Prof. Dr. Sinsi
|
Şuayb Kelimesindeki Hikmet-İ Kalbiyye
— arif kişi, kalbin (bütün mertebelerdeki) suret ve şekillerde dönüşüme uğraması nedeniyle, Hakk’ın (birbirinden farklı) suretlerde dönüşüme uğradığını bilir Arif kişi, Hakk’ın nefsini kendi nefsi yoluyla tanır Arif kişinin nefsi Hakk’ın huviyetinden başkaca bir şey değildir ve kevnde varolan hiçbir şey Hakk’ın huviyetinden başkaca bir şey olarak varolmayıp, varolan herşey Hakk’ın ta kendisidir Dolayısıyla, bu suretlerde bilen, anlayan ve kabul eden Hak’tır ve bir diğer suret’te bilmeyen, anlamayan ve inkar eden de yine Hak’tır İşte bu (sözü edilen hakikatler), Hakk’ı tecelli yoluyla, ve ayrımsızlığın ta kendisinde [ayn-ı cem] müşahede yoluyla bilen kimsenin deneyimlediği bir şeydir Bu kimse, (“Müminin kalbi, Rahman’ın iki parmağı arasındadır Onu istediği yöne çevirir” biçimindeki) Hakk’ın sözü gereğince, Hakk’ın (birbirinden farklı suretlerde) dönüşüme uğramasıyla çeşitlenen bir kalp sahibi olan kimsedir
Ama iman ehli olanlar, Hakk’a ilişkin olarak haber verdikleri şeyler konusunda, nebi ve resulleri taklit edenlerdir İnkar ehlini taklit edenler ve gelen haberleri kendi aklî delillerine dayandırarak yorumlayanları taklit edenler ise, (nebi ve resulleri) taklit eden (iman ehli) kimseler değillerdir İman ehli olanlara, Allahu Teala tarafından, nebilerin dilleri üzere gelen ilahi haberlere “kulak verenler” [Kaf Suresi, 50/37] olarak işaret edilmiştir Ve kulak veren böylesi bir kimse şehid’dir Allahu Teala, (“ve onlar şehiddirler” sözüyle) hayal hazretine ve bu hayal hazretinin kullanılmasına dikkat çekmektedir Ve buna Resulallah Efendimizin (sav) şu sözleriyle işaret edilmiştir: “İhsan, senin Allah’ı görüyor gibi O’na ibadet etmendir” ve “Allahu Teala, namaz kılan kimsenin kıblesindedir ” İşte bundan dolayıdır ki, böylesi bir kimse şehid’dir
Ve düşünsel kurgulama sahibini taklit eden ve düşünsel kurgulama ile kayıtlı olan kimse, kulak veren kimse değildir Çünkü, kulak veren kimsenin, bizim sözünü ettiğimiz şeyi şehid olması kaçınılmazdır Ve bizim sözünü ettiğimiz şeyi şehid olmayan kimse, bu ayet ile kastedilen kimse değildir Bu kimseler (yani, düşünsel kurgulama sahipleri), Allahu Teala’nın kendileri hakkında, “Kendilerine uyulanlar, kendilerine uyanlardan yüz çevirdiklerinde ” [Bakara Suresi, 2/166] buyurduğu kimselerdir Resuller ise, kendilerine uyanlardan hiçbir zaman yüz çevirmezler
İmdi ey dostum, bu “kalp hikmeti”nde senin için sözünü ettiğim şeyi iyice anla Ve “kalp hikmeti”nin (ismi, “şube” sözcüğünden türeyen) Şuayb’a özgü kılınması, “kalp hikmeti”nde şubelenme olmasından dolayıdır Yani, bu hikmet belli bir şubeye özgü değildir, çünkü her itikat bir şubedir Dolayısıyla itikatların toplamı birçok şubelerden oluşur Böyle olunca, perde açıldığında, herbir kimse için itikat ettiği şey ölçüsünde açılır Kimileyin ise itikat ettiği şeyin tersine bir şekilde açılır — tıpkı Allahu Teala’nın şu sözünde olduğu gibi: “Kıyamet günü onlara zannetmedikleri şey Allah’tan zahir olur” [Zümer Suresi, 39/47]
Bu açılmaların [inkişaf] çoğu ilahi hükümlere ilişkindir Nitekim bir Mutezili, tevbe etmeksizin ölen isyankar bir kimse için Allah’ın (cezalandırma) tehdidini yerine getireceğine itikat eder Ama, Allah, ölen bu kimseye inayet edip herhangi bir ceza vermeyecek olursa, (itikat ettiğinin tersine) Allah’ın Gafûr ve Rahman olduğunu görür — dolayısıyla da, zannetmediği şey Allah’tan zahir olur
