Tevekkül İle Temenni Arasındaki Fark |
08-02-2012 | #1 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Tevekkül İle Temenni Arasındaki FarkTEVEKKÜL İLE TEMENNİ ARASINDAKİ FARK İnsanın kendine yüklenen bütün görev*leri yaptıktan sonra işin sonucunu Allah'a bırakması, O'nun yaratacağı neticeyi güven ve rıza ile karşılayıp, insanlardan bir bek*lenti içerisinde olmaması Kısaca Allah'a güvenip, akıbetinden endişe etmemesi Bir başka deyişle İslâm inancına göre; yaratıkların bütün fiilleri, halleri ve sözleri yüce Allah'ın kaza ve takdîri ile meydana gelir [193]Onun için İslâm alınması gereken tedbirleri aldıktan sonra, insanlara ve aracılara değil, sadece Allah'a dayanma anlamındaki bir tevekkülü emreder Allah Teala şöyle buyurur: “Müslümanlar sadece Allah'a dayanıp güvensinler" [194] İlahi takdîre teslim olmak, acısıyla-tatlısıyla, iyisiyle-kötüsüyle, her şeyin Allah’ın hikmet ve adaletinin gereği olarak meydana geldiğine inanıp rıza göstermek de farz olan tevekküldür Resulullah efendimiz(sav) bu hususta şöyle buyurmuştur: “Acizlik ve zekilik dahil her şey kaza ve kader iledir” [195] Başka bir hadis-i şerifte de şöyle buyurmuştur: “Bil ki sana takdir edilmeyen şey, asla başına gelmez Başına gelmesi takdir edilen şey ise, seni atlayıp başkasına gitmez” [196] Aynı şekilde Allah’u Teala: “Büyük küçük her şey (Levh-i Mahfuz’da) yazılıdır” [197] Buyurmuştur "Tevekkül", "vekâlet" kökünden türemiş bir kelimedir Aynı kökten olan "vekil" kişinin kendi işini gördürmek üzere yetki ver*diği insandır Avukat da vekildir "Müvek*kil" vekil edinen, "tevkil" ise vekil kılma, vekil edinme demektir Aynı kökten olan "ittikâl", biraz da tembellik içeren ve boşa gidebilecek bir güvenme ve dayanmayı an*latır Tevekkülde kelimenin "kalıbı" gereği bir zorlama vardır Bu da herhangi bir konu*da akli ve bedeni gücünü, yani metot ve ey*lem fonksiyonunu kullanmayı, dayanılıp iti*mat edilecek yere bunun sonucunda dayan*mayı ifade eder Allah kuluna çeşitli ibadetler yük*lemiş, çalışmasını, ilim öğrenmesini, rızkı*nı aramasını, düşmanlarına karşı güç teda*rik etmesini, bilmediğini bilene somasını, işlerinde istişare etmesini (şura), dua etme*sini, adil olmasını, yani her şeyi en uygun yerine koymasını, bunun için metot ve yöntem bilmesini emretmektedir Diğer yönden kendisine "tevekkül" etmesini iste*mekte ve tevekkül edenleri sevdiğini söyle*mektedir Demek ki tevekkül bütün bu emirleri yerine getirdikten sonra duyulan bir iç huzur, itminan ve güven olayıdır Ta*mamen materyalist ve pozitivist bakışla da*hi tevekkülün bulunması bir şey kaybettir*meyeceği gibi, bulunmamasının moral ve psikolojik açıdan kaybı söz konusudur Mütevekkil (tevekkül eden), “İnsan için ancak çalıştığının karşılığı vardır” [198] ayetin kar*şısında aklî ve bedenî görevini yapacak, bundan öte Allah vekilimdir, deyip işini O'na havale ederek, sonuç ne olursa olsun ona rıza duygusuyla, bir