Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Forum İslam > İslami Yazılar & Hikayeler

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
ahlâkından, alla, dostlarının, hak, maiyyet, örnek

Hak Dostlarının Örnek Ahlâkından –21- Maiyyet Alla

Eski 08-02-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Hak Dostlarının Örnek Ahlâkından –21- Maiyyet Alla




Hak Dostlarının Örnek Ahlâkından –21- Maiyyet Allah ile Beraberlik Yıl: 2009 - Ay: Temmuz - Sayı: 281
Maiyyet; Allah -cc- ile beraberliğin yüksek bir şuur ve idrak hâlinde kalpte yaşanmasıdır Hak Teâlâ’nın her an bizimle olduğunu bilerek, düşünerek ve hissederek, hareketlerimizi ona göre tanzim etmektir

Bu şuur ve idrak, Cenâb-ı Hakk’ın kuluna en büyük lutfudur Zira bu hâl, kulun Rabbiyle dost olmasıdır Dostluk, sevenin sevilende kendi husûsiyetlerini görmesinden kaynaklanır Cenâb-ı Hak’la dostluğa nâil olabilmek için de, O’ndan uzaklaştırıcı her şeyden arınan kalbin, Rahman, Rahîm, Afüv, Gafûr gibi cemâlî sıfatlarla vasıflanması îcâb eder

Gönlün Allah ile olması, dünya imtihanındaki muvaffakıyetin şehâdetnâmesidir Bunun zıddına Hak’tan gâfil yaşanan bir hayatın neticesi de, ebedî bir hüsran ve nedâmetten ibarettir

Şu kıssa, Cenâb-ı Hak’la beraber olmanın hakîkatini ne kadar da veciz bir sûrette ifade eder:

SEN KİMİNLEYDİN?

Bir vâiz, kürsüde âhiret ahvâlini anlatmaktaydı Cemaatin arasında Şeyh Şiblî Hazretleri de vardı

Vâiz efendi, Cenâb-ı Hakk’ın âhirette soracağı suallerden bahisle:

“–İlmini nerede kullandın, sorulacak! Malını-mülkünü nereden kazanıp nereye harcadın, sorulacak! Ömrünü nasıl geçirdin, sorulacak! İbadetlerin ne durumda, sorulacak! Harâma, helâle dikkat ettin mi, sorulacak!

Bunların ardından, şunlar şunlar da sorulacak!” diye uzun uzadıya birçok husus saydı

Vâizi dinleyen Şiblî Hazretleri, yumuşak bir ifadeyle şöyle seslendi:

“–Ey vâiz efendi! Suâllerin en mühimlerinden birini unuttun! Allah Teâlâ kısaca şunu soracak:

«Ey kulum! Ben seninleydim, sana şah damarından daha yakındım; fakat sen kiminle beraberdin?!»”

İşte Hakk’a kullukta bütün mesele, bu şuur, idrak ve iz’âna ve böyle bir kalbî kıvama sahip olabilmektir!

Hakîkaten, insanoğlu Rabbiyle beraberliği nisbetinde hak yolda ve istikâmet üzeredir Rabbinden gâfil kaldığı ve O’nu unuttuğu ölçüde de nefsâniyetin hoyratlığına ve şeytanın idlâline dûçâr olmuş demektir Cenâb-ı Hak bu hâlden îkaz sadedinde şöyle buyurur:

“Allâh’ı unutan ve bu yüzden Allâh’ın da onlara kendilerini unutturduğu kimseler gibi olmayın Onlar yoldan çıkan kimselerdir” (el-Haşr, 19)