Ve Huviyet’e ilişkin olarak perdenin açılmasına gelince: Kulların kimisi, kendi itikatlarında Allah’ın muhakkak şöyle ve böyle olduğuna kesinkes inanır Perde açıldığında itikat ettiği şeyin suretini görür — ve bu suret itikat ettiği Hak’tan başkası değildir Ve düğüm (yani, kalbi bağlayan itikat düğümü) çözülür Böylelikle de itikadın ortadan kalkmasıyla, (Hakk’ı) müşahede yoluyla bilir Görüşün keskinlik kazanmasından sonra, zaaf ve düşüncenin noksanlığı artık geri gelmez
Hak –birbirinden farklı suretlerde tecelli etmesindendir ki– kimi kullarına da görüm [rü’yet] indinde itikat ettikleriyle uyuşmaz bir şekilde zahir olur Çünkü tecellide tekrar yoktur Böylece kimi kullar için, gördükleri bu yeni suret huviyete ilişkin itikatları olur Ve Huviyet hakkında zannetmedikleri şey, perdenin açılmasından önce Allah’tan kendilerine zahir olur
Ve biz, Tecelliyat adlı kitabımızda, ölümden sonra Allah’a ilişkin marifetteki [maarif-i ilahî] ilerlemeden ve keşf sırasında ehlullahtan bir araya geldiğimiz kişilere, bu mesele hakkında bilmedikleri bazı şeyleri anlattığımızdan söz etmiştik
İnsanın sürekli ilerleme halinde olması hiç kuşkusuz çok şaşılası bir iştir Ve insan, örtünün inceliğinden ve suretlerin birbiriyle benzeşmesinden dolayı, bu ilerlemenin farkına varamaz Ve bu suretlerin benzeşmesine, Hak Teala’nın, “Cennet ehline bir meyveden kendilerine rızık olarak yedirildiğinde, ‘Bu, önceden dünyada bize verilenlerdendir,’ derler” [Bakara Suresi, 2/25] sözünde işaret edilmiştir Halbuki bir rızık, bir diğer rızkın aynısı değildir Çünkü benzeşen iki şey birbirlerine benzeş olmalarından dolayı, arif için iki farklı şeydir Ve tahkik ehli bir kimse bir’de [color="LightBlue"] çokluğu [color="LightBlue"] görür Ve, İlahi İsimler’in tek bir şeye delalet ettiklerini ve her ne kadar hakikatleri çeşitli ve çok ise de, delalet ettikleri şeyin hiç kuşkusuz bir-olan-ayn [ayn-ı vahid] olduğunu bilir İmdi bu, bir-olan-ayn’da akılla-kavranabilir olan bir çokluktur Tecellide, bir-olan-ayn’daki çokluk müşahede edilir Nitekim heyula, bütün suretler için varsayılan bir şeydir; ve çokluklarına ve çeşitliliklerine rağmen bütün bu suretler hakikatte bir-olan-cevhere [cevher-i vahid] dönerler — ki, bu bir-olan-cevher de bu suretlerin heyulasıdır Nefsini bu marifetle bilen kişi, hiç kuşkusuz Rabb’ini bilir Çünkü Hak, insanı Kendi Sureti üzere yaratmıştır İnsan Hakk’ın huviyetinin ve hakikatinin ta kendisidir Bundandır ki, resuller ve sufiler arasındaki ilahiyyun’dan başkaca hiçbir alim, nefsin marifetine ve hakikatine ulaşamadı
Öncekilerden ve kelamcılardan kuramcı ve düşünce erbabı olanların, nefs ve nefsin mahiyeti hakkındaki sözlerine gelince: Bunlardan nefsin hakikatine erişmiş olan yoktur Vedüşünsel kurgulama hiçbir zaman marifete götürmez İmdi, düşünsel kurgulama yoluyla, nefsin hakikatini bilmeyi isteyen kişi, şişmeyi semizlik sanır ve ateşsiz odunu üfler Hiç kuşkusuz bunlar, dünya hayatında çabaları boşa gitmiş ve batıl olduğu halde, iyi işler yaptıklarını sananlardır İmdi, bir işi uygun düşenden (yani, keşf yolundan) başka bir yoldan isteyen kişi, o işin hakikatine erişmek konusunda başarılı olamaz