de iç yorgunluğu yaşamayacaktır Mütevekkil olmayanın da maddi planda fazlalık olarak yapacağı bir şey yoktur Hatta maddî vesileleri bir emir telakki etmediğinden belki de daha az esba*ba sarılacaktır Sonra da telaşlı, sıkıntılı bir bekleyişe girecek, umduğu sonucu alama*dığında da dövünecek ve sinirleri gerginle*şecektir Buraya kadar anlaşıldı ki tevekkül ve ona bağlı birçok kavramlar eğer ayıklanmaz ve tam tespit yapılmazsa yanlış anlamalara ve uygulamalara sebep olacaktır Bu sebepledir ki Mütevekkillerin,tevekkül halleri ve sebepler de değişiktir Bazı seçkin kullar, Allah’a, Onu tazim ve yüceltmek için tevekkül eder Bazıları Allah’ın vadine olan yakinî imanındaki sadakatini gerçekleştirmek için tevekkül eder Sanki o, kendisine vaad edilen şeyleri eline almış gibidir Çünkü Allah şöyle buyurmaktadır: “Allah’tan daha çok sözünü yerine getiren kim vardır”[199] “Şüphesiz onun vaadi yerini bulacaktır” [200] Bazıları Allah’ı sevdikleri için O’na tevekkül ederler Ariflerden bazıları, müşahede ettikleri ilahi azamet ve yüceliğe boyun eğerek Allah’a tevekkül ederler Bazıları, Allah’tan korktukları için O’na tevekkül ederler Bazıları, malının Allah yolunda muhafazası için O’na tevekkül ederler Bazıları, Allah’ın kendisinden muhafazasını istediği mal ve emanetlerini koruması için O’na tevekkül ederler Bazıları, Allah’a karşı taşıdıkları güzel düşünceden ve samimi ümitten dolayı O’na tevekkül ederler Bazıları, Allah’a karşı yaptıkları güzel kulluğun sağladığı teslimiyetle O’na tevekkül ederler Bazıları, Allah’ın tedbir ve takdirini her şeyden güzel bularak bütün işlerini O’na havale ederler Buna tevfîz denir Bazıları, tevhid anlayışları ve Allah’ın kayyûmiyetini/her şeyi ayakta tuttuğunu müşahede etmelerinin bir sonucu olarak O’na tevekkül ederler [201] TEVEKKÜL VE SEBEPLERE YAPIŞMAK İnsanların en mütevekkili olan Hz Muhammed(sav)in ve sahabelerinin hayâtı sürekli mücâdele ile geçmiştir Hz Ebûbekir, Osman, Abdurrahmân ve Talha(ra), ticaretle geçimlerini sağlarlardı Ebûbekir halife seçildiği günün ertesi, kumaşları sırtlayıp yine eski işini yapmaya giderken karşılaştığı Ömer ve Ebu Ubeyde, ona nereye gittiğini sorarlar O da çarşıdaki işine gitmekte olduğunu söyler "Sen Müslümanların yönetim işini üstlendiğin halde ne yapıyorsun?" derler "O halde çocuklarımı nasıl besleyeceğim?" der Sonra sahabeler, kendisine, ailesinin geçimini sağlayacak bir maaş bağlarlar [202] Hz Ebûbekir gibi bir sahabe: "Oturayım, Allah rızkımı gönderir" dememiştir Hz Ömer de: ''Biriniz, oturup da: Allah’ım, beni nzıklandır! diyerek, rızkı aramaktan geri durmasın Bilirsiniz ki gök altın ve gümüş yağdırmaz" Demiştir [203] Elmalılı Hamdi Yazır: "Unutmamak gerekir ki, tevekkül, görevini Allah'a havale etmek değil, emri O'na hava*le etmektir Bir çokları bunu kavrayamayıp tevekkülü, vazifeyi terketme sanırlar Bu ise Allah'a tevekkül ve itimat değil, O'nun ilah