Prof. Dr. Sinsi
|
Âdem Kelimesindeki Hikmet-İ İlahiyye
Şurası muhakkak ki, akılla-kavranabilir olan küllî şeyler, ayn olarak yok [color="LightBlue"] ve hüküm olarak vardırlar [color="LightBlue"] Nitekim, (küllî şeyler) aynî varlığa nisbet olunduklarında hükmolunandırlar Hükmolunmayı kabul ederler, ama ayrımlanmayı veya bölünmeyi kabul etmezler, çünkü böyle bir şey onlar için mümkün değildir Çünkü küllî şeyler, niteledikleri her bir mevcud aynda zatî olarak zahirdirler Tıpkı herbir insandaki “insanlık”ın, insanların sayısınca bölünmeye uğramaksızın veya çoğalmaksızın, akılla-kavranabilir olarak kalması gibi Ve aynî varlığı olanla, aynî varlığı olmayan (küllî şey) arasında bağıntı kurulursa, bu varolmayan bir nisbettir [nisbet-i madumiyye] Bir aynî varlıkla bir diğeri arasındaki bağıntı anlaşılmaya daha yatkındır Çünkü, ne de olsa, bunların arasında bir birleyici [color="LightBlue"] vardır ki, o da aynî varlık olmaklıklarıdır Ama, aynî varlığı olanla, aynî varlığı olmayan arasındaki bağıntıda birleyici yoktur ve bağıntı birleyicinin yokluğuyla kurulmuştur Ve birleyicinin varlığı ile bağıntı daha sağlam ve daha yerincedir
Ve hiç kuşkusuz, hâdis olanın hâdis olmaklığı, ve kendisini ortaya çıkaran ortaya çıkarıcıya varlık yönünden gereksinimi [iftikâr] olması, kendisinin mümkün olmaklığından dolayıdır İmdi onun varlığı kendinden değil, başkasındandır Böyle olduğu için de, gereksinim bağıntısıyla bağıntılanmıştır Ve Kendisine dayanılıyor olunan; kendi Zat’ından varlığı zorunlu olan, Kendisiyle gani olup, başkasına gereksinimi olmayandır; bu zorunlu olarak böyledir Böylece, hâdis olan, Kendi Zat’ıyla varlık verene bağıntılanmış oldu Ve zorunlu varlığın [vacibü’l-vücud], Zat’ıyla onu gerektirmesinden dolayı da, zorunlu oldu Ve zatıyla, Kendisinden zahir olduğu Zat’a dayanması da, kendisine bütün İsim ve Sıfatlardan nisbet olunan ne varsa –zatî zorunluluk dışında– O’nun suretinde olmasını gerektirdi Çünkü, hâdis olan hakkında bu (yani, zatı itibarıyla zorunlu olmaklık) sözkonusu değildir ve zorunlu varlık haline gelmiş olsa bile, zorunlu olması, kendisiyle değil, kendisinden başkası yoluyladır
Ondan sonra, bil ki, iş bizim dediğimiz gibi, yani, O’nun Kendi suretini hâdis olanda zahir kılması şeklinde olunca, Hak Teala, O’na ilişkin ilmi edinebilmemiz için bizi hâdis olan üzerine düşünmeye sevketti ve ayetlerini onda gösterdiğini söyledi Böylece, O’nun yol gösterdiği şekilde, biz O’nu –Zat’ına özgü olan zorunlu olmaklığı dışında– ancak kendi sahip olduğumuz vasıflar ölçüsünde vasıflandırırız Ve O’nu kendimizden ve kendimizle bildiğimiz için kendimize nisbet ettiğimiz herşeyi O’na nisbet ettik ve bundandır ki, İlahi haberler bize tercümanların (yani, nebilerin)dili üzere ulaştı ve O, Nefsini bize bizimle vasıflandırdı Böylece, O’nu müşahede ettiğimizde, kendimizi müşahede ederiz Ve bizi müşahede ettiğinde, O Kendini müşahede eder