İnsanın rûhu, imtihan gâyesiyle bulunduğu şu fânî dünyada, ten kafesine hapsedilmiş muzdarip bir kuş gibidir Onun derûnunda, vatan-ı aslîsinden ayrı düşmüş olmanın ıztırâbı vardır Bu ıztırâbı dindirip huzur ve itmi’nâna erdirecek olan da, Allâh ile beraberliktir Bu yüzden, Hak âşıkları nazarında ölümün ürkütücü hâli kaybolur ve ölüm Rabb’e vuslat yolculuğu olarak idrak edilir Nitekim ashâb-ı kiram da ölüm döşeğindeki hastalara, Allâh’a ve Rasûlü’ne kavuşmaları yaklaştığı için gıpta ile bakmış, onlarla Gönüller Sultânı Efendimiz’e selâm göndermişlerdir

Muhakkak ki, ölüm yolculuğunun hangi keyfiyette tecellî edeceği, yani cennet huzuruyla mı, yoksa cehennem azâbıyla mı neticeleneceği, rûhun bu âlemde Rabbiyle ne kadar beraber olduğuna bağlıdır Bu yüzden insan bu dünyada Rabbiyle beraber olacak ki, âhirette de Rabbe dostluğun ikrâmı olan nâdide nîmetlere ve onun da ötesinde Cemâlullâh’ı müşâhede şerefine nâil olabilsin

Bu dünyada gönlü Allah ile olan bir mü’min; ömrünü nefsâniyetin hoyratlığında ziyan etmez; sefahat ve rezâletlerde bozulmaz; lüzumsuz mâcerâlar peşinde koşmaz; abeslere, bâtıllara, azgınlıklara dalmaz, boş sevdâlara aldanmaz; câ*hil*ler kendisine sataştığında onlarla muhâtap olmaz; dedi-kodularla ömür takvimini lekelemez; Cenâb-ı Hak ile dostluk gayreti içinde yaşar

Yine mü’min, ömrünü hayır-hasenatla müzeyyen kılar, Kur’ân ve sünneti rehber edinir, Allah rızâsına mâtuf işlerle meşgûl olur, mülkün gerçek sahibini tanıyarak malını ve canını nasıl kullanacağını bilir Dînî ve ahlâkî kıymetini gölgeleyecek şerlerden ve yerlerden rûhunu korur İbadetlere, hayır-hasenatlara ve sohbet meclislerine rağbetini artırır Nihayet Rabbinin yeryüzündeki bir şâhidi olarak arkasında fazîletlerle dolu hatıralar bırakır

BENİ KİMİNLE SANIRDIN?

Hükümdarlık yıllarının neredeyse tamamını seferlerde geçiren, binbir türlü çilenin kendisine hiçbir zaman bezginlik ve yorgunluk vermediği Yavuz Sultan Selîm’in son anlarını, nedîmi Hasan Can şöyle anlatır:

“Yavuz’un sırtında şîrpençe adı verilen bir çıban çıkmıştı Çıban, kısa zamanda büyüdü, bir delik hâline geldi Öyle ki, yaranın içinden Yavuz’un ciğerini görüyorduk Kendisi çok muzdaripti Âdeta yaralı bir arslan gibiydi Acziyeti bir türlü kabullenemiyor, cengâver askerlerine taktik ve tâlimat vermeye devam ediyordu Yanına yaklaştım Bana kendi hâlini kasdederek:

«–Hasan Can, bu ne hâldir?» dedi

Ben de, artık fânî yolculuğun sonuna, bâkî hayatın başına ulaşmış olduğunu sezdiğim için hüzünle:

«–Pâdişâhım, artık Allâh ile beraber olma zamanınız herhâlde geldi!» dedim

Koca sultan döndü, yüzüme hayretle baktı:

«–Hasan, Hasan! Sen beni bu âna kadar kiminle beraber zannederdin?! Cenâb-ı Hakk’a teveccühümde bir kusur mu müşâhede eyledin?» dedi…

Artık bambaşka âlemlere dalmış olan Sultan, bana son olarak Sûre-i Yâsîn’i okumamı emretti «Selâm» âyetine geldiğim zaman da rûhunu Rabbine teslîm etti

