Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Forum İslam > İslami Yazılar & Hikayeler

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
bedüzzaman, işte

İşte Bedüzzaman

Eski 08-02-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

İşte Bedüzzaman






BİR ASIRLIK FERYAT






Beni anlamıyorlar veyahut anlamak istemiyorlar” der ve hıçkıra hıçkıra ağlar Yan koğuşlardan ağlama sesini işitenler gelip sorarlar O ise; “beni kendi halime bırakınız ve gidiniz” der Ancak yine de bir kez daha anlatmayı ihmal etmez;


“Geçmiş zamanın elli sene evvelki hadisatı, sinema ile hal-i hazırda gösterildiği gibi, gelecek zamanın elli sene sonraki istikbal hadisatını gösteren bir sinema bulunsa idi belki beni anlardınız!" Der


Yani, Bizlerin televizyon ekranlarında geçmiş olayları izlediğiniz gibi, O da manevi bir sinema ile elli, yüz sene sonraki olayları izliyordu İzlediği her tablo sinesine bir hançer gibi saplanıyor ve onu inletiyordu


İnandırmak için vurgu yapmayı da ihmal etmez:: “Evet, gördüğüm hakikattır, hayal değil” der


Kim bilir, belki, bu gün, bütün bir vatanın ağladığı şehitlerine ağlıyordu, kardeşin kardeşi nasıl hunharca katlettiğine inliyordu Bediüzzaman


Çıkarıldığı hiçbir mahkemede kendini savunmaz İman der, vatan der, gençlik der, birlik ve berberlik der Başka bir şey demez


Kendisine “niçin mahkemelerde kendini savunmuyorsun, her seferinde “ülkenin istikbali, milletin ahvalı” deyip inliyorsun ” diyenlere, şu anlamlı ve duygulu cevabı verir

“Çünkü evladım yoktur ki yalnız onu düşüneyim Hususî bir hanem yoktur ki fikrimi yalnız ona hasredeyim Belki bu memleketle ve belki âlem-i İslâmın kıtası'yla, hanem gibi, hamiyet-i İslâmiye noktasında alâkadarım Ve o iki büyük hanedeki vatandaşlarımın, dindaşlarımın elemleriyle müteellim ve firaklarıyla mahzun oluyorum” der


Ve yine mahkemenin birinde şöyle seslenir: “Beni serbest bırakınız, el ele verelim, komünizmin doğurduğu anarşi ve terörle zehirlenen gençlerin ıslahına ve memleketin imanına, hizmet edelim” der Ama dinleyen kim Her haykırışı için “bir irtica yaygarasıdır” derler ve Kulaklarını tıkarlar


Ancak O, mahkeme koridorlarını inletircesine sesini yükseltir ve devam eder: Efendiler! Siz, niçin sebepsiz bizimle uğraşıyorsunuz? Katiyen size haber veriyorum ki: Ben, sizinle değil mücadele, belki sizi düşünmek dahi vazifemizin haricindedir


Ben şimdikileri değil, elli sene sonra gelen nesl-i atiye(gelecek nesil) gayet büyük bir hizmet ve onları büyük bir uçurumdan ve millet ve vatanı büyük bir tehlikeden kurtarmaya çalışıyorum


Yazdığım eserlerle, bu millet ve vatanı anarşilik tehlikesinden ve nesl-i atinin biçareler kısmını dalalet-i mutlakadan kurtarma gayretindeyim Çünkü bir Müslüman başkasına benzemez Dini terk edip İslamiyet seciyesinden çıkan bir Müslüman, dalalet-i mutlakaya düşer, anarşist olur, daha idare edilmez


Elli sene sonra, gençlerin büyük bir çoğunluğu şahsi ve nefsi menfaatlerine tabi olup, millet ve vatanı anarşiliğe sevk etmek ihtimalinin düşünülmesi ve o belaya karşı bir çare arayışı, yirmi sene evvel beni siyasetten ve bu asırdaki insanlarla uğraşmaktan katiyen menetmiştir” der


Fakat ne çare, bütün bu haykırışlar, hapishane duvarlarında yankı yapar ama muhataplarda en ufak bir etki yapmaz Zira onlar, hüküm ve kararlarını mahkemeden çok daha önce vermişlerdi


Evet Emirdağ Lahikası adlı eserinden yaptığımız bu alıntılar, içinde yaşadığımız milli problemleri televizyon ekranlarında izlemekten daha net ve doğru teşhislerin ifadesidir İlmin ve alimin değerini bilmeyen toplumlar, problemleri ancak, yürekleri yakan acı manzaralı faturalarda okuyabilirler İçinde yaşadığımız Milli felaketin ayak seslerini feraseti ile gören, acısını ise kalbinde hissedip inleyerek ve avazı çıktığı kadar bağıran bu adamın ikametgahı Afyon hapishanesi, verilmek istenen makam ise, idam sehpasıydı

Ancak o bütün bu tehditlerin farkında bile değildir İsterseniz kendisinden dinleyelim: Bana, 'Sen şuna buna niçin sataştın?' diyorlar Farkında değilim Karşımda müthiş bir yangın var Alevleri göklere yükseliyor Içinde evlâdım yanıyor O yangını söndürmeye koşuyorum O müthiş yangın karşısında bu küçük hâdise(tutuklanması ve verilen sıkıntılar demektir) bir kıymet ifade eder mi? Dar düşünceler, dar görüşler!