Her ne kadar bizi ayrımsız kılan [color="LightBlue"] tek bir hakikat [hakikat-ı vahid] üzre olsak da, hiç kuşkusuz, kişi ve tür olarak çok sayıdayızdır İmdi, biz kesinlikle biliriz ki, kişileri bir diğerinden ayıran bir ayırıcı vardır Eğer bu olmasaydı, bir’de [color="LightBlue"] çokluk olmazdı Böylece, O, bütün vecihleriyle birlikte Kendini vasıflandırdığı vasıflarla bizi vasıflandırmış olsa da, bir ayırıcı olması kaçınılmazdır Ve bu ayırıcı, mümkünvarlığımız için O’na duyduğumuz gereksinimden dolayı, varlığımızın ona dayanması ve O’nun, bizim Kendisine duyduğumuza benzer bir gereksinimden Gani olmasıdır Bundandır ki O’nun için, yokluktan [color="LightBlue"] varlığın açılması anlamında evveliyetin sözkonusu olmadığı önceden olmaklık ve öncesizlik sözkonusudur Böylece O, Evvel olmakla birlikte, Kendisine hiçbir varoluşsal evveliyet nisbet olunmaz Bundandır ki O’na Ahir denir İmdi O’nun evveliyeti, kayıtlı varlığın evveliyeti olsaydı, bitimi olmayan mümkün şeylerin ahiri olmadığından, O’nun kayıtlı olanın Ahir’i olduğu söylenemezdi O’nun Ahir olması, bütün herşeyin bize nisbet olunduktan sonra O’na dönmesinden dolayıdır Böyle olunca o, Evvel olmaklığının kendisinde Ahir ve Ahir olmaklığının kendisinde de Evvel’dir
Yine bil ki, gerçekte Hak Teala Kendini hem Zahir hem de Batın olarak vasıflandırdı: Ve, gaybımız ile batını idrak edebilmemiz için gayb alemini ve şehadetimizle zahiri idrak edebilmemiz için de şehadet alemini var etti Ve Kendisini, aynı zamanda da, rıza ve gazabla vasıflandırdı: Ve O’nun gazabından korkalım ve O’nun rızasını umalım diye de alemi, korku ve ümit sahibi olarak var etti Ve yine Kendisini “Cemîl” ve “Celal Sahibi” olarak vasıflandırdı Ve bizleri de (celal tecellilerinin müşahede edilmesi olan) heybet ve (cemal tecellilerinin müşahede edilmesi olan) üns üzere var etti — ve O’na nisbet olunan ve O’nunla adlandırılan her şey için bu böyledir İmdi Hak Teala, alemin hakikatlerini ve bireylerini cami olan İnsan-ı Kâmil’in yaratılışına yöneldiği bu iki sıfat (yani, “Celal” ve “Cemal” sıfatları) için “İki El” ibaresini kullandı Böyle olunca, alem şehadettir ve (bir cesetten ibaret olan alemin ruhu olmaklığıyla) Halife gayb’dır Ve bundan dolayıdır ki, Sultan örtünür
Hak Teala Kendini, (Celal sıfatı olan) tabii cisimlerin oluşturduğu zulmanî perdelerle ve (Cemal sıfatı olan) latif ruhların oluşturduğu nuranî perdelerle vasıflandırdı Böyle olunca kesif ve latif olan şeylerden oluşan alem, (kesif, latif olana ve latif de kesif olana perde olduğundan) kendisi için perdenin ta kendisidir İmdi alem, bu her iki vechinden dolayı,Hakk’ı, Hakk’ın Kendini idrak ettiği vech ile idrak edemez Ve O’na duyduğu gereksinimle kendini var edenden ayrı olduğunu bilse bile, bu perde [color="LightBlue"] hiçbir zaman kalkmaz Çünkü alem, Hakk’ın varlığı olan Zatî varlığın zorunlu oluşunu tadamaz ve O’nu sonsuza dek idrak edemez Bu demektir ki, Hak Teala; hâdis olanın onda (yani, zatî zorunlulukta) yeri olmamasından dolayı, deneyimleme [color="LightBlue"] ve şuhud ilmiyle sonsuza dek bilinemez olarak kalır
