Prof. Dr. Sinsi
|
Üzeyir Kelimesindeki Hikmet-İ Kaderiyye
Bil ki, velayet (ilahi sıfat olması ve ilahi keşfin onunla hasıl olması itibarıyla) her şeyi içine alan felek [felek-i âmm] olduğundan ardı kesilmemiştir Ve (nübüvvetin batını olan) velayet için haber verme [inba](hem nebiler hem de evliya için) genel bir nitelik taşır Ama, Muhammed (sav) ile birlikte şeriat getiren nübüvvet ve risaletin ardı kesildi ve artık ondan sonra nebi yoktur; yani, şeriat getirici ve kendisine (önceki bir nebinin getirdiği) şeriat verilmiş nebi, ve şeriat getirici olan resul yoktur Ve Resulallah’ın (sav), “Benden sonra nebi yoktur” hadisi, eksiksiz kâmil kulluk zevkinin kesilmesini içerdiğinden dolayı, evliyaullah’ın (eksiksiz kâmil kullar olarak) zuhurunu kısıntıladı İmdi, eksiksiz kulluğa özgü olan “nübüvvet” ismi, bundan böyle, kulluğa ilintilendirilemez Çünkü kul, efendisi olan Allah’a, isim yönünden ortak olmamayı diler — yani, “Allah” isminde ortak olmamayı diler
Allahu Teala “Nebi” ve “Resul” isimleriyle adlandırılmazken, “Veli” ismiyle adlandırıldı ve bu isimle nitelendi — ki O şöyle buyurmuştur: “Allah inananların Veli’sidir” [Bakara Suresi, 2/257] ve “O gerçek Veli’dir, övülmeye layık olandır” [Şura Suresi, 42/28] Bu “Veli” ismi dünyada ve ahirette kullar için kalıcıdır İmdi, nübüvvet ve risaletin sona ermesinden dolayı, Hakk’a özgü olmayıp da yalnızca kula özgü olan bir isim kalmadı Ancak Allahu Teala, kullarına lütfundan dolayı, onlara şeriat getirici olmayan genel nübüvveti [nübüvvet-i âmme](yani, birleyici ve ayrımsızlayıcı istidadın kusursuzluğuyla Hakk’ın sıfatlarını, isimlerini ve fiillerini Allah’tan haber alma’yı) kalıcı kıldı Ve Allahu Teala, kulları için, hükümlerin değişmezliği korunarak içtihad yoluyla şeriat getirmeyi kalıcı kıldı — yani, kulları için şeriat getirme konusundaki veraseti kalıcı kıldı Bundandır ki, Resulallah (sav) şöyle buyurmuştur: “Alimler, nebilerin vârisleridir ” Bu veraset, ancak hükümlerden içtihad yoluyla şeriat getirmelerine ilişkindir
İmdi sen bir nebiyi, şeriat getirmenin dışında bir söz söylerken gördüğünde, o, arif bir veli olması dolayısıyla konuşmaktadır Bundandır ki, o nebinin, alim bir nebi ve bir veli olması dolayısıyla olan makamı, resul veya şeriat getirici ve şeriat sahibi olması dolayısıyla olan makamından daha üstün ve daha kâmildir İmdi, ehlullahtan birisinin, “Velayet, nübüvvetten üstündür” dediğini işitecek olursan, o bu sözüyle ancak bizim sözettiğimiz şeyi (yani, peygamberin velayetinin, yine peygamberin nübüvvetinden üstün olduğunu) kastediyordur Veya, ehlullahtan birinin, “Veli, nebi ile resulün üstündedir” dediğini işitecek olursan, o bu sözüyle (iki ayrı kişiyi değil) tek bir kişiyi kasteder — onun veli olması dolayısıyla bulunduğu makam, nebi veya resul olması dolayısıyla bulunduğu makamdan üstündür Yoksa, nebiye tabi olan veli, nebiden üstün değildir Çünkü tabi olan bir kimse, hiçbir zaman tabi olduğu kimseyi geçemez — eğer tabi olan, tabi olduğu kimseyi geçecek olsaydı, tabi olmaklığından söz edilemezdi Bunu iyi anla!
