Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Forum İslam > İslami Yazılar & Hikayeler

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
birlik, olma, yeniden, zamanı

Yeniden Birlik Olma Zamanı

Eski 08-02-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Yeniden Birlik Olma Zamanı




Irkçılığın Avrupalı kökenleri ve İslam kardeşliği



Üstünlük algısına dayalı kavmiyetçilik

Genç arkadaşlarımız hatırlamazlar; bizim çocukluğumuzda her gün haber bültenleri katliam görüntüleriyle başlardı Adını bile bilmediğimiz ıssız ve sapa mezralarda yaşayan gariban köylülerimizin, yöresel kıyafetleri içinde yerlere serilmiş cesetleri…

Erkek, kadın, yaşlı, çocuk demeden, kurşun sıkmıştı birileri onlara…

1980’li yıllar terörün en kanlı eylemlerine sahne oldu İnsan görünümündeki bir takım canavarlar, hemen her gün bir köy veya mezramıza silahlı baskın yapıyor; bölge halkını acımasızca öldürüyor, benzin dökerek evlerini yakıyordu

Görenlere; “Bunu bir insan nasıl yapabilir” dedirten korkunç manzaralardı bunlar Hele bir Müslüman, din kardeşine böyle bir vahşeti nasıl uygulayabilirdi? Üstelik yüce kitabımızda; “Kim bir mümini bilerek öldürürse onun cezası, içinde ebedi kalmak üzere cehennemdir Allah ona gazap etmiş, lanet etmiş ve ona çok büyük bir azap hazırlamıştır(Nisa: 93) buyrulduğu halde…

Anlaşılan o ki, yüce kitabımızın ayetleri, bu katliamları yapanların umurunda değildi Çünkü onlar, zihinlerine sokulan ideolojik fikirlerle birlikte, dinlerinden de uzaklaşmışlardı

Tarihte ortaya çıkmış ilk zalimler, kendi zulümlerine alet edecekleri yandaşlar edinmek üzere, bir kavmi diğerlerinden üstün tutma yolunu izlemişlerdir Zalim idarecilerin üstün tuttuğu bu seçkin topluluğu, zamanla yönetimleri altındaki halka kendi soylarının üstünlüğünü kabul ettirir ve bu üstünlük iddiasını sömürgesine dayanak yapar
Yani iyi düşünülecek olursa bir kavmin diğerlerine üstünlük taslaması, aşağılaması ve asimile etmesinin temelinde yatan asıl saik; dünyalığa tamahları ve bu doğrultuda olan iktidar hırslarıdır Bu hırsı maskeleyen tüm fikri, ideolojik veya bilimsel gerekçeler; sadece birer bahanedir

Kavmiyetçiliğin Kökenleri

Avrupa menşeli etnik veya ulusçu kavmiyetçilik anlayışı; kökeni itibarıyla Eski Yunan ve Roma kültürüne dayanır Romalılar, bu itikatları ile kendilerini yeryüzünde seçkin bir kavim sayarak, başka kavimleri köleleştirmeye ve sömürmeye hak sahibi görmüşlerdir
Müslümanların fetihler yaparak kurtarmasına kadar, Ortadoğu’yu, Anadolu’yu ve kuzey Afrika’yı sömüren Romalılar; buraların yerli halklarını daima kendileri tarafından güdülmesi gereken sürüler olarak görmüşlerdir Bu halklar, İslam dini sayesinde şuurlanıp silkinerek kıyam edene dek, Roma’nın askeri ve siyasi gücüne karşı çıkamamışlardır

Roma hegemonyasını bitiren en büyük gücün, halkların İslam dini sayesinde birleşmeleri olduğunu, Avrupalılar bizden çok daha iyi bilmektedirler Bu nedenle Avrupalılar, en fazla Müslümanların kendi dinlerine yabancılaşması ve birbirlerinden uzaklaşmalarını sağlamaya uğraşmaktadırlar Bunun için de inancımıza son derece zıt olan ve bizi birbirimizden koparan ırkçı ve kavmiyetçi fikirleri gençlerimize aşılamaktadırlar

Oysa etnik veya ulusa dayalı milliyetçilik, asıl Avrupalıların kendilerini bütün Avrupalı olmayanlardan üstün saymalarının dayanağıdır Çünkü müslümanları bir ve beraber yapan asıl umde, “İslam milliyetçiliği” diyebileceğimiz, ümmet bilinciydi Yani, ırka değil de dini inanca dayalı bir milliyetçilik