İmdi Allahu Teala’nın Âdem’i “İki Eli” arasında cem etmiş olması, onu şereflendirmek içindi Bundandır ki, Hak Teala İblis’e, “İki Elimle yarattığıma secde etmekten seni alıkoyan nedir?” [Sâd Suresi, 38/75] buyurdu — ki Âdem, Hak Teala’nın İki Eli’ne karşılık gelen iki suretin, yani alemin suretiyle Hakk’ın suretinin cem olmaklığından başka bir şey değildir İblis ise ancak alemin bir parçası olduğundan, bu cem’iyet onda ortaya çıkmadı Ve Âdem, bu vasfından dolayı halife oldu Eğer halife kılındığı şeyde, kendisini halife kılanın suretiyle zahir olmasaydı, kendisine halifelik verilmezdi Ve eğer, üzerlerine halife kılındığı ve (bundan dolayı) kendisine dayanıyor olan uyrukların bütün talebleri kendinde bulunmasaydı ve onların taleplerini karşılayacak durumda olmasaydı, onlar üzerine halife olmazdı Böyle olunca kendisine muhtaç olanların tümünü birden kendinde barındırması kaçınılmazdır Değilse, onların üzerine halife olamaz Bu takdirde halifelik ancak İnsan-ı Kâmil için geçerlidir Ve Hak Teala, İnsan-ı Kâmil’in zahirî suretini alemin hakikatlerinden ve suretlerinden ve batınını da Kendi suretinden inşa etti Ve bunun için İnsan-ı Kâmil’e ilişkin olarak, “Ben onun görmesi ve işitmesi olurum” dedi; “gözü ve kulağı olurum” demedi ve böylece iki sureti birbirinden ayırdı
Ve böylece o (yani, Halife), alemdeki her varlıkta, bu varlığın hakikatinin talep ettiğincedir Ama, Halife’den başka (Hakk’ın suretiyle, alemin suretini) cem edici olan yoktur ve o da bu cem’iyete sahip olmaklığı ile üstün oldu Eğer Hakk’ın mevcudatta (ilahi) suret yoluyla yayınımı olmasaydı, alemin varlığı sözkonusu olmaz ve aynı şekilde, küllî olan akılla-kavranabilir hakikatler için olmasaydı, aynî varlıklarda bir hüküm zahir olmazdı Ve bu hakikat dolayısıyladır ki, alemin kendi varlığı için Hakk’a gereksinimi olduğu kesinlenmiş oldu
Herşey müftekir; müstağni olan yok 
Durum budur, sözün gerçeği
Anarsam Tek, Müstağni olan diye
Anlarsın kimden söz ettiğimi
Herşey birbirine bağlı, kaçacak yer yok
Öyleyse anlayıver sözlerimi 
Artık Âdem’in, kendi zahirî sureti olan bedeninin ortaya çıkışındaki hikmeti (yani, Âdem’in bedeninin alemin hakikatlerinden ve suretlerinden inşa olunmasının, bir halife olarak, alemin muhtaç olduğu her şey ile kaim olması gerekliliğinden dolayı olduğunu) öğrendiğin gibi; Âdem’in, kendi batınî sureti olan ruhunun ortaya çıkışındaki hikmeti de (yani, Âdem’in batınî suretinin Hakk’ın sureti üzre inşa olunup, O’nun işitmesi ve görmesi olduğunu) öğrenmiş oldun Ve bildin ki o, hem halk hem de Hak’tır Ve onun –kendisiyle Halifeliği hak ettiği– herşeyi birleyici [color="LightBlue"] olan