olarak emrine itimatsızlıktır, küfürdür,iyi bilmeli ki, tevekkülün hülasası emre iti*mat ederek vazifesini sevmektir" diye açıklar Fahrettin Razi de: "Tevekkül bazı cahil*lerin sandığı gibi, insanı kendini ihmal et*mesi demek değildir Böyle olsaydı müşa*vere emri tevekküle zıt olurdu Tevekkül insanın dış sebepleri gözetmesi, ama kalbi*ni onlara bağlamayıp Allah'ın kısmetine da*yanması demektir" der Resulullah efendimiz(sav)’in bir hadisi bu anlamı daha da açar gibidir "Eğer siz Allah'a hakkıyla tevekkül etseydiniz O kuşları nzıklandırdığı gibi sizi de rızıklandırdı Baksanıza, sabahleyin aç çıkıyorlar da tok dönüyorlar Ve de dağlar dualarınız*la yok olurdu"[204] Dikkat edilirse anlaşılır ki hadîste kuşlar, yuvalarında durup rızıklarını beklerler denmiyor, rızıklarını aramak üzere çıkarlar, Allah rızkı aramakta olan, yani rızkın sebeplerine yapışan yaratıklarına rızık verir, deniyor Ne kadar ince ve hikmetli bir anlatış! Bu hadîs, bir yandan Allah'a tevekkülün önemini anlatırken, bir yandan da kuşların çalışkanlığına ve çalışmanın önemine dikkat çekmek*tedir Zîrâ kuşlar, tevekkül edip de yuvalarında kalmıyorlar, rızıklarını aramak üzere yuvalarından çıkıp dolaşıyor, aradıkları rızıklarına ulaşıyor*lar Sabahleyin karnı aç çıkan kuşlar, akşamleyin kursağı tok olarak dönüyorlar İşte tevekkül budur Allah'ın, rızkını vereceğine güvenerek çalış*mak, rızkın sebeplerine yapışmaktır İsa (as)’da şöyle demiştir: “Kuşlara bakın Onlar ne ekip biçer, ne de biriktirirler Allahu Teala onları gün be gün rızıklandırır Eğer, ‘Bizim karınlarımız kuşlarınkinden daha büyük’ derseniz, o zaman da büyük baş hayvanlara bakın; Allahu Teala onlara nasıl rızık vermektedir” [205] Tevekkülün, Allah'ı ol*duğu gibi tanımakla, yukarıda anlatıldığı gibi tevhitle ve kaderle de sı*kı irtibatı vardır Yani Allah kuluna bir par*ça irade vermiş, çalışma ve çabalama diye özetleyebileceğimiz bir takım görevler yüklemiş ve kendisine güvenip dayanması*nı istemiştir Diğer yönden de "Kulum beni nasıl sanırsa ben öyleyim" demiş ve kulu*nun iradesini kullanacağı doğrultuda da, önceden bildiği için, onun kaderini yazmış*tır Kendisine güveneceğini bildiği kimse*nin kaderini de güvendiğinin mükâfatı olarak yardım edeceği şekilde yazmıştır Tevekküle ve tevekkülün yardımı celbedeceğine en güzel bir misal Hz İbrahim'in ateşe atılırken dahi "hasbiyallah=bana Al*lah yeter" demesi ve ateşin yakmamasıdır Kısaca insan tevekkül etmekle bütün ağır*lıklarını mutlak güç sahibi Allah'ın kudreti eline emanet eder, rahatla dünyadan geçer, berzahla istirahat eder, sonra ebedi mutlu*luğa girmek için cennete uçabilir Yoksa te*vekkül etmese dünyanın ağırlıkları uçması*na değil, esfel-i sariline yuvarlanmasına se*bep olur Demek ki, iman tevhidi, tevhid teslimi, teslim tevekkülü, tevekkül İki dün*ya saadetini gerektirir Bu hususta Lokman (as) oğluna yaptığı öğütte şöyle demiştir: “İmanın dört esası