Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Forum İslam > İslami Yazılar & Hikayeler

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
hikmeti, kelimesindeki, nefesiyye, şit

Şit Kelimesindeki Hikmet-İ Nefesiyye

Eski 08-02-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Şit Kelimesindeki Hikmet-İ Nefesiyye




ŞİT KELİMESİNDEKİ HİKMET-İ NEFESİYYE

Bil ki, alemde –kulların aracılığıyla olsun veya olmasın– zahir olan hediyeler ve bağışlar iki kısma ayrılır: İlki Zat’tan gelen bağışlar [ataya-ı zatî], diğeri ise İsimler’den gelen bağışlardır [ataya-ı esmaî] ve bunlar zevk ehli indinde birbirinden farklıdır Bu bağışlar, özgülenmiş veya özgülenmemiş bir dileyiş üzerine verildiği gibi, herhangi bir dileyiş olmaksızın verilen bağışlar da vardır — ve gerek Zat’tan gelen [zatî] bağışlar ve gerekse İsimler’den gelen [esmaî] bağışlar için olsun, bu böyledir Özgülenmiş bir şey isteyen kişi, hatırına başka bir şey getirmeksizin şöyle der: “Ya Rabb bana şunu ver!” Özgülenmemiş bir şey isteyen kişi ise, yine hatırına başka bir şey getirmeksizin şöyle der: “Ya Rabb, varlığımın lâtif ve kesif herbir parçasına benim için hayırlı olduğunu bildiğin şeyi ver!”

Ve dileyişte bulunanlar iki sınıftır: Bir sınıfı, insanın doğasında bulunan acelecilikle bir şey dilemeye davranır Bu, insanın aceleci bir yaratılışta olmasındandır Ve diğer sınıfı da, Allah’ın indinde, halihazırda İlahi İlim’de bulunan ve istenmedikçe elde edilemeyecek olan pek çok şey olduğu yolundaki bilgileriyle bir şey dilemeye davranarak şöyle derler: “Umulur ki, Hak’tan dileyişte bulunduğumuz şey bu türdendir” Böylelikle, bu kimse, dileğinin gerçeklenme imkanı konusunda ihtiyatlıdır Allah’ın ilminde olanı ve (kendisinin bu ilimden) neyi kabul etmeye istidadı olduğunu bilmez Çünkü, içinde bulunulan herbir anda, kişinin kendi istidadını bilmesi, bilgi olarak en zor bilgilerden biridir (Ama her ne kadar istidadını bilmese de) eğer istidadı, dilemeye yöneltmeseydi, dilekte bulunmazdı

Huzur Ehli olanlar da tıpkı onlar gibi bilmezler; bunu (yani, istidatlarını), olsa olsa bulundukları an içerisinde bilirler Huzurda olmaklıklarıyla, Hakk’ın o anda kendilerine ne verdiğini ve verileni almalarının ancak buna istidatları olmalarından dolayı olduğunu bilirler Ve onlar iki sınıftır: Bir sınıfı kabul ettiklerinden doğru istidatlarını bilirler; ve diğerleri de neyi kabul ettiklerini istidatlarından doğru bilirler Bu da, bu sınıfta istidadın bilinmesinde, olabilecek olanın en eksiksizidir Ve bu sınıftan kimileri vardır ki, acelecilikten ve dileyişin kabul edilebilir olmasından değil, ancak Allahu Teala’nın, “Bana dua edin, duanızı kabul edeyim” [Mü’min Suresi, 40/60] yolundaki emrine uymak için dileyişte bulunurlar Ve böylesi bir kimse, katıksız kuldur Ve bu şekilde dileyişte bulunan kimsede, dilediği şeye ilişkin –bu şey ister özgülenmiş, ister özgülenmemiş olsun– herhangi bir himmet yoktur Onun himmeti ancak efendisinin buyruklarına uymaya yöneliktir Eğer hali bir dileyişte bulunmayı gerektirirse, kulluğu diler; ve Allah’a havale etmeyi ve sessizliği gerektirdiğinde de, Eyyub ve diğerlerinde olduğu gibi sessiz kalır ve Allah’tan, başına getirdiği şeyi gidermesi yolunda bir dileyişte bulunmaz Başka bir zamanda, (bulundukları hal) bu başlarına gelen şeyin giderilmesini gerektirdiğinde, dileyişte bulunurlar ve Allah bunu onların başından giderir