Hayatlarında Allâh ile olanlar, son nefeslerinde de bu nîmete mazhar olurlar İşte maiyyet de, bu irfân ufkunda yaşamaktır Fânî dünyanın gel-geç sevdâlarını ve nefsânî câzibelerini bertaraf ederek, kalbi, ona en lâyık olana, yani Hâlık’ına tahsis edebilmektir Zira Allah ile meşgul olmayan bir kalbi, mâsivâ işgâl eder

Diğer bir misal:

Dünya saltanatında Süleyman -aleyhisselâm-’ın seviyesine hiçbir beşer ulaşamamıştır Lâkin dünya, Hazret-i Süleyman’ın gönlünü meşgul etmemiş, Allah ile beraberliğine mânî olmamıştır

Rivâyete göre; kıyâmet gününde zengin bir kul getirilir Allah Teâlâ:

“–Seni bana kulluktan alıkoyan ne idi?” diye sorar O zengin:

“–Yâ Rabbî! Malımın çokluğu beni meşgûl etti” der

Cenâb-ı Hak, Süleyman -aleyhisselâm-’ı misâl getirerek:

“–Sen Süleyman kulumdan da mı zengin idin? Onu niye o kadar mülkü meşgul etmedi?” buyurur (Bkz Bursevî, Rûhu’l-Beyân, IV, 258; Beyhakî, Şuabu’l-Îmân, V, 202-203)

Yine insanın en kıymetli varlıkları olan mal, can ve evlâttan imtihan noktasında Eyyûb -aleyhisselâm-’ın hayatı, her hâlükârda Allah ile beraberlik şuurunun kazandırdığı sabır ve şükrün müstesnâ bir numûnesidir:

Allah Teâlâ, Eyyûb -aleyhisselâm-’ı çok ağır imtihanlardan geçirdi Evvelâ mallarını elinden aldı Ardından büyük bir zelzele ile çocuklarını aldı Daha sonra da vücûduna ağır bir hastalık verdi Eyyûb -aleyhisselâm- yıllar süren bu hastalığı boyunca hiçbir şikâyet ve feryadda bulunmadı Hanımı Rahîme Hatun, ona:

“–Sen bir peygambersin; duân makbûldür Duâ et de şifâya nâil ol!” dedi

Hazret-i Eyyûb -aleyhisselâm- ise:

“–Allah bana seksen sene sıhhat verdi Hastalığım ise henüz seksen sene olmadı Ancak birkaç senedir muzdaribim Cenâb-ı Hak’tan sıhhat taleb etmeye teeddüb ederim!” buyurdu

Ne zaman ki hastalığı, kulluk vazîfelerini gönül huzuruyla yapabilmesine mânî olmaya başladı, o zaman Cenâb-ı Hakk’a niyazda bulundu Rivâyete göre bu hakîkati Efendimiz J şöyle ifâde buyurmuşlardır:

“Allah Teâlâ’ya yemin ederim ki, Eyyûb belâdan inlemedi, sızlanmadı Lâkin yedi sene, yedi ay, yedi gün, yedi gece o iptilâ üzere kaldı Ayakta namaz kılmak istedi; duramadı, düştü Hak yolundaki hizmetinde kusur görünce de (Rabbine niyâz ederek); «Bana gerçekten hastalık isâbet etti» dedi”1

O’nun bu dâsitânî sabrı ve teslîmiyeti neticesinde Allah Teâlâ, kendisinde dert ve sıkıntı olarak ne varsa hepsini giderdi ve ona eski hayatını misliyle iâde etti

Eyyûb -aleyhisselâm-, hastalıktan âfiyete kavuşmuş olarak geçirdiği ilk gecenin sabahında derinden bir «âh!» çekti Sebebi sorulunca dedi ki:

“–Her gece seher vaktinde: «Ey bizim hastamız, nasılsın?» diye bir ses duyardım Şimdi yine o vakit geldi, fakat: «Ey bizim sıhhatli kulumuz, nasılsın?» sesini duymadım Bunun için hüzünlendim