vardır; iman ancak onlarla güzel ve sağlam olur Nasıl bir beden, iki el ve iki ayakla sağlam oluyorsa; bu da öyledir Bu esaslar şunlardır: Allah’a tevekkül etmek, O’nun kazasına teslimiyet göstermek, işleri O’na havale etmek ve Allah’ın takdirine rıza göstermektir” [206] Kısaca denilebilir ki,Tevekkül,ilahi kanuna uyarak her işte sebepleri yerince kullanmaktır TEMENNİ TEVEKKÜLMÜDÜR? Sebeplere sarılmadan Al*lah'a güvenmeye tevekkül değil "ittikâl" temenni de*nebilir Kelime, kalıbı itibariyle pasifliği anlatır ve bu, yerilen bir durumdur Onun için Resulullah (sav) "Lâ ilahe illallah" diyen herkes cennete girecektir, deyince Hz Ömer "Ey Allah'ın Resulü! Bunu halka söylemeyelim, "ittikâl" ederler" demişti ki, sebeplere sarılmadan ve Allah'ın diğer emirlerini yerine getirmeden Cennete gir*meyi ümit ederler, demektir Bu konuyu belki de en güzel açıklayan Resulullah Efendimizdir: "Devemi bırakıp tevekkül edeyim" diyene: "Önce bağla, sonra tevekkül et!" demiştir [207] Temenni ile azim ve amel farklı şeylerdir Temenni boş beklenti olup şeytanın tuzağıdır Temenni,depodaki buğdayı tarlaya ekmeden mahsulü beklemektir Hiç çalışmadan bir şey elde etmek,elde edeceğini düşünmek,Allah her şeye kadirdir, dilerse çalışmadan da verir demek,bir çeşit aldanıştır Tedbirin terk edilmesinden maksat; boş temenniyi terk etmektir Mesela; bu niçin oldu? Şu niçin bu şekilde olmadı? Şu olsaydı bu olmazdı gibi sözler, ilahi takdire bir itiraz manası taşımaktadır Bu tür sözler, onu söyleyenin her şeyi önceden belirleyen ilahi ilimden cahil olduğunu gösterir Ayrıca bu sözler o kimsenin, her şeye hükmü geçen ilahi kudreti ve her şeyde zuhur eden hikmeti anlamaktan uzakta bulunduğunu; ilahi iradeyi ve her şeyin ona göre şekillendiğini görmekten gafil olduğunu ortaya koymaktadır Tedbiri terk etmekle kastedilen şey, henüz vakti gelmemiş gelecek zamana dair planlar yapmamaktır İnsan kalbini ve aklını bu türlü fikirlerle meşgul etmemelidir Çünkü böyle yapması onu, içinde bulunduğu zamanda kendisine gerekli olan ve yapması gereken şeylerden alıkor; hatta gelecek zamandaki işlerini de aksatır Dikkat edilirse, insan geçmiş zamandaki işleri için bir tedbir almaz (alması da gerekmez; çünkü o, gündeminden çıkmıştır) Kul için uygun olanı, gelecek zamanı için de bir tedbirle uğraşmaması ve yukarıda belirttiğimiz manada, boş düşünceleri terk etmesidir İnsan, nasıl geçmiş zamanı düşünmeyi terk etmişse; gelecek zaman için de aynı davranmalıdır Böyle olursa, kul için her iki hâl, aynı olur Çünkü, bütün zamanlarda hükmü geçen Allahu Teala, hüküm verenlerin en hayırlısıdır Kula düşen, kendisine emredilen hüküm ve işleri yapmak, sonucunu bilmese de Yüce Mevla’sının takdir ettiği şeylere razı olmaktır Kulun, anlattığımız manada tedbiri terk etmesi, yakinî imandandır Yakin, marifetin kalbe yerleşmesi ve her işte Cenab-ı Hakk’ın işlerinin gerçek yönünü müşahede etmektir Allahu