Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Eğitim - Öğretim - Dersler - Genel Bilgiler > Eğitim & Öğretim > Tarih / Coğrafya

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
anlaşılması, asrî, kuran, saadette, sünnet

Asr-İ Saadette Kur'an Ve Sünnet 'İn Anlaşılması

Eski 08-02-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Asr-İ Saadette Kur'an Ve Sünnet 'İn Anlaşılması




ASR-I SAADETTE KUR'AN VE SÜNNET 'İN ANLAŞILMASI


Doç Dr M Sait Şimşek


Birinci Bölüm


ASR-I SAADETTE KUR'AN'IN ANLAŞILMASI


Giriş


Hz Âdem'den itibaren insanlar, tarihin her döneminde ilâhî mesajlara muhatap olmuşlardır Mesajların tekrarlanması, zaman zaman gelen mesajlar arasında farklılıkların bulunması elbette bir ihtiyaçtan dolayı idi

Toplumsal hayatın sürekli bir gelişme, en azından bir değişme içerisinde olduğu inkâr edilemez bir gerçektir İnsanlık, tarihi boyunca değişik evrelerden geçmiştir Her evrede değişik gereksinimlerinin olması doğaldır

Belki insan aynı insandır, ilk insanın da aklı vardı, iradesi vardı O da seviyordu, nefret ediyordu; seviniyor ve kederleniyordu Onun da ihtirasları, arzuları ve umutları vardı O da çevresindeki yaratıklara hükmetme, onları yönetme çabası içerisindeydi Ancak toplumsal hayatın gereksinimleri değişiyordu Hatta insanın fizik yapısında bile tabiat şartlarına uyum sağlayan değişiklikler olmuştur Bugünkü insanın fizyolojik bünyesi; altmış zira uzunluğunda olan Hz Adem'in,[1] bin küsur sene yaşayan Hz Nuh'un[2] bünyesinin aynı değildir Herşeyi yiyebilen ve her yiyeceği yemesi mubah olan insanın[3] midesi ile günümüz insanın midesi elbette aynı değildir Bu nedenle bir sonraki ilâhî mesajla önceki mesajın, hele kıyamete kadar kalıcı olan son mesaj ile zaman ve mekânla kayıtlı olan önceki mesajların arasında bir takını farklılıkların bulunması doğaldır

Kur'an-ı Kerim, yüce Allah'ın insanlara gönderdiği son kitaptır ve O'nun insanlığa son mesajlarını içerir Bu nedenle de diğer kitaplardan daha mükemmeldir ve onlardan farklı özellikler taşır

Kur'an-ı Kerim'i önceki kitaplardan ayıran temel özellikleri üç maddede toplamak mümkündür: Mucize oluşu, peyderpey indirilmiş olması ve bir de Allah tarafından korunmuş olması [4]


1- Kur'an'ın Mucize Oluşu:


Her peygamber mucize veya mucizelerle gönderilir Mucize, peygamberin peygamberliğinin isbatıdır Kendisiyle meydan okunan bu mucizenin benzerim insanlar meydana getiremezler; benzerini getirmekten âciz kalırlar îşte bu nedenle ona "mucize: âciz bırakan" denilmiştir

Önceki peygamberlerin mucizeleri, kevnî mucizeler idi Kâinata hakim kanunları şu veya bu yönüyle tersyüz eden olağanüstülükler şeklindeydiler

Önceki peygamberler belli bir dönem veya bölgeye gönderilmişlerdir Onlara muhatap olan insanlar ya bizzat bu mucizelere şahit olmuş veya ikinci üçüncü ağızdan duymuşlardır Olaya şahit olan ile olayı nakledenler arasındaki rivayet zinciri kısadır Belki de önceki peygamberlerin mucizelerinin kevnî mucizeler nevinden oluşunun önemli nedenlerinden biri budur Çünkü rivayet zinciri uzun olsaydı, muhatap açısından, nakledilen herhangi bir efsane konumunda olurlardı

Oysa Peyamberimizin peygamberliği, gönderilişinden itibaren kıyamete kadar bütün insanlaradır Her yere ve her nesile taşınabilir; muhatap olan her insanın müşahede edebileceği cinsten bir mucizeye ihtiyaç vardı Kur'an-ı Kerim, her bölgeye ve her nesile taşınabilir bir mucizedir

Yüce Allah, Kur'an'a benzer getirme konusunda üç aşamalı bir meydan okumada bulunmuştur:

Sırasıyla, Önce Kur'an'm tamamına benzer getirilmesi için meydan okumuş,[5] sonra on sûresine,[6] en sonunda da bir sûresine[7] benzer getirilmesi hususunda meydan okumuştur Bu meydar okuma, indiği dönemdeki insanlara yapıldığı gibi, sonraki nesillere de yapılmıştır Kıyamete kadar da devam edecektir

Burada şu hususa da dikkat çekmek gerekir: Her peygamberin mucizesi, kendilerine gönderildiği toplumun ilgi duyduğu ve mahir oldukları alanla ilgili olmuştur, insanların «dikkatlerinin çekilmesi için buna ihtiyaç vardır, insanların ilgi alanları ve mahir oldukları hususlar bölgeden bölgeye ve nesilden nesile farklılık arzettiğine göre Kur'an'm icaz yönleri de buna paralel olarak pek çok olmalıdır Kur'an'm icazına dair eser verenler bu yönlere işaret etmişlerdir [8]

Alıntı Yaparak Cevapla

Asr-İ Saadette Kur'an Ve Sünnet 'İn Anlaşılması

Eski 08-02-2012   #2
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Asr-İ Saadette Kur'an Ve Sünnet 'İn Anlaşılması




2- Kur'an'ın Peyderpey İndirilmiş Olması:

«înkâr edenler; Kur'an ona topluca indirilmeli değil miydi? dediler,»[9] âyetinden önceki kitapların bir defada topluca indirilmiş olduklarını anlıyoruz
Bu itirazı ister yahudiler yapmış olsun, ister müşrik araplar yapmış olsun, anlatılmak istenen, Kur'an'm niçin önceki kitaplar gibi bir defada indirilmediğidir Yüce Allah âyetin devamında önceki kitapların da aynı şekilde peyderpey indirildiklerini ifade etmediğine göre onlar bir defada indirilmişlerdir Nitekim Tevrat'ın levhalara yazılı olarak indirildiği başka âyetlerde ifade edilmekte ve ifade üslûbundan bu levhaların bir defada indirildikleri anlaşılmaktadır[10]
Kur'an'm peyderpey indirilmiş olması, Kur'an'm korunması, kıyamete kadar kalıcı olan islâm dininin prensiplerinin pratik hayata aktarılarak köklü bir şekilde yaşanması, daha sonra gelecek nesillere örnek bir hayat modelinin sunulması ve Kur'an'm sağlıklı bir şekilde anlaşılmasıyla yakından ilgilidir
Her indirilen âyetler grubu hem vahiy kâtipleri tarafından yazılıyor ve hem de bazı sahabiler tarafından ezberleniyordu Yüce Allah, Kur'an'ı korumayı kendisi üstlenmişse de onun beşerî imkân ve vasıtalar yoluyla da korunmasını dilemiştir Topluca indirilmiş olsaydı beşerî koruma zorlaşacaktı
Gerek Peygamber (sav), gerek îslâma ilk girenler, müşriklerin eziyet ve işkenceleriyle karşılaşmışlardır Vahyin tekrar tekrar gelmesi hem onları teselli edip azimlerine güç katmış ve hem de nasıl davranacakları konusunda onlara rehberlik etmiştir
Peyderpey inen vahiy müslümanlarm olumlu ve fedakârca davranışlarını Övüyor ve böylece onları daha mükemmele doğru teşvik ediyordu Olumsuz davranışlarından dolayı da onları uyarıyordu
Mesela Uhud savaşında müşrik birinin attığı bir okla Peygamberin dişi kırılıp yüzü yarılmış, bunun üzerine müşrikler, Peygamberi Öldürdük diye bağırmışlardır Savaşan saflar arasında bu yalan haber etkisini göstermiş ve müslüman savaşçılardan bazıları paniğe kapılarak dağılmışlardır Bu olay üzerine Pey-gamber'in fani, İslâm dininin ise baki olduğunu, böyle bir durumda bile müslümanlarm sebat etmeleri gerektiğini bildiren şu âyet inmiştir[11]
«Muhammed ancak bir peygamberdir Ondan önce de peygamberler gelip geçmiştir Şimdi o ölür ya da öldürülürse, gerisin geriye (eski dininize) mi döneceksiniz? Kim (böyle) geri dönerse, Allah'a hiçbir şekilde zarar vermiş olmayacaktır Allah, şükre-denleri mükâfatlandıracaktır»[12]
Asr-ı Saadet müslümanlarınm çok diri bir islâm anlayış ve hayatına sahip olmalarının sebeplerinden biri budur Böylece vahiyle aralarında çok canlı bir iletişim sağlanmıştı Sosyal bir problem ortaya çıktığında ardından vahiy gelip o problemi çözüme bağlıyordu Buna dair zikredilebilecek pek çok olay vardır Misal olarak aile müessesesini ilgilendiren bir olayı nakletmekle yetineceğiz:
Araplar arasında "zihar" denen bir âdet vardı Kişi karısına; "Sen bana anamın sırtı gibisin" dediğinde, artık karısı kendisine haram sayılır ve ebediyyen terkedilmiş olurdu Ashabtan Evs b Sabit de karısına kızmış ve kendisine bu sözü söylemişti Karısı Havle, Hz Peygambere giderek genç yaşında kocasına hizmet ettiğini, ona çocuk doğurduğunu, şimdi ise bu ihtiyarlık zamanında kocasının o sözü söyleyerek kendisini yüzüstü bıraktığım; çocukları bulunduğunu, çocuklarını alıp gittiği takdirde çocuklarının aç kalacaklarım, onları babalarına terkettiği takdirde de perişan olacaklarını belirterek kocasına dönmek istediğini ifade etti Hz Peygamber; "Artık sen ona haramsın" dedi Ancak kadın, çocukları için üzüldüğünü söylüyor ve lehine bir hüküm verilmesi konusunda İsrar ediyordu Nihayet o eski geleneğin yanlış bir zandan ibaret olduğunu, böyle bir sözle bir kadının, kocasının anası olamayacağını bildiren şu âyetler indi:[13]
«Kocası hakkında seninle tartışan ve Allah'a şikâyette bulunan kadının sözünü Allah işitmiştir Allah sizin konuşmanızı işitir Çünkü Allah işitendir, bilendir, içinizden zihar yapanların kadınları, onların anaları değildir Onların anaları ancak kendilerini doğuran kadınlardır Şüphesiz onlar, çirkin ve yalan bir laf söylüyorlar Kuşkusuz Allah, affedici, bağışlayıcıdır Kadınlardan zihar ile ayrılmak isteyip de sonra söylediklerinden dönenlerin karılariyle temas etmeden önce bir köleyi hürriyete kavuşturmaları gerekir Size Öğütlenen budur Buna imkan bulamayan kimse, temas etmeden önce aralıksız olarak iki ay oruç tutmalıdır Buna da gücü yetmeyen, altmış fakiri doyurur Bu, Allah'a ve Resulüne inanmanızdan dolayıdır Bunlar Allah'ın hükümleri-dir Kâfirler için acıklı bir azap vardır»[14]
Sosyal problemler anında çözümlendiği gibi itikadı problemler de çözüme bağlanıyordu Bu konuda da bir misal vermekle yetineceğiz:
Huneyn savaşında müslümanlar çokluklarıyla gururlandılar Zaferi isteme noktasında hakkıyla Allah'a dayanmadılar Öyle ki aralarında: "Bugün, sayımızın azlığından dolayı artık yenilmeyeceğiz" diyenler oldu Gerçekten bu savaşta müslümanlar, daha önce hiçbir savaşta ulaşamadıkları bir sayıya ulaşmışlardı Fakat bu sayıya rağmen Havazin kabilesine mensup okçular, pusuya yattıkları yerden çıkıp, islâm ordusunu ok yağmuruna tuttular Müslümanların öncü kuvvetleri dağıldı, öncü kuvvetler geri çekilince islâm ordusunu bir panik aldı Ancak'Hz Peygamber (sav) ve çevresindeki bir avuç kahramanın sebat ederek direnmeleri sayesinde bu panik atlatılabildi
Müslümanların sayılarıyla gururlanmaları inançlarına yakışmayan bir tavır idi Müslümanlar, zaferin Allah'ın elinde olduğunu bilmeliydiler Böyle bir gurura kapılmamalıydılar
Sözkonusu olaydan sonra şu âyetler indi:[15]
«Andolsun ki Allah, birçok yerde ve Huneyn gününde size yardım etmişti Hani çokluğunuz size kendinizi beğendirmişti, fakat sizden (size gelen hezimet ve savaş sıkıntılarından) hiçbir şeyi gi-dermemişti Sonunda bozularak gerisin geriye kaçmıştınız Sonra Allah, Resulü ile müminler üzerine sekînetini indirdi, sizin gör-mediğiniz ordular (melekler) indirdi de (onlarla) kâfirlerle azap verdi îşte bu, o kâfirlerin cezasıdır Sonra Allah, bunun ardından yine dilediğinin tevbesini kabul eder Zira Allah çok bağışlayan, çok esirgeyendir[16]
Müslümanların savaş öncesindeki tavırları, islâm inancı ve müslümanın ahlakıyla uyumlu ve tutarlı bir davranış değildi Çokluklarıyla gururlanıp zaferin Allah'ın elinde olduğunu unutmamalıydılar Âyetler, davranışlarını düzeltiyor ve problemlerine olayların içinde çözüm getiriyordu,
Kur'an-ı Kerimin peyderpey indirilmesiyle Asr-ı Saadet müs-lümanları yaşayarak ve içlerine sindire sindire islâm'ı öğrendiler Sonraki müslüman nesiller için model toplum oldular[17]
Kur'an'm peyderpey indirilmiş olması, toplumların eğitimi konusunda tedrice riayet edilmesi gerektiği noktasında bir rehberlik ve uyarıdır Bir toplumun eski alışkanlık ve geleneklerini bir anda değiştirmesi beklenemez Değişim için zamana ve tedrice ihtiyaç vardır
Kur'an-ı Kerimin bu şekilde indirilmesi, korunmasını da kolaylaştırmıştır Araplar ümmî bir toplum idiler Okuma-yazma bilenleri parmaklarla sayılacak kadar azdı Okuma-yazma oranı ancak islâm geldikten ve eğitimini yaptıktan sonra çoğalabilmiş-tir Kur'an'dan âyetler indiğinde bir taraftan vahiy kâtipleri tarafından yazılırken birçok kişi tarafından da ezberleniyordu [18]


