Prof. Dr. Sinsi
|
Îman Ve Nifak Bağlaminda Tebliğ
Allah Resûlü (s a s) buyuruyor:
"İsrâiloğullarına, içtimaî çöküntü şöyle girmiştir: Bir kişi diğerinde gördüğü bir kötülük üzerine, "Ey filan, bu işi terket, bu sana helâl değildir" derdi Ertesi gün de gelir, o adam aynı münkeri işliyor olmasına rağmen, onunla dostluğunu devam ettirir; onunla beraber oturup kalkar, beraber yer içerdi Bunun üzerine Allah (c c) onların kalblerini birbirlerine çaldı " Sonra da Allah Resûlü (s a s):
"İsrâiloğullarından inkâr edenler, Davud'un ve Meryemoğlu İsa'nın diliyle lânetlenmişlerdir Bu, onların baş kaldırmaları ve aşırı gitmelerinden dolayı idi Onlar birbirlerinin yaptıkları fenalıklara mani olmuyorlardı Yapmakta oldukları bu iş ne kötü idi" (Mâide; 5/78,79) âyetini okuyarak şöyle buyurdu: "Hayır, vallahi, muhakkak marufu emredip münkerden nehyetmelisiniz ve yine muhakkak zalimin elinden tutup onu hak çizgisine getirmelisiniz "33 Burada, kötülüğe pasaport veren bir kısım İsrâiloğulları'nın durumu dile getirilirken, mü'minler aynı akıbetten sakındırılmakta ve böyle bir duruma düşmemeleri için tenbihte bulunulmaktadır Zaten bu gibi vak'aların rapor edilmesinde her zaman bir kısım hikmetler söz konusudur
Vak'a şu şekilde de tahlil edilebilir: İşlenen bir münker görülmüştür Münker işleyeni ikaz eden şahıs, zatında o münkerin karşısındadır ve ilk gün o münker işleyeni ikaz etmiştir Ancak, devamlılık ve sebat isteyen böyle bir mevzuda o hiç de öyle davranmamış; münker işleyenin o işte ısrar etmesine karşılık, diğeri metafizik gerilimini koruyamamış ve o şahsa yanaşarak onunla yemiş-içmiş, sohbet etmiş ve dostluğunu devam ettirmiştir Kalbiyle buğzetme, îmanın varlığına son işaret ve alâmetken o, bu kadarcık bir canlılık bile gösterememiştir Böylece, karşısında direnç gösterecek hiçbir unsur kalmadığı için, o kötülük de cemiyet içinde yayılma zemini bulmuştur Ve Cenâb-ı Hakk da onların kalblerini birbirine çarparak eşitlemiş ve denkleştirmiştir Hatta onların arasında dahilî sürtüşmeler meydana getirerek onları fırka fırka bölmüştür
Evet, Allah (c c), inkâr eden Yahudinin kalbini birbirine çarpıp eşitleyip nifak içine attı ve bir dönemde Hristiyan dünyasından çekmedikleri cefa, maruz kalmadıkları hakaret kalmadı Daha önce, asırlarca Babil'de esaret hayatı yaşamış bir başka dönemde Şabur tarafından işkencelerin en iğrencine uğratılmış ve hiçbir zaman rahat yüzü görmemişlerdi Böyle bir duruma düşmelerinin tek sebebi, aralarında "emr-i bi'l-maruf, nehy-i ani'l-münker" yapmamaları idi ki, bu sebeple kalblerinde ayrılık fitneleri gelişiyor ve yer yer temelden sarsılıyorlardı İşte Allah Resûlü (s a s) böyle bir vak'ayı rapor ederken, aynı akıbete düşmemeleri için, yapılması gereken şeylerin baştan yapmaları gerektiği hususunu ümmetine ihtar ediyor ve toplum hâlinde çökmemenin yol-yöntem ve tekniğini öğretiyordu Böyle bir noktaya gelmişken, bir -iki cümle ile de olsa- sadet harici sayılabilir bir hususu hatırlatmakta fayda mülâhaza ediyorum Bir kesimi itibarıyla İsrâiloğulları, Hz Musa (a s) zamanında dahi, bir ittifak ve ittihat temin edebilmiş değillerdir Dolayısıyla da hep te'dip ediliyorlardı Eğer şu anda Yahudiler, muvaffak görünüyorlarsa -ki öyle sayılırlar- bu da onların sûrî ittifaklarının bir sonucu olsa gerek Tarihî dinamiklerine sahip çıkmaktan kaynaklanan bu ittifak, onların, ne ölçüde olursa olsun, bir devlet kurmalarını netice vermiştir Tarihî değerlerinden uzaklaşır, iç çekişmelere girerlerse, yıkılıp gitmeleri kaçınılmaz olur Evet, bugünkü İsrailoğulları ve Yahudiler, bazı yanları itibarıyla tashihe ve tecdide açık olsa da semavî bir dine saygılı davranmalarının mükâfatını görüyorlar Biraz da bizim zavallı durumumuz onları daha güçlü hâle getiriyor
Evet, günümüzde İslâm dünyası hasta, alil ve ihtiyaç içinde kıvranmaktadır Onun, silkinip kendi özüne dönmesi şarttır Ruhu zillet, aklı kıllet ve bütün uzviyatı illet içindedir Acilen tedavi edilmezse, her geçen gün daha kötüye gidebilir Ancak, tedavi edildiğinde, yükleneceği misyon da kainat çapındadır İnşaallah o gün İslâm, yeryüzündeki bütün milletleri kucaklayacak ve dünyaya yeni bir nizam, bir âhenk ve bir rûh getirecektir