Teala bir kulun kalbine böyle bir yakin hâlini yerleştirince, o kulun, bu yakin hâline uygun hareket etmesi gerekir GERÇEK TEVEKKÜL EHLİNİN HALLERİ Ebu Talib el Mekki(raleyh)Gerçek tevekkül sahibinin hâlini şöyle değerlendirir: “O, kullardan herhangi bir beklenti ve ümit içinde olmaksızın kalp sükunetini kazanmıştır İnsanların elinde olan şeyleri düşünüp tamah ederek sıkıntıya girmekten kurtulmuştur Kalbi, her şeyi kudretiyle evirip çeviren ve idare eden Yüce Zata bağlanmıştır Fikri, her şeyi şekillendiren ve bir ölçüyle yaratan Mevla’nın kudretiyle meşguldür Geçim sebeplerinin olmayışı (fakirlik) onu, ilmin kötülediği ve yasakladığı haram bir şeyi yapmaya sevk etmez Bu durum onu hak olanı söylemekten ve hak ile amel etmekten engellemez Sıkıntı ve fakirlik hâli onu Allah için sevmekten ve Onun için kızmaktan alıkoymaz Maddi sebepler halkın eli üzerinden ortaya konsa da, gerçek tevekkül ehli, insanlardan utanarak, onlardan bir şey bekleyerek veya belli menfaatlerin kesilmesinden korkarak hak olanı terk etmez Başına gelen sıkıntılar ve fakirlik hâlleri onu insanların keyfine ve kötü arzularına göre davranmaya, batıl olan şeylere yönelmeye yahut hak olanı söylemesi gereken yerde susmaya itmez Bu hal onu Allah için düşman olunacak kimseyi dost etmeye veya Allah için sevilecek bir dosta düşmanlık yapmaya götürmez Böyle bir duruma girip insanlar yanındaki durumunu kurtarmaya, itibarını artırmaya çalışmaz Kendisine iyilik ve insanda bulananlara, kendilerini üzmeyeyim diye edebi çiğneyerek teşekkür yoluna gitmez Tevekkülün başı, kulun kendi tercihini terk etmesidir Gerçekten Allah’a güvenip tevekkül eden kul, kimseye eziyet etmez, başına gelen durumları halktan kimseye şikayet etmez, işime mani oldu diye insanların hiçbirini kınamaz Çünkü o, vermenin de engellemenin de yalnız Allah’u Teala’dan olduğunu bilir Bu da onu, başkasıyla uğraşmaktan alıkor Âyet ve hadîslerden çıkan anlama göre dinin emrettiği tevekkül, çalışmayı felce uğratan ve İslâm ile asla bağdaşmayan tembellik değil, yapılmak istenen işlerde Allah'ın beraberliğine ve yardımına güvenerek güç bulmaktır Tevekkül: "Allah kerimdir" deyip kendini uyuşukluğun kucağına bırakmak değil, sebeplerine yapıştıktan sonra asıl işi yapanın Allah olduğunu düşünerek başarıyı O'ndan beklemektir Bu anlamıyla tevekkül, insanı tembellikten kurtardığı gibi iltimas ve rüşvet gibi kötü huylardan da kurtarır Çünkü Allah'a tevekkül eden insan çalışır, hakkı olmayan şeyi istemez, çalışmasının sonucuna ulaşırsa Allah'a şükreder Ulaşamazsa Allah'ın takdirine razı olup bunalımlara düşmez İşinin sonu*cunu Allah'tan beklediğinden ve O'nun yardımına güvendiğinden dolayı, devlet dairelerinde işini gördürmek için aracılar salmaz, rüşvet vermez, toplumun ahlâkını bozacak yollara girmez Eğer tevekkül edenin hâli; yaptığı işlerde Allah’u Teala’nın kendisine yönelttiği şeye uymak, bu işlerde sebepleri