EN FECÎ HASTALIK

Rivâyete göre Îsâ -aleyhisselâm-, teninde alacalar bulunan ve hastalıktan iki şakağı da çökmüş bir şahsa rastladı O şahıs, üzerindeki hastalıklardan âdeta habersiz bir hâlde kendi kendine:

“–Yâ Rabbî! Sana sonsuz hamd ü senâlar olsun ki, insanların pek çoğunu müptelâ kıldığın dertten beni halâs eyledin!” diyordu

Îsâ -aleyhisselâm-, muhâtabının idrâk seviyesini anlamak ve mânevî kemâlini yoklamak maksadıyla ona:

“–Ey kişi! Allâh’ın seni halâs eylediği hangi dert var ki?!” dedi

Hasta şöyle cevap verdi:

“–Ey Rûhullâh! En fecî hastalık ve belâ, kalbin Hak’tan gâfil ve mahrum olmasıdır Şükürler olsun ki ben Cenâb-ı Hak ile beraber olmanın zevk, lezzet ve füyûzâtı içindeyim Sanki vücûdumdaki hastalıklardan haberim bile yok

İşte Cenâb-ı Hak da bizleri en fecî hastalık olan Hak’tan gâfil kalmaktan sakındırmakta ve âyet-i kerîmelerde kullarına yakınlığını, her an onlarla olduğunu şöyle hatırlatmaktadır:

“…Nerede olursanız olun, O sizinle beraberdir” (el-Hadîd, 4)

“…Biz ona (insana) şah damarından daha yakınız” (Kâf, 16)

“…Şunu iyi bilin ki Allah, insan ile kalbi arasına girer…” (el-Enfâl, 24)

“Doğu da Allâh’ındır batı da Nereye dönerseniz Allâh’ın yüzü (zâtı) oradadır” (el-Bakara, 115)

Bu hususla ilgili olarak hadîs-i şerîfte de:

“Îmânın en üstün mertebesi, nerede olursan ol, Allâh’ın seninle beraber olduğunu bilmendir” buyrulmuştur (Hey*se*mî, I, 60)

YÜCE YÂR HUZURUNDA…

Cenâb-ı Hak her an ve her yerde bizimle beraberdir Mühim olan bizim de her an ve her yerde O’nunla beraber olabilmemizdir Bu şuurla yapılan küçücük bir amel bile dağlar misâli büyürken, Hak’tan gâfil olarak yapılan hiçbir şeyde hayır yoktur Böyle gâfil bir gönlün kıldığı namaz ruhsuz, verdiği sadaka boş, ettiği duâ karşılıksız, yaptığı tevbe de tevbeye muhtaçtır

Şu kıssa, bu hakîkati ne güzel izah eder:

Leylâ’nın aşkıyla çöllere düşmüş olan Mecnun, farkında olmadan namaz kılmakta olan bir kimsenin önünden geçer Namaz kılmakta olan kimse selam verip namazdan çıktıktan sonra hiddetle seslenir:

“–Namaz kılanın önünden geçilmez, bilmez misin?!”

Mecnun, o kimseye şu mukâbelede bulunur:

“–Ben, Leylâ’nın aşkından seni göremedim ki! Asıl sen huzurunda namaz kıldığın Allâh’ın aşkından beni nasıl görebildin?!”