Darvinizm, Niçe ve Hitler

Avrupa milletleri, Roma imparatorluğunun sömürge anlayışını hayata geçirmek için onlarla aynı taktiği, yani kendi kavimlerini üstün sayarak üstünlük taslama yöntemini kullanmışlardır Ancak bir farkla; Avrupalılar, kendilerini üstün saymak için mitolojik inançlar yerine, daha bilimsel görünüşlü bir hurafeyi, yani ‘evrim’i kullanmışlardır

Aslında evrim teorisi de kökeni itibarıyla Yunan mitolojisinin devamıdır Tutkalla yapıştırılarak üretilmiş sahte fosillerle “İngilizlerin en erken evrimleşmeye başlamış halk olduğu” iddiasına dayanak sağlamaya çalışan, sözde bilim adamı başta olmak üzere, birçok Avrupalı filozof; ırkçı ve ulusçu milliyetçiliği yeni bir din gibi benimsemişlerdir Büyük bir bilim adamı gibi sunulan Darwin’in kitabı; ırkçı görüşlerle doludur Onun Avrupa’lı halklar dışındakileri, maymuna yakın ırklar olarak gören sözleri de o zamandan bu yana, pek çok siyasetçiye ilham vermiştir

Bilhassa etnik milliyetçiliğin en ileri modelini uygulayan Hitler; Almanların seçkin Aryan milletinin soyundan gelen, uzun kafataslı, başkalarından daha üstün bir ırk olarak kabul ederken, evrimci görüşü dayanak saymıştır Hitler, bilhassa merhamet düşmanı ve saldırganlık taraftarı filozof Nietzche’nin tesirinde kalmış, “Üstün insan ırkının daha da evrimleşebilmesi için aşağı ırklara ve kişilere merhamet edilmemesi gerektiğini” ileri sürmüştür

Hatta Alman ırkçılığı o kadar aşırıya gitmiştir ki, insan ırkının evriminin sürmesi için zayıf ve kusurlu soyların elenmesi gerektiğini ileri sürerek, “öjeni” uygulaması yapmışlardır Öjeni dedikleri, ayıklama uygulamasında, üstün insan soyunun kalitesini düşürdüğüne inanılan, Yahudiler, Çingeneler gibi ırklarla birlikte, kalkınmayı ve ilerlemeyi yavaşlatan hastalar ve sakatlar da ölüm kamplarında yok edilmiştir

Görüldüğü gibi ırkçılık anlayışı, gerek istinat noktası bakımından, gerek değer ve uygulamaları bakımından tamamen İslam’a zıttır

İslam dini, her şeyden önce, bütün batıl itikatların, söylentilerin ve ideolojilerin kaynağında bulunan mitolojik inançların en büyük düşmanıdır Yüce kitabımız, insanların üstünlük iddialarına dayanak yaptığı mitolojilerin, uydurma, boş söylenti ve kuruntu olduğunu söyler

İnsanları bölüp parçalayan, aralarındaki kardeşlik bağını kopartan, bir yöresini diğer yöresine düşman eden milliyetçi ideolojilerin hepsi de yanlı ve eksik düşünen insan aklının ürünü olan felsefelerdir

İman kardeşliği

Hepimiz biliriz ki dinimiz, soy sop, kavmiyet ayrımı yapmadan, bütün Müslümanları iman kardeşi ilan eder Gerçekten de bütün peygamberler gibi Peygamberlerin Sonuncusu Habîb-i Kibriyâ Efendimiz de insanlara aralarındaki kardeşliği hatırlatan bir kardeştir:

“Rabbiniz birdir Babanız da birdir; hepiniz Âdem’in çocuklarısınız Âdem ise topraktandır Allah yanında en kıymetli olanınız, O’na karşı en çok takvâ sâhibi olanınızdır Arab’ın Arap olmayana -takvâ ölçüsünden başka- bir üstünlüğü yoktur (Müslim, Hac, 147; Ebû Dâvûd, Menâsik, 56)

İslam dininde bütün insanlar hangi kavimden olurlarsa olsunlar, Allah’a kullukta aynı seviyededir Allah’ın hükümleri karşısında bütün kavimler “tarağın dişleri gibi eşit” derecededirler Hiç kimsenin kimseye üstünlüğü yoktur

