan yapan değerlere saygıyı öne çıkarmak isteyen bir düşünce akımı; insanın tabiatını, yaratılışını esas alan “insan odaklı” bir ideolojik yaklaşım Bazılarınca hümanizm, mazide din üzerine, yakın tarihte ise ırk üzerine kurulu olan toplum hayatına yeni bir çehre kazandıracak ve onu “insan eksenli” olarak belirleyecek, kuracak ve işletecek

Her ideoloji gibi hümanizm de birtakım önyargılara, hayallere, arzulara dayanır Bunların gerçekleşmesi ise sanıldığı kadar kolay olmaz Bu gibi yenilik taraftarlarına Üstad Bediüzzaman' dan şöyle bir hatırlatma gelir:

Hayat-ı içtimaiye-i beşeriyede bir çığır açan, eğer kâinattaki kanun-u fıtrata muvafık hareket etmezse; hayırlı işlerde ve terakkide muvaffak olamaz Bütün hareketi şerr ve tahrib hesabına geçer” Lem’alar 170

Bunun yakın tarihimizdeki en belirgin örneği komünizmdir Kâinatta olmayan bir kural üzere oturtulan bu ideoloji, milyonlarca insana yetmiş yıllık bir esaret ve zulüm devri yaşattıktan sonra yıkılıp gitti “Mutlak eşitlik” kâinatta yok iken bu sistemde kişilere her konuda eşitlik sağlanacağı vaad edilmişti Mutlu bir azınlığa ulaşılacağı hayalleri ile yola çıkanlar esarette ve mahrumiyette eşitlendiler Her zulüm gibi bu da sonunda yıkılmaya mahkûm oldu

Hümanizmi “bütün insanları sevmek” şeklinde takdim edenler de fıtrat (yaratılış) kanunlarına aykırı bir yol tutmuş olurlar Çünkü insanın yaratılışında herkesi sevmek değil, “iyiyi, güzeli, mükemmeli sevmek” vardır Bütün insanların dürüst, faydalı, hayırlı kişiler olması düşünülemeyeceğine göre bu fikrin de herkesi içine alan umumî bir ideoloji olarak benimsenmesi imkân haricidir

Şunu hemen ifade edelim:

İnsana insanları sevdirmek, ona bizzat kendisini sevdirmektir Bu çok hayırlı bir teşebbüs, güzel bir idealdir Ama bunu yaparken, insanı insan yapan gerçek değerlere cephe alma yoluna gidilirse çelişkilere düşülür ve çıkmaz sokağa girilir

Batı toplumlarına bir göz atalım İktisadî kalkınmalarını tamamlamış, fertlere her türlü imkânı tanımış ve insan nefsine nerdeyse sınır tanımaz bir serbesti ortamı sunmuş olan bu toplumlarda acaba insanlar hümanist midirler? Yoksa, evinde kalan ve devlet bursu alan çocuğundan kira alacak kadar egoist mi?

Düşkünlere yardım batı toplumunda bir hayal olmuş durumda? Hâlbuki o düşkünler de insan değiller mi?

“Çalışsın, kazansın!” diyorlar “Güçleri yetmiyorsa devlet el atsın!” diyorlar “İşsizlere asgari ücretten de olsa bir maaş bağlansın!” diyorlar Kısacası, “Her şeyi devlet halletsin, kimse bizden yardım istemesin!” diyorlar

Bu anlayışa göre, hümanizm sadece devlet yöneticileri için geçerli oluyor Hümanist olmaktan olanca güçleriyle kaçan, başkasının derdini dinlemekten rahatsız olan, zevk ve eğlenceyi her şeyin üstünde tutan bu insanların kalplerine hümanizmi nasıl yerleştireceksiniz?

Egoizmin hüküm sürdüğü, insan sevgisinin yerini köpek sevgisinin aldığı, anne ve babaların yılda sadece birer defa ve resmî biçimde hatırlandığı bir toplumda hümanizmden ne ölçüde söz edebilirsiniz?