Demek ki bir fânîye sevdâlı gönlü bile, âşık olduğu kimseye dâir hissiyat kaplar Onun gözü başka bir şey görmez Bunun gibi, Hak âşıklarının ibadetleri de Allah ile kâmil mânâda bir beraberlik iklîminde tecellî eder Bir gönül, Allah ile beraberlik zirvesine ne nisbette yakınsa, ibâdetleri de o nisbette seviye kazanır

Hazret-i Âişe vâlidemiz buyurur ki:

“Rasûlullah J namaza durduğunda, zaman zaman yüreğinden kazan kaynaması gibi ses gelirdi” (Ebû Dâvûd, Salât, 157; Nesâî, Sehv, 18)

Hazret-i Ali d da ibâdet hayâtında müstesnâ bir huzur ve huşû iklîmine girerdi Bir muhârebede ayağına ok isâbet etmişti Iztırâbının şiddetinden dolayı oku çıkaramadılar Hazret-i Ali d :

“–Ben namaza durayım da öyle çıkarın!” dedi

Dediği gibi yaptılar Hiçbir zorluk çekilmeden, kolayca çıkarıldı Hazret-i Ali d selâm verip; “–Ne yaptınız?” diye sorunca, oradakiler; “–Çıkardık!” dediler

İşte kalbi Allah ile olanın ibadetindeki huşû ve mânevî haz bambaşkadır

Öte yandan maiyyet, yani Cenâb-ı Hak’la beraberlik şuuru, sadece ibadetlere mahsus da değildir O, mü’minin bütün hayatını şekillendirecek bir gönül kıvamıdır İbadetler kadar, âile hayatını da, ictimâî hayatı da, kazancı da, harcamayı da, velhâsıl bütün beşerî fiilleri tanzim edecek bir mânevî hassâsiyettir…

EL KÂRDA GÖNÜL YÂR’DA…

Şâh-ı Nakşibend Hazretleri’nin yetiştirdiği büyük velîlerden Muhammed Pârisâ Hazretleri, hacca giderken uğradığı Bağdad şehrinde nur yüzlü genç bir sarrafa rastlar Gencin birçok müşteriyle durmadan alışveriş hâlinde olup zamanını aşırı dünyevî meşgûliyetlerle geçirdiğini düşünerek üzülür İçinden:

“–Yazık! Tam da en güzel şekilde ibâdet edecek bir çağda kendisini dünya meşgalesine kaptırmış!” der Bir an murâkabeye varınca da, altın alıp satan bu gencin kalbinin Allâh ile beraber olduğunu hayretle müşâhede eder Bu sefer:

“–Mâşâallâh! El kârda, gönül yarda!” diyerek genci takdîr eder

Muhammed Pârisâ Hazretleri Hicaz’a vardığında da Kâbe’nin örtüsüne sarılmış içli içli ağlayan aksakallı bir ihtiyarla karşılaşır Önce ihtiyarın yana yakıla Cenâb-ı Hakk’a yalvarmasına ve dış görünüşüne bakarak gıpta ile:

“–Keşke ben de böyle ağlayarak Hakk’a ilticâ edebilsem” der Sonra onun kalbine nazar edince görür ki, bütün duâ ve ağlamaları, fânî bir dünyâlık talebi içindir Bunun üzerine rakik kalbi mahzûn olur

İşte gönüller Allâh ile olduktan sonra dünya işlerinin zararı yoktur Fakat dünya telâşının Hak’tan gâfil bıraktığı bir gönülle ibadetin mahzuru çoktur!

İnsanoğlunun en kıymetli sermayesi zamandır Zaman satın alınamaz, borç verilemez, borç alınamaz Zaman nîmetinin en mühim kısmı ise, geçmişle gelecek arasındaki şimdiki andır Zira geçmişe âit dosyalar kapanmış ve mühürlenmiştir Artık o dosyalarda bir tâdilat yapmak mümkün değildir Geleceğin ise hangi sürprizlere gebe olduğu meçhuldür Bu yüzden mü’min, bu en kıymetli sermâyesini, yine en kıymetli olana hasretmeli, zamanlarını Allâh ile beraberlik içinde değerlendirmelidir

Ahmed er-Rufâî Hazretleri buyurur ki

“Kul için vaktin bereketi odur ki, o vakitte Cenâb-ı Hakk’a yakınlık bulur

Abdullah bin Zeyd Hazretleri’nin hikmetle dolu pek çok nasihat ve sözleri vardır Bir gün;