Alıntı Yaparak Cevapla

Asr-İ Saadette Kur'an Ve Sünnet 'İn Anlaşılması

Eski 08-02-2012   #3
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Asr-İ Saadette Kur'an Ve Sünnet 'İn Anlaşılması




3- Kur'an'ın Korunması:

Yüce Allah Tevrat'tan sözederken: «Allah'ın kitabını korumaları kendilerinden istendiği için»[19] buyurmaktadır Âyetten de anlaşıldığı gibi Tevrat'ın korunması insanlara bırakılmıştır Oysa Kur'an-ı Kerim'in korunmasını bizzat yüce Allah üstlenmiştir Bu konuda şöyle buyurulmaktadır: «Zikri kesinlikle biz indirdik ve elbette onu yine biz koruyacağız»[20]
Yüce Allah'ın, Kur'an'ın korunmasını üstlenmiş olmasını, olağanüstü yollarla onu koruduğu anlamına alamamalıyız Elbette olağanüstü yollarla da onu koruyabilirdi Ancak korunması olağan yollarla olmuştur Allah insanları bu işe musahhar kılmış ve koruma bu şekilde gerçekleşmiştir Şöyle ki:
Peyderpey inen Kur'an âyetleri vahiy kâtipleri tarafından yazılıyordu Yazılan bu âyetler Peygamber (sav) tarafından şifahî yolla da insanlara tebliğ ediliyor ve namazlarda okunuyordu Böylece inen her âyet grubu, Peygamber (sav)'in yanısıra birçok sahabî tarafından da ezberleniyordu
Sahabenin Kur'an okumaları, sadece namazlarla sınırlı değildi Mescitlerde ve değişik ev toplantılarında topluca okundukları gibi fertler de kendi kendilerine okuyorlardı Peygamber (sav) zaman zaman sahabîleriyle birlikte oturup kıraati güzel olan sahabîlerinden birine, kendilerine Kur'an tilavet etmesini teklif ederdi[21]
Sahabîlerin de ibadet olarak en başta geien meşgalelerinden biri, Kur'an okumak idi Kur'an'm okunması ve başkalarına öğretilmesi Peygamber (sav) tarafından teşvik ediliyordu O, bir hadisinde şöyle buyurmaktadır:
«Sizin en hayırlınız, Kur'an'ı öğrenip Öğretendir»[22]
Peygamber (sav), merkezden uzak bir topluluk îslâm'ı kabul ettiklerinde hemen onlara bir eğitici gönderirdi Bu eğiticinin görevi, o müslümanlara Kur'an'ı okutmak ve onlara dini öğretmekti Birinci Akabe biatmda biat eden oniki Medine'li ile birlikte Mus'ab'ı eğitici olarak göndermiştir[23] Bu olay, eğitici gönderme işinin Mekke döneminde başladığını gösterir
Peygamber (sav) bir yere bir idareci gönderdiğinde Kur'an'a daha çok vakıf olam tercih, ederdi[24] Dünyevî makamlar bile Kur'an'm daha iyi bilinmesine bağlı kılmmışsa, böyle bir toplumda Kur'an okumanın yaygınlık kazanması doğaldır
Mescitler Kur'an öğreniminin yapıldığı merkezler idi Nitekim Peygamber (sav) de bunu teşvik ediyordu[25] Mescitler dışında da Kur'an eğitiminin yapıldığı merkezler vardı[26]
Bedirde esir düşen müşriklerden fidye ödeyecek durumda olmayanların serbest bırakılmaları için on müslüman çocuğa okuma-yazma öğretmelerinin istendiği bilinmektedir Bu müşrikler, sozkonusu eğitimi mescidin dışında yapmış olmalılar Buna göre mescidler dışında eğitim yapılan merkezler vardı ve bu merkezlerde de Kur'an eğitimi yapılıyordu
Kur'an'ı ezberleme ve zabtı ile uğraşma, Ashab-ı Suffe'nin görevlerinin başında geliyordu Bunlar, kimsesi, evi-bannağı bulunmayan kimselerdi Geçimlerini sağlamak için başkalarının yanında ücretle çalışır, iş bulamadıklarında odun toplar ve topladıkları odunları satarak geçinirlerdi Geri kalan zamanlarını ise, Kur'an okumak, onu başkalarına okutmak ve ibadet etmekle geçirirlerdi
Kur'an-ı Kerim, belagat ve üslubuyla da Arapları cezbediyor-du Bu ise, ezberlenmesini kolaylaştıran etkenlerdir O dönem Araplarınm güçlü bir hafızaya sahip oldukları bilinmektedir
Saydığımız bütün bu faktörler, Kur'an'm hem şifahi ve hem de yazı yoluyla korunmasını ve sonraki nesillere korunmuş olarak aktarılmasını sağlamıştır
Kur'an'ı Kerimi diğer ilahî kitaplardan ayıran başka yönleri de vardır Biz burada sadece önemli olan ve konumuzu ilgilendiren hususlar üzerinde durduk [27]


Alıntı Yaparak Cevapla

Asr-İ Saadette Kur'an Ve Sünnet 'İn Anlaşılması

Eski 08-02-2012   #4
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Asr-İ Saadette Kur'an Ve Sünnet 'İn Anlaşılması




4- Kur'an'ı Anlama Çabaları

Asr-ı Saadet müslümanlarınm Kur'an'ı okuyup ezberlemeye gösterdikleri bu özeni, aynı zamanda onu anlama, üzerinde düşünme ve onunla amel etmeye de gösteriyorlardı
Kur'an'ı anlamaya çalışmak ve üzerinde düşünmek yüce Allah tarafından istenen bir husustur:
«Onlar Kur'an'ı düşünmüyorlar mı? Yoksa kalbleri kilitli mi?»[28]
«Sana bu mübarek Kitabı, âyetlerini düşünsünler ve aklı olanlar öğüt alsınlar diye indirdik»[29]
Peygamber (sav) Kur'an'ı okurken onunla âdeta karşılıklı iletişime geçiyordu Rahmet âyeti okuduğunda durup Allah'tan rahmet diliyor, azap içeren bir âyet okuduğunda da yüce Allah'a, kendisini o azaptan korusun diye dua ediyordu[30] Âlimler, Peygamber (sav)'in bu tarz okuyuşunu ve bu konudaki tavsiyelerini gözönünde bulundurarak, Kur'an'ı okurken bu şekilde davranmanın sünnet olduğunu söylemişlerdir[31] Kur'an'ı anlamadan ve üzerinde düşünmeden onu bu şekilde okumanın mümkün olamayacağı açıktır
Kur'an'ı anlamaya ve âyetleri üzerinde düşünmeye o kadar Önem verilmiştir ki bazı âlimler Kur'an'ı tarif ederken: "Üzerinde düşünülüp ibret almak için indirilmiş Arapça sözlerdir" demişlerdir[32]
Tabiînin ileri gelenlerinden Ebû Abdurrahman es-Sülemî (öl 74/693) şöyle demektedir: "Osman b Affan, Abdullah b Mes'ud ve Kur'an-ı Kerim'i bize öğreten diğerleri, Peygamber'den on âyet öğrendiklerinde o âyetlerdeki ilim ve ameli bellemeden başka âyetlere geçmediklerini anlatırlardı Diyorlardı ki: Kur'an'ı, ilim ve ameli birlikte öğrendik[33]
Hz Ömer'in oğlu Abdullah'ın sekiz yılda Bakara sûresini ezberlediği nakledilmektedir[34]
Bu rivayetler Kur'an okurken onların günümüzde olduğu gibi okuyup geçmediklerini, üzerinde düşüne düşüne ve içlerine sindi-re sindire okuduklarını göstermektedir Hatta sahabenin, muhakemeleri henüz gelişmemiş ve Kur'anda anlatılanları anlayamayacak yaştaki çocuklarına Kur'an'ı okutmadıkları ifade edilmektedir[35]
işte bu hususları gözönünde bulunduran bazı âlimler, Kur'an'ı anlayıp üzerinde düşünmeden onu okumayı hoş karşıla-mamışlardır[36]Hasanu'l-Basrî'nin, (öl 110/728) anlamını bilmeyen çocuk ve kölelerin Kur'an'ı okumalarından şikâyet ettiği ve bu şikâyetim dile getirirken şu âyeti okuduğu rivayet edilmektedir:[37]
«Sana bu mübarek Kitabı, âyetlerini düşünsünler ve aklı olanlar öğüt alsınlar diye indirdik»[38]
Yine Tabiînden Said b Cübeyr (öl 95/713): "Kur'an'ı okuyup sonra da onu tefsir etmeyen kişi, kör -veya bedevi- gibidir" demiştir[39]
Hz Ömer hakkında nakledilen şu rivayet dikkat çekicidir:
Hz Ömer'in hilafeti döneminde Basra valisi Ebû Mûsâ el-Eş'arî, Hz Ömer'e bir mektup göndererek Basra'da o yıl Kur'an'ı ezberleme işiyle uğraşanların çokluğundan sözeder ve beytu'l-maldan bunlara yardım gönderilmesini ister Vali ertesi sene aynı istekte bulunur ve Kur'an hıfzıyîa uğraşanların kat kat arttığını haber verir
Hz Ömer'in ona verdiği cevap şöyledir:
"Onları kendi halleriyle başbaşa bırak Korkarım ki insanlar, kendilerini Kur'an'ı ezberleme işine kaptırır ve onu anlama işini ihmal ederler"[40]
Kur'an âyetleri üzerinde düşünmeden kısa bir müddet içerisinde Kur'an'ın hatme dilmesini selef hoş karşılamamiştır Buharı ve Müslim'in de naklettikleri Peygamber (sav) ile Abdullah b Amr arasında geçen şu konuşma buna ışık tutmaktadır:
— Peygamber (sav) bana, Kur'an'ı bir ayda hatmet, dedi
— Kendimde bundan daha fazlasına güç buluyorum, dedim
— O halde on günde hatmet, dedi
— Kendimde bundan da daha fazlasına güç buluyorum, karşılığım verdim
Bunun üzerine şöyle dedi:
— Yedi günde hatmet, daha az bir müddette hatmetme[41]
Rivayet edildiğine göre biri Abdullah b Abbas'a (öl 68/687)
gelerek, okuyuşunun çok süratli olduğunu ve Kur'an-ı Kerimi üç günde hatmettiğini söylemiştir Bunun üzerine Abdullah b Ab-bas kendisine şöyle demiştir: "Bakara sûresini bir gecede okuyup onun üzerinde düşünmek ve onu tertil ile okumak, dediğin şekilde okumaktan daha güzeldir"[42]
Kimi rivayetlerde sahabeden bazısının Kur'an-ı Kerimi bir günde sekiz defa, bazısının dört defa, bazısının üç, bazısının iki ve bazısının bir defa hatmettikleri[43] ifade ediliyorsa da bunun hem Peygamber (sav)'in tavsiyesiyle bağdaşmadığı ve zaman olarak da mümkün olmadığı açıktır
Abdullah b Ömer (öl 73/692) ve Muaz b Cebel (öl 18/639), Kur'an-ı Kerimi üç günden az bir müddet içerisinde hatmeden kişinin, okuduğundan bir şey anlamadığını söylemişlerdir[44]
Bu arada ashabın Kur'an'a mutlak bir bağlılıkla bağlı olduklarını, gelen emirlere anında itaat ettiklerini de belirtmek gerekir Bu konuda pek çok misal zikretmek mümkündür Ancak konuyu uzatmamak için bir misali zikretmekle yetineceğiz:
Enes b Malik şöyle diyor: Peygamber (sav) daha önce Kudüs'e doğru namaz kılıyordu Bilahare «(Ey Muhammed), biz senin yüzünün göğe doğru çeuirilip durduğunu (gökten haber beklediğini) görüyoruz Elbette seni, hoşlandığın bir kıbleye döndüreceğiz (Bundan böyle) yüzünü Mescid-i Haram'a çevir»[45] âyeti indi Bu âyet indikten sonra biri, Selemeoğullarının yurdundan geçiyordu Onlar sabah namazına durmuş rukûda idiler Namazın bir rekâtım kılmışlardı O geçen kişi, kıblenin değiştiğine dair onlara seslendi Rukûda oldukları halde Kabe'ye doğru yöneldiler[46] içkinin kesin olarak yasaklanması ve diğer emir ve nehiyler-le ilgili âyetler indiğinde de aynı hassasiyeti göstermişlerdir
Kur'an âyetleri üzerinde düşünmek ve onları anlamaya çalışmak hususunda herhangi bir kültür düzeyi aranmıyordu, Kur'an okuyan herkes, onu anlamak ve onunla amel etmek için çalışıyordu Ancak herkesin böyle bir çaba içerisinde olması, hepsinin onu aynı düzeyde anladıkları anlamına gelmez Anlamım bilmedikle-ri kelime veya terkipleri Peygamber (sav) hayatta iken ona, onun vefatından sonra ise birbirlerine soruyorlardı
Kur'an'ı Kerim onların konuştukları bir dil ile inmişti Ancak Kur'an'ı aynı düzeyde anlamaları için, onun, konuştukları dil ile inmiş olması yeterli değildir Çünkü Kur'an âyetleri birbirlerini açıklamaktadır Kur'an'la iştigali daha fazla olan, onu anlama konusunda diğerinden daha fazla imkâna sahiptir
Ayrıca Kur'an'm bazı müşkilleri var ki muhakeme, hafıza ve değerlendirme gücünü gerektirir Elbetteki insanların bu tür yetenekleri aynı seviyede değildir Ayrıca şu veya bu sebepten dolayı bir kelimenin ya da bir cümlenin anlamım bilmezken diğeri onun anlamım biliyordu Meselâ Hz Ömer minberde âyetini[47] okumuş ve kelimesinin anlamını biliyoruz ama şu ne anlama geliyor, demiş, sonra da kendi kendine: "Ya Ömer, ne diye zorlanıyorsun (anlamım bilmiyorsan, oku ve geç)" demiştir[48]
Yine Ibnu Abbas'in ifadesinin ne anlama geldiğini bilmediği ve bu ifadede geçen kelimesinin anlamını bir bedevi Araptan öğrendiği nakledilmektedir[49] Ruharî'nin naklettiğine göre Adiy b Hatim; âyetinden[50] ne kastedildiğini
anlayamamış ve yastığının altına siyah ve beyaz iplik koyarak gece kalkıp bu ipliklere bakarak vakti tesbit etmeye çalışmış, bu şekilde vakti tesbit edemeyince de gidip durumu Peygamber (sav)e anlatmıştır Peygamber (sav), âyetten ne kastedildiğini kendisine anlattıktan sonra bu ayetin inceliğini kavrıyamamış ol-duğunu da kendisine söylemiştir[51]
Yine rivayet edildiğine göre hilafeti döneminde Hz Ömer, Kudame b Maz'un'u (öl 36/656) Bahreny'e vali tayin etmişti, el-Carud isminde biri gelip Kudame'nin içki içerek sarhoş olduğunu Hz Ömer'e haber vermiştir Hz Ömer, el-Carud'dan şahit göstermesini isteyince, o da Ebu Hüreyre'yi şahit göstermiştir Bunun üzerine Hz Ömer, Kudame'ye, kendisini kamçılatacağım söylemiştir O zaman Kudame, "Allah'a yemin ederim ki, dedikleri gibi içki içmiş olsam bile beni cezalandıramazsın" karşılığını vermiştir Hz Ömer, niçin diye zorunca Kudame şöyle demiştir: Çünkü yüce Allah şöyle buyuruyor: «îman eden ve iyi işler yapanlara, hakkıyla sakınıp iman ettikleri ve iyi işler yaptıkları, sonra yine hakkıyla sakınıp, iman ettikleri, sonra yine sakınıp iyilik ettikleri takdirde yediklerinden ötürü günah yoktur»[52] Ben, iman edip iyi işler yapan sonra sakınıp iman eden, yine sakınıp iyilik edenlerdenim; Peygamber (sav)'le birlikte,Bedir, Uhud, Hendek ve diğer savaşlara katıldım
Kudame'nin bu sözleri üzerine Hz Ömer; Buna cevap verecek yok mu? demiştir Bu çağrısına îbnu Abbas karşılık vermiş ve şöyle demiştir: Sözkonusu âyet geçmişte -içki ya saklanmadan önce-içmiş olanlar için mazeret, sonra içeceklerin aleyhine hüccettir Çünkü yüce Allah: «Ey inananlar, içki, kumar, putlar ve fal okları şüphesiz şeytan işi pisliklerdir»[53] buyurmaktadır[54]
Başka bir rivayete göre Hz Ömer'in kendisi Kudame'nin bu yanlış anlamasını düzeltmiş ve: Ey Kudeme, sen âyeti yanlış yorumluyorsun Ancak Allah'ın yasakladığından uzak durduğun takdirde "hakkıyla sakınan biri" olursun, elemiştir[55]
Bu nakillerden de anlaşıldığı gibi sah tbenin Kuj'an'f anlama düzeyleri birbirlerinden farklıydı Ancak anlama düzeyi düşük olan da Ku'ran'ı anlamaya çalışıyordu ve kimse ona, niçin Kur'an'ı anlamak için uğraşıyorsun? Bu işten vazgeç, seviyen buna müsait değildir, demiyordu
Dikkat çeken diğer bir husus ise, yanlış anlayanların hatalarım kabullenmeye hazır olmalarıdır Bu, onların dine olan bağlılık ve samimiyetlerinin, ayrıca birbirlerine olan güvenlerinin göstergesidir [56]