İnsanı sevdirmek için, turistlere sanat eserlerini tanıtmada gösterdiğimiz hassasiyetin çok daha fazlasını insanın kendisini tanıtmada göstermek mecburiyetindeyiz

İnsanlık âlemine insanı öyle tanıtmalıyız ki onu her zaman ve her şart altında sevebilelim Çocukluğunda da sevebilelim, gençliğinde de ihtiyarlığında da Sıhhatli iken de sevelim, hasta iken de Varlıklıyken de sevelim düşkünken de “Asıl olan insan olmaktır, bütün bu haller arızîdirler, gelip geçicidirler” diyelim ve insanı sevelim

İnsanı tanıtmanın ilk basamağı, onu tanımaktır Tanımayan tanıtamaz; bilmeyen bildiremez, sevmeyen sevdiremez

O hale insanı nasıl tanımalı ve niçin sevmeliyiz? Bu soruların cevaplarını doğru belirlememiz gerekiyor

Şu milyarlarca insan gökten birer yağmur tanesi gibi inmemiş, yerde birer çiçek gibi açmışlar Bu çiçeklere birer de ruh takılmış, böylece yürümeye, konuşmaya, anlamaya, gülmeye, ağlamaya başlamışlar

Dünya güneşten kopmuş Nice devreler geçirerek bu ateş parçası deniz haline, taş haline, toprak haline gelmiş Buna göre, toprak ve su da güneşten yaratılmış oluyorlar Daha sonra topraktan bitkiler, hayvanlar ve sonunda insan yaratılmış O halde, kaynak itibariyle insan da güneşten yaratılmış oluyor Ama onda güneşte olmayan çok şeyler var; tıpkı yeryüzünde güneşte olmayan çok şeyler olduğu gibi Güneşte orman da yok, okyanus da Ceylan da yok balık da

Burada akıllara durgunluk veren nice tefekkür tablolarıyla karşı karşıyayız:
Toprak, su ve diğer elementler bir terbiyeden geçerek bitki oluyorlar O bitki ayrı bir terbiyeden geçerek, meselâ, yumurta haline geliyor Yumurta bir başka terbiye sonunda göz, kulak, ayak, kanat sahibi oluyor ve uçmaya başlıyor Buna göre toprak ve su bir terbiye sonunda uçmuş oluyorlar

Ötede güneşten kopup gelen bir ateş parçası iki ayrı terbiyeden geçiyor Bir kısmı deniz oluyor, bir kısmı kara Deniz suyunda ayrı bir terbiye tecellisiyle akıl ermez ve rakamlara sığmaz balıklar âlemi yaratılıyor Sanki dünün lavları bugün göz, ağız, mide sahibi oluyorlar ve bir terbiye sonunda dünün ateşi bugün suda yüzer hale gelmiş oluyor
Örnekler sayılamayacak kadar çok

Biz kendimize dönelim ve insanın yaratılışını düşünelim Dünün toprağı bugün görüyor, işitiyor, okuyor, anlıyor, düşünüyor, fikirler üretiyor Önceki günün ateşi, bugün nice manevi ürünler veriyor

Bedenimizin yapı taşları menşe itibariyle güneşe dayansa bile, o hanede vazife gören ruhun ve ona bağlı his ve duygu âlemlerinin madde ile açıklanmasa mümkün değildir

Deniz ve içindeki balıklar gibi, ruh ve onda cevelan eden hisler âlemi de güneşte yok Ne tilkinin kurnazlığını, ne bülbülün nağmesini, ne aslanın yırtıcılığını, ne koyunun uysallığını güneşte bulamazsınız

İnsan ruhunda bunların hepsinin misalleri var:
Kâinatın meyvesi olan insan, dilerse güneş gibi yakıyor; isterse, hava gibi okşuyor Kaya gibi sert olanları da var, pamuk gibi yumuşak olanları da
Kurnazlıkta tilkilere, canavarlıkta sırtlanlara rahmet okutacak kişiler toplumda boy gösteriyorlar