Ve Hak Teala, alem hakkında ve alemin her Nefes’te yeni yaratılışla [halk-ı cedid] bir-olan-ayn’da dönüşüme uğraması hakkında ne güzel buyurmuştur! Belli bir kesim ve belki de alem ehlinin çoğu hakkında, “Onlar yeni yaratılış konusunda şüphededirler” [Kaf Suresi, 50/15] buyurdu Dolayısıyla bu kimseler, alemin her Nefes’te yenilendiğini bilmezler
Ama Eş’ariler, yeni yaratılışın [halk-ı cedid] bazı varlıklar, yani arazlar için sözkonusu olduğunu, Hisbaniyye’den olanlar ise alemin bütünü için sözkonusu olduğunu gördüler Ama kuramcıların hepsi onları cehaletle suçladı Hisbaniyye’nin hatası, bütün bir alemin başkalaşmasına ilişkin sözlerinin varlığına rağmen, bu suretleri kabul eden akılla-kavranabilir cevherin ayn’ının tek-olmaklığına [ahadiyet-i ayn] akıl yetirememiş olmalarıdır Halbuki, bu cevher ancak bu (duyumsanabilir olan) suretlerle varolur ve bu suretler de ancak, akılla-kavranabilir olan bu cevherle akledilebilir olurlar Eğer böyle düşünselerdi, işin aslını bilmiş olurlardı
Ve Eş’ariler’in hatasına gelince: onların bilmediği şey, (yalnızca bazı varlıkların araz olmakla kalmayıp) alemin bütününün arazların toplamı olduğu ve her an başkalaştığıdır — çünkü araz, iki farklı anda aynı kalmaz Bu, şeylerin tanımlanmasında apaçık ortadadır; çünkü onlar bir şeyi tanımladıklarında, bu tanımladıkları şeyin araz olduğu, tanımlamalarının kendisinde apaçıktır Ve bu şeyin tanımında sözü edilen arazlar da, varlığı kendisinden olan cevherin ta kendisi [color="LightBlue"] ve bu cevherin hakikatidirler Ve kendi hakikati yönünden cevher, arazdan başka bir şey olmayıp, varlığının kendisinden olması sözkonusu değildir
İmdi, (onların çelişkili olan görüşüne göre) varlığı kendisinden olmayan şeyin (yani, arazın) toplamından, varlığı kendisinden olan bir şey (yani, cevher) ortaya çıkar — (örneğin) varlığı kendisinden olan cevherin zatî tanımında (bir araz olan) “boşlukta yer tutma” olması gibi Ve cevherin arazı kabulü, o cevherin zatî tanımıdır Ve hiç kuşkusuz, kabul arazdır Çünkü kabul –varlığı kendisinden olmadığı için– ancak kabul-eden’de [kâbil] varolur Halbuki kabul, cevher için zatîdir Ve boşlukta yer tutma da arazdır; boşlukta yer tutma da varlığı kendisinden olmayıp ancak boşlukta yer tutan’da sözkonusu olur Halbuki boşlukta yer tutma ve kabul, tanımlanan cevherin kendisine birer eklenti değillerdir Çünkü zatî tanımlar, tanımlananın ta kendisi ve huviyetidirler Böylece, iki farklı anda aynı kalmayan şey, iki veya daha çok farklı zamanda aynı kalmış olur ve varlığı kendinden olmayan şey, varlığı kendinden olan şey haline döner Ama onlar bunun (yani, söylediklerindeki bu çelişkinin) farkında değillerdir “Ve onlar yeni yaratılış konusunda şüphededirler” [Kaf Suresi, 50/15]
Ve keşf ehline gelince, onlar Allah’ın her Nefes’te tecelli ettiğini ve tecellide tekrar olmadığını görürler Ve yine onlar, her tecellinin yeni yaratılışı ortaya çıkardığını veya (bir önceki) yaratılışı ortadan kaldırdığını müşahede yoluyla görürler İmdi, yaratılışın fenâsı tecellinin ortadan kalkması iken, yaratılışın bekâsı da, bir sonraki tecellinin yaratılışı ortaya çıkarmasıdır Öyleyse, anla!
Ahmet Baydar
|