Dilenen şeyin bir an önce yerine gelmesi veya gecikmesi, Allah’ın takdirine kalmış bir şeydir Eğer zamanında dileyişte bulunulmuşsa, dilek hemen kabul olunur ve eğer zamanı henüz gelmemişse, ister bu dünyada olsun ister ahirette, dilenen şeyin kabul olunması gecikir; yoksa geciken Allah’ın “lebbeyk” biçimindeki icabeti değildir Bunu anla

Ve ikinci kısma (yani, Allah’ın bağışlarının ikinci kısmına) gelince, bunlar dediğimiz gibidir, bu bağışlar herhangi bir dileyişte bulunulmuş olmaksızın –yani dile getirilmiş bir dilekte bulunmaksızın– verilirler Çünkü, aslına bakılırsa (bir bağışın verilebilmesi için) söz, hal veya istidat yoluyla dilenmiş olması kaçınılmazdır Nitekim (sözle dileyişte bulunmaksızın verilmiş olan bağış nasıl ki sözle kayıtlanmamış olduğu halde, hal ve istidat ile kayıtlanmışsa, verilen bu bağışa karşılık olarak edilen) hamd, dile getirilmekliğinde kayıtlanmamıştır; ama manada bu hamdın halle kayıtlanmaması imkansızdır Seni Allah’a hamdetmeye yönelten şey; hamdını, ya Allah’ın fiillerine ilişkin bir İsim [ism-i fiil] ya da (“Subbuh” ve “Kuddüs” gibi bir) Allah’ın aşkınlığına ilişkin bir İsim [ism-i tenzih] yoluyla kayıtlar

Kul kendi istidadının farkında değildir, ama halinin farkındadır, çünkü (kişi) kendini (bir şeyi dilemeye) neyin yönelttiğini bilir ve bu da (kendi bulunduğu) haldir İstidat, dilemenin en gizli olanıdır

Ve, Allah’ın kendileri hakkında öncel bir hükmü olduğuna ilişkin ilimleri, ancak bu, onları (yani, sözle dileyişte bulunmayanları) dileyişte bulunmaktan alıkoyar Dolayısıyla onlar, Hak’tan gelen şeyin kabulü için mahallerini hazırladılar ve nefslerinden ve garazlarından geçtiler Ve onlar arasında; Allah’ın, bütün hallerine ilişkin olarak kendileri hakkındaki bilgisinin, mevcudiyetlerinden önce değişmez ayn’larında [ayan-ı sabite] bulunuyor oldukları hal üzre olduğunu ve Hakk’ın onlara, ancak kendi aynlarının O’na verdiği şeyi verdiğini bilenler vardır Ve onlar Allah’ın ilminin kendilerinde nereden ortaya çıktığını bilirler Ve Ehlullah arasında bu sınıftan daha üstün ve keşfi daha açık bir sınıf yoktur Ve gerçekte bunlar kader sırrını kavramışlardır