Yine güneşimize dönelim: Güneşte ışık ve ısı olduğu gibi insanda da şefkat ve gazap var Şu var ki, güneş kendinde olup bitenlerin farkında değil, insan ise farkında Ve yine güneş bu sermayesini dilediği gibi kullanama yetkisine sahip değil, insan ise sahip

İnsan odaklı bir ideolojiyi, dine alternatifmiş gibi sunanlar, ön yargılarını bir tarafa bırakıp şu İlahî fermanı dikkatle incelemelidirler:
Şems Suresinde Allah, bir takım mahlûklarına kasem ediyor, bunların başında “Şems” yani güneş geliyor, son kasem ise insan nefsine ediliyor Kasem, yemin demektir Bu kasemlerden sonra bir haber veriliyor:

“Nefsini kötülüklerden arındıranlar kurtuluşa ermiş, onu kötülüklere daldıran da ziyan (zarar) etmiştir

Nefse kasemle ilgili kısmın meali şöyle: “Nefse (ruha, insanın zatına) ve onu en güzel şekilde biçimlendirene, sonra ona kötülük duygusunu da sakınıp iyi olmayı da birlikte ilham edene(yemin ederim ki)”

Felaha erenlerin kimler olduğunu doğrudan haber vermek yerine bir takım varlıklara yemin edilmesiyle bunların önemi vurgulanıyor ve üzerlerinde dikkatlice düşünülmeye teşvik ediliyor Güneşte başlayan tefekkür seyri “kâinatın en mükemmel meyvesi” olan insanda noktalanıyor; tıpkı dünyanın güneşten kopmasıyla başlayan yolculuğun insanda son bulması gibi

İşte hümanizmi savunanların bu kaseme çok dikkat etmeleri gerekir Çünkü “Hümanizm kelimesi Latince 'insan tabiatı' manasına gelen 'hümanitas'dan türemiş Bu ayette de insana yemin edilmiş ve insan tabiatına “kötülük duygusunun” ve “ondan sakınmanın” birlikte ilham edildiği haber verilmiş

Bütün insanlık âlemi için bir anket düzenlesiniz ve İslam’dan hiç söz etmeden haram ve helal olan şeyleri sıralayarak bunlar hakkındaki kanaatlerini belirleseniz ortaya İslam’ın hükümlerinin çıktığını görürsünüz Yalanı hepsi reddedecek, doğruluğa hepsi evet diyecektir İftiraya hepsi karşı çıkacak, dürüstlüğe sahip olacaklardır Gururu herkes reddedecek, tevazuu hepsi beğenecektir Örnekler çoğaltılabilir

Hak dine karşı çıkanlar insanın yaratılışını dikkate almıyor, onu tesadüfen insan olmuş bir canlı olarak görüyor, sonra da kalkıp insan odaklı bir ahlâk sistemi kurmak istiyorlar

Bu sistem insanın yaratıcısını düşünmeden, insan tabiatına neleri koyduğunu ve bunların nasıl kullanılması gerektiğini dikkate almadan kurulamaz
Aksi yola girmek açık bir çelişkidir, insana ters düşmektir



Alaaddin Başar (ProfDr)



Alıntı Yaparak Cevapla

Güneşten Başlayan Yolculuk

Eski 08-01-2012   #2
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Güneşten Başlayan Yolculuk




Hümanizm Üzerine 8 : GÜNEŞTE BAŞLAYAN YOLCULUK (2)

İnsan ve kâinat… Biri ağaca diğeri meyveye benzetiliyor Bu ağaçla meyvesi arasındaki yakın ilgiler Nur Külliyatında değişik yönleriyle sıkça nazara veriliyor

Üstadın, “Hayat-ı içtimaiye-i beşeriyede bir çığır açan, eğer kâinattaki kanun-u fıtrata muvafık hareket etmezse; hayırlı işlerde ve terakkide muvaffak olamaz”(Lem’alar) şeklindeki orijinal tespitinde, toplum hayatında açılacak bir çığırın kâinattaki fıtrat kanunlarına mutlaka uyması gerektiği önemle vurgulanıyor Bu uyum çok yönlüdür Bunlardan birkaçına daha kısaca temas edelim:

İnsanın yaratılışında bir şeyin neye yaradığını, görevinin ne olduğunu araştırma isteği vardır Bu isteğin kaynağı, kâinattaki her varlığın mutlaka hikmetle yaratıldığı, Allah’ın hiçbir nesneyi faydasız ve başıboş bırakmadığı gerçeğidir Kâinatı bir an için bir tarafa bırakıp kendimize dönelim Saçımız neye yarar, niçin yaratılmıştır? Bu sorunun cevabı açıktır Kaşımız, gözümüz, elimiz ayağımız için de aynı soruları sorar ve cevaplarını buluruz İç organlarımız, his dünyamız, akıl ve hafızamız için de durum aynıdır

Gel gör ki, her organın, her duygunun ve her hissin neye yaradığını bilen insan bütün bunlara sahip olan kendi varlığı için aynı soruyu sormakta nedense cimri davranır

Rahmetli Necip Fazıl, hayalindeki ideal gencin vasıflarını ortaya koyarken şu mısralara yer verir:


Yerleştirse başını iki diz kapağına,
Soruverse, ben kimim ve bu hal neyin nesi?
Yetiş, yetiş, ey sonsuz varlık muhasebesi!

Bunlar aslında her insanın kendine sorması ve cevabını bulmadıkça rahat edememesi gereken sorular

“Ben neyim? Bu alemdeki fonksiyonum nedir? Sadece bu alem için mi yaratılmışım?” soruları nefsin ve hevesin de baskılarıyla çoğu kimsenin gündemine hiç girmez bile İşte böyle umursamaz ve vurdumduymaz bir adam yanlış yoldadır, kâinattaki “hikmet kanununa” karşı isyan halindedir Bu isyanın sonucu, ömür sermayesini zayi etmesi, hayatını meyvesiz bırakması, bununla da kalmayıp kendisine ebedî saadet kapısını kapamasıdır

İnsanı gerçekten seviyorsak ona “neci olduğunu” çok iyi anlatmamız gerekir Aksi hale düşünmeden yaşamayı bir felsefe olarak benimser ve bu dünyada Yunus’un dediği gibi birazda o “oyalanır” ve bir şey elde edemeden göçüp gider

“Mal da yalan, mülk de yalan,
Var biraz da sen o yalan

Oyalanmak denilince akla hemen oyuncakla oyalanan çocuklar gelir Oyuncağı kırılan bir çocuk hemen feryadı basar ve yüksek tondan ağlamayı tutturur: Oyuncağımı kim kırdı? diye Henüz düşünme fonksiyonları yeterince gelişmemiş bu yavru, elindeki oyuncağı kimin yaptığını hiç mi hiç düşünmez Onun için önemli olan oyuncağın varlığıdır, onu kimin yaptığı değil Biraz büyüdü mü, oyalandığı oyuncağı da bir derece değişir, bu defa oyuncağını üreten firmaları tanır, aralarındaki kalite ve fiyat farklarını düşünür hale gelir Bu bir gelişmedir ama sonuç yine değişmemiştir, o halâ oyunla oyalanmaktadır Bu yanlış gidişe “Dur!” denilmezse, insan bir ömür boyu oyalanır durur; bazen makamla, bazen servetle, bazen de şöhretle kendini avutur

Oyuncak arabasını eliyle süren çocukla, son model otomobiliyle işine giden kişi arasında olması gereken en önemli fark şudur: Bu ikincisi, taksisini yapan firmaya duyduğu hayranlığın çok daha fazlasını kendisini yapan ve insan olarak terbiye eden Rabbine karşı göstermek durumundadır

“Çocuk, oyuncağını, kimin yaptığını düşünmeden kullanır” dedik; bu adam da öyle yaparsa, gözünü, kulağını, elini, ayağını kimin yarattığını düşünmeden yaşarsa o da çocuklaşmış olur