rütbesini de bildin Âdem kendisinden bütün bir insan türünün yaratıldığı bir-olan nefs’tir [nefs-i vahid] Ki Hak Teala şöyle buyurmaktadır: “Ey insanlar, sizi bir tek nefsten yaratıp, ondan eşini yaratan ve her ikisinden birçok erkekler ve kadınlar çıkaran Rabbinizden sakının!” [Nisa Suresi, 14/1] O’nun, “Rabbinizden sakının” sözü şu anlama gelir: “Sizden zahir olanı Rabbiniz için korunak [color="LightBlue"] kılın, ve sizin için batın olanı da, ki o Rabbinizdir, zahiriniz için korunak kılın ” Ve, gerçekte iş, yergi ve hamddır Ve (senden zahir olan yerilesi fiillerini Hakk’a izafe etmeyerek) yergiye korunak ol ve hamd ile O’nu kendine korunak kıl ki, ilim ve edeb sahiplerinden olasın
Sonra, Allahu Teala, Âdem’e ne verdiyse kendisine gösterdi Ve Âdem’e verdikleri İki Eli arasındaydı Bir elinde alem ve öbür elinde de Âdem ve herbiri kendi mertebesinde bulunan onun soyundan gelenler vardı Ve Allahu Teala, ilk büyükbabamıza verdiği şeyi, bana kendi sırrımda gösterdi; ben de bu kitapta, bana getirilen sınırları gözeterek (bu gördüklerimi) yazdım, yoksa (gördüklerim) hakkında bütün bildiklerimi değil Çünkü bunlar ne bu kitaba, ne de şu an varolan aleme sığar Bu kitapta, müşahede ettiğim şeyleri, Resulallah’ın –salat ve selam onun üzerine olsun– bana getirdiği sınırlar içerisinde kaleme aldım Ve kitabımı, ilki bu “Âdem Kelimesindeki İlahi Hikmet” bölümü olmak üzere, şu bölümlere ayırdım:
Şit Kelimesindeki Nefes Hikmeti, Nuh Kelimesindeki Subbuhiyye Hikmeti, İdris Kelimesindeki Kuddusiyye Hikmeti, İbrahim Kelimesindeki Müheyyemiyye Hikmeti, İshak Kelimesindeki Hakkiyye Hikmeti, İsmail Kelimesindeki Aliyye Hikmeti, Yakub Kelimesindeki Ruhiyye Hikmeti, Yusuf Kelimesindeki Nuriyye Hikmeti, Hud Kelimesindeki Ahadiyet Hikmeti, Salih Kelimesindeki Fütuhiyye Hikmeti, Şuayb Kelimesindeki Kalbiyye Hikmeti, Lut Kelimesindeki Melkiyye Hikmeti, Üzeyir Kelimesindeki Kaderiyye Hikmeti, İsa Kelimesindeki Nebeviyye Hikmeti, Süleyman Kelimesindeki Rahmaniyye Hikmeti, Davud Kelimesindeki Vücudiyye Hikmeti, Yunus Kelimesindeki Nefsiyye Hikmeti, Eyyub Kelimesindeki Gaybiyye Hikmeti, Yahya Kelimesindeki Celaliyye Hikmeti, Zekeriya Kelimesindeki Malikiyye Hikmeti, İlyas Kelimesindeki İnasiyye Hikmeti, Lokman Kelimesindeki İhsaniyye Hikmeti, Harun Kelimesindeki İmamiyye Hikmeti, Musa Kelimesindeki Ulviyye Hikmeti, Halid Kelimesindeki Samediyye Hikmeti ve Muhammed Kelimesindeki Ferdiyye Hikmeti 
Ve herbir hikmetin bulunduğu bölüm, bu hikmetin nisbet olunduğu Kelime’dir Dolayısıyla bu kitapta, Ana Kitab’ın [ümmü’l kitab] getirdiği sınırlar içerisinde, kendimi bu bölümlerde yazmış olduklarımla sınırladım Ve ancak bana gösterilene uydum ve bana çekilen sınırda durdum Eğer daha fazlasını yapacak olsaydım buna güç yetiremezdim çünkü Hazret bunu yapmaktan alıkoyar Başarı Allah’ındır ve O’ndan başka Rabb yoktur
Ahmet Baydar
|