Prof. Dr. Sinsi
|
Yusuf Kelimesindeki Hikmet-İ Nuriyye
YUSUF KELİMESİNDEKİ HİKMET-İ NURİYYE
Bu, nur hikmetidir Bu nur hikmetinin yayılması Hayal Hazreti üzerindedir Ve inayet ehli (yani, nebiler) için, Hayal Hazreti, vahyin ilk başlangıcıdır [color="LightBlue"] Hz Ayşe, Allah ondan razı olsun, şöyle dedi: “Resulallah’a vahyin gelişi rüya [rüya-yı sadıka] ile başladı Ve gördüğü rüya, içerisinde herhangi bir gizli saklılık olmaksızın, gün ışıması gibi apaçık olurdu ” Hz Ayşe’nin bilgisi bundan öteye geçmedi “Ve bu rüyalar altı ay sürdü, sonra (şehadet mertebesinde) Melek geldi ” Bilmedi ki, Resulallah (sav), “İnsan uykudadır, öldüğünde uyanır” buyurmuştu Ve her ne kadar (uyurken görülen suretlerle, uyanıkken görülen suretlerin) halleri birbirinden farklıysa da, Resulallah’ın (sav) uyanıklık halinde gördüğü her şey, rüyada görülen gibidir Hz Ayşe, altı ay sürdüğünü söyledi, halbuki onun bütün yaşamı rüyadan farksızdı Ve sözünü ettiği altı aylık dönem, olsa olsa uyku içinde uykudur Ve uykuda görülen şey türünden gelen [color="LightBlue"] ne varsa, Hayal’dendir; bundan dolayı da tabir edilmesi gerekir Bu demektir ki, asıl suretinden başka bir surette beliren bir şey tabir edilir Böylece tabir eden kişi, rüyada görülen suretten, o şeyin kendi içinde ne ise o olan suretine geçer; tabii eğer bunu gereğince yapabilirse [color="LightBlue"] Resulallah’a ilim süt suretinde göründü ve o bunu yorumlarken, süt suretinden, ilim suretine geçti Ve bu süt suretinin anlamının [color="LightBlue"] ilim sureti olduğunu söyledi
Sonra, kendisine vahiy geldiği zaman Resulallah (sav), duyumsanan bildik şeylerden uzaklaşır [color="LightBlue"] ve yanında bulunanlardan örtülenirdi Ve örtü kaldırılınca, önceki haline dönerdi Dolayısıyla vahyi ancak hayal hazretinde idrak etmiştir — ama onun bu haldeyken uykuda olduğu söylenemez Ve yine, melek kendisine adam suretinde göründüğünde, bu da hayal hazretindendir Çünkü o adam değil, insan suretine bürünmüş bir melektir İmdi bu adam suretine bakan arif (yani, Resulallah), bu adam suretinden geçerek, onun gerçek suretine ulaştı Böylece, “Bu Cebrail’di, size dininizi öğretmeye geldi” dedi Halbuki, orada bulunanlara daha önce, “O adamı bana getirin” demişti Orada bulunanlara göründüğü suret dolayısıyla, Cebrail’i “adam” olarak adlandırdı Ama daha sonra, adam olarak tahayyül edilenin gerçek suretini gözönüne alarak “Bu, Cebrail’dir” dedi Her iki durumda da doğruyu söyledi: Gözün gördüğü suretine bakarak “adam” demekle doğru söylemiş olduğu gibi, “Bu, Cebrail’dir” demekle de doğruyu söyledi — çünkü o, hiç kuşkusuz Cebrail’dir
Yusuf, babasına (yani, Yakub aleyhisselam’a) şöyle dedi: “Onbir yıldız ve güneş ve ayın bana secde ettiklerini gördüm” [Yusuf Suresi, 12/4] İmdi, kardeşlerini yıldızlar suretinde, babasını güneş ve teyzesini de ay suretinde gördü Onları bu şekilde görmesi, kendisinin onları bu şekilde hayal etmesinden dolayıdır Eğer, gördüğü kimselerden dolayı olsaydı, kardeşlerini yıldızlar, babasını güneş ve teyzesini ay olarak görmesi, onların istedikleri bir şey olurdu Ama, gördüğü şeyi bilmediklerinden, Yusuf’un gördüğü şey kendi hayal hazinesinden ortaya çıktı Yusuf bunu anlattığında, Yakub bunun böyle olduğunu bildi ve şöyle dedi: “Oğlum bunu kardeşlerine anlatma, yoksa sana tuzak kurarlar” [Yusuf Suresi, 12/5] Sonra da, hile yapmaklığı oğullarından geri tutarak, hile yapmayı şeytana özgü kıldı; ki o hilenin ta kendisidir Ve Yakub şöyle dedi: “Gerçekte şeytan insanın apaçık düşmanıdır” [Yusuf Suresi, 12/5] — yani, düşmanlığı apaçık ortadadır