Bu vartaya düşmeyip, kendisini ve çevresindeki varlıkları hayret, tefekkür ve şükür ile temaşa eden kişinin dünyaya çalışması, artık, bir oyalanma değildir O bahtiyar kul, dünyayı ahiretin tarlası bilir ve dünyasına bu şuurla çalışır Bir yandan kasası dolarken, öbür yandan sevap hanesi kabardıkça kabarır Verdiği sadakalar, yaptığı hayırlı işler gibi, geçimine vesile olduğu kişiler de onun için ayrı bir sevap makinesi olurlar Kendi aile fertlerinin ihtiyaçları için yaptığı bütün harcamalar da sadaka olarak onun amel defterine kaydedilir

Hayatını böylece değerlendiren bir kişi elbette dinlenmeye ve eğlenmeye de talip olabilir Bu yol kapalı değildir, ama sınırlıdır Bu sınırların biri “helal dairesinde kalmak”, diğeri de “israfa girmemektir

Her şeyde ve her hadisede geçerli olan hikmet kanununu, ömrün harcanmasında da esas kabul etmemiz gerekiyor Bu ömür, hikmetle ve en verimli şekilde harcanmalıdır En büyük israf zaman israfıdır, ömür israfıdır

İnsanımızı gerçekten seviyorsak, ona planlı yaşamayı öğretmeliyiz Bu dünyada yaşadığına göre dünyaya, ahiret yolcusu olduğu için de ahirete sistemli bir şekilde zaman ayırmasını sağlamalıyız Bedenindeki her hücrenin aralıksız faaliyet gösterdiğini, güneşin durmadan ışık saçtığını, dünyanın fasılasız döndüğünü ona hatırlatmalı ve bu çalışkan alemde onun miskince oturamayacağını vicdanının ta derinliklerine yerleştirmeliyiz

Sele kapılanları kurtarma çabaları elbette taktire şayan bir insanlık hizmetidir Boşuna uçup giden zamanları, bir hiç uğruna tüketilen ömürleri kurtarma gayretleri de en az birinci kadar önemli ve en az onun kadar tebrike layıktır İnsanlara ömür sermayelerini en güzel ve en faydalı şekilde harcamalarını öğretenler, bence en ileri düzeyde hümanisttirler; isterse isimleri bir başka türlü anılsın

İnsanların büyük çoğunluğu ömürlerini verimsiz alanlarda tükettikleri içindir ki, İlahi fermanda, “dünya hayatının bir oyun ve eğlence, ahiretin ise daha hayırlı ve baki” olduğu haber verilir

Burada, bazılarınca yanlış değerlenen bir noktaya da kısaca değinmek isterim:

Dünyayı kötüleyen bazı hadis-i şerifleri yanlış yorumlayan kişilere karşı Üstad Bediüzzaman, dünyayı üç yönüyle ele alır ve bunlardan ikisinin sevilmeye layık olduğunu güzelce ortaya koyar Dünyanın sevilecek iki yüzü, “Allah’ın isimlerine ayna olma” ve “ahirete tarla olma” yüzleridir Üçüncü yüz ise nefsin hazlarına bakan “oyun ve eğlence” yüzüdür İşte dünyayı kötüleyen hadis-i şerifler bu ikinci yüz için söylenmiştir

Bir başka fıtrat kanunu: Kendine verilen görevi en mükemmel şekilde yapmak, başkalarıyla uğraşmamak, hasetten, kıskançlıktan uzak durmak, kaderine tam rıza ve teslimiyet üzere bulunmak

Bu hakikate bir Kur’an örneği:
“ Ne güneşe, aya çatması yaraşır, ne de gece gündüzü geçer Her biri bir felekte yüzerler” (Yasin, 40)

Gökyüzünde güneşle ay, yer küresinde de geceyle gündüz bir çatışma ve kavga içinde değiller; her biri kendisine verilen görevi en güzel şekilde yerine getirirler Bu fıtrat kanunu, bütün mahlukat için de aynen geçerlidir Bitkiler aleminde kavakla söğüdün, elma ağacıyla çamın bir kavgaları olmadığı gibi, hayvanlar aleminde de her hayvan kendi yaratılışından memnun olarak görevini yapar, bir başka hayvanla boy ölçüşmeye kalkışmaz; onu kıskanmaz, ona haset etmez