Bu (kader sırrını kavramış olan) sınıf da kendi arasında ikiye ayrılır: Bunlardan bir kısmı kader sırrını ayrıntılanımsız [mücmel] olarak bilirken, diğer kısmı da ayrıntılanımlı [color="LightBlue"] olarak bilir Kader sırrını ayrıntılanımlı olarak bilenler, ayrıntılanımsız olarak bilenlerden daha üstün ve daha eksiksizdir Çünkü kader sırrını ayrıntılanımlı olarak bilen kişi, Allah’ın –ister ilim olarak kendisinin Allah’a verdiği şeyi Allahu Teala’nın kendisine bildirmesiyle olsun, isterse Allahu Teala’nın, kendi ayn’ını bütün sonsuz hallerinin birbirini izleyişi içerisinde kendisine açımlamasıyla [keşf] olsun– kendisine ilişkin olarak ne bildiğini bilir Bu kişi, daha üstündür Böylesi bir kimse kendini, Allah onu nasıl biliyorsa, öyle bilir — çünkü ilmin kaynağı birdir Ne var ki, kul açısından kendine ilişkin ilmi Allah’ın bir lütfundan başka bir şey değildir ve bu lütuf da değişmez ayn’ının halleri cümlesindendir Böylesi bir keşf sahibi olan kişi, Allah ona kendi değişmez ayn’ının hallerini gösterdiğinde bunun Allah’ın bir lütfu olduğunu bilir Çünkü, Allah ona, kendisi üzerinden varlık suretinin ortaya çıktığı değişmez ayn’ını gösterdiğinde; bunu, Hakk’ın değişmez aynları yokluk [color="LightBlue"] hallerinde görmesi gibi göremez Çünkü bunlar (yani, yokluk halindeki değişmez olan aynlar) zatî nisbetlerdir ve zatî nisbetlerin sureti yoktur Eğer bütün bunlar anlaşılacak olursa, diyebiliriz ki, (ayn-ı sabitenin gerek Hakk’a ve gerek kula aynı ilmi vermesiyle sözkonusu olan) ilimdeki bu denklik, Allah’ın kula yönelik lütfu sonucunda ortaya çıkar (yani, Hak ile kul arasındaki ilimdeki denklik, ancak ayan-ı sabite suretlerinin İlahi İlim’de ortaya çıkmasından sonradır) Bundandır ki Allahu Teala, “ta ki bilelim” buyurmuştur [Muhammed Suresi, 47/31] Ve bu, anlamı kesin bir sözdür ve bu meşrebden olmayanların (yani, gerçek tevhidi deneyimlememiş olanların) sandığından son derece farklıdır Tenzih edicinin amacı, ilimdeki sonradan olmaklığı (ilmi Zat’tan ayırarak) ilme ilişkilendirmektir Eğer ilmi Zat’a bir eklenti olarak ortaya koymasaydı, bu meselede kendi aklî gücünü en üst düzeyde kullanmış olurdu Ama Zat’a değil, ilme ilişkilendirdi Ve böyle yapmamış olmakla, keşf ve şuhud sahibi olan gerçekleyici [color="LightBlue"] ehlullahtan ayrıldı

Şimdi bağışlara dönelim: Bunlar, ya Zat’tan (yani, zat-ı uluhiye’den) veya İlahi İsimler’dendir Zat’tan gelen bağış ve hediyeler ancak ilahi tecelli yoluyla gelir ve Zatî tecelli, ancak kendisine tecelli olunanın istidadı suretinde olur, bunun dışında Zatî tecellinin olması sözkonusu değildir Kendisine tecelli olunan kişi, Hakk’ın aynasında kendi suretinden başkasını görmez; ve Hakk’ı görmez Ve kendi suretini ancak Hakk’ın aynasında gördüğünü bilse bile, tıpkı zahirdeki ayna için sözkonusu olduğu gibi, O’nu görmesi mümkün değildir Aynaya baktığında, ve onda suretleri gördüğünde, kendi suretini ve başka suretleri onun vasıtasıyla gördüğünü bilsen bile, aynanın kendisini göremezsin İmdi, Allahu Teala bu durumu, kendi Zatî tecellisi için bir misal olarak sundu, öyle ki kendisine tecelli olunan O’nu bilsin diye Ve görüm [rü’yet] ve tecelliye bundan daha yakın olabilecek bir misal yoktur Aynada kendine baktığında, aynanın kendisini görmeye çalış, hiç kuşkusuz onu hiçbir zaman göremezsin Bu “aynadaki suret” misalini anlayan bazı kimseler, görülen suretin, görenin gözüyle ayna arasında olduğunu düşündüler Bu onların ilim olarak varabildikleri şeyin son noktasıdır Ve iş, bizim söylediğimiz gibidir ve biz bunu Fütühat-ıMekkiye’de açıklamıştık Ve sen bunu deneyimlediğinde, yaratılmış olan için daha bir üstü olmayan amacı deneyimlemiş olursun Böyle olduğundan dolayı, bu derecelerden daha yükseğine ilerlemeye tamah etme ve kendini yorma! Bundan ötesi hiç bir zaman olmuş değildir ve bundan sonrası katıksız yokluktur İmdi, O, nefsini görebilmen için sana bir aynadır; ve sen de –hiçbir şekilde O’nun kendisinden başka bir şey olmayan– İsimlerinin hükümlerinin zuhurunu müşahedesinde O’na bir aynasın