Alıntı Yaparak Cevapla

Asr-İ Saadette Kur'an Ve Sünnet 'İn Anlaşılması

Eski 08-02-2012   #5
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Asr-İ Saadette Kur'an Ve Sünnet 'İn Anlaşılması




5- Kur'an'ı Anlamak İçin Başvurdukları Kaynaklar

Asr-ı Saadet müslümanlarının Kur'an-ı Kerimi anlama noktasında dil açısından bir problemlerinin bulunmadığına değinmiştik Kur'an-ı Kerim, günlük hayatlarında konuştukları dil ile inmişti Belki biri için şu kelime, diğeri için başka bir kelime yabana gelmiş olabilir Hatta aralarında şu veya bu kişi bazı cümlelerden ne kastedildiğini anlamamış olabilir Ama bir bütün olarak Kur'anı anhyorlardı
Herşeyden önce Kur'an'm dilini bilmeleri, Kur'an'ı anlamaları bakımından en önemli engeli ortadan kaldırmıştı Peygamber (sav)İn vefatından sonra anlamadıkları kelime ve terkipleri -ki bunların sayısı çok azdı- birbirlerine sorarak ya da cahiliye dönemi şiirine başvurarak hallediyorlardı Tabii ki cahiliye şiirine başvurdukları meseleler, dili ilgilendiren meselelerdir Ancak dil engelinin bulunmaması, Kur'an'ı anlama noktasında herşeyin tümüyle halledildiği anlamına gelmez Çünkü Kur'an-ı Kerim, Arapların hakkında pek bir bilgiye sahip olmadıkları inanç meselelerinin yanısıra sosyal hayatın tüm alanlarından bahsetmektedir İbadet konularını, ahlâki prensipleri, ayrıca bütün bu hususlarda kıyamete kadar gelecek bütün nesillerin ihtiyaçlarını kapsayan bir kitaptır Bütün bunların yanında sınırlı bir hacme sahiptir Her bir cümlesi derin anlamlar içerir Bazen bir cümlesi, pratik hayatın geniş bir alanına hitap etmektedir İşlediği konuları, genellikle değişik sûrelerde ele almakta, bir sûrede konunun bir yönü, başka bir sûrede başka bir yönü işlenmektedir
Bu nedenle bir konuda Kur'an'm ne dediğini tesbit edebilmek için her zaman dili bilmek yeterli değildir Dilin yanında başka kaynaklara da ihtiyaç vardır
Konuyla ilgilenen uzmanlar, sahabîlerin başvurdukları kaynakları dört başlık altında toplanmışlardır:[57]
1 Kur'an-ı Kerim,
2 Peygamber (sav),
3 letihad (re'y),
4 Ehl-i Kitap
Şimdi de bu kaynaklara nasıl başvurduklarını görelim: [58]

A) Kur'an-1 Kerim

Kur'an-ı Kerimin bir konuyu değişik sûrelerde ele aldığına değinmiştik Bir konuda muhtasar olarak anlatılan bir konu başka bir sûrede daha geniş bir şekilde ele alınmış veya bir yerde konunun bir yönü anlatılmışken başka bir sûrede diğer bir yönü ele alınmış, bir yerde mutlak ifadelerle anlatılan bir hüküme, başka bir yerde birtakım kayıtlar getirilmiş, âmm (genel) olarak zikredilen, başka bir yerde tahsis edilmiştir vs
Kur'an'm hedefi, toplumu bütün yönleriyle İslah edip eğitmektir Toplumun inancını tashih etmek, ahlâk yapısını İslah etmek, sosyal kurumlarını İslah etmek, Allah'a nasıl ibadet edileceğini göstermek ve benzeri konularda insanları eğitmektir Kullandığı üslupta eğitmek, bilgilendirmenin Önünde gitmektir Bir konunun değişik sûrelerde işlenmiş olmasının en önemli sebeplerinden birinin bu olması gerekir Akademik kitaplarda olduğu gibi bir konuyu ele alarak ayrıntılarına kadar onu bir başlık altında işlemez Çünkü akademik kitaplarda bilgilendirme diğer amaçların önünde yer almaktadır Bir âyeti ele alıyorsunuz, bakıyorsunuz ki bir yönüyle ibadeti, bir yönüyle ahlâkı, hukuku veya başka bir konuyu ilgilendirmektedir
Netice olarak Kur'an'ı Kerim âyetleri birbirlerini açıklamak-tave birbirlerini tamamlamaktadır Kur'an1 da ele alınmış bir konuyu incelemek isteyen, o konuyla ilgili ve müteferrik sûrelerde geçen âyetleri bir araya getirerek onları topluca değerlendirmek zorundadır Bu işlem bir bakıma Kur'an'm Kur'anla tefsiridir
Kur'an'm yine Kur'an ile tefsir edilmesine bizzat Peygamber (sav) rehberlik etmiştir Mesela: «İnanıp da imanlarına herhangi bir zulüm karıştırmayanlar var ya işte güven onlarındır»[59] âyeti indiğinde anladıkları şekliyle âyette anlatılanlar müslü-manlara ağır gelmiş ve: Hangimiz kendisine zulmetmez ki, demişlerdir Bunun üzerine Peygamber (sav) onlara: Ayette anlatılmak istenen, sizin şu anladığınız değildir Kastedilen, "şirk"tir Salih kulun şu sözünü duymadınız mı: "Yavrucuğum! Allah'a ortak koşma! Doğrusu şirk, büyük bir zulümdür"[60] demiştir[61]
Nisa sûresinin 23 ve 24 âyetlerinde kişinin kendileriyle evle-nemeceği kadınlar sıralanmakta ve bunların dışında kalanlarla evlenilebileceği ifade edilmektedir Burada evlenilemeyecek kadınlar arasında müşrik kadınlar zikredilmemektedir Bakara sûresinin 221 âyetinde ise, müşrik kadınlarla da evlenilemeyece-ği belirtilmektedir
Hangi kadınlarla evlenilemeyeceğini tesbit edecek kişi bu iki sûreden birine bakarak hüküm verecek olursa, vereceği hüküm eksik olacaktır [62]

Alıntı Yaparak Cevapla

Asr-İ Saadette Kur'an Ve Sünnet 'İn Anlaşılması

Eski 08-02-2012   #6
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Asr-İ Saadette Kur'an Ve Sünnet 'İn Anlaşılması




B) Peygamber (SAV)

Asr-ı Saadette Kur'an'ı anlama konusunda müslümanlarm başvurdukları ikinci kaynak, Peygamber (sav)'dir Peygamber (sav) hayatta iken başvuru, bizzat Peygamber'in kendisine yapılıyordu Vefatından sonra ise, onun sünnetine yani onun sözlerine, fiil ve takrirlerine başvuruyorlardı Hadis kitapları incelendiğinde 'Tefsir Babı" diye bir başlık açtıkları görülecektir Buradaki rivayetlerin çoğu, Peygamber (sav)'in âyet açıklamalarıyla ilgilidir Hatta hadis kitaplarının diğer babları da Kur'an'm açıklamaları mahiyetindedir, imam Şafiî (öl 204/819) bu konuda şöyle demektedir: "Peygamber (sav)'in verdiği her hüküm, onun Kur'an'dan anladığıdır"[63]
Kur'an-ı Kerimi açıklamakla görevlendirilen ve Kur'an'a uyması emredilmiş olan Peygamber'in din olarak yaptıkları ve söyledikleri, Kur'an'm pratik hayata aktarılışıdır Peygamberin ahlakı kendisine sorulduğunda: "Onun ahlâkı Kur'an idi"[64] diyen Hz Aişe, bu sözüyle bunu anlatmaktadır
Peygamber (sav) Kur'an âyetlerine dair açıklamalarını bazen sorulan bir soru üzerine, bazen de kendisi ihtiyaç duyarak yapardı Özellikle ibadetle ilgili amelî hususlarda Peygamber (sav)'in açıklamalarına ihtiyaç vardır
Mesela Kur'an-ı Kerim'de namaz kılınması emredilmekte, rükû ve sucûddan bahsedilmektedir ama namazın nasıl kılınacağı, namazın neresinde rükû ve sucuda gidileceği, namazların kaç rekât olacakları belirtilmemektedir Peygamber (sav) namazın nasıl kılınacağını belirtmiş ve: «Ben nasıl namaz kılıyorsam siz de öylece kılın»[65] buyurmuştur Yine Kur'anMa zekât verilmesi emredilmektedir ama hangi mallardan ve ne miktarda verileceği belirtilmemektedir
Peygamber (sav) bu gibi hususları ashaba anlatmış ve fiil olarak gösterilmesi gerekenleri de bizzat kendisi yaparak onlara göstermiştir Peygamber (sav)'in örnek alınması[66] ona tabi olunması[67] ve emirlerine itaat edilmesi[68] yüce Allah tarafindan bize yöneltilen birer emirdir
Kur'an-ı Kerim'i en iyi anlayanın, onu tebliğ etmekle görevli olan'Peygamber olması çok tabiîdir ve aksi düşünülemez
Peygamber (sav)'in, Kur'an'm tamamını ashabına tefsir edip etmediği tartışma konusu olmuş; tamamını açıkladığını söyleyenler kendilerine göre birtakım deliller, açıklamadığım söyleyenler de kendilerine göre birtakım deliller zikretmişlerdir[69] Kuşkusuz açıklama ihtiyaç duyulduğunda yapılır Kur'an'm tamamım açıklamasına da ihtiyaç yoktur Kur'an-ı Kerim, ashabın konuştuğu dil ile inmiştir ve anlaşılması da kolay bir kitaptır Âyet âyet her cümlesinin Peygamber tarafından açıklanmasına ihtiyaç yoktur Yukarıda sözkonusu ettiğimiz nedenlerle bir kısım âyetlerinin açıklanması gerekiyordu ve Peygamber (sav) bu âyetleri açıklamıştır Şayet Kur'an'm açıklanmasına dair söylenebileceklerin tamamını Peygamber (sav) açıklamış olsaydı, Kur'an in kendi âyetleri üzerinde düşünülmesini istemesinin bir anlamı kalmazdı [70]

Alıntı Yaparak Cevapla

Asr-İ Saadette Kur'an Ve Sünnet 'İn Anlaşılması

Eski 08-02-2012   #7
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Asr-İ Saadette Kur'an Ve Sünnet 'İn Anlaşılması




C) İctihad (Re'y)