İnsanlık aleminde durum biraz farklıdır İnsana cüz’i irade verildiği için, insan en güzeli ve en mükemmeli seçme durumundadır Bunun için gerekli gayreti gösterir, ancak sonuçta kendisine takdir edilmiş olan servet, mevki ve makam ne ise artık onunla ünsiyet eder, başkalarıyla fazla uğraşmaz

Bir öğretim görevlisiyle bir teğmen ayrı feleklerde yüzerler, ayrı hedefleri vardır; onun için birbirlerini meşgul etmezler; her biri kendi hedefine doğru yol almaya çalışır

Bu fıtrat kanunundan sapma gösteren, herkesi kıskanan, toplum hayatında kendisine düşen paya isyan eden, dolayısıyla onu da hakkıyla yerine getiremeyen insanlar, isyan ettikleri bu kanunun cezasını çekerler; yüzleri bir türlü gülmez, iç alemlerindeki fırtına bir türlü dinmez, hayat onlar için bir işkence haline gelir

Ayet-i kerimenin ders verdiği “ihtisaslaşma ve kendi görevini yaparken başkalarıyla çatışmama” dersi, İslam’a farklı şekillerde hizmet eden kişi yahut cemaatler için de geçerlidir Her biri kendi feleğinde yüzmeli, yörüngesinden sapmamalıdır Saptığı taktirde kendisi de zarar eder, çatıştığı rakibi de

İkisi de yörüngesini kaybeden gezegenlere dönerler ve artık isimleri gezegen olmaz, çünkü onlar gezmeyi terk etmiş, düşmeye başlamışlardır

Bir başka fıtrat kanunu, her kemali bir zevalin takip etmesidir Bu kanuna uyan kişiler kemale ermek için gayret gösterirler, ama bunun sonunda zevalin geleceğini de peşinen bildiklerinden zeval safhasında fazla müteessir olmazlar; ihtiyarlığı, emekliliği, hastalığı zevalin birer alameti olarak görür, hayatın her safhasını kendi şartları içinde değerlendirir ve ondan ahiretleri namına fayda sağlamaya çalışırlar Sıhhatliyken çalışarak elde ettikleri sevabı, hastalıklarında sabırla elde ederler

İnsan dağa çıkarken başını her kaldırdığında gözleri gökyüzüyle karşılaşır, dağın zirvesine çıktığında güneşle ve semayla sanki el ele ve iç içedir Aşağı doğru inişe geçtiğinde, gözleri artık semanın derinliklerine değil dağın eteğine takılır

Lezzetleri acılaştıran ölümü çok anmamızı tavsiye eden Allah Resulü (asm), ölümle zevale eren ömrümüzün yeni bir kemale doğru yol alacağını ve o kemal için burada çok çalışmamız gerektiğini bize öğüt verirler Bu hadis-i şerifin verdiği ders, ahiret imanıyla yakından ilgilidir Ölüm ötesinde ebedî bir hayat olduğuna iman eden kişi o ebediyet yurdunun daimî saadetini kaybetmemek için dünyanın fani, gereksiz ve zararlı meşgalelerine kendini kaptırmaz; dünyası yanında ahiretini de mamur etmeye çalışır

Ben bu hadis-i şerifi düşünürken hayalimde şöyle bir sahne canlanır: Oyun ve eğlenceye dalıp dersini ihmal eden bir öğrenciye şefkatli babası şöyle öğüt verir:

“Derslerine çalışmadığın taktirde okuldan atılacağını, işsiz kalıp perişan olacağını çokça hatırla! Tâ ki, oyundan aldığın geçici lezzetler acılaşsın ve sen ders çalışmayı eğlenceye tercih edebilesin
Alaaddin Başar (ProfDr)



Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.