Rabbimiz; bırakın Müslümanların birbirlerine üstünlük taslamasını ve birbirine düşman olmasını; birbirinin dertlerine karşı duyarsız kalmasına bile razı değildir Yüce Mevla’mız; Müslümanları birbirinin derdiyle dertlenen, acısına ortak olan ve yardımına koşan iman kardeşleri olmaya davet eder Bu husustaki, sayılamayacak kadar ayet ve hadisi şerifi tekrarlamaya lüzum yoktur

Kur’anı Kerim’de kadîm toplumların hikâyeleri anlatılırken; bu kavimlere gönderilen Hazret-i Hud, Salih ve Şuayb (aleyhimüsselâm)’dan şöyle bahsedilir: “Onlara, kardeşleri Hûd’u (Salih’i / Şuayb’ı) göndermiştik(el-A’râf, 65, 73, 85)

Bu ayetlerde peygamberlerin kavimlerine kardeşlik bağları ve kardeşçe muameleleri özellikle vurgulanarak; peygamberlerin daima kardeşliğe davet ettiğine dikkat çekilir

Aslında, peygamber kıssalarından anlıyoruz ki Rabbimiz daima insanlar arasındaki fıtrî kardeşlik duygusunu esas almış ve geliştirmeye teşvik etmiştir

Nitekim Peygamber Efendimizin ihya ettiği kardeşlik yolu; başta birbirleriyle akraba olan Ortadoğulu kavimler olmak üzere; halka halka genişleyen bir cihanşümul kardeşlik kültürü meydana getirmiştir İslam kardeşliğinde birleşmek üzere uzak diyarlardan, dağlar, çöller ve denizler ötesinden nice Türkler, Kürtler, Hintliler, Afrikalılar, Endonezyalılar, Farisiler, Arnavutlar, Boşnaklar… O Rahmet Peygamberi’nin kardeşlik çağrısına koşmuşlardır

Aralarına tefrikalar girene kadar Müslümanlar, kardeşçe bir arada yaşamışlar, birbirlerine zulmetmek, sömürmek, ezmek şöyle dursun; en küçük bir husumet beslemekten bile kaçınarak şöyle dua etmişlerdir: “Bunların arkasından gelenler şöyle derler: ‘Rabbimiz! Bizi ve bizden önce gelip geçmiş imanlı kardeşlerimizi bağışla; kalplerimizde, iman edenlere karşı hiçbir kin bırakma! Rabbimiz! Şüphesiz ki sen çok şefkatli, çok merhametlisin!” (Haşr, 10)

Gerçekten de kardeşleri hakikî kardeş yapan; hatta aynı ana-babadan doğmayanları da kardeşçe birbirine kaynaştıran iman bağından başka nedir? Hatta Kur’an-ı Kerim’de de asıl kardeşliğin iman kardeşliği olduğu bildirilmektedir

Kardeşlik; dünyadaki ‘cennet’

Birbirinden uzak yerlerde yaşayan, birbirinin diline ve kültürüne yabancı, ırk özellikleri, âdet ve alışkanlıkları farklı nice kavimler; İslam kültürü sayesinde asırlarca kardeşçe kaynaşıp birlikte yaşamışlar; görgü ve bilgilerini birleştirip bir medeniyet havzası meydana getirmişlerdir Böylece, daha sonra başka milletlere de ilham verecek bir medeniyet harsı teşekkül ettirip dünyanın cennetini kurmuşlardır

Gerçekten de kardeşlik, dayanışma ve yardımlaşma dünya hayatımızı da cennete çeviren hakikî bir cennet nimetidir Eğer kıymeti bilinse asıl nimet, kalplere verilen kardeşlik hissidir Hatta denilebilir ki kalplerin muhabbetle kaynaşıp birleşmesiyle kardeş olmak; hiç şüphesiz gökten inmiş bir cennet sofrası gibidir





Kalpte gerçek muhabbet olursa başarılar kibirle değil, tevazu ve şükürle karşılanır Nimetler; bencilliğe, hodkamlığa ve birbirine sırt çevirmeye değil, ikram ve ihsana vesile olur Bu durumda da kardeşler arasında ne haset olur, ne nefret İşte asıl nimet de budur

Ne yazık ki bugün insanlık en çok bu nimetten mahrumdur Üstelik barış, kardeşlik, eşitlik gibi sloganların en fazla dillere pelesenk olduğu bir asırda, insanlar bu nimetten mahrum kalmıştır
Peki, neden? Madem kardeşliğin gerekliliğinde herkes müttefik; öyleyse neden insanlar bir türlü kardeş olamaz? Kardeş olmanın nesi zor ki; bırakın insanların kardeş olmasını; aynı soydan gelen kardeşler bile nasıl birbirinin ‘kurdu’ olur?