"îctihad" sözcüğü ile Kur'an âyetleri üzerinde tefekkür ve tedebbür etmeyi kastediyoruz Bu anlamıyla ictihad, usûl-ü fıkıhtaki ictihaddan daha kapsamlıdır Buna "re'y"- ya da "dirayet" de diyebiliriz
«Bir ilme dayanmaksızın Kur'an hakkında konuşan cehennemdeki yerine hazırlansın» [71] «Re'yine dayanarak Kur'an hakkında konuşan, isabet etmiş olsa da hata etmiştir»[72] hadisleriyle Hz Ebu Bekir'in: "Bilmediğim birşeyi Allah'ın Kitabı hakkında söyleyecek olursam hangi yer beni barındırır ve hangi gök beni gölgeler"[73] sözüyle yine seleften benzeri şeyler söyleyenlerin sözlerini ileri sürerek ilk dönem müslümanlarının re'y tefsirine karşı olduklarım ileri sürenler olmuştur
Bu görüşte olanların ileri sürdükleri diğer deliller Özet olarak şöyledir:
Re'y ile tefsir, bir bilgiye dayanmaksızın Allah'a birtakım şeyler nisbet etmektedir Bu nedenle de yasaklanmıştır Re'y ile Kur'an'ı tefsir eden, ileri sürdüğü görüşün Allah tarafindan kastedildiğini bilmemektedir Yani söylediği zandan ibarettir Oysa yüce Allah: «Bilmediğin şeyin ardına düşmek buyurmaktadır[74]
Yüce Allah, Peygamberine hitaben: «Kendilerine indirileni açıklaman için sana bu Kur'an'ı indirdik»[75] buyurmaktadır De-mekki Kur'an'm açıklanması Peygamber'e bir görev olarak verilmiştir Kuşkusuz Peygamber de bu görevini yerine getirmiştir
Re'y ile tefsirin caiz olduğunu söyleyenler ise, karşı görüşte olanların ileri sürdükleri görüşleri cevaplandırdıktan sonra görüşlerini destekleyen başka deliller zikretmişlerdir Bunların görüşlerim de şöylece özetleyebiliriz:
a Bir bilgiye dayanmaksızın Kur'an hakkında söz söylemeyi yasaklayan rivayetler, keyfî görüşleri yasaklamaktadır Hiç bir delile dayanmayan önyargılarla ileri sürülen görüşler yasaklanmıştır Bir delile dayalı olarak ileri sürülen görüşler ise caizdir[76] Ayrıca rg'yi sözkonusu eden hadis, rivayet senedi açısından sağlıklı bir-rivayet değildir69 Nazarı itibara alınsa bile bununla bir delile dayanmaksızın ileri sürülen keyfî görüşler kastedilecektedir Böyle biri, usûlüne uygun hareket etmediğinden dolaya hatalıdır[77]
b Peygamberin Kur'an'ı açıklamakla görevli olduğu meselesine gelince, bu, Peygamber (sav)'in haklarında açıklama yapmış olduğu âyetler için geçerlidir Peygamberin, haklarında bir açıklama yapmadığı âyetler pek çoktur, ilim ehli usûlüne uygun olarak bu âyetleri açıklar, görüş belirtirler[78]
c Bir çok âyette, Kur'an üzerinde düşünülmesi emredilmek-tedir Meselâ bir âyette: «Onlar Kur'an'ı düşünmüyorlar mı»[79] buyurulmaktadır Başka bir âyette de şöyle Duyurulmaktadır: «Sana bu mübarek Kitabı, âyetlerini düşünsünler ve aklı olanlar öğüt alsınlar diye indirdik»[80]
Bu iki âyetle herkesin Kur'an âyetleri üzerinde düşünüp onlardan öğüt alması istenmektedir Bir de Kur'an'dan derin anlamlar ve incelikler çıkaranlar vardır ki bir âyette de bunlara işaret edilerek şöyle buyurulmaktadır: «Halbuki onu, Peygambere veya aralarındaki yetki sahiplerine götürselerdi, işin içyüzünü anlayanlar, onun ne olduğunu bilirlerdi»[81] Bu âyet, Kur'an âyetlerini düşünme ve onlardan hüküm çıkarma konusunda farklı bir zümreden sözetmektedir Alimler bu âyeti, ictihad etmenin delili saymışlardır[82]
d Eğer re'y tefsiri caiz olmasaydı, ictihad yapmak da caiz olmazdı
e Ashabın, bazı âyetlerin tefsirine dair farklı şeyler söylediklerini biliyoruz Bu da onların bu tefsirleri kendi re'yleriyle yaptıklarının delilidir Ayrıca Peygamber (sav) bütün âyetlerin tefsirini yapmamıştır Halbuki sahabeden, Kur'an'm tamamını öğrencilerine tefsir edenler olmuştur Mucahid b Cübeyr (öl 103/721), baştan sona kadar âyet âyet Kur'an'm tefsirim üç defa Ibnu Ab-bas'tan dinlediğini, her âyet üzerinde durarak ona sorular sorduğunu belirtmektedir[83]
Her kitap anlaşılmak için okunur Dünya ve âhiret saadetinin kaynağı olan Kur'an-ı Kerimin anlaşılmaması düşünülemez
Sahabe re'y tefsirine başvururken dil kurallarını, arap âdet ve geleneklerini, o dönemde Arap yarımadasında yaşayan Yahudi ve Hıristiyanlar! araç olarak kullanıyor ve kendi anlama kabiliyet ve yeteneklerini işletiyorlardı[84]
Arapların durumlarını ve geleneklerini bilmeleri, Yahudi ve Hıristiyanlarla haşir-neşir olmaları, Kur'an'm kimi âyetlerini daha kolaylıkla anlamalarını kolaylaştıran hususlardandır Çünkü Kur'an'm ilk muhatapları, o dönemde yaşayan insanlardır Kur'an-ı Kerim, o dönemin müşrikleriyle Yahudi ve Hristiyanla-rm durumlarından, gelenek ve kültürlerinden sıkça bahsetmektedir
Asr-ı Saadet müslümanlatımn önyargısız olmaları, samimi ve kuvvetli bir imana sahip bulunmaları, Kur'an'ı daha doğru anlamalarım kolaylaştırıyordu
Kur'an'ı daha kolay anlamalarım sağlayan etkenlerden biri de, nuzûl sebeplerine vakıf olmalarıdır Bilindiği gibi Kur'an-ı Kerim âyetleri genelde vukubulmuş olaylar üzerine inmişlerdir Elbetteki bu olayları bilmek, ilgili âyetlerden ne kastedildiğini anlamayı kolaylaştırmaktadır
Yeri gelmişken kimi çevrelerin ileri sürdükleri ve bazen "le-dun ilmi", bazen de "batın ilmi" diye isimlendirdikleri ilim çeşiti üzerinde durmakta yarar vardın Gerçekten böyle bir ilim var mıdır? Sahabe böyle bir ilmi kullan mıdır?
Şiîler, Hz Ali ve masum soydukları imamlarına böyle bir ilim isnad etmektedir Onlara göre imamları batın ilmine vakıftırlar Kur'an'm zahirine uymayan bir görüş onlardan sadır olduğunda mutlaka o görüş Kur'an'm batınına uygundur ve kabul edilmelidir Çünkü bu görüşün, Kur'an'm batınına uyup uymadığını biz tahkik edemeyiz
Ehl-i Sünnet içerisinde tasavvuf ehli de benzeri iddialar ileri sürerler Onlara göre veliler böyle bir ilme sahiptirler Nitekim Hz Hıdır bir veli idi ve ona ledun ilmi verilmişti Bu çevrelerden bazılarının iddialarına göre ise Peygamber (sav)« gizli bir yolla Hz Ali'ye, kimine göre ise Hz Ebu Bekir'e böyle bir ilim vermiştir
Hz Ali'ye kendilerini nisbet eden tarikatler bu ilmin Hz Ali kanalıyla, Hz Ebu Bekir'e kendilerini nisbet edenler de bu ilmin Hz Ebu Bekir yoluyla tarikat silsilelerine geçtiğini ileri sürerler
Batın ilmi iddiasını ileri sürenlerin dayanaklarından biri de şöyle bir rivayettir: "Her âyetin bir zahiri, bir batını, bir haddi, bir de matlaı vardır"[85]
îmanı Gazzalî, (öl 505/1111) her âyetin altmışbin anlamı bulunduğu iddiasını tasvip ettikten sonra bu rivayeti de sözkonusu ederek altmışbinin dörtle çarpılması gerektiğini savunur Buna göre herbir âyetin iki yüzkırkbin anlamı vardır[86]
Herşeyden önce şunu belirtmek gerekir ki, Peygamber (sav)ıin gizli yoldan Hz Ebu Bekir'e, Hz Ali'ye veya bir başkasına dinî bir ilim öğrettiğini ve bu ilmi başkasından gizlediğini iddia etmek, onun tebliğ görevini yerine getirmediğini iddia etmek anlamına gelir Çünkü yüce Allah Peygamberine şöyle hitap etmektedir: «Sana emrolunanı açıkça söyle»[87]
Peygamber (sav) dinî bir bilgiyi kimi insanlardan saklamış ve kimilerine gizli bir yolla anlatmışsa tebliğde açıklığa riayet etmemiş demektir Hiçbir müslüman böyle bir iddiada bulunamaz
Din, Kur'an-ı Kerim'dir ve tamamı Peygamber tarafından tebliğ edilmiştir Ayrıca din Kur'an ile tamamlanmıştır Kur'an1 da ise Peygamber'e dinin bazı şeylerini sadece belli kimselere anlat ve diğerlerinden bunları gizle diye bir emir mevcut değildir Kur'an'm indirilişi tamamlandıktan sonra herhangi bir kimse Allah tarafından dinî bir bilgi elde ettiğini iddia edecek olursa, dinin tamamlanmamış olduğunu iddia etmiş olur Allah katından dinî bilgiler Peygamberi kanalıyla insanlara tebliğ edilir
Hz Ali henüz hayatta iken ona ulûhiyet nisbet edenlerin çıktığı bilinmektedir Aynı dönemde onun gizli bir ilme vakıf olduğu iddiaları da ortaya çıkmış olmalı ki kendisine bu doğrultuda bir takım sorular sorulmuştur Buharı, Ebû Cuhayfe'den şöyle dediğini nakleder: "Ali'ye -Allah kendisinden razı olsun- sordum:
"Allah'ın Kitabmdakiler dışında yanınızda vahiyden birşey var mı?" "Hayır Daneyi yaran ve insanı yaratana yemin ederim ki benim bildiğim, Kur'an'ı anlama konusunda Allah'ın herhangi bir insana verdiği anlama kabiliyetinden ibarettir", dedi "Peki şu sayfada ne vardır?" diye sordum "Diyet meselesiyle esirin nasıl serbest bırakılacağı ve kâfir sebebiyle müslümamn öldürüleme-yeceğine dair şeylerin yazılı olduğu bir sayfadır, dedi"[88]
Her âyetin bir zahiri, bir batını, bir haddi ve bir de matlaı bulunduğuna dair rivayete gelince, bu rivayetten ne kastedildiği net olarak açık değildir Rivayeti sözkonusu eden âlimler de anlamı konusunda farklı şeyler söylemişlerdir[89] Kaldı ki rivayetin kendisi sahih bir rivayet değildir Hasanu'l-Basrî'nin mürsellerinden olup hiçbir hadis kitabında yer almamaktadır Hadis ehli tarafin-dan da rivayet edilmiş değildir[90]
Eğer bu rivayetten, herbir âyetin birçok anlamı bulunduğu sonucu çıkarılacak olursa, o takdirde rivayet metin yönünden de gerçeklere aykırıdır Çünkü Kur'an-ı Kerimin büyük çoğunluğu muhkem âyetlerden teşekkül etmektedir Muhkem âyetler ise, birden fazla anlama ihtimali bulunmayan âyetlerdir
Velilerin de Hz Hıdır gibi "ledun ilmi"ne [91] sahip oldukları iddiasına gelince, bunun da bir dayanağı yoktur Çünkü Hz Hıdır'm kimliği konusunda farklı şeyler söylenmiştir ve peygamberliğine dair deliller daha kuvvetlidir [92]Kaldı ki Hz Hıdır'a böyle bir ilmin verildiği, Hz Musa ile Hıdır kıssasında anlatılmaktadır Kıssaların birçok yönü Kur'an'da yer almadığından âlimler kıssaları müteşâbihat arasında saymışlardır Müteşâbih âyetler tefsir edilirken muhkem âyetler doğrultusunda tefsir edilmeleri gerekir Muhkem âyetler ise, velilere böyle bir ilmin verildiğine dair bir ifade bulunmamaktadıı
Müfessir Kurtubî (öl 671/1273) sûfîlerin "ledun ilmi" iddialarını reddederken Özet olarak şöyle demektedir: Peygamber kanalı dışında Allah'ın hükümlerinin öğrenilmesi için bir yol yoktur Selef ve halef âlimleri bu konuda icma etmişlerdi Bu konuda kesin bilgi ve yakın hasıl olmuştur Allah'ın emir ve yasakları peygamberler kanalıyla öğrenilir Peygamberimizin vefatından sonra Allah'tan dinî bir hüküm aldığım söyleyen, peygamberlik iddiasında bulunmuş olur[93]
Müfessir Âlûsî (öl 1270/1852) de "ledun ilmi" iddalarını reddederek dinî bilgilerin sadece Peygamber (sav)'den alınacağını belirten ve sûfîlerin de kendi üstadları olarak gördükleri Abdül-kadir Geylânî'nin, Cüneyd Bağdadînin, Sakatî'nin, Ebu Said el-Harraz'ın ve Gazâlî'nin sözlerinden nakiller yapar[94]
Netice olarak "ledun ilmi" ancak peygamberler için söz konusudur Onların dışında herhangi bir kimse vahiy alamaz Ancak bu çerçevede Allah'ın insanlara verdiği yetenek, onların cehd etmeleri, nefislerini eğiterek önyargısız değerlendirme yapabilmelerinden sözedilebilir
Elbette salih insanların yetenekleri gelişir ve meseleleri değerlendirirken önyargısız ve daha tutarlı bir yol izlerler [95]


Alıntı Yaparak Cevapla

Asr-İ Saadette Kur'an Ve Sünnet 'İn Anlaşılması

Eski 08-02-2012   #8
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Asr-İ Saadette Kur'an Ve Sünnet 'İn Anlaşılması