yaratana (Yüce Allah’a) nazar ederek sebeplere sarılmak, işinde O’na dayanmak ve güvenmek, Mevla’sının içine daldırdığı sebeplere yapışmak, önüne gelen bu sebepleri kullanarak yaşantısını sürdürmek ise, yine bu tevekkül sahibi, Allah’u Teala’nın eşyaya bir takım menfaatler koyduğunu, onu hikmetinin hazinesi, rızkının anahtarı yaptığını bilirse, ayrıca sünnete ve salihlerin yoluna uyarsa, lüks ve rahatlığı terk ederse, bu hâliyle o, bu çalışma ve kazanma içinde, çalışmadan tevekkül eden, bu esnada kendisine bir takım hastalıklar ve bozuk anlayışlar bulaşan ve o hâlde kalan kimseden daha faziletlidir TEVEKKÜL VE MANEVİ RIZIKLARIN TEZAHÜRÜ Maddi Rızıklar gibi,manevi rızıkları yani feyzi nuru,irfanı,muhabbeti,edebi,güzel ahlakı elde etmek için sebeplerine yapışmak gerekir Bir kulun rızkı, halk içinden kendisine bakmakla yükümlü birisine yüklenmiş olabilir Kul eğer kendi kazancı ve elinin emeği ile rızkını elde etmiyorsa, başkasının kazancı ve elinin emeği ile rızıklandırılır Fakat Allah’ın seçkin kullarının asıl meşguliyeti ahiret işleriyle meşgul olmak, kendilerini Allah’a yaklaştıracak geçmişte kaçırdıkları ibadetleri telafi etmeye çalışmak ve Yüce Mevla’nın kendilerine havale ettiği hizmetlerde koşmaktır Çünkü eğer onlar bu işleri yerine getirmezlerse, onların yerine bunları yapacak başka birilerini bulamazlar Dünyadan hiçbir şey bu işlerin yerine geçmez Bu hakikatleri şu ayet-i kerimelerde görmekteyiz: “İnsan için ancak çalıştığının karşılığı vardır” [208] ayetiyle, nefsi harekete geçirmeli amele koşmalı,elden gelen yapılıp sonra yüce Allah’a güvenmelidir Nitekim Yüce Allah:“Eğer Allah’a iman etmişseniz, o hâlde O’na güvenip dayanın Eğer gerçekten Müslümansanız böyle yapın” [209] buyurmaktadır Görüldüğü gibi Allah’u Teala tevekkül etmeyi, kendisine iman edip teslim olmanın bir şartı yapmıştır Bu ayetlerde bütün Müslümanlara tevekkül şart koşulmuştur Her gerçek mümin, Müslüman olduğu gibi; dinin emirleriyle amel etmesi de gerekir Unutulmamalıdır ki,sufi tembel olmaz Bütün sadatlar ilahi kanunlara en güzel şekilde uyup maddi ve manevi işlerde en mükemmel çalışmaları ortaya koymuşlardır Ömürleri süresince Allah’u Teala’nın emrettiklerinden bir an bile olsun geri durmamışlardır Makam ve makamların getirdikleri tezahürleri görmezden gelip Rabb’ül alemine tam teslim olmuşlardır Ebu’d-Derda (ra) şöyle demiştir: “İmanın en üst noktası ihlas, tevekkül ve Rabbü’l-alemine tam teslimiyettir” Sözü gerçek mü’minin özelliklerini yansıtmaktadır İmam Sühreverdî (ks) der: “Sufilerin yolunun ilk basamağı iman, ikincisi ilim, üçüncüsü de amel ederek iman ve ilmin zevkine ulaşmaktır İşe taklit yoluyla başlayan kimse (Müteşebbih), bu manada iman sahibidir İman ise sufilerin yolunun temel esaslarından biridir Kamil bir mürşidin terbiyesine giren bir salikin,mürşidinin makam ve mevkisine, Allah’u Teala ile olan ünsiyetine güvenmeden kulluk gayretine