Hiç şüphesiz bunun cevabı, gerçekten kardeş olduğumuza inanma eksikliği ve kardeşliğin icabı olan fedakârlığı yapma isteksizliğidir İnsanları kardeşliğe iman ettirecek, birbirlerine kardeşçe muameleye teşvik ettirecek yegâne inanç ise sadece İslâm medeniyetinin inanç sistemidir

Nasıl olmasın ki vahye iman eden herkes zaten kullukta yoldaş, ümmetlikte kardeş, aynı atadan dolayı soydaş olduğunu kabul etmektedir Her hac mevsiminde baba evine bayramlaşmaya koşan kardeşler gibi, atamız Âdem’in mescidine, İbrahim milletinin tevhid ve kardeşlik bayramına katılmamız da bunu göstermiyor mu?

Ne yazık ki çeyrek asırdır yaşanmakta olan iç savaş, ülkemizdeki din birliğine dayalı ümmet bilincini parçalamış, gönüllere milli gurur belasını sokmuştur Yaşanan acılar; aynı dinin mensubu, tek bir ümmet, birbirinin iman kardeşi olan kavimlerin, birbirine karşı kuşku, nefret ve intikam hisleri beslemesine neden olmuştur

Yaralar sarılmalı

Yıllarca yanlışta ısrar etmek, bize çok büyük acılara mal olmuştur Artık hala aynı yanlışı sürdürmek için ısrar edenlere kulak verilmemeli, doğru adımlara kararlılıkla kardeşliğin tesisi için çabalamaya devam edilmelidir

Doğrusu bunca yıldır akan kanın, dağılan yuvaların, felaketlerin vebali, ister dağda ister şehirde olsunlar; halkının değerlerine yabancılaşmış insanlarımıza aittir Bu halk, karnını doyurduğu kadar aklını ve gönlünü de doyuramadığı kendi evlatlarının kurbanı olmuştur Bu toprağın anaları 30 senedir; evlatlarını kucaklarından koparıp alarak, birer cani veya despot haline getirenler yüzünden kan ağlamaktadır

Bizim kültürümüzün temeli olan kitabımız; “Dillerinizin ve renklerinizin farklı oluşu O’nun ayetlerindendir(Rum, 22) anlayışını öğretir Böylece farklılıkları hoş görür Yani bir dili ve kültürü başkalarına dayatmayı emretmez, aksine çokluğun ve çeşitliliğin korunmasını teşvik eder Bu yüzdendir ki İslam dinini benimseyen idareciler, kuran dili Arapça’yı bile dayatmamış, herkesin kendi lisanında konuşmasını hoşgörüyle karşılamıştır

Bir batılı düşünür, Kuranı Kerime tercüman olurcasına şöyle der; “Milli gurur; gururların en bayağısıdır Şahsi hiçbir fazileti olmayanlar, milletleriyle övünürler

Bu, tam da Kur’anı Kerim’in İsrailoğullarının şahsında bütün insanlığa yaptığı ikazı yansıtır; “Onların (atalarınızın) kazandığı onlara, sizinki size…” (Bâkara; 134) Yani bir anlamda; “Atalarınla, soyunla ne övünüyorsun? Sen kendine bak! Sen onların faziletlerinden bu kadar uzaklaşmışken; sırf onların soyundan geldiğin için nasıl övünebilirsin?” Denilmektedir

Ülkemizdeki bütün soyların ortak menfaatine olan barış ve kardeşlik, bir an önce tesis edilmeli, kırılan kalpler onarılmalı ve ayrılık yaraları sarılmalıdır

Birlik olmak nimettir; bu nimete nankörlük etmek, nimetin elden gitmesine sebep olabilir

Birlik olmak güçtür; kuvvettir Birliği bozanın kuvveti gider; izzeti yok olur Üstünlük taslayacağım derken, zillete düşer Bu yüzden, birbirimize din bağıyla bağlanarak; kelimenin gerçek manasıyla “millet” olmanın zamanıdır

HATİCE KÜBRA ERGİN


Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.