D) Ehl-İ Kitap

Medine'ye hicretten sonra müslumanlar Ehl-i Kitap ile içice yaşamaya başladılar Bunun yanında Kur'an-ı Kerim, Tevrat'ta geçen birçok kıssadan bahsetmektedir Ancak Kur'an'ı Kerim1 de bu kıssalar muhtasar olarak zikredilirken Tevrat kıssalarında küçük ayrıntılara varıncaya kadar birçok şey nakledilmektedir Kur'an'da ayrıntılara girilmemesi, ibret alınacak yön ile yetinil-mesinden dolayıdır Ancak kıssa sözkonusu olunca insanlar genelde işin olay yönüne ve olayların ayrıntılarına düşkündürler Sözkonusu olan sahabî de olsa onun da bir insan olduğunu akıldan çıkarmamak' gerekir
Ayrıca Yahudi ve Hıristiyanlardan da Islâmı kabul edenler ve bu kabul edenler arasında âlimler vardı Bu nedenle Ehl-i Kitap ve onların kültürleriyle müslümanlar arasındaki ilişkiler daha da arttı
Olayın bir başka yönü ise, Kur'an'm da, Tevrat'ın da, İncil'in de ilahî kitaplar oluşlarıdır Her ne kadar Tevrat'ta ve İncil'de bir takım tahrifat yapılmışsa da onlarda birçok gerçek de vardır Ayrıca Kur'an ile Tevrat'ın naklettikleri kıssalar, arasında birtakım benzerlikler mevcuttur
Böyle bir ortamda müslümanlarla Ehl-i Kitap arasında kültür alışverişinin olması, bu arada Kur'an-ı Kerim'in ve Peygamber (sav)'in, müslümanlar açısından bu alışverişte takip edile-' cek kıstasları belirlemeleri doğaldır
Kur'an-ı Kerim, Israiloğullarımn Tevrat'ı tahrif ettiklerine dikkat çekerek şöyle buyurmaktadır:
«Ahidlerini bozmaları sebebiyle onları lanetledik ve kalbleri-ni katılaştırdık Onlar kelimelerin yerlerini değiştirirler (kitaplarını tahrif ederler) Kendilerine öğretilen ahkâmın (tevrat'ın) bir bölümünü de unuttular İçlerinden pek atı hariç, onlardan daima bir hainlik görürsün Yine de sen onları affet ve aldırış etme Şüphesiz Allah iyilik edenleri sever» [96]
Hıristiyanların da İncil'i tahrif ettiklerinden sözederek şöyle buyurmaktadır:
«Biz hristiyanlarız diyenlerden de kesin sözlerini almıştık Ama onlar da kendilerine zikredilen (verilen öğütlerin veya Kitabin) bir bölümünü unuttular Bu sebeple kıyamete kadar aralarına düşmanlık ve kin saldık»[97]
Kur'an-ı Kerim, hem Tevrat'ın ve hem de incil'in tam olarak korunmadığını ve yanlış birtakım şeylerin bu kitaplara karıştırıldığını haber vererek Müslümanların dikkatlerini bu noktaya çekmektedir
O halde müslümanlar Ehl-i Kitap kültürüne karşı ayıklayıcı bir tavır içerisinde olmalılar Bu kültür ne tümüyle reddedilebilir ve ne de tümüyle kabul edilebilir Bu kültüre karşı takınılacak tavırla ilgili birbirleriyle çeîişiyormuş gibi görünen hadislerin bulunması bu nedenledir
Peygamber (sav) bir hadisinde şöyle buyuruyor: «Benden duyduğunuz bir tek âyet bile olsa onu başkasına aktarın îsrailo-ğullarından naklederek anlatın, bunda bir sakınca yoktur»[98]
Sahabeden Ebû Hüreyre, îbnu Abbas, îbnu Mes'ud ve başkalarının zaman zaman bazı şeyleri Ehl-i Kitaba sordukları nakledilmektedir [99] Hatta Abdullah b Amr'm Yermuk savaşında Ehl-i Kitaptan iki deve yükü kitap elde ettiği ve yukarıda sözkonusu ettiğimiz hadise dayanarak -ki hadisin ravisi de kendisidir- bu kitapları okuduğu, onlardan öğrendiği bazı şeyleri anlattığı kaydedilmektedir[100]
Zikrettiğimiz bu rivayetlerin yanında Peygamber (sav)'in, Ehl-i Kitaptan edindiği bir kitabı okuyan Hz Ömer'i bu işten sakındırdığı,[101] Tevrat'ı yahudilerden dinleyen bir grup müslüma-na: «Ehl-i Kitabın dediklerini ne doğrulayın ve ne de yalanlayın, "Biz, Allah'a ve bize indirilene inandık"[102] deyin» buyurduğu nak-ledilmektedir[103]
îbnu Abbas'm da yaptığı bir konuşmada müslümanlara şöyle dediği rivayet edilmektedir: Öğrenmek maksadıyla Ehl-i Kitab'a bir şey sormayın Çünkü yüce Allah mesajların en yenisini Peygamberimize indirmiştir Hem Ehî-i Kitab, kendilerine indirilen kitabı değiştirmişlerdir[104]
Bu rivayetlerden sahabenin zaman zaman Ehl-i Kitaba müracaat ettiklerini, ancak müracaat ederken ihtiyatlı davrandıklarını anlıyoruz
Âlimler, Ehl-i Kitaptan gelen kültürü yani israiliyatı üç kısma ayırmışlardır:
a) Kur'an-ı Kerim ve sahih sünnetin doğruladığı israiliyat Bu çeşidi anlatmakta ve nakletmekte bir sakınca yoktur
b) Kur'an-ı Kerim ve sahih sünnetin yalanladığı israiliyat Bu çeşiti ancak reddedilmek için nakledilebilir
c) Kur'an-ı Kerim ve sahih sünnette hakkında bir bilgi mevcut olmayan israiliyat Bu çeşit israiliyatı ne doğrularız ve ne de ya 1 anlarız
Peygamber (sav)'in, Ehl-i Kitaptan nakil yapılmasında bir sakınca bulunmadığım ifade eden hadisi birinci çeşit israiliyata; onlardan nakil yapmayı ve kitaplarım okumayı yasaklayan sözleri ikinci çeşit israiliyata;" onları ne yalanlayın ve ne de doğrulayın anlamındaki hadisi de üçüncü çeşit israiliyata hamledilmiştir
Asr-ı Saadette müslümanlarm Ehl-i Kitaba başvururken ihtiyatlı davrandıkları söylenebilir Ancak daha sonra gelen nesillerin tefsirlerinde her üç çeşit israiliyatm nakledildiği, Israiliyattan uzak kalmış tefsir kitaplarının azınlıkta kaldığı bir vakıadır [105]

Alıntı Yaparak Cevapla

Asr-İ Saadette Kur'an Ve Sünnet 'İn Anlaşılması

Eski 08-02-2012   #9
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Asr-İ Saadette Kur'an Ve Sünnet 'İn Anlaşılması




Sonuç

İlâhî kitapların sonuncusu olan Kur'an-ı Kerim'i önceki kitaplardan ayıran başlıca özellikleri, onun mucize olması, peyderpey indirilmiş olması ve korunmasının Allah tarafından üstlenilmiş olmasıdır
Önceki peygamberlerin mucizeleri kevnî mucizeler nevinden-dir Bu tür mucizeler, ancak olayı müşahede eden açısından mucizedirler Başka mekânlara ve başka nesillere taşınamazlar Kur'an ise, her yere ve nesilden nesile taşınabilir bir mucizedir Risaleti kıyamete kadar kalıcı ve bütün insanlığa gönderilmiş bir peygamberin mucizesi bu türden bir mucize olmalıydı
Kur'an-ı Kerimin peyderpey indirilmiş olması daha iyi anlaşılmasını, inen âyetler grubunun hayatta da yaşanmasını sağlamıştır Peyderpey indirilmiş olması, korunmasıyla da yakından ilgilidir
Kur'an'ın Allah tarafından korunmuş olması, harikulade yollarla korunduğu anlamına alınmamalıdır Bilakis yüce Allah, insanları bu işe musahhar kılmıştır, inen her âyet grubu hem vahiy kâtipleri tarafından yazılıyor ve hem de birçok kimse tarafından ezberleniyordu Böylece Kur'an-ı Kerim hem yazılarak ve hem de azberlenerek nesilden nesile hiçbir değişikliğe uğramadan aktarılabilmiştir
Asr-ı Saadet müslümanları, Kur'an'ı hiçbir değişikliğe uğramadan sonraki nesillere aktarmakla yetinmemiş, her öğrendiklerini Peygamberin gözetiminde hayatlarına uygulayarak sonraki nesillere îslâmın nasıl yaşanacağı konusunda model toplum olmuşlardır Onlar, Kur'an'ı öğrenmeyi, onu anlamayı ve hayatlarına aktarmayı birlikte yürütmüşlerdir
Anlamak ve anladıklanyla amel etmek için Kur'an'ı okuyorlardı Kur'an-ı Kerim, günlük hayatlarında konuştukları bir dil ile inmişti Bu nedenle toplumun her kesimi onu anlamakta Önemli bir güçlük çekmiyordu Gerçi ümmî bir toplum idiler ve daha önce din konusunda fazla bir bilgileri yoktu Ayrıca Kür'an, insanı ilgi-lendiren her alandan sözediyordu Ancak anlayamadıklarım Pey--gamber'e sorma imkânına sahip idiler Peygamberin kendisi de Kur'an'ı onlara açıklamak ve nazarî bilgilerini hayatında yaşayarak onlara rehberlik etmekle görevli idi Nuzûl sebeplerine vakıf olmaları da âyetleri anlamalarını kolaylaştıran etkenlerdendi Anlayamadıkları hususları, Peygamber (sav)'e soruyorlardı Onun vefatından sonra ise birbirlerine sorarak öğreniyorlardı
Kur'an-ı Kerim'i anlamaya çalışmak dinî faaliyetlerinin başında geliyordu Kur'an'ı daha iyi anlamak kişiyi toplumda önemli bir konuma yükseltiyordu İdareciler bu kişiler arasından seçiliyordu
Kur'an'ı anlama noktasında hepsi aynı düzeyde değildi Ancak kişinin üst düzeyde olmaması, Kur'an'ı anlama çabası içerisinde olmasına engel teşkil etmiyordu Yardımlaşarak birbirlerinin eksiklerini tamamlıyorlardı
Kur'an-ı Kerim âyetleri birbirini açıklamaktadır Değişik nedenlerle bir konu değişik sûrelerde ele alınmıştır Bir sûrede konunun bir yönü, diğer bir sûrede başka bir yönü ele alınmıştır Yine bir sûrede Özet olarak işlenen bir konu, diğer bir sûrede daha geniş ele alınmıştır Bu nedenle Kur'an'ı anlamak için başvurulacak ilk kaynak yine Kur'an'ın kendisidir Sahabe de kimi âyetleri veya konuyu anlamak için yine Kur'an'a başvuruyorlardı Başvu-rulan ilk kaynak Kur'an'm kendisi idi
Kuşkusuz Kur'an'ı en iyi anlayan, Peygamber (sav)'dir Bu nedenle başvurdukları ikinci kaynak da Peygamber (sav)'dir
Kur'an-ı Kerim, âyetleri üzerinde düşünmeyi, onu tedebbür ile okumayı emretmektedir Sonu "düşünmüyor musunuz?" "akletmiyor musunuz?" gibi ifadelerle biten birçok âyet vardır Akıl, insana verilen en büyük nimetlerdendir Bu nimetin şükrü ise, aklı kullanmak yani düşünmektir Sahabe, Kur'an'ı anlamak için kendi re'y ve ictihadlarma da başvuruyorlardı
Kur'an-ı Kerim, kendinden önceki kitaplardan; Tevrat ve İncil'den sıkça sözeder Tevrat Kur'an'da geçen kıssaların ayrıntılarına varıncaya kadar ele almaktadır Medine'ye hicret edildikten sonra müslümanlar Ehl-i Kitap ile içice yaşamaya başlamışlardır Bu nedenle müslümanlarla Ehl-i Kitap arasında kültür alış-verişinin bulunması doğaldır Ancak Ehl-i Kitap, Tevrat ve InciL'i tahrif etmişlerdir O halde bu kültür alış-verişinde müslü-manların ihtiyatlı davranmaları gerekiyordu Sahabe Kur'an'ı anlama noktasında kimi konularda Ehl-i Kitaba müracaat etmişlerse de bu ihtiyatı elden kaçırmadıklarım söylemek mümkündür Ancak sonraki müslüman nesillerin aynı şekilde davrandıklarım ne yazık ki söyleyemiyoruz Maalesef müfessirlerimizin bir çoğu hem de ayıklama yapılmaksızın Ehl-i Kitabın kültürüne başvurmuş ve bu kültürün sapmalarını kitaplarına aktarmışlardır [106]


Alıntı Yaparak Cevapla

Asr-İ Saadette Kur'an Ve Sünnet 'İn Anlaşılması

Eski 08-02-2012   #10
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Asr-İ Saadette Kur'an Ve Sünnet 'İn Anlaşılması