“–Hem dünya hem de âhirette yaşayan kimseye ne mutlu!” buyurdu

“–Hem dünya hem âhirette nasıl yaşanır?” diye sorulunca;

“–Dünyada Allah Teâlâ’yı gönlünden çıkarmamak, (ilâhî kudret akışlarının tefekküründe derinleşerek) dâimâ duâ hâlinde yaşamak ve bu sâyede âhirette O’nun rahmetine mazhar olmakla” cevabını verdi

Bir gün, Hak dostlarından İbrahim bin Edhem’in yolu İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe Hazretleri’ne uğramıştı Ebû Hanîfe’nin etrafındaki talebeler İbrahim bin Edhem’e küçümseyen, garipseyen gözlerle baktılar İmâm-ı Âzam Hazretleri onların bu hâlini sezdi ve İbrahim bin Edhem’e:

“–Buyurun efendimiz, meclisimize şeref veriniz!” diye seslendi

İbrahim bin Edhem mahcup bir edâ ile selâm verip oradan ayrıldı

Talebeler, dünya çapında zirve bir hukukçu olan Ebû Hanîfe’nin, bir dervişe gösterdiği ihtiram ve iltifata şaştılar

İbrahim bin Edhem oradan ayrıldıktan sonra talebeler İmâm-ı Âzam’a:

“–Bu zât, sizlerle kıyas edildiğinde efendilik ve büyüklük sıfatına ne bakımdan lâyıktır? Sizin gibi bir zât ona nasıl «efendimiz» der?” diye sordular

İmâm-ı Âzam Hazretleri, kendisinin yüksek tevâzuunu da ifâde eden şu muhteşem cevâbı verdi:

“–O, dâimî bir sûrette Allâh ile meşgul, biz ise işin zâhiriyle

Ebû Bekir Şiblî Hazretleri de tasavvufu tarif ederken:

“İki dünyada Allâh ile beraber O’ndan başka bir şey görmemektir” buyurmuştur İşte tasavvufî terbiyenin ulaştırmak istediği gönül kıvamı, böyle bir beraberlik ufkudur

HAK’TAN GAFLETİN FECAATİ

Hayatın med-cezirleri karşısında hamd, rızâ, teslîmiyet ve şükür göstereceği yerde nankörlük, şikâyet, îtiraz ve nâdanlık gösteren bir gönül, Allah ile beraberlik hassâsiyetini kaybetmiş demektir

Zira bir kul, ne kadar Rabbiyle beraberse, Rabbi ona, şân-ı ulûhiyetinin fazlı ve keremiyle daha çok yakın olur Zira Cenâb-ı Hakk’ın kuluna olan muhabbetinin beşer idrakine sunulmuş bir misâlini nakleden bir hadîs-i şerîfte2 ifâde edildiği üzere; bir kul, Rabbine bir karış yaklaşırsa, Rabbi ona bir arşın yaklaşır Kul Rabbine yürüyerek giderse, Rabbi ona koşarak gider O’nu zikrettiği her yerde onunla olur, rahmet ve yardımını ondan esirgemez

Şu bir hakîkattir ki maddî-mânevî huzur ve refah içinde iken Rabbini unutmayan ve O’nunla beraber olan bir gönül, herhangi bir sıkıntıya uğradığında da Rabbini yanında bulur Kul, imtihan edildiği zorluk ve sıkıntıya sabredip ecrine tâlip olursa Allah ona sabır ve sebatı kolaylaştırır Şayet kurtulmayı dilerse, Allah ona nusret ve rahmetiyle kâfî olur

Allah Teâlâ, fâil-i muhtardır, yani fiilinde serbesttir O, kullarını nîmetle de mahrûmiyetle de denemeye tâbî tutar Ağır imtihanlarda bile kulun Rabbiyle olması, onun îmanda sadâkatinin tescîlidir Bunun içindir ki Cenâb-ı Hak en büyük imtihanları en sevdiği kullarına vermiştir