soyunmalıdır Benim şeyhimin makamı Allah’u Teala’nın katında büyüktür diyip tembelliğe soyunmamalı,aksine mürşidinin Allah’u Teala’nın katındaki kıymeti,terbiyemde büyük rol oynayacaktır diyerek Allah’u Teala’nın kullarından istediği şekilde amele soyunmalıdır Velilerin terbiyesine girmek ve onların bir parçası olabilmek kolay değil elbette Bakınız bir veli ne diyor: “Mürit, şeyhi ile övünen kimse değildir Gerçek mürit, mürşidinin kendisiyle övündüğü kimsedir” [210] Nakşi yolunun piri Şah-ı Nakşibend’e (ks) şöyle sordular:”Hazretinizin silsilesi nereye kadar ulaşıyor?” “Silsile ile kimse bir yere ulaşamaz!” [211] Mevlana Celaleddin Rumi(ks) bu cevapla verilmek istenen inceliği şöyle açıklar: “Herkes Allah için yaptığı amele baksın, mensup olduğu silsileye veya sahip olduğu mevkie güvenip amelden geri kalmasın ve şekillere takılmasın” [212] Bu inceliği bilen büyük veli İmam Rabbânî (ks), manevi terbiye yoluna girenleri şöyle uyarır: “Ameli bırakıp veya amelde gevşek davranıp, ‘mürşitlerin himmet etmesi bize yeter’ düşüncesi ile aldanmamak gerekir” [213] Unutulmamalıdır ki bir mürşide bağlanmanın gayesi güzel kulluk edebilme sanatını öğrenmektir Kulluğun aslı ise, sevgi ve irade ile Yüce Mevla’ya ibadet yapmaktır Dini gerektirdiği amelleri yapmayan bir mürit, dünyadaki bütün velileri dolaşmış olsa bile bir şey elde edemez İmam Rabbânî (ks)’de bu hakikati:“Bir mürşit terbiyesine girmekten maksat, hakiki imana ulaşıp ilâhi emir ve hükümleri muhabbetle uygulamaktır” [214] demiştir Tarlasında güzel ekin isteyen bir kimseye düşen ilk iş tohum elde etmektir Tarlayı temizlemek, tohumu ekmek, gerekli sulamayı yapmak daha sonra gelir Bunun akabinde de el açılır, dua edilirArtık hayırlısını isteme zamanı gelmiştir Zira Şanı yüce olan Allah’u Teala bu hakikati:“Öyleyse (bütün bu işlerde) sen O'na kulluk yap ve O'na tevekkül et” [215] buyurmaktadır Taberi tefsirinde bu ayet-i celile hakkında şöyle der “Göklerin ve yerin gaybını bilme Allah’a aittir Bütün işler ona döner O halde sadece rabbine kulluk et Ona güven Rabbin, hiçbir zaman yaptıklarınızdan habersiz değildir Göklerde ve yerde görülmeyen ve gizli kalan her şeyin mülkü de Allah’a aittir Allah onları bilir Onlardan hiçbir şey Allah’a gizli değildir Her amel işleyen, ameliyle birlikte Allah’a döner Allah, amel işleyenler arasında adaletiyle hüküm verir O halde ey Resulüm, rabbine kulluk et, işlerini ona bırak Zira o, kendisine tevekkül edenlere kâfidir” [216] TEVEKKÜL VE HİMMET İLİŞKİSİ Tevekkül ,tasavvufi hayat içinde daha büyük değerler kazanır ve Allah'a olan gü*ven kulda kendini unutacak noktaya varır Çünkü tasavvuf benlikle çatışmaktadır Sehl b Abdullah(ks): "Tevekkülün ilk makamı kulun Allah'ın önünde, gassalin önündeki mevta gibi olması, hareket ve tedbiri bulun*mamasıdır" der Ama her şeyden önce te*vekkülün kalbin bir eylemi olduğu bilinme*li, dış organların yaptığı ya