İkinci Bölüm

ASR-I SAADETTE SÜNNETİN ANLAŞILMASI

1- Sünnet Kavramı Ve Kapsamı

Arap dilinde takip edilen yol anlamına gelen "sünnet" dinî terminolojide Peygamber (sav)'in söz, davranış ve ikrarları için kullanılır Bir kişiye nisbet edildiğinde, mesela "falanın sünneti" denildiğinde o kimsenin takip ettiği yol, âdet ve davranışları kastedilir
Peygamber'in ikrarlarına da sünnet denilmesi, onun yanlış ve hatalı söz ve davranışlara karşı sessiz kalmamasından dolayıdır Söylenen söz ve yapılan davranışta bir hata ve yanlışlık varsa Peygamber mutlaka onun doğrusuna dikkat çeker, huzurunda söylenen söz veya yapılan davranışa sessiz kalmışsa o söz ve dav-ranışı ikrar ediyor demektir, işte bu nedenle ikrarları da sünneti çerçevesinde kabul edilmiştir
Kur'an-ı Kerim inanç prensiplerinin yanında ibadet, ahlâk, hukuk, ve benzeri sosyal kurumlarla ilgili emir ve yasakları da içermektedir Sosyal kurumlarla ilgili emir ve yasaklar hayatın pratiğiyle ilgili hususlardır Kur'an'da nazarî olarak anlatılan bu bilgiler çoğu zaman Peygamber (sav) tarafından pratiğe aktarılıyordu Mesela namaz kılınması Kur'an'da emredilmekte bu arada namazın rükünleri olan rükû, sucûd, kıraat gibi hususlar zikredilmekle birlikte nasıl pratiğe aktarılacakları anlatılmamaktadır Peygamber (sav) namaz kılarak müslümanlara rehberlik etmiş, «Ben nasıl namaz kılıyorsam siz de öylece namaz kılın»[107] buyurmuştur
Yine Kur'an'da kapalı olarak yani mücmel ve mutlak olarak zikredilen kimi hususlar Peygamber (sav) tarafından açıklanmıştır
İnsanlar arasında Kur'an-ı Kerimin tefsirine en ehil olan, hiç şüphesiz Kur'an'ın kendisine indirildiği Peygamber (sav)'dir
işte bu gibi nedenlerle sünnetin dindeki önemi büyüktür Nitekim yüce Allah Peygamber'i hem tebliğ[108] ve hem de tebyin (açıklama) ile görevlendirmiştir Bir âyette şöyle Duyurulmaktadır:
«İnsanlara kendilerine indirileni açıklaman için sana bu Kur'an'ı indirdik,» [109]
Tebliğ, Kur'an ayetlerinin indirildikleri lafızlarla insanlara ulaştırılması, tebyin ise, bu lafızlardan insanlara kapalı gelen kelime ve cümlelerin açıklanması yani tefsir edilmesidir Sünnetin, temel bir kaynak olduğu şu hadisede de açık bir şekilde ortaya konmaktadır:
Peygamber (sav) Muaz b Cebel'i Yemen'e gönderdiğinde ona ne ile hükmedeceğini soruyor Muaz: Allah'ın Kitabı ile hükmederim, diyor Peygamber: Ya karşılaştığın olayla ilgili Allah'ın Kitabında birşey bulamazsan ne yaparsın, diye soruyor Muaz: Rasûlünün sünnetiyle hükmederim, diyor Peygamber: Ya Râsûlünün sünnetinde de bulamazsan ne ile hükmedersin, diye soruyor Muaz: Kendi re'yimle ictihad ederim, karşılığını veriyor
Olayı nakleden Muaz diyor ki: Aramızda bu konuşma geçtikten sonra Peygamber (sav) eliyle göğsüme dokundu ve: "Allah'ın elçisinin elçisini, kendi elçisinin rızasına muvaffak kılan Allah'a şükürler olsun" buyurdu[110]
Peygamber (sav)'in Kur'an'ı açıklamaları vahye mi dayalıydı, kendi içtihadıyla mıydı, yoksa bir kısmı vahiy, bir kısmı içtihadıyla mıydı? konusunu tartışmanın pratikte bir yararı yoktur Çünkü Peygamber (sav)'in açıklamalarında bir hata sözkonusu olmuşsa vahiy tarafından uyarılmış ve içtihadı tashih edilmişti Buna göre ictihadları da vahiy tarafından hükmen onaylanmıştır Çünkü Kur'an'da Peygamber (sav) müslümanlara örnek olarak gösterilmektedir[111] Hatalı davramş ya da içtihadın örnek olarak gösterilmesi düşünülemez Kur'an-ı Kerim incelenecek olursa peygamberler dışında hiçbir fert bütün söz ve davranışlarıyla örnek gösterilmiş değildir Çünkü diğer fertler hata ettiklerinde vahiy inip onların ictihadlarım düzeltmemektedir
Ayrıca Kur'an-ı Kerim'in birçok âyetinde Peygambere itaat ve ona tabi olunması emredilmektedir Bu âyetlerden birkaç tanesi şöyledir:
«Kim Peygamber'e itaat ederse, Allah'a itaat etmiş olur»[112]
«Ey iman edenler Allah'a itaat edin Peygamber'e ve sizden olan emir sahiplerine de itaat edin Eğer bir hususta anlaşmazlığa düşerseniz -Allah'a ve âhirete gerçekten inanıyorsanız- onu Allah'a ve Peygamber'e götürün; bu hem hayırlı, hem de netice bakımından daha iyidir» [113]
Kur'an-ı Kerim belli bir dönem için gönderilmiş değildir Bu nedenle Peygamber'e itaat, anlaşmazlık durumunda çözüm için anlaşmazlığı ona götürmek sadece Peygamberin hayatı ile ilgili bir mesele olarak düşünülemez Onun vefatından sonra da ona itaat ve anlaşmazlığı ona götürme sözkonusudur Vefatından sonra ona itaat ve anlaşmazlığı ona götürmek ancak sünnetine itaat ve anlaşmazlığı sünnetine götürmekle mümkündür Müfessirle-rimiz de ona itaati, sünnetine itaat şeklinde anlamışlardır[114]
Yüce Allah yine şöyle buyurmaktadır:
«Ey iman edenler! Allah'a ve Resulüne itaat edin, işittiğiniz halde ondan yüz çevirmeyin»[115]
«Hayır, Rabbine andolsun ki aralarında çıkan anlaşmazlık hususunda seni hakem tayin edip sonra da verdiğin hükümden içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın onu tam manasıyla kabullen-medikçe iman etmiş olmazlar»[116]
«De ki: Eğer Allah'ı seviyorsanız bana uyunuz ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın Allah son derece bağışlayıcı ve esirgeyicidir De ki: Allah'a ve Resulüne itaat edin Eğer yüz çevirirlerse bilsinler ki Allah kâfirleri sevmez»[117]
Sahabe Kesûlullah'ın yakınında olmaya, İslâm'ın uygulamasını ve ibadetini ondan görerek öğrenmeye özen gösteriyor ve sonra da öğrendiklerini gidip akraba ve çevrelerine öğretiyorlardı, Buhârî, Malik b el-Huveyrisî'nin şöyle dediğini nakleder: Kavmimden beş-on kişi ile beraber Peygamber (sav)'in yanına gelmiştim Yanında yirmi gün kaldık Peygamber (sav) şefkat ve merhamet sahibi idi Çoluk çocuğumuzu özlediğimizi görünce bi-ze: "Haydin ailelerinizin yanına dönünüz Yanlarında bulununuz Onlara dini Öğretiniz Beni nasıl namaz kılar gördünüzse Öylece namaz kılınız Namaz vakti geldiğinde içinizden biri ezan okusun En yaşlınız da size imam olsun" buyurdu[118]
Bu ve benzeri diğer rivayetlerden [119]Asr-ı Saadette sahabenin, Rasûlullah (sav)'in sünetini birbirlerine aktardıklarını öğreniyoruz
Peygamber (sav) Allah'tan gelen vahiyleri pratik hayata aktarıyor ve ihtiyaç duyulan hususlarda açıklamalarda bulunuyordu Meydana gelen olayları ve din konusunda kendisine yöneltilen soruları, o ana kadar Kur'an'dan inen âyetler ışığında çözüme bağlıyor ve cevaplandırıyordu Şayet konuyla ilgili henüz bir vahiy inmemişse, inmesini bekliyordu Müslümanlar da Peygamberin açılamalarını ve verdiği hükümleri kabul ile karşılıyorlardı Bununla birlikte ihtiyaç duyduklarında Peygamber'den gelen emir ve önerilerin vahiy eseri olup olmadığını tahkik etmek istedikleri de olmuştur Bu konuda kendisine başvurdukları yine Peygamberin kendisi idi Bedir savaşındaki şu olayı misal olarak zikredebiliriz:
Peygamber (sav) Bedir'de islâm ordusunu bir yere mevzi-lendirnıek istedi Sahabî Hubab b Munzir, savaş stratejisi bakımından orayı uygun görmediğinden Peygambere: "Burayı mı seçtiniz? Burası Allah'ın konaklayın deyip ötesine ve berisine geçe-miyeceğimiz bir konaklama yeri midir, yoksa kendi görüşünüz ve savaş taktiği gereği midir? diye sordu
Peygamber (sav): Hayır, bu kendi görüşüm ve savaş taktiğidir, dedi Bunun üzerine Hubâb, orasının uygun olmadığım söyledi ve başka bir yer önerdi Peygamber (sav), onun önerdiği yeri uygun gördü[120]
Hurma aşılama olayında olduğu gibi Peygamber (sav)'in dünya işlerine dair isabetsiz görüşleri olmuştur ve görüşünün isabetsizliği ortaya çıktıktan sonra bu görüşünden vazgeçmiştir
Hurma aşılama olayında Peygamber (sav) hurma aşılayan birkaç kimseye rasthyor Bunlar ne yapıyorlar? diye soruyor Aşı yapıyorlar; erkeği dişiye ekleyince aşılanıyor, dediler Peygamber: Yapiftasalar daha iyi olur, dedi Bunun üzerine hurmaları aşılayanlar, onları aşılamaktan vazgeçtiler Ancak o sene iyi bir mahsul almadılar Durumu Peygamber (sav)'e bildirince: "Dünya işlerinizi siz daha iyi bilirsiniz Ben de bir beşerim Size dininize dair bir şey emrettiğimde, onu alın Kendi görüşüm olarak birşey söylediğimde ise, ben de bir beşerim[121]
Bu konuyu ele alan Aliyyu'1-Karî bu rivayetten şu sonucu çıkarıyor: Burada dinî hükümlerle ve âhiret halleriyle ilgisi bulunmayan dünyaya ait meselelerde peygamberlerin ismet sıfatına sahip bulunmadıklarına dair bir uyarı vardır[122]
Maamafıh sahabeden kimisi de, Peygamberi her hususta Örnek alır niçin şöyle ya da böyle dediğine veya davrandığına bakmaksızın onun yaptığı gibi yapardı Hz Ömer'in oğlu Abdullah'ın bu konuda son derece titiz olduğu bilinmektedir Öyle ki, Mekke ile Medine arasında yolculuk ederken, Peygamber (sav) bir ağacın altında oturup dinlenmişse, o da orada oturup dinlenirdi Ancak bu anlamda yani mubah konularda peygamberi örnek almanın fert bazında kaldığım ve yaygın olmadığını belirtmek gerekir[123]

Alıntı Yaparak Cevapla

Asr-İ Saadette Kur'an Ve Sünnet 'İn Anlaşılması

Eski 08-02-2012   #11
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Asr-İ Saadette Kur'an Ve Sünnet 'İn Anlaşılması




2- Hadislerin Yazılması

Peygamber (sav) hadislerinin başkalarına aktarılmasını teşvik ediyordu Hadisler eğer başkalarına aktarılacaksa onları korumanın ve onları başkalarına aktarmanın iki yolu vardır Bunlardan biri, ezberlenmeleri, ikincisi ise, yazılmalarıdır Nitekim Kur'an-ı Kerimin korunup başka nesillere aktarılması bu iki yolla olmuştur
Hadislerin yazılması konusunda Peygamber (sav)'den farklı rivayetler nakledilmektedir Bu rivayetlerin kiminde hadislerin yazılması yasaklanırken kiminde ise teşvik edilmektedir
Hadislerin yazılmalarının yasaklanmasını ifade eden bir hadiste şöyle buyurulmaktadır: "Benim sözlerimden bir şey yazmayın Herkim benden, Kurandan başka birşey yazmışsa onu yok etsin[124]
Yasaklama ile ilgili başka rivayetler de vardır Yazılmasını teşvik aden rivayetlerin, birinde ise Abdullah b Amr şöyle demektedir: "Peygamber (sav)'den duyduğum ve muhafaza edilmesini istediğim her şeyi yazıyordum Kureyş: "Sen Peygamber'den duyduğun herşeyi yazıyorsun, oysa o da insandır; gazap ve rıza hâlinde konuşabilir" diyerek yazmaktan beni menetti Ben de yazmaktan vazgeçtim ve bu durumu Peygamber'e anlattım Eliyle ağzına işaret ederek şöyle buyurdu: 'Yaz, nefsim elinde olana yemin ederim ki ondan ancak hak söz çıkar[125]
Gelen rivayetlerden anlaşıldığı gibi sahabeden bir kısmı hadisleri yazıyordu Kimi araştırmacılar yazanların sayılarının da az olmadığı görüşündedir Mesela Muhammed Hamidullah, bunların sayılarının elliye ulaştığı görüşüne katılmaktadır[126]
Hadislerin yazılmasını yasaklayan ve teşvik eden rivayetler arasındaki çelişkiyi uzlaştırmak için farklı görüşler ileri sürülmüştür Biz burada daha tutarlı gördüğümüz ikisini nakletmekle yetineceğiz
Bunlardan birincisi şöyledir: Peygamberin kendi sözlerinin yazılmasını yasaklaması, bu sözlerin Kur'an'a karıştırılması endişesinden kaynaklanıyordu[127] Bu nedenle onları Kur'an'a karıştırmayacaklarından emin olduğu kimselere yazma izni vermişti Kur'an-ı Kerim âyetlerinin çoğu nazil olduktan ve birçok hafız tarafından ezberlendikten ve başka birşeyle karışması endişesi ortadan kalktıktan sonra Hz Peygamber hadislerin yazılması iznini genelleştirmiştir[128]
ikincisi ise; insanların hadislere yönelip Kur'an'ı ihmal etmeleri endişesidir Hadisleri yazma işinin dar çerçevede tutulması sadece ilk dönemleri kapsamıyor Kur'an-ı Kerim'in birçoğu indikten ve ezberleyenleri ile onu yazanlar çoğaldıktan sonra da aynı endişe devam etmektedir Sahabeden yapılan nakillerde bu endişe daha bariz bir şekilde kendini göstermektedir Mesela bir ara Hz Ömer hadisleri yazdırtmayı düşünmüş fakat insanların hadislere yönelerek Kur'an'ı ihmal etmelerinden endişe etmiştir[129]
Sahabe döneminde hadislerin yazıya aktarılması, "Sahife" ismini taşıyan küçük risalelerden ibaret idi Bildiğimiz anlamda tedvin edilip hacimli kitaplarda toplanmaları sonraki nesillerde gerçekleşmiştir [130]

3- Lafızla Rivayet Ve Mana İle Rivayet

Sahabe hadisleri lafızlarıyla aktarmaya önem gösteriyordu Peygamber hangi lafızları kullanmış ve cümleyi nasıl kurmuşsa öylece aktarmaya özen gösteriyorlardı Genel eğilim buydu Ancak zaruret halinde mana ile de rivayet ediyorlardı
Lafizla rivayete o derece önem verenleri vardı ki bir harfin eksik veya fazla rivayet edilmesine tahammül etmezlerdi Birinin bu şekilde bir hadisi rivayet ettiğini gördüklerinde hemen müdahale eder ve düzeltirlerdi Özellikle Hz Ömer ve oğlu Abdullah'ın bu işe son derece Önem verdiklerini gelen rivayetlerden anlıyoruz[131]

Alıntı Yaparak Cevapla

Asr-İ Saadette Kur'an Ve Sünnet 'İn Anlaşılması

Eski 08-02-2012   #12
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Asr-İ Saadette Kur'an Ve Sünnet 'İn Anlaşılması