Ve böylece, iş karışık ve içinden çıkılmaz hale gelir İçimizden bazıları, bu konudaki bilgisizliklerini kabullenerek, “İdrakı idrak etme konusundaki acz, idrakın kendisidir” dediler Ve aramızda bilenler ve böyle söylemeyenler vardır; ve bu, sözün en iyisidir Bilgi, bu kimselere acz değil, sessizliği vermiştir Ve bu, Allah’a ilişkin en yüce bilgidir ve bu bilgi ancak Hatem-i Enbiya ve Hatem-i Evliya için sözkonusudur Ve bu bilgiyi nebi ve resuller ancak Hatem-i Enbiya’nın kandilinin nurundan görmüşlerdir Hatta, hiç kuşkusuz, resuller bilgiyi ancak Hatem-i Velayet’in kandilinin ışığından görürler, çünkü şeriat getirme risaleti ve nübüvveti sona ermiştir, öte yandan ise velayet hiçbir zaman sona ermez Ve resuller (aynı zamanda) evliya olduklarından dolayı, sözkonusu bilgiyi Hatem-i Velayet’in kandilinin ışığından görürler; böyleyken, nasıl olur da onlardan daha alt mertebede olan evliyalar başka bir yerden alabilirler? Her ne kadar Hatem-i Evliya, Hatem-i Enbiya’nın şeriatına bağlı ise de, bu durum onun makamını alçaltmaz ve ona ilişkin inanışımızla da çelişmez O, bir yanıyla aşağıda, bir yanıyla da üsttedir Öne sürdüğümüz bu şeyler şeriatımızın zahiri tarafından, Ömer’in Bedir’de ele geçirilen esirler hakkındaki hükmünün üstünlüğünde ve hurma ağaçlarının aşılanması meselesinde gösterildiği gibi, doğrulanır; o halde, kâmil kişinin her şeyde ve her mertebede en önde olması zorunlu değildir Ricalullah, ancak Allah’ı bilme mertebelerinin yüceliğini dikkate alırlar; dünya hadiselerine gelince, bunlarla kendilerini meşgul etmezler Bu şekilde, sözünü ettiğimiz şey doğrulanmış oldu






Alıntı Yaparak Cevapla

Şit Kelimesindeki Hikmet-İ Nefesiyye

Eski 08-02-2012   #2
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Şit Kelimesindeki Hikmet-İ Nefesiyye




Nebi’nin (sav) verdiği örneğe gelince, nübüvvet, tuğladan örülmüş ve bir tuğlası eksik olan bir duvar gibidir Böylelikle Resul (sav), duvarı tamamlayan bu eksik tuğla oldu Ve Resul (sav), kendi söylediği gibi, bütün bir duvarda sadece tek bir tuğlanın eksik olduğunu gördü Ama Hatem-i Evliya için, Resul’ün gördüğünü görmesi ve duvarda iki tuğlanın eksik olduğunu görmesi kaçınılmazdır Tuğlalar altın ve gümüştendir ve Hatem-i Evliya duvarda iki tuğlanın eksik olduğunu ve biri altın ve biri de gümüş olmak üzere iki tuğlayla bu duvarın tamamlandığını görür Ve kendini bu iki tuğlanın boş yerini tastamam doldurduğu gördüğünden, bu iki eksik tuğla ve duvarı tamamlayan olur İki tuğla görmesinin sebebi, kendisinin zahirde Hatem-i Enbiya’nın şeriatına bağlı olmasıdır ve gümüş tuğlanın yeri bu bağlılığı simgeler ve (bu bağlılık) Hatem-i Evliya’nın zahiridir Ne var ki bu zahirî suret itibarıyla bağlı olsa bile, (bu zahirî olanın) sırrını doğrudan doğruya Allah’tan alır Çünkü işi, ne ise o olarak görür ve bu şekilde görmesi kaçınılmazdır Ve bu durum (yani, ilahi emri doğrudan doğruya Allah’tan alması) altın tuğlanın yerini simgeler — resule vahiy getiren meleğin aldığı aynı kaynaktan almıştır Eğer işaret ettiğim şeyi anlarsan, senin için faydalı olacak bir bilgi elde etmiş olursun