Âyet-i kerîmede buyrulur:

“Yoksa siz, kendinizden önce gelip geçenlerin hâli (uğradıkları sıkıntılar) başınıza gelmeden cennete girivereceğinizi mi sandınız? Onlara öyle yoksulluklar, öyle sıkıntılar dokundu ve öyle sarsıldılar ki, hattâ peygamber ve beraberindeki îmân edenler; «Allâh’ın yardımı ne zaman?» derlerdi Bak işte! Gerçekten Allâh’ın yardımı yakındır” (el-Bakara, 214)

Bu sebeple bir müslümanın, meşakkat veya zorluklarla karşılaştığında ümitsizce sızlanmaya ve; “Kulu olduğum Allah niçin bu zor zamanımda yanımda değil?” nevinden ucu küfre sarkan isyan ifadeleri kullanmaya aslâ hakkı yoktur Zira bu imtihan âleminde Allah kulunu imtihan eder; -hâşâ- kul Rabbini değil!

Bu sebeple hayatın zorluklarıyla karşılaşan bir mü’min;

“…Mahzûn olma, Allah bizimle beraberdir” (et-Tevbe, 40) âyetindeki maiyyet telkinini hatırlayıp Cenâb-ı Hak’la beraberlik ve dostluğun huzurunu yaşamalıdır Dünya imtihanında en çok çile çemberinden geçen peygamberler ve sâlih kullar da dâimâ bu huzuru yaşamış ve tevzî etmişlerdir

Unutmamak gerekir ki gönülleri Allah ile olan kâmil mü’minlere, dünyada da âhirette de hüzün ve korku yoktur Cenâb-ı Hak, onlara son nefeslerinde olan ikrâmını ve uhrevî müjdeleri şöyle bildirir:

“Şüphesiz, Rabbimiz Allah’tır deyip, sonra dosdoğru yolda yürüyenlerin üzerine melekler iner Onlara; «Korkmayın, üzülmeyin, size vaad olunan cennetle sevinin» derler” (Fussilet, 30)

Bu ilâhî müjdelere nâiliyetle neticelenecek şekilde hayatın med-cezirleri ve nefsânî fırtınaları karşısında dâimâ Hakk’ın huzurunda sâbit kalabilen gönüllere ne mutlu!

Şunu da hatırlatalım ki, Cenâb-ı Hakk’ın rahmetinin tuğyân ettiği üç aylar mevsimine girmiş bulunuyoruz Bu aylar, mânen, bereketli bahar yağmurları gibidir İşte bu mübârek aylarda, rûhundan âleme rahmet taşıran, merhamette zirveleşen, affedebilmenin hazzını duyan, çile ve ıztırapları sabır silâhıyla bertaraf eden, Hakk’ın rızâsının lezzeti içinde hiç kimseyi incitmeyen ve hiç kimseden incinmeyen, Hâlık’ın nazarıyla mahlûkâta çiçekler gibi tebessüm eden mü’minlere ne mutlu!

Cenâb-ı Hak, kendisiyle maiyyet duygumuzu artırarak bu mübârek ayların bereketinden lâyıkıyla istifâde edebilmemizi nasip ve müyesser eylesin!

Rabbimiz, her zaman ve mekânda Allah ile beraberlik şuurunu gönüllerimizin saâdet hazînesi kılsın! Cümlemizi, bu dünyada maiyyet iklîminde yaşatıp ukbâda da yüce cemâlini müşâhede nîmetiyle şereflendirdiği mesud ve bahtiyar kulları arasına ilhâk eylesin!

Âmîn!

Dipnotlar: 1) Bkz Kurtubî, Tefsîr, XI, 323, 327 2) Bkz Buhârî, Tevhîd 15, 35, 55; Müslim, Tevbe 1, Zikir 2, 19



Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.