4- Rivayetlerin Tahkiki

oer (savj henüz hayatta iken başlamıştır Tahkik isteği, sahabe-nin biribirlerinden şüphe etmelerinden çok hadisi nakleden kişinin yanlış anlamış olması ya da unutmuş olması endişesinden kaynaklanıyordu Çünkü sahabe genelde birbirlerinin adaletine güveniyorlardı Maamafîh kimi tahkik isteğinin şüpheden kay-nak-1 anmadığını da söyleyemeyiz Ne de olsa nakledilen rivayet dini ilgilendirmektedir ve müslümanlar için dinleri, can ve mallarından önde geliyordu
Ayrıca Kur'an-ı Kerimin birçok âyetinin düşünmeyi, haberleri tahkik ettikten sonra kabul etmeyi tavsiye etmesi müslüman-larda "ilmî şüphe" dediğimiz melekenin gelişmesine neden olmuştu
Mesela Abdullah b Amr, Peygamber (sav)'in oturarak namaz kılmanın yarım namaz olduğuna dair bir hadisim duyuyor Bir ara Peygamber'in yanına gittiğinde onun oturarak namaz kıldığım görüyor Bunun üzerine duyduğu hadisi tahkik etme ihtiyacı duyuyor ve: Ya Resûlallah, bana anlatıldığına göre oturarak namaz kılmanın yarım namaz olduğunu buyurmuşsunuz Siz ise oturarak namaz kılıyorsunuz, demiştir Peygamber (sav): "Evet öyledir Ama ben sizden biriniz değilim" buyurmuştur[132]
Bazen çok yakından tanıdıklarının yaptıkları nakiller için de tahkik ihtiyacı duyuyorlardı Hz Ömer'le ilgili şu rivayet bunu göstermektedir:
Hz Ömer, Ensar'dan olan komşusuyla münavebeli olarak Peygamber'in yanında bulunurlardı; bir gün biri işle meşgul olur diğeri ise Peygamber'in yanında bulunur ve gelen vahyi diğerine haber verirdi Hz Ömer diyor ki: Yatsı vakti arkadaşım döndü, kapımı sertçe çaldı: O, burada mı diye bağırıyordu Endişe ile kapıya koştum Arkadaşım: Çok önemli bir olay oldu, dedi Ne oldu, Gassan'lılar mı saldırdı? dedim Hayır, daha büyük bir şey oldu; Peygamber hanımlarım boşadı, dedi
Bunun üzerine Hz Ömer gidiyor, Peygamber (sav)'in kapısını çalarak girme izni istiyor, izin verildiğinde içeri giriyor ve Peygamber'e hanımlarım boşadm mı, diye soruyor Hz Ömer diyor ki: Peygamber (sav) bana şöyle bir baktı ve sonra: Hayır, dedi[133] Kişi bazen kendisine çok yakın birinin verdiği haberi bile tahkik etme ihtiyacı duyuyordu
Bir defasında Hz Ali Yemen'den geliyor Hz Fatıma'nm boyanmış bir elbise giydiğini ve gözlerine sürme çektiğini görüyor
Hz Fatıma, Peygamber (sav)'in kendisine böyle davranmasın-tavsiye ettiğini söylediyse de Hz Ali durumu tahkik etmek istiyor Peygamber'e giderek Fatıma şöyle şöyle dedi, diyor Peygamber (sav): "Doğru söylüyor, doğru söylüyor, ona böyle yapmasını ben söyledim", buyuruyor[134]
Hz Peygamber hayatta iken durumu tahkik etmek istediklerinde ona gidip nakledilen haberi tahkik ediyorlardı Onun vefatından sonra ise tahkik ihtiyacı duyduklarında hadisi rivayet eden kişiden ya şahit getirmesini istiyorlardı veya ona yemin ettiriyorlardı
îlmî faaliyetler alanında olsun, diğer alanlarda olsun idarecilerin tavırları daha etkin ve daha belirleyicidir Özellikle idarecilerle toplum aynı ortak değerleri paylaşıyorlarsa bu etkinlik ve belirleyicilik daha da kuvvet kazanır Bu nedenle biz burada ilk iki Raşid halifenin takındıkları tavrı incelemekle yetineceğiz [135]


Alıntı Yaparak Cevapla

Asr-İ Saadette Kur'an Ve Sünnet 'İn Anlaşılması

Eski 08-02-2012   #13
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Asr-İ Saadette Kur'an Ve Sünnet 'İn Anlaşılması




5- Hz Ebû Bekir Ve Hadis Rivayeti

Hz Ebu Bekir hadis rivayeti karşısında son derece ihtiyatlı davranmıştır Kendisinden yapılmış hadis rivayeti çok azdır Zehebî'nin (öl 748/1347) belirttiğine göre hutbelerinde halkı hadis rivayet etme konusunda uyarıyordu Bir hutbesinde şöyle demektedir: "Sakın yalan söylemeyin, yalan söylemek fucûra, fucûr da cehenneme götürür"[136]
Zehebî'nin belirttiğine göre yine bir hutbesinde şöyle demiştir: "Siz Rasûlullah'tan ihtilaf ettiğiniz bazı hadisleri rivayet ediyorsunuz, insanlar sizden sonra daha çok ihtilafa düşeceklerdir Allah Rasûlünden hiçbir şey rivayet etmeyin Eğer sizden hadis söylemenizi isteyen olursa, onlara: Aramızda Allah'ın Kitabı var deyiniz Onun helâlini helâl, haramım haram kılınız"[137] Zehebî'nin de belirttiği gibi Hz Ebu Bekir bu sözleriyle rivayet kapısını tümden kapatmak istemiyordu İhtiyatlı davramlmasmı ve ancak kesin olarak emin olduktan sonra hadisin rivayet edilmesini hedefliyordu Nitekim hadislere dayalı olarak verdiği pek çok hüküm vardır Meymun b Mihrân'ın (öl 118/736) naklettiğine göre o, bir mesele ile ilgili hüküm sorulduğunda önce Allah'ın Kitabına bakar venunla hükmederdi Bulamadığında Rasûlul-lah'ın sünnetine müracat ederdi Bu ikisinde debir hüküm bulamadığı takdirde kendi re'yi ile ictihad ederdi[138]
İhtiyaç duyduğu zaman raviden şahit getirmesini isterdi Mesela ölmüş birinin baba-annesi geliyor ve torununun mirasından miras alıp alamayacağım soruyor Hz Ebû Bekir: Allah'ın Kitabında senin için böyle bir hak bulamadım Resûlullah (sav)'den de böyle birşey duymadım dedikten sonra oradakilere soruyor Mugire b Şu'be kalkıyor ve bu durumdaki bir kadına Peygamber'in 1/6 pay verirken bizzat gördüğünü söylüyor Bunun üzerine Hz Ebû Bekir ona: "Senin yanında başka kimse var mıydı?" diyerek şahit getirmesini istiyor Muhammed b Seleme şahitlik edince Ebu Bekir, o kadına 1/6 pay veriyor [139]

6- Hz Ömer Ve Hadîs Rivayeti

Hz Ömer de selefi gibi ihtiyatlı davranmıştır O da ihtiyaç duyduğunda hadis rivayet eden kimseden şahit getirmesini istiyordu Buharî, Said el-Hudrî'den şöyle bir rivayet naklediyor: En-sarın meclislerinin birinde oturuyordum Ebû Musa geldi Gayet endişeliydi Niçin endişelisin? dediler Dedi ki: Ömer'in kapısını üç defa çaldım, girmem için izin verilmedi, ben de geri döndüm Ömer, bir adam salarak beni çağırttı ve niçin geri döndüğümü sordu, içeri girmek için üç kez izin istedim, gir diyen olmadı, ben de geri döndüm Nitekim Peygamber (sav): "Biriniz üç kez girmek için izin istediği halde girmesine izin verilmezse, geri dönsün"[140] buyurmuştur, dedim Ömer: "Allah'a yemin ederim ki, Peygamber'in böyle buyurduğuna dair delil (şahit) getireceksin" dedi Sizden, peygamber'in böyle buyurduğunu duyan var mı? Übey b Kab: Allah'a yemin ederim ki, burada oturanların en küçüğü bile bu hadisi duymuştur ve p seninle birlikte gelecektir, dedi (Ravî diyor ki): Orada oturanların en küçüğü ben idim Ebû Musa ile birlikte gittim ve Ömer'e, Peygamber'in böyle buyurduğunu söyledim O zaman Ömer, Ebû Musa'ya şöyle dedi: "Ben seni itham ediyor değilim Ancak insanların Peygambere isnad ederek ileri-geri Konuşmalarından endişe ediyorum"[141]
Hz Ömer'in şahit getirilmesini istediğine dair pekçok misal vardır[142] Ayrıca onun çokça hadis rivayet edenleri bu işten sakındırdığını da biliyoruz
Şahit getirilmesini istemenin, sadece Hz Ebû Bekir ve Hz Ömer'le sınırlı bir olay olmadığım belirtmek gerekir Şahit getirilmesini istemenin yanında rivayetten emin olmak için yemin ettirenler de vardı Hz Ali, metodunun yemin ettirme olduğunu belirtmektedir[143]
Hz Ömer'in çok hadis rivayet eden sahabîleri bu işten sakındırması, onların uydurma hadis nakletmelerinden kaynaklanmıyordu Tesbit edebildiğimiz kadarıyla bunun iki sebebi vardı:
Birincisi: Gerekli hassasiyetin gösterilmesi ve hadisin Peygamber tararından söylendiği hususunda tam emin olmadan nak-ledilmemesidir însan kasıtlı olmayabilir, ama insan olması hasebiyle unutabilir, yanılabilir Hz Ömer işte bu hususa dikkat çekmek istiyordu
ikincisi: Hadislerle iştigalin, Kur'an'la iştigal etmenin önüne geçmemesidir
Kur'an-ı Kerim, dinin temeli ve kaynağıdır Müslümanların her şeyden önce Kur'an'ı öğrenmeleri ve onu anlamaya çalışmaları gerekir
Kuraza b Kab'm rivayetine göre Hz Ömer onları Irak'a gönderirken Sırâr denilen yere kadar kendileriyle birlikte yürümüş ve kendileriyle buraya kadar gelmesinin sebebim bilip bilmediklerini onlara sormuştur Onlar: "Çünkü biz, Rasûlullah'ın ashabıyız, bunun için bizimle buraya kadar yürümüş olmalısın, demişler Bunun üzerine Hz Ömer onlara şu tavsiyede bulunmuştur: "Siz öyle bir kavme gidiyorsunuz ki Kur'an'la çokça iştigal ediyor, onu çokça okuyorlar Arı kovanının çıkardığı ses gibi her yer Kur'an okuma sesleriyle doludur Sakın hadislerle onları meşgul edip Kur'an'dan alıkoymayasınız Kur'an'm'iyi okunmasına dikkat edin Rasûlullah (sav)'den rivayeti de azaltın Hadi gidin ben de sizinle beraberim"[144]
ilk dönem muhaddi si erinden bir kısmı da buna önem vermişlerdir, Muhaddislerden birçoğu, Kur'an eğitimini tamamladıklarından, en azından Kur'anin bir kısmım ezberlediklerinden emin olmadıkları kimseleri ders halkalarına almazlardı Bu konuda Hafs b Gıyâs şöyle diyor: A'maş'a gittim ve bana hadis anlat, dedim Kur'an-ı Kerimi hıfzettin mi? dedi Hayır, dedim Öyleyse git, Kur'ani hıfzet ve sonra gel, dedi Gittim, Kur'an'ı hıfzettim ve sonra tekrar ona geldim Kur'an'dan bir miktar okumamı istedi Oku-dum-Beni dinledikten sonra bana hadis anlatmaya başladı[145]
Hz: Ömer'in davranışım, onun sünnete karşı olduğu şeklinde değerlendirmemek gerekir O sadece Kur'an'a daha fazla önem verilmesi gerektiğini, onunla daha fazla meşgul olmanın gerekliliğini vurgulamak istiyordu Nitekim hilafeti döneminde sünnete dayanarak birçok hüküm verdiği bilinmektedir [146]

Alıntı Yaparak Cevapla

Asr-İ Saadette Kur'an Ve Sünnet 'İn Anlaşılması

Eski 08-02-2012   #14
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Asr-İ Saadette Kur'an Ve Sünnet 'İn Anlaşılması