Evet Bediüzzaman, milli bir tehlikeyi tam zamanında fark etmişti Ancak fark edileni, nasıl fark ettirecekti, zira O, Büyük kafaları gaflet içinde görüyordu Neden diye soranlara ise?


“Dünya, büyük bir mânevî buhran geçiriyor Mânevî temelleri sarsılan Garb cemiyeti içinde doğan bir hastalık, bir vebâ, bir tâun felâketi, gittikçe yeryüzüne dağılıyor Ancak yetkililer, kendi medeniyetinin köklü ve sağlam dinamiklerini bir tarafa itip, garbın, çürümüş, kokmuş ve tefessüh etmiş batıl formülleri ile karşı koymaya kalkışıyorlar” cevabını veriyordu


Cumhuriyet yetkililerini bu şekilde değerlendiren Bediüzzaman, aslında bu milli tehlikenin ayak seslerini çok daha önceleri sezmişti Sezmekle de kalmamış Bu milli hastalığın reçetesini de yazmış ve tedavi için devlet desteğini almak üzere, Sultan II Abdülhamid'e ve ardından da Sultan Mehmet Reşad'a sunmuştu Kendisini çok iyi anlayan ve Bediüzzamanın projesini tam yerinde bulan Sultan Reşat, bu projenin maddi alt yapısını gerçekleştirmek üzere yirmi bin altın tahsis eder


Böylece, Van, Diyarbakır ve Bitlis üçgeninde yapmayı tasarladığı medresenin temelini Van Edremit'te atar Ancak, Birinci Dünya Savaşı patlak verir Bu kez, “şimdi bize vatanı savunmak düşer” der ve talebelerini alır cepheye koşar Bir çok talebesini şehit verdikten sonra, kendisi de Ruslara esir düşer İki yıllık esaret hayatından sonra bir şekilde kurtulup İstanbul'a gelir


Ankara'da meclisin açılmasından bir süre sonra Mustafa Kemal tarafından Ankara'ya davet edilir Başkanlığa verilen bir teklif üzerine, bütün meclis adına kendisine “hoş geldiniz” merasimi yapılır


Ülkenin içinde bulunduğu durumla ilgili genel bir değerlendirme isteyen milletvekillerine, Mecliste yaptığı bir hitabede yine konuyu, ayak seslerini işittiği ve ancak meclisin gafil bulunduğu şark meselesine ve ülke birliğine yönelik tehlikeye getirir Çare olarak ta, daha önce temeli atılıp, ancak patlak veren savaşla birlikte yarım kalmış olan üniversiteyi gösterir


Yüz altmış üç milletvekili bu üniversite projesine destek için yüzelli liranın verilmesine onay verir Ancak arkasını dine ve maneviyata, yüzünü ise körü körüne taklit ettiği Avrupa'ya dönmüş olan diğer milletvekilleri, Bediüzzaman'ın endişelerini yersiz ve projelerini de gereksiz görüyorlardı


Bediüzzaman ise projesini detaylı anlatma ihtiyacı hissetmiş ve meclise anlatmıştı Çünkü o, medenilere galebe çalmanın ikna ile olabileceğine inanıyordu Ancak mimsiz medeniyetin esiri olanların bu kaideden hariç olacağını burada, acı bir tecrübeyle öğrenecekti ki, daha sonra yazdığı bir eserinde: “Mimsiz medeniyet: medeniyetteki maksudu hakiki olan istirahatı umumiyeyi ve saadet-i beşeriyeyi şahsi menfaatlere feda etmekle, insanlığın huzur ve saadetini bozmuştur” diyecektir


Evet Bediüzzaman doğu hakkındaki projesini meclise anlatmaya başlar:

Birincisinin acilen, diğerlerinin ise onu takiben faaliyete geçmesini istediği üniversitelerin, eğitime başladıktan sonraki maddi gelirlerinden, ders verecek hocaların durumundan, derslerin muhtevasına ve öğretilmesi gereken lisanlara kadar, bütün ayrıntılar tespit edilmişti Biz bunlardan bazılarını buraya alalım:


BİRİNCİSİ: Kurulacak olan üniversitenin yeri olarak, öncelikle ve özellikle: Van, Bitlis ve Diyarbakır üçgenini önerir Ortadoğu, Asya ve Türkiye'nin doğusundaki farklı milletleri içine alan bir coğrafi konumu itibarıyla, kaynaştırma ve bütünleştirme vazifesi yapacaktı Zira bu bölgelerin öğrencileri aynı üniversite potasında eriyerek birleştirici rol oynayacaklardı


İKİNCİSİ: Bu üniversitede, din ilimleri ile fen ilimleri birlikte okutulacaktı Zira “Aklı aydınlatan fen ilimleridir Kalbi ışıklandıran din ilimleridir İkisinin birleşmesiyle hakikat ortaya çıkar Birbirlerinden ayrıldıkları takdirde; birincisinden şüphe ve inkar, ikincisinden de taassup ve cehalet çıkar


Böylece, birbiriyle düşman yapılmaya çalışılan din ile fenni barıştırmakla büyük bir kutuplaşmanın önüne geçilecekti Bu kutuplaşmanın, ileride nelere mal olduğunun acı tecrübelerini alen görüyoruz Ve meğer ileri görüşlülük neymiş deyip kaybettiğimiz bu fırsata üzülmekle yetiniyoruz


Yalnız din veya yalnız fen ilimlerinin nasıl kutuplaşmaya sebep olduğuna yakından şahit olmuş biri olarak duyduğum bir anekdotu aktarmadan geçemiyeceğim:

Doğu illerimizin birinde, Bir akşam vakti, köy odasında, bir düğün yemeğinde toplanan köylü, ilk kez köy öğretmeni ile köy imamını bir arada görünce hayretlerini gizleyemezler ve sorarlar: Neden birinizin geldiği bir yere, diğeri gelmemek için özel bir gayret gösteriyor? diye

Köy öğretmeni önce cevap verir: “Sebebini anlamanız için hocanıza bir soru sormam gerekiyor” Der ve sorar hocaya: Ağrı dağının yüksekliği ne kadardır? Diye Hoca bilemeyince, öğretmen, işte şimdi anladınız mı benim, bu cahil ve yobaz hocadan niçin kaçındığımı? der

Kızarıp moraran hoca, şimdi de müsaade ederseniz ben bir soru sormak isterim der ve İslam'ın şartlarını sorar Bu kez öğretmen bilemez Ve Hoca lafı yapıştırır İşte şimdi anladınız mı benim bu kafirden niçin kaçtığımı Bu kez de öğretmen kızarıp morarır ve köyde kutuplaşmanın başını çeken iki lider olurlar

Bediüzzaman'ın tahlilini bu tablo üzerinde daha iyi okuduk kanaatindeyim


Din ve fen ilimlerinin birlikte okunmasına karşı çıkan bazı milletvekilleri, Bediüzzaman'a itiraz ederler Hadisenin ayrıntılarını Bediüzzaman'dan dinleyelim:


“Bazı mebuslar dediler: "Yalnız sen medrese usulüyle sırf İslâmiyet noktasında gidiyorsun Halbuki şimdi Avrupalılara benzemek lâzım"


Dedim: "O vilâyat-ı şarkiye âlem-i İslâmın bir nevi merkezi hükmünde, fen ilimleri yanında ulûm-u diniye de lâzım ve elzemdir Çünkü ekser enbiya şarkta ve ekser hükema garpta gelmesi gösteriyor ki, Şarkın terakkiyatı din ile kaimdir


Başka vilâyetlerde sırf fen ilimlerini okutturursanız da, Şarkta herhalde millet, vatan maslahatı namına, ulûm-u diniye esas olmalıdır Yoksa Türk olmayan Müslümanlar, Türk'e hakikî kardeşliği hissedemeyecek Şimdi bu kadar düşmanlara karşı yardımlaşma ve dayanışmaya mecburuz" diyen Bediüzzaman, eskiden, bir talebesi ile yaşadığı önemli bir olayı da delil getirir:


“Hattâ o zamandan evvel Türk olmayan bir talebem vardı Eski medresemde hamiyetli ve gayet zeki o talebem din ilimlerinden aldığı hamiyet dersiyle her vakit derdi: "Salih bir Türk elbette fâsık kardeşimden, babamdan bana daha ziyade kardeş ve akrabadır"

Sonra aynı talebe talihsizliğinden sırf fen ilimlerini okumuş Ben dört sene sonra tekrara onunla görüştüm Hamiyet-i milliye bahsi oldu O dedi ki: "Ben şimdi dinsiz bir Kürdü, salih bir Türk hocasına tercih ederim" Ben de "Eyvah!" dedim "Sen ne kadar bozulmuşsun" Bir hafta çalıştım Onu kurtardım Eski hakikatli hamiyetine çevirdim