Çok sonraları (kardeşleri, babası ve teyzesi Mısır’da kendi önünde saygıyla eğildiklerinde) Yusuf şöyle dedi: “Bu önceden gördüğüm rüyanın yorumudur Rabbim bu rüyayı doğru kıldı” [Yusuf Suresi, 12/100] — yani, önceden hayal suretinde görünen şeyi, duyumsal olarak da apaçık kıldı (Hayal ve his arasında yapılan ayrımdan dolayıdır ki) Kerem Sahibi Nebi (sav), “İnsanlar uykudadır ” buyurdu (ve böylece, his ve hayali ayrımsızladı) Böyle olunca, “Rabbim bu rüyayı doğru kıldı” sözü; rüyasında uykudan uyandığını görüp, gördüğü rüyayı tabir eden kimsenin sözünden farklı değildir Bu kimse bilmez ki, hala uykudadır ve uykudan uyanmamıştır Ve gerçekten uyandığında ise, “Böyle böyle bir rüya gördüm; rüyamda, gördüğüm rüyadan uyanıp, bu rüyayı yorumladım” der
İmdi, Muhammed’in (sav) idrakiyle, Yusuf’un idraki arasındaki farkı gör! “Bu önceden gördüğüm rüyanın yorumudur Rabbim bu rüyayı doğru kıldı” [Yusuf Suresi, 12/100] derken Yusuf’un kastettiği şey histir (yani, rüyasında gördüğü hayal suretinin duyumsal olarak apaçık hale gelmesidir) Halbuki rüyada görülen şey, duyumsanandan başkası değildir (çünkü, eğer duyumsanır olmasaydı idrak edilemezdi) Çünkü hayal, hiçbir zaman duyumsanandan başka bir şey vermez Hayal için bundan (yani, histen) başkası yoktur
İmdi, (bu gerçeği bilen) Muhammedî vârislerin ilminin ne kadar şerefli olduğuna bir bak! Ve ben birazdan bu hayal hazreti hakkında söylenenleri, Muhammedî Yusuf’un diliyle açıklığa kavuşturacağım Cenab-ı Hak dilerse, bunu anlarsın
Bil ki, “Hak’tan başka” olan veya “alem” olarak adlandırılanın Hakk’a nisbeti, gölgenin kişiye nisbeti gibidir Böyle olunca alem, Allah’ın gölgesidir Ve bu, varlığın aleme nisbetinin aynısıdır Çünkü gölge hiç kuşkusuz duyumsanan bir şeydir Ama gölgenin görünmesi, ancak gölgenin üzerine düştüğü mahal varolduğu sürece sözkonusudur Eğer bu gölgenin görünmesini sağlayan mahallin yokluğunu varsayacak olsaydın, bu gölge aklî bir şey olarak kalır ve duyumsal olarak varolamazdı Olsa olsa, gölgenin sahibi olan kişide açığa çıkmamış olarak [bi’l-kuvve] kalırdı
O halde, Allah’ın, “alem” olarak adlandırılan gölgesinin düştüğü yer, mümkün varlıkların aynlarıdır ve gölge bunların üzerine düşer Dolayısıyla, zatın varlığına işaret eden bu gölge, üzerine düştüğü şey yoluyla idrak edilir Ama idrak, Nur ismiyle ortaya çıktı Ve bu gölge, mümkün varlıkların aynları üzerine, (ilim mertebesinde) bilinmez gayb suretinde (yani, yokluğun karanlığı üzere) düştü
Görmez misin ki, gölge, siyahlığa meyillidir Ve bu siyahlık, kişi ile gölge arasındaki ilişkinin uzaklığından dolayı, gölgedeki gizlenmişliğe işaret eder Ve kişi beyaz bile olsa, gölgesi yine de bu şekilde siyahtır Dağları görmez misin ki, bakan kişiden uzakta olduklarında kara gözükürler Halbuki renkleri göze görülenden farklıdır Ve böyle görülmelerinin tek nedeni aradaki uzaklıktır Ve gökyüzünün maviliği de bunun gibidir Gökyüzünün mavi oluşu, uzaklığın ışık vermeyen cisimlerde duyulara etkisidir
Ve yine, mümkün varlıkların aynları da ışık vermezler, çünkü yokturlar [ma’dum] Ve her ne kadar (ilahi ilim’de) “değişmezlik” [sübut] ile nitelenseler de “varlık” ile nitelenmezler — çünkü “varlık” nurdur Işıklı cisimlere uzaktan bakıldıklarında ise, (ışık vermeyen cisimlerin tersine, siyah görünmeyip) göze küçük görünürler Bu da uzaklığın bir diğer etkisidir Böylesi cisimler, duyulara küçük hacimli görünseler bile, aslında göze göründüğünden daha büyüktürler Örneğin, güneşin dünyadan çok daha büyük olduğu kanıtlanmış olduğu halde, gözle bakıldığında bir kalkandan daha büyük değildir Bu da uzaklığın bir etkisidir
Böyle olunca, Hak, bir şeyin gölgesinden bilindiği ölçüde bilinir Ve Hak, bir şeyin gölgesinden bilinmediği ölçüde bilinmezdir İmdi alemin Kendi gölgesi olmasından dolayıdır ki Hak, (aleme bakılarak, ayrıntılanımsız olarak) bilinir Ve gölgesi düşen kişinin suretinin, o gölgenin kendisine bakılarak bilinememesinden dolayıdır ki, Hak (aleme bakılarak) bilinmez İşte bundan dolayı biz deriz ki: Gerçekte Hak bizim için bir yönüyle bilinir ve bir yönüyle de bilinmezdir
|