7- Sahabe Döneminde Hadis Tenkidi

Hadislerin sahihlerim diğerlerinden ayıklamak için hadisi rivayet eden ravîlerden oluşan sened zincirinin, bir de nakledilen metnin tenkide tabi tutulması gerekir
Ravi, iki yönden değerlendirmeye tabi tutulur Bunlardan biri adalet, diğeri ise zabt'tır
Kavinin adalet sahibi olması; müslüman ve muttaki olması demektir Büyük günahları işleyen ve küçük günahlar üzerinde ısrar eden kişi, adalet sahibi değildir Adalet vasfına sahip olması için ayrıca âkil ve baliğ olması gerekir
Buna göre çocuğun, delinin, fasık kimsenin, bid'at ehlinden olanın rivayeti kabul edilmez Ayrıca ücretle hadis rivayet eden kimsenin de rivayetini kabul etmemişlerdir
Kavinin zabtından kasıt ise, onun uyanık biri olması, dalgın olmaması, şifahî yolla rivayet ediyorsa hafızasının güçlü olması ye ezberlediğini olduğu gibi aktarabilmesi, eğer yazdığım aktarı-yorsa imlâsının ve okumasının iyi olmasıdır Ayrıca mana ile hadisin rivayet edilmesini kabul edenlere göre -ki çoğunluk bu görüştedir- naklettiği hadisin konusuna vakıf yani âlim olmasıdır
Buna göre unutkan kimsenin, rivayet etmediği bir hadis için sen bunu rivayet ettin denildiğinde tereddüt eden kimsenin, şâz hadisleri, bir de sahih hadislere muhalif hadisleri nakleden kimsenin rivayeti kabul edilmez
Sahih hadisin belirlenmesi için hadisin metin yönünden de tenkide tabi tutulması gerekir Metin tenkidinde kıstas olarak alınacak hususlar özet olarak şöyledir: Nakledilen hadisin Kur'an'a ve sahih sünnete muhalif olmaması, tarihî vakıalara ters düşmemesi, akla, his ve müşahedeye aykırı olmaması, ölçüsüzlükler ihtiva etmemesi, kendi bünyesinde çelişkiler taşımamasıdır
Hadis tenkidine dair özet bir bilgi verdikten sonra sahabe döneminde hadis tenkidine geçebiliriz
Rivayetlerde sened zikretme geleneği Islâmdan önce de Araplar arasında biliniyordu Bazen şiir ve kıssaları senedleriyle zikrediyorlardı Aynı geleneğin Rasûlullahin sünnetini naklederken de devam etmesi tabiîdir Bununla birlikte Hz Osman'ın öldürülmesi hadisesine kadar senedin gereği şekilde ciddiye alındığını söyleyemeyiz Ancak bu olaydan sonra sened ciddiye alınmaya başlanmıştır Çünkü bu olaydan sonra müslümanlar arasında grup ve fırkalar ortaya çıkmış, müslümanlarm birbirlerine güvenleri sarsılmıştır
Belki Hz Ebû Bekir'in nakledilen rivayetler için şahit istemesi, bu konuda Hz Ömer'in onu takip etmesi, bir bakıma senedten-kididir ve senedi ciddiye alma çabalarıdır Ancak her rivayet için böyle bir tenkid sözkonusu değildi Ancak ihtiyaç duyulduğunda bu yola başvuruluyordu Senedin gereği şekilde ciddiye alınması ve senedin yaygın bir şekilde kullanılması, belirttiğimiz gibi Hz Osman'ın öldürülmesinden sonra gündeme gelmiştir Muhammed b Sîrîn'in (ölHO/728) genelleme yaparak söylediği şu söz bunu göstermektedir: "Senedi sormuyorlardı Fitne vukubulduğun-da, ravilerinizi belirtin, dediler Böylece EhH Sünnet'ten olanların rivayetleri kabul edildi, bid'at ehlinin rivayetleri ise reddedildi"[147]
Mücahidin (Öİ103/V21) îbnu Abbas hakkında şn anlattığıda ilk dönemde senedin aranmadığını göstermektedir'"Mücahid diyor ki: Buşeyr el-Adevî îbnu Ahbas'a geldî ve anlatmaya koyularak "Rasulullah buyurdu ki Rasûlullah buyurdu ki " demeye başladı O bu şekilde anlatmaya başlayınca îbnu Abbas ne onun sözüne kulak verdi ve ne de ona taraf baktı Buşeyr: Ey Abbas'ın oğlu! Ben Rasûlullah'tan naklediyorum, sen beni dinlemiyorsun, dedi Bunun üzerine îbnu Abbas şöyle dedi: Bir zamanlar biri "Rasûlullah (sav) buyurdu ki" dediğinde pürdikkat kesilir onu can kulağıyla dinlerdik Ama insanlar rastgele konuşmaya başla-yınca ancak emin olduğumuzu almaya başladık[148]
Bu ve benzeri rivayetler önceleri senede önem verilmediğini göstermektedir Ne var ki senede önem verilmeye başlandığında geç kalınmamıştı Çünkü hadis uydurmacılığı henüz yeni yeni başlıyordu ,
Sahabe aöneminde sened tenkidi yukarıda anlatılanlardan da anlaşıldığı gibi o derece önem arzetmiyordu Çünkü insanlar iyi niyetliydi, Peygamber (sav)'in eğitiminden geçmişlerdi Fakat metin tenkidi her dönem için önem verilmesi gereken bir husustur Çünkü insanın yaptığı hatalar her zaman kasıttan kaynaklanmaz, insan yapısı itibariyle unutabilir, yanılabilir, yanlış duymuş olabilir Bu gibi durumlarda kişi, kasdî değildir ama yine hata etmektedir Ayrıca hadis rivayeti konusunda kişi kasdî de davranmış olsa, unutma ve yanılma mahsulü de olsa sonuçta hata, yine hatadır Aradaki fark sadece hata eden kişinin âhiretteki sorumluluğuyla ilgilidir O halde metin tenkidi Asr-ı Saadette de önem arzediyordu
Şunu da belirtmek gerekir ki metin tenkidi, herkesin rahatlıkla becerebileceği bir konu değildir Tenkid yapacak kişinin ilmî bir birikime, ilmî dikkat hasletine, ince bir zekâya sahip olması, tenkid edeceği metnin muhteva ve diline bihakkın vakıf olması gerekir Belki her şahabı bu meziyetlere sahip değildi, ama o toplumda bu meziyetlere sahip olanların oram, elbette diğer toplum-lardakilerin oranından daha fazladır
Yapılan hatalar, unutma ve yanılmanın yamsıra şöyle bir durumdan da kaynaklanabiliyordu:
Cuma, bayram ve savaş öncesi yapılan toplantılar dışında Peygamber (sav)İn ilmî sohbetlerinin belli bir zamanı yoktu Ashabının durumunu müsait bulduğu her anı firsat biliyor ve bunu değerlendiriyordu Bu nedenle konuşmasının bir kısmım yaptıktan sonra meclise başka bir sahabî gelip oturabiliyor ve konuşmanın geri kalan kısmını dinliyordu Bilahare dinlediğini nakletmesi sözkonusu olduğunda ancak dinleyebildiği kısmı naklediyordu Konuşmanın tamamım dinlemediğinden naklettiği kısım, Peygamber (sav)'in anlatmak istediği sonuçtan farklı bir sonuca götürebiliyordu
Sahabenin metin tenkidine gereken önemi verdiklerini rahatlıkla söyleyebiliriz Daha Önce de dikkat çektiğimiz gibi Kur'an'm birçok âyetinde tefekkürün teşvik edilmesi, körü körüne başkasını taklit etmenin ve bir bilgiye sahip olmaksızın bir şeyin ardına düşmenin yasaklanması sahabenin diri bir İslâm anlayışına sahip olmalarım sağlamıştı Müşriklerle ve Ehl-i kitap ile birlikte yaşamaları, zaman zaman onlarla ilmî tartışmalar yapmaları, haberleri tahkik ve eleştirme hasletlerini pekiştirmişti
Sahabe metin tenkidi yaparken başvurdukları ilk kaynak Kur'an-ı Kerim'dir Çünkü Kur'an-ı Kerim, diğer müminleri bağladığı gibi Peygamberi de bağlar Peygamber'in Kur'an'a karşı görevi, onu olduğu gibi insanlara tebliğ etmesi, onu açıklaması ve emirlerine uyarak yasaklarından sakınmasıdır Ö halde bir hadisin sıhhati için ilk ölçü, onun Kuış'arv^yetleriyle çelişmemeğidir Nakledilen bir söz eğer Kur'an âyetleriyle çelişiyorsa, Peygamber onu söylememişti!»
Sahabeden bazısı, bir hadis naklederken, o hadisi destekle»; yen bir âyet okurdu îbnu Mes'ud: "Size bir hadis naklettiğimizde onu doğrulayan bir âyet okuruz" dernektedir
IbnuAbbas da şöyle demektedir: "Rasûlullah'tan bir hadis naklettiğimde onu Allah'ın Kitabında bulamazsanız veya insanların güzel buldukları müşterek değerlerine aykırı bulursanız, ben yalan söylemişim demektir"[149]


Alıntı Yaparak Cevapla

Asr-İ Saadette Kur'an Ve Sünnet 'İn Anlaşılması

Eski 08-02-2012   #15
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Asr-İ Saadette Kur'an Ve Sünnet 'İn Anlaşılması




8- Metin Tenkidlerme Misaller

1 Fatıma bintu-Kays, kocası kendisini boşadığında Peygamber (sâVftn boşanan kadın için süknâ (iddet süresini evinde geçirmesi) ve nafaka verileceğine dair hüküm vermediğini nakletti Hz Ömer, onun bu rivayetini, «Apaçık bir hayasızlık yapmaları durumu hariç, boşanan kadınları evlerinden çıkarmayın, kendileri de çıkmasınlar»[150] âyetine aykırı bulduğu için reddetmiş ve şöyle demiştir: "Unutması veya hata etmesi mümkün olan bir kadının rivayetine dayanarak Rabbimizin Kitabını ve Peygamberimizin sünnetini terkedemeyiz"[151]
Şüphelendiği rivayetler için şahit isteyen Hz Ömer, rivayetin sıhhatini tesbit konusunda bir adım daha atmış ve bu davranışıyla rivayetin Kur'an'a ters düşmemesi gerektiğini anlatmak istemiştir Onun bu davranışı metod haline gelmiş ve sahabe arasında yaygınlaşmıştır[152]
2 Hz Ömer suikast sonucu yaralanınca Suheyb: Ah kardeşim, vah kardeşim diyerek ağlamaya başladı Bunun üzerine Hz Ömer: Ey Suheyb, ağlıyor musun? Rasûlullah (sav): "Akrabalarının üzerine ağlamalarından dolayı ölüye azap edilir" buyurdu, dedi Hz Aişe'ye Hz Ömer'in böyle dediği nakledilince Hz Aişe şöyle deiştir: "Allah Ömer'e rahmet etsin Allah'a yemin ederim ki Rasûlullah (sav) yakınlarının ağlaması sebebiyle ne azap edileceğini kasdetmedi Aksine Rasûlullah'm ifadesi şöyledir: "Yakınlarının ağlamasından dolayı Allah kâfirin azabını arttırır" Size bu konuda Kur'an'daki şu âyet yeter: "Kimse kimsenin günahını yüklenmez "[153]
Bu konuda başka bir rivayetten de sözedilmektedir Rivayet Hz Ömer'in oğlundan geliyor Hz Aişe'nin buradaki tashihi Kur'an'a daha uygundur Sözkonusu rivayet şöyledir:
Abdullah b Ömer babasının naklettiği hadisi aynen naklediyor Bunu duyan Hz Aişe şöyle diyor: "Allah Ebû Abdirrahman'ı bağışlasın Birşey duydu fakat onu iyi ezbeıieyemedi Yalan söylemedi ama unuttu veya hata etti Rasûlullah, kendisine ağlanılan bir yahudi Ölüsüne rastlamış ve: "Onlar ölüye ağlıyorlar Halbuki şimdi o, kabirde azap çekiyor" buyurmuştur, dedi Sonra da: "Kimse kimsenin günahını yüklenmez" âyetini okudu[154]
Hz Aişe'nin bu rivayetteki tashihi daha isabetlidir Sözkonusu ettiği âyetin anlamına da daha uygundur Çünkü ilk rivayette kâfirin azabının, akrabalarının ağlamalarından dolayı arttırılacağını anlatıyor Oysa âyette "kimse kimsenin günahını yüklenmez" buyuruluyor Bazı âlimler, bu rivayette, ölmeden Önce kendisine ağlanılmasını isteyen kâfirin kastedildiğini söyleyerek rivayeti kurtarmaya çalışıyorlarsa da, rivayetin ifadesi mutlaktır ve rivayetten böyle birşey anlaşılmamaktadır Halbuki Hz Aişe'nin naklettiği ikinci rivayet Kur'an'a daha uygundur
3 Ebû Hüreyre'nin kadın, binek ve evde uğursuzluk olduğuna dair bir hadis naklettiğini duyan Hz Aişe şöyle demiş-tir:"Ebu'l-Kasım'a Kur'an'ı indirene yemin ederim ki, Rasûlullah (sav,) onun dediği gibi değil, "Cahiliye ehli şu üç şeyde uğursuzluk bulunduğunu söylerdi" buyurmuştur Hz Aişe böyle dedikten sonra şu âyeti okumuştur[155] «Yeryüzünde veya kendi nefislerinizde size isabet eden hiçbir şey yoktur ki bir kitapta yazılı olmasın»[156]
Muhtemelen Ebû Hüreyre, Peygamber (sav): "Cahiliye döneminde şöyle diyorlardı" dedikten sonra içeri girmiş, sözün baş tarafını kaçırmıştır
4 Peygamber (sav)'in Allah'ı gördüğüne dair birtakım rivayetler vardır Genelde bu haberler îbnu Abbas'a dayandırılmaktadır Bu konu sahabe döneminde konuşuluyor olmalı ki Buhâri ve Müslim'in de naklettikleri bir rivayette şöyle deniliyor: Mesrûk diyor ki: Hz Aişe'ye: "Ey anneciğim, Muhammed Rabbini gördü mü? diye sordum Dedi ki: Söylediklerinden tüylerim ürperdi Her kim Muhammed Rabbini gördü derse yalan söylemiştir" Hz Aişe böyle dedikten sonra şu âyeti okudu: "O'nu (Allah'ı) gözler göremez Fakat o gözleri görür "[157] Hz Aişe, sözüne devam ederek Pey-gamber'in Cebrail'i asıl sureti üzere iki defa gördüğünü söyledi[158]
Başka bir rivayette mesele daha teferruatlı bir şekilde ele alınmaktadır Bu rivayete göre Hz Aişe, şu karşılığı vermiştir: "Her kim Muhammed Rabbini gördü derse Allah'a büyük bir iftira etmiştir" Mesruk diyor ki: "Ey müminlerin annesi, acele etme, Allah teâlâ; "Onu ufukta gördü"[159],Onu başka bir defa daha gördü"[160] buyurmuyor mu?" dedim Şöyle cevap verdi: Ben, Rasûlul-lah'a bu konuda ilk soruyu soran müslümanım Rasûlullah'a neyi gördüğünü sordum: "O, Cibril'di Yaratıldığı suret üzere bu iki defadan başka onu görmedim Gökten yere doğru iniyordu ve yer ile göğün arasını kaplamıştı" buyurdu Mesruk, Hz Aişe'nin daha sonra En'anı sûresinin 103cü âyetiyle Şûra sûresinin ölci âyetini okuduğunu belirtmektedir[161]
5 Yine Hz Aişe'ye Ebu Hüreyre'nin: "Zinadan, doğan kişi, üçün (zina eden erkek ile kadın ve bunların oğlu) en şerlisidir" şeklinde bir hadis naklettiği aktarılınca Hz Aişe: Hadis öyle değildir Münafıklardan, Rasûlullah (sav)'i rahatsız eden bir adam vardı Peygamber (sav): "Falan kişiden kim hakkımı alacak" buyurdu Ashab: "O, bütün bu yaptıklarının yanında zina çocuğudur da" dediler Bunun üzerine Rasûlullah (sav): "O zinadan doğan kişi, üçün en şerlisidir" buyurdu Hz Aişe daha sonra şu âyeti okudu: [162] "Kimse kimsenin günahını yüklenmez "[163]
6 Hz Aişe ve îbnu Abbas, Ebû Hüreyre'nin naklettiği, ellerin kaba daldırılmadan önce yıkanmaları gerektiğini anlatan rivayetini Islâmın kolaylık anlayışına aykırı bulduklarından dolayı reddetmişlerdir[164]
7 Ebû,Hüreyre, Peygamber (sav): "Bir peynir parçası bile olsa ateş değmiş şeylerden yedikten sonra abdest alınmasıerekir" buyurmuştur deyince îbnu Abb'as sert bir şekilde karşr çıkmıştır[165]
îbnu Abbas'm karşı çıkması, Peygamberin böyle durumlarda abdest almayıp namaz kıldığın bizzat görmesinden dolayıdır[166]
Gerek Ebû Hüreyre'nin ve gerek îbnu Abbas'm rivayetlerini rivayet eden başka sahabîler de vardır Bu rivayetler arasındaki çelişki nesh ile izah edilmektedir Peygamber (sav)in ilk dönemlerde müslümanları temizliğe alıştırmak için abcjest alinayı şart koştuğu ifade edilmektedir[167]
Netice olarak sahabe metin tenkidi yaparken ya metni Kur'an âyetlerine aykırı bulduklarından dolayı, ya bizzat Peygamberden duydukları birhadise aykırı bulduklarından dolayı ya da îslâmın genelinden anladıklarını baz alarak kendi re'yriyle tenkid ediyorlardı
Sahabe arasında özellikle Hz Aişe yaptığı metin tenkidleriy-le şöhret bulmuştur Nitekim Zerkeşî onun yaptığı eleştirileri "el-Icâbe li îrâdi mâ Istedrekethu Aişe alâ's-Sahabe" ismi altında bir kitapta toplamıştır Sahabe arasında diğer münekkidler şunlardır: Ubâde b Samid, Abdullah b Abbas, Enes b Malik, Ömer b el-Hattâb, Ali b Ebi Talib, Abdullah b Amr ve Zeyd b Sabit[168]

Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.