da yapmadığı şeylerin tevekkül olmayacağı anlaşılmalı*dır Bişr el-Hafi(ks): "Allah'a tevekkül ettim di*ye yalan söylüyorlar Tevekkül etselerdi Allah'ın yaptığına razı olurlardı" der Ebu Ali ed-Dekkâk(ks): "Mütevekkil için üç derece vardır: Tevekkül, sonra tes*lim, sonra da tefviz Tevekkül derecesinde Allah'ın (her canlının rızkını vereceği) vaadiyle sükûn bulur Teslim sahibi O'nun ünü ile yetinir, tefviz sahibi de hükmüne ra*zı olur Tevekkül mü'minlerin vasfı, teslim evliyanın vasfı, tefvîz de muvahhidlerin vasfıdır Yani, tevekkül avamın, teslim ha*vassın, tefviz de havas’ul-havasın sıfatı*dır" der Nasıl ki zahiri nimetler için çalışmak tevekkül ise manevi rızıklar içinde çalışmak tevekküldür Tasavvuf işte tam burada tembellik ve körü körüne temenni anlayışını reddederek bir mürşide bağlanan müridin, kendisinden istenilen kulluğun gereğini yaptıktan sonra manevi yardımı beklemelidir ki işte bu tevekküldür Aksine hiçbir gereği yapmadan manevi yardımı beklemek ise boş temennidir Bilinmelidir ki,herkese vacip olan vazife Allah’a kulluktur Bir vacibin yerine gelmesini temin eden sebepler de o vacip kadar önemlidir Allah’u Teala’ya layık bir şekilde kulluk yapmaya vesile olan en önemli sebeplerden bir tanesi olan hizmet müminin aynasıdır Hizmet, imanın ve güzel Müslümanlığın ölçüsüdür Hizmet, Cenab-ı Hakk’ın ahlakının kulda yansımasıdır Kul rahman ve Rahim olan Rabbini tanıdığı ölçüde O’nun kullarına merhametli, faydalı ve yakın olur Resûlullah (sav) Efendimizin tarif buyurduğu gibi, gerçek Müslüman, insanların kendisinden bir zarar görmediği, herkesin ondan rahat ettiği, emin olduğu, fayda gördüğü bir kimsedir Kendisine güvenilmeyen, insanları sevmeyen ve kimse tarafından da sevilmeyen kimse imanın tadını tadamaz [217] Arifler: “Hizmetteki edep hizmetten daha üstündür” demişlerdir Bütün ilahi emirler, ibadetler, hayır ve hizmetler edep öğrenmek içindir Her işi edep güzelleştirir Manevi terbiyenin sonu, halktan kaçmak, işten el etek çekmek değil, halkın arasına dönmek ve hizmet etmektir Tasavvuf terbiyesinin en büyük hedefi insanı herkese rahmet olacak bir kıvama getirmektir Öyle bir kimseden Cenab-ı Hak da razı olur, bütün yaratılmışlar da razı olur Bunun içindir ki,hizmet Allah’ın emanetidir Allah için hizmet eden kimse Yüce Allah’ın himayesindedir Bu himaye ihlasa bağlıdır Niyeti güzel olanın feyzi kesilmez, ameli zayi olmaz Dost olan dünya ve ahirette yalnız bırakılmaz Edeple Hakkın işini gören kimselerin pişman olduğu, zarar ettiği tarihte görülmemiştir Canını ve malını sevip onu özel himaye altına almak isteyen kimse onları Allah için Allah yolunda harcamalıdır Büyük arif İmam Şa’ranî (ks) anlatır: Mürşidim Ali b Vefa (ks) derdi ki: Müridlerden kim Alemlerin Rabbinin özel himayesinde olmak istiyorsa, mürşidine sadakatle hizmet etsin, onun emirlerine canla başla koşsun Yapılmasını işaret ettiği işlerde mürşidine muhalefet