Sonra Meclis-i Meb'usandaki bana muhalefet eden meb'uslara dedim: O talebenin evvelki hali Türk milletine ne kadar lüzumu var Ve ikinci halinin ne kadar vatan menfaatine uygun olmadığını fikrinize havale ediyorum


Demek farz-ı muhal olarak siz başka yerde dünyayı dine tercih edip siyasetçe dine ehemmiyet vermeseniz de herhalde şark vilâyetlerinde din tedrisatına âzamî ehemmiyet vermek lâzımdır


Bu millet-i İslâmın cemaatleri, çendan bir cemaat namazsız kalsa, fâsık da olsa, yine başlarındakini mütedeyyin görmek ister Hattâ umum şarkta, umum memurlara dair en evvel sordukları sual bu imiş: "Acaba namaz kılıyor mu?" derler Namaz kılarsa mutlak emniyet ederler; kılmazsa, ne kadar muktedir olsa nazarlarında suçlu sayılır diyen Bediüzzaman, yaşadığı bir anekdotu da şöyle anlatır:


Bir zaman, Beytüşşebab aşiretinde isyan vardı

Ben gittim, sordum: "Sebep nedir?" Dediler ki:

"Kaymakamımız namaz kılmıyordu, rakı içiyordu Öyle dinsizlere nasıl itaat edeceğiz?"

Bu sözü söyleyenler de namazsız, hem de eşkıyâ idiler


O vakit bana muhalif meb'uslar da çıkıp o lâyihamı 163 meb'us imza ettiler


Bu ifadelerden sonra, doğudaki terör olaylarının liderliğini yapanların, ülkemizin önemli üniversitelerinde okuduklarını hatırlayacak ve hayretle kendimize şunu soracağız Bu üniversitelerde ne eksikti ki, üniversiteyi bitirenler, acımasızca, ülkenin bağrına, milletin kalbine hançer sapladılar Ve saplıyorlar? diyecek ve ardın da “ne vicdansızlar varmış, ne kalpsizler varmış” ifadelerini söylemek isterken, “ Kalbi aydınlatan din ilimleridir” ifadelerini bir kez daha hatırlayıp, neyi ihmal ettiğimizin farkına varacak ve Bediüzzaman'a hak vereceğiz


Hala bu gerçeği görmezden gelenlerin ve gözlerini kapayanların da bu hançerin bir tarafından tuttuklarının bilmem farkındalar mı?


ÜÇÜNCÜSÜ ise:”Lisan-ı Arabî vâcib, Kürdî caiz, Türkî lâzım kılmak”

Devlet yetkililerinin ve sosyal bilimcilerin daha yeni yeni fark ettikleri ve hemen uygulamak lazım diyerek geç kalmanın zaman kaybı olacağını söyledikleri konuyu Bediüzzaman bir asır öncesinde fark etmişti Ama ne yazık ki, istismar edilip ayrılık ve tahriklerin en önemli silahı olarak kullanıldıktan sonra


O Ortadoğu ve Asya'nın ortak dili olan Arapça'yi mecburi, Türkçe'yi gerekli ve Kürtçe gibi etnik dilleri de serbest bırakmayı öneriyordu


Bir makale hacmini aşmamak için şimdilik bu üç önemli madde üzerinde durmuş olduk Dini kisvesinden dolayı, diyar diyar sürgün edilen, bir cani gibi muamele gören ve bir an önce ölsün gitsin diye yirmi bir kez zehirlenen Bediüzaman'ın bir vatan ve millet dertlisi olduğunu anlatmak gerçekten çok zor


Bediüzzaman'ın anlaşılması gerektiğini vicdani ve milli bir görev bildiğimden bu yazıyı kaleme aldım Zira Bediüzzaman'ın eserlerindeki tespitler sayesinde, gerek içinde bulunduğumuz ve gerekse gelecekte bizi bekleyen daha birçok milli meselenin rahatlıkla çözülebileceğine inanıyorum Hakikatler er ya da geç, güneşin karanlıkları yarıp çıkması gibi oraya çıkarlar Bediüzzaman da bu ülkenin kadirşinas gençliği ve ilim erbabı tarafından anlaşılmaya başlamıştır Ve anlaşılacaktır


Gönül ister ki, bütün bir milleti ilgilendiren milli meseleler, acı ve yakıcı tecrübelerden değil de, ilmin ve alimin rehberliğinde daha kolay ve zararsız bir yoldan halledilsin Unutulmamalı ki, zarara rızası ile girene merhamet edilmez

Esselamünaleyküm dua ile




Alıntı

Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.