* * *
İslâm tarihinde, tebliğ vazifesinin mü'minlik şiarı olduğuna delâlet eden çok hâdise vardır Onlardan biriyle bu faslı açmak istiyorum Bu hâdise Hz Ebu Bekir (r a) ile ilgilidir Hz Ebu Bekir (r a) bir gün kendini dinleyenlere şöyle seslenir:
"Ey îman edenler! Siz kendinize bakın, siz doğru yolda iseniz, herhangi bir sapkın kimse size zarar veremez  " (Mâide, 5/105) âyetini okuyor ama yanlış te'vil ediyorsunuz Zira ben Allah Resûlü (s a s)'nün şöyle dediğini işittim:
"Bir topluluk ki, günah işler ve aralarında onları bu günahtan menetmeye muktedir kimseler vardır; vardır da bu görevi yapmazlarsa, onların üzerine Allah katından bir belâ gelmesi kaçınılmazdır "34
Evet, yukarıdaki âyet, "başkalarına karışmayın, siz sadece kendinize bakın" demek değildir Aksine âyetten anlaşılması gereken mânâ, başkalarının dalâlet ve sapıklıklarını görüşüp konuşurken insanın kendisini unutmamasıdır Yani, aslında burada ferdî muhasebeye teşvik vardır İşte Hz Ebû Bekir (r a) bu mânâyı en iyi kavrayanlardan biri olarak, Allah Resûlü (s a s)'nden naklettiği hadîsi bu anlayışa delil olarak irad etmiştir
Bu konu ile alâkalı Peygamber Efendimiz (s a s)'in daha birçok hadîsi vardır Konuya işaret açısından bazılarını kaydetmek istiyorum:
Allah Resûlü (s a s), Tirmizi'nin rivayet ettiği bir hadîslerinde şöyle buyururlar:
"Ya emr-i bi'l-maruf nehy-i an'il münker yaparsınız; ya da Allah size azap gönderir, (gönderir de) duâ edersiniz; artık duânız kabul edilmez "35
Yine Tirmizi'nin rivayet ettiği bir başka zayıf hadîste, yukarıdaki sözler aynen tekrar edilir ve şu ilavede bulunulur:
"  Allah başınıza şerirlerinizi musallat eder Sonra hayırlılarınız duâ eder de duâları kabul olmaz "36
Şerirler; ayak takımı, işten, idareden anlamaz, din-diyanet bilmez, kitap-peygamber tanımaz ve ne kadar mukaddes bilinen şey varsa, onlarla alay eder saygısız bir güruhtur Allah (c c) onları hangi millet ve devletin başına musallat etmişse, artık o millet veya devlet iflah olmamıştır Cenâb-ı Hakk, imhal eder, mühlet verir; fakat asla ihmal etmez "Emr-i bi'l-maruf, nehy-i ani'l-münker" yapmama günahının cezasını da, bir müddet geriye atar; ama ceza vakti gelince o insanları kıskıvrak yakalar ve sarsar İşte o cezalardan bir çeşidi de, milletin başına şerirlerin geçmesi ve kaba kuvvetin onları idare etmesidir ki, bu, Müslümanlar için hak edilmiş bir ceza olur Bu arada hayırlılar camileri doldursa, duâ duâ yalvarsa, sabahlara kadar gözyaşlarıyla seccadelerini yıkasalar da yine bu ceza müddeti dolmadıkça onlar bellerini doğrultamazlar Bu İlâhî bir kanundur; ve hiçbir zaman değişikliğe uğramayacaktır
Siz bu ifadeleri, realite planında hayatın bütün üniteleri üzerine serdiğinizde, manzaranın kadimden beri hep aynı olduğunu göreceksiniz Günümüzdeki durum da, bu tarih-i tekerrürler devr-i dâiminden sadece bir-iki karedir Camilerdeki duâlar, yanıp yakılmalar, ağlamalar ve feryat etmeler ulu divanda kabul görmüyorsa, bu durum bir günahın keffâretinden başka ne ile izah edilebilir ki! Bu günah, üzerinde ısrarla durduğumuz bir kudsî vazifenin ihmal edilişi veya istenen ölçüde yerine getirilemeyişidir
Evet, bu günah bizi Rabbimizden kopuk hâle getirdi aslında, marufu emredip münkerden menetme, bizim varlık gayemizdi Bizler bunun için yaratılmıştık ve hele hak erleri olarak bizler, yani varlığını hak yola adamış kişiler hatta sa'y ve gayretlerinde cenneti dahi esas gaye ve hedef yapmayanlar! Eğer fırsat ve imkân varsa orada dahi Rabbi anlatmayı, cennetin diğer bütün nimetlerine tercih edecek kadar bu işin aşıkları veya mümkünse, cehennem zebanilerine bir şey anlatmak için hiç çekinmeden cehenneme girebilecek hasbî ruhlar! Evet işte bunlar, yaratılış gayeleri olan bu çok önemli vazifeyi ihmal ederlerse, dünyanın başına gelecek musibet ve belalar vize almış demektir Bundan öte yapılacak bir şey varsa o da duâdır; duâların faydasını da Allah bilir Çünkü bu hâle giriftar olma, bir bakıma yok olmaya kilitlenme demektir Böyle bir gün çetin bir gündür o gün rahmet yüzüne nikap çekmiş, gazap ise yüzündeki nikabı kaldırmış el elde üzülmüş ve dönüşü olmayan bir akıntıya dûçâr olunmuş demektir
|