Âdem’den son Nebi’ye (sav) varıncaya dek bütün nebiler, ne almışlarsa, herhangi bir istisna olmaksızın Hatem-i Enbiya’nın kandilinin nurundan almışlardır; yaratılmış bedeni sonradan gelse bile, hakikatı ile her zaman mevcuttur Ve o şöyle demiştir: “Âdem suyla balçık arasındayken, ben nebiydim” Diğer nebilere gelince, onlar ancak gönderildikleri zaman nebi oldular Aynı şekilde Hatem-i Evliya da, Âdem suyla balçık arasındayken veliydi ve geri kalan evliyalara gelince, ancak İlahi ahlâka ilişkin olan velayet şartlarını yerine getirip bu ahlâk ile vasıflandıklarında, Allahu Teala’nın onları “Veli” ve “Hamid” olarak adlandırmasıyla veli oldular

Hatem-i Rusül’ün, velayeti yönünden, Hatem-i Velayet’e nisbeti, nebi ve resullerin Hatem-i Velayet’e nisbeti gibidir Ve gerçekte Hatem-i Rusül hem veli, hem resul, hem de nebidir Ve Hatem-i Evliya kaynaktan alan ve mertebeleri müşahede eden vâristir Ve o, şefaat kapısı açıldığında Âdemoğlu’nun efendisi ve nebilerin önde geleni olan Muhammed’in (sav) güzelliklerinden bir güzelliktir Ve Resul (sav), efendi-olmaklığını (şefaat konusunda) özgülleştirdi ve bunu genellemedi Ve, sadece bu özgül halde, (Rahman İsmi’ne mazhar olmasından dolayı)İlahi İsimler üzerinde öne geçti Ve gerçekte, Rahman İsmi, Müntakim İsmi’nin mazharı olan bela ehli için, ancak (başka) şefaatçıların şefaatından sonra şefaat etti Ve Muhammed (sav) bu özgül makamda efendi olmaklığıyla bütün hepsinin önüne geçti Mertebe ve makamları anlayan kimseler için, burada söylenen sözleri kabul etmek zor değildir

İlahi İsimler’den gelen hediyelere gelince: bil ki, Allahu Teala’nın mahlukatına verdikleri, O’ndan bir rahmettir ve bunların hepsi İlahi İsimler’den gelirler Bunların kimisi saf rahmettir — tıpkı bu dünyada temiz ve lezzetli olan ve Kıyamet Günü’nde ayıpla lekelenmeyecek olan nimetler gibi; ve bunlar Rahman İsmi’nden gelirler Kimisi de, (acıyla) karışık rahmettir — tıpkı, içildikten sonra insanı rahatlatan acı bir ilacın içilmesinde olduğu gibi Ve bunlar da ilahi bağıştır Ve gerçekte, ilahi bağışın, İsimler’in yardımcılarından (yani, “Allah” ve “Rahman” İsimleri dışındaki bütün diğer İlahi İsimlerden) bir yardımcı eliyle olmaktan başka bir yolla verilmesi mümkün değildir

Allahu Teala kimi zaman kuluna Rahman’ın iki eliyle bağışta bulunur Böyle olduğunda, bağış, o anda hoş gelmeyen veya istenen şeye uymayan veya buna benzer her türlü karışımdan arınıktır Ve kimi zamanlar Allahu Teala, bağışı, Vasi’nin iki eliyle verir ve böyle olduğunda verilen bağış genel bir nitelik taşır Veya Hakîm’in iki eliyle verir ve böyle olduğunda O, en uygun düşeni verir Veya Vahib İsmi’nin iki eliyle vererek nimet verir ve bağışı alanın, bu verilen için şükretme veya amelde bulunma yükümlülüğü yoktur Veya Cebbar İsmi’nin iki eliyle verir ve böyle olduğunda da kulun bulunduğu yere ve hale bakarak verir Eğer içerisinde bulunduğu hal cezayı gerektiriyorsa, onun bu halini örter veya eğer cezayı gerektirmiyorsa, onu, cezayı gerektirecek halden korur — (ve cezayı gerektirecek halden korunmuş) böylesi bir kimseye “masum,” “inayet olunmuş” ve “korunmuş” ve benzeri isimler verilir Veren, Kendindeki hazinelerin sahibi olmasından dolayı, Allah’tır Ve O, bağışı özgül İsminin [ism-i has] iki eliyle, bilinen kader [kader-i malum] üzre dağıtır Adil İsmiyle ve benzeri İsimlerle, her şeye halkını verir