[size="4"]İmdi, resulün ve şeriat getiren nebinin varacağı nokta velayet ve ilimdir Görmez misin ki, Allahu Teala, Resul’e (sav) daha fazla ilim istemesini emretti İlimden başka bir şey için, elinde olandan daha fazlasını istemesini emretmedi Böylece ona şöyle buyurdu: “De ki: Rabbim, ilmimi artır!” [Taha Suresi, 20/114]
[size="4"]Şeriat, belirli amellerle yükümlendirme ve belirli amellerden sakındırmadır Ve bu amellerin mahalli de, geçici olan dünyadır Ama velayetin geçici olması sözkonusu değildir Eğer velayet geçici olsaydı –tıpkı risalet için sözkonusu olduğu gibi– hakikati ile birlikte geçici olurdu Ve eğer velayet bu şekilde hakikatı ile birlikte geçici olsaydı “Veli” ismi kalıcı olmazdı — halbuki, “Veli” ismi Allah için kalıcıdır ve bu İsim, hallenme yoluyla ve gerçeklenme yoluyla [tahakkukan] ve ilişkilenme yoluyla [taallukan] Hakk’ın kuluna özgüdür
İmdi, Hak Teala’nın Üzeyir aleyhisselam’a söylediği, “Eğer kaderin mahiyetine ilişkin sorup durmaktan geri durmayacak olursan, adını nübüvvet defterinden silerim” sözü, “İş, sana keşf ve tecelli yoluyla gelir ve senden ‘nebi’ ve ‘resul’ isimleri kalkar” demeye gelir Ve böylece, (yani, nübüvvetinin ve risaletinin kalkmasıyla) velayeti kalır Ne var ki, hal karinesi, kendisine yönelik ilahi seslenişin bir tehdit şeklinde olduğuna delalet edince, Üzeyir aleyhisselam, bu seslenişin, velayet mertebelerinden kimisinin bu dünyada kendisinden alınacağı şeklinde bir tehdit olduğunu bildi — çünkü nübüvvet ve risalet, velayetin içeriyor olduğu (ilme ilişkin) mertebelerden kimi mertebeleri içeren özel bir rütbedir Böylece Üzeyir, şeriat getirici nübüvveti ve şeriat getirici risaleti olmayan veliden üstün olduğunu bildi Ve böylece, nübüvvet mertebesinin gerektirdiği sonraki hallere yaklaşan kimse için, bu seslenişin tehdit değil, verilen bir söz olduğu ortaya çıkar Böyle olunca, Üzeyir’in dileyişte bulunduğu şey hiç kuşkusuz makbuldür — çünkü, bir nebi olmaklığıyla has bir veli olduğundan hal karinesi ile bilir ki, bir nebi’nin –velayetin bu özel mertebesine sahip olmasından dolayı– Allah’ın kerih gördüğünü bildiği ve olmasının olanaksız olduğunu bildiği bir şeyin peşinden gitmesi olmayacak bir şeydir Ve bu haller, bunlara yakın olan kimse indinde yakın ve sabit olduğundan, böylesi bir kimse, “adını nübüvvet defterinden silerim,” biçimindeki ilahi seslenişi kendisi için (bir tehdit değil) verilmiş bir söz olarak görür Ve bu sesleniş, kalıcı mertebeye (yani, velayete) delalet eden bir haber olur Ve bu mertebe, ahiret yurdunda kalıcı olan mertebedir — ki bu ahiret yurdu öyle bir yerdir ki, yaratılmış olanlar bir kez cennete veya ateşe girdiklerinde artık orada şeriata yer yoktur
Biz şeriatı, cennet ve ateş olan iki yurda girilmesiyle kayıtladık (Ama sözkonusu olan bir istisnai durum vardır) çünkü, kıyamet gününde ara-dönem [fetret] ehli olanlar (yani, ne önceki peygamberin, ne de bir sonraki peygamberin davetini işitememiş olanlar), henüz çocukken ölmüş olanlar ve deliler için şeriat sözkonusudur Bunlar, adaletin yerine getirilmesi ve suçlu olanların cezalandırılması ve cennet ehlinden olanların iyi amellerinin ödüllendirilmesi için bir arada haşrolunurlar Bunlar diğer insanlardan ayrı bir yerde haşrolunduklarında, aralarındaki iyi olanlarından biri kendilerine nebi olarak gönderilir Ve bu arada kendilerine bir ateş gösterilir Nebi şöyle der: “Ben size gönderilmiş Hakk’ın resulüyüm ” Kimileri ona inanır ve kimileri de onu inkar eder Sonra, bu nebi onlara şöyle der: “Kendinizi bu ateşe atın, içinizden her kim bana uyacak olursa, kurtulacaktır; ama her kim bana isyan edecek ve emrime karşı gelecek olursa helak olup, ateş ehlinden olacaktır ” Sonra, ona uyup kendilerini ateşe atanlar said olurlar ve içine atladıkları ateşin serin ve esenlikli bir yer olmasıyla ödüllendirilirler Ve her kim o nebiye asi olmuşsa, ceza çekmeyi hakederek ateşe girer ve karşı gelmesinden dolayı ateşe iner Ve sözü edilen günde (yani, kıyamet gününde) bu nebinin gönderilmesi, Allah’ın kullarına yönelik adaletini yerine getirmesi içindir
Ve yine Allahu Teala’nın, “O gün hakikat apaçık ortaya çıkar ve secdeye davet edilirler; fakat güç yetiremezler” [Kalem Suresi, 68/42] sözü de teklif ve şeriat getirmedir İmdi, onlardan kimileri secde etmeye güç yetirir, kimileri de güç yetiremez Nitekim dünyada, Ebu Cehl ve başkaları Allah’ın emrine uymaya güç yetiremediler İmdi, ahirette, kıyamet gününde, ateşe ve cennete girmeden önce, şeriattan bu kadarı kalır İşte bundan dolayıdır ki, biz, ahiret şeriatını kayıtladık Allah’a hamdü senâ olsun
Ahmet Baydar
|