Allah’ın İsimleri –her ne kadar İsimlerin Anaları veya İsimlerin Hazretleri olan sonlu asıllara dönücü olsalar da– sonsuz sayıdadır Çünkü bu İsimler kendilerinden ortaya çıkan şeyle (yani, etkileriyle) bilinirler ve kendilerinden ortaya çıkan şeyler sonsuzdur Ve gerçekte varlıkta, İlahi İsimler olarak işaret edilen bütün bu nisbetleri ve vasıflandırmaları kabul eden bir-olan-hakikatten [hakikat-ı vahid] başkası yoktur Ne var ki hakikat, bitimsiz bir şekilde (etkileriyle) zahir olan bir İsmin –diğer bir İsim’den ayrışık olabilmesi için– belirli bir hakikati olmasını getirir ve bir İsmi diğerlerinden ayrışık kılan bu hakikat, o İsmin ayn’ı olup, (bütün İsimler için) kendisinde ortaklaşalık sözkonusu olan şeyin (yani, bir-olan-hakikatin) ayn’ı değildir Ve aynı şekilde, bir-olan-ayn’dan [ayn-ı vahid] olmalarına karşın, herbir (ilahi) bağış kendi özgül niteliğiyle bütün diğerlerinden ayrışır Bir bağışın diğeriyle aynı olmadığı bilinen bir şeydir ve bunun nedeni İsimler’in birbirinden farklı olmasıdır Genişliğinden dolayı, İlahi Hazret’te hiçbir tekrar yoktur Bu, kuşku götürmez bir hakikattir

Bu, Şit aleyhisselam’ın sahip olduğu ilimdir ve onun ruhu, bu konuda söz söyleyen bütün (kâmil) ruhlara yardım eder Sadece Hatem-i Evliya’nın ruhu bunun dışındadır, çünkü Hatem-i Evliya’ya gelen yardım diğer ruhlardan değil, doğrudan Allah’tandır ve tersine, bütün ruhlara yardım onun kendisinden gelir Ve Hatem-i Evliya bunun böyle olduğunu (yani, bütün ruhların maddesi olduğunu ve herhangi bir aracı olmaksızın Allah’tan yardım ettiğini) unsurlardan oluşan bedeninin terkib olunması sırasında kendi nefsinden akletmiş değildir Kendi hakikati ve mertebesi dolayısıyla bütün bunları kesinkes bilir, öte yandan unsursal terkibi yönünden bunları bilmez Aynı anda hem bilir, hem bilmez ve zıt niteliklerle nitelenmeyi kabul eder, tıpkı aslın (yani, Huviyet’in) aynı şekilde, Celâl ve Cemâl, Zahir ve Batın, Evvel ve Ahir olarak nitelenmeyi kabul ettiği gibi — ve O (bütün bu zıt nitelikleri kabul etmekliğinde) Kendi varlığının ta kendisidir ve Kendisinden başkası değildir İmdi, Hatem-i Evliya (zatının hakikati ve unsursal terkibi dolayısıyla) bilir ve bilmez, ariftir ve arif değildir, müşahede edicidir ve müşahede edici değildir

Sahip olduğu bu ilimden dolayıdır ki Şit aleyhisselam’a bu isim verilmiştir ve “Şit” (İbranice’de) “Allah’ın armağanı” anlamına gelir Dolayısıyla, türleri ve nisbetleri birbirinden farklı olan (ilahi) bağışların anahtarı onun elindedir Ve gerçekte Allahu Teala onu Âdem’e bir bağış olarak vermiştir ve bağışladığı ilk şey odur ve bu bağış Âdem’in kendisindendir; çünkü oğul, babanın sırrıdır, ondan çıkar ve ona döner Ve anlayışını Allah’tan alan kimse için, bu ilahi hediye’de kendisine yabancı olan hiçbir şey yoktur Ve varoluştaki bütün bağışlar bu mecra üzeredir

Ve hiç kimsede Allah’tan bir şey yoktur Ve herbir kimsede, suretler ne kadar çeşitli olursa olsun, kendi nefsinden gelenden başka bir şey yoktur Bunu herkes bilmez ve gerçekte iş böyledir Bunu ancak ehlullah’tan olan Bireyler [color="LightBlue"] bilir Ve bunu bilen birini görürsen, ona bu konuda güven; böylesi bir kişi, ehlullahtan olanların seçkinlerinin en seçkinlerinin özüdür Herhangi bir keşf sahibi, sahip olmadığı bir bilgiyi veren bir suret ve bu bilgiyle daha önceden elinde olmayan bir şeyi keşfederse, (üzerine tefekkür ettiği) bu suret kişinin kendisinden başkası değildir Ve kendi nefsinin ağacından kendi bilgisinin meyvelerini devşirir

Aynı şekilde, kişinin, cilalanmış bir yüzeyde gördüğü sureti, kendisinden başkası değildir Her ne kadar kendi suretini gördüğü mahal veya düzlem [color="LightBlue"], bu düzlemin hakikati doğrultusunda, suretin belli bir şekilde değişmesine neden olsa da durum böyledir Tıpkı büyük olan bir şeyin küçük bir aynada küçük, uzun olan bir aynada uzun, hareket eden bir aynada hareketli görünmesi gibi ve bazen özel bir düzlemden (alttaki bir yüzeye yukarıdan bakıldığında) suretin tersini, bazen de kendisinden beliren şeyin aynısını verir Ve bazen de suretin sağı, aynaya bakanın sağına düşer Ve bazen de suretin sağı, bakanın sol tarafına düşer; ki bu, daha sık karşılaşılan bir durumdur Bazen de alışıldığının tersine sağ sol tarafa düşer ve bu durumda hayal ters görünür Ve bunun hepsi, suretin belirdiği düzlemin hakikatinin ihsanlarındandır ki, biz bu hakikatı ayna menzilesine indirerek, bu şekilde bir misal olarak verdik Her kim kendi istidadının bilgisine sahipse, alacağı şeyin ne olduğunu da bilir, ama alacağı şeyin bilgisine sahip olan herkes, her ne kadar alacağı şeyi genel olarak bilse bile, istidadının ne olduğunu ancak alacağını aldıktan sonra bilebilir

Kurgusal düşünce [color="LightBlue"] ehli olan bazı zayıf akıllılar, Allah’ın “dilediğini yapar” olduğunu gördüklerinde, Allah’a ilişkin olarak, hikmete aykırı olan şeyi (yani, var olanın yokedilmesi ve yok olanın varedilmesini) olabilir gördüler, halbuki iş böyle değildir Ve işte bunun için, bazı düşünürler, imkanın değillenmesine ve kendinden ve bir dolayımla zorunlu olan varlığın kesinlenmesine saptılar

Ve bizden tahkik ehli olanlar, gerçekte (katıksız varlık ile katıksız yokluk arasında olan) imkanı kesinlerler ve onun düzlemini [color="LightBlue"] bilirler; mümkünün ne olduğunu, bir şeyin mümkün olmaklığının nereden olduğunu, ve mümkünün kendisinin ancak başkası yoluyla zorunlu olduğunu ve kendisini zorunlu kılana “başkası” isminin verilmesinin hangi bakımdan doğru olduğunu bilirler Bunu ayrıntılanımlı olarak ancak Allah’a ilişkin ilme sahip olanlar bilir

İnsan türünden doğan son insan, Şit’in izinde olacak ve onun sırlarını taşıyacaktır Ve artık ondan sonra herhangi bir çocuk dünyaya gelmeyecektir Ve gerçekte o çocukların sonuncusudur Onunla birlikte dünyaya gelen kızkardeşi, ondan hemen önce doğar O da başı, kızkardeşinin ayaklarına değiyor olarak, kızkardeşinin hemen ardından doğar Bu çocuk Çin’de doğacak ve bu ülkenin dilini konuşacaktır Ve erkeklerde ve kadınlarda kısırlık yaygınlaşacak, çocuksuz evlilikler çoğalacaktır Onları Allah’a çağırır ama kendisine uyan olmaz Ve Allahu Teala onun ve onun zamanındaki iman sahiplerinin canlarını aldığında, geri kalanlar hayvanlar gibi olacaktır Bunlar helali helal ve haramı da haram olarak bilmezler Akıldan ve şeriattan tümüyle yoksun olarak tabiatın hükümlerine göre şehvetin güdümünde hareket ederler Ve Kıyamet onların üzerine kopar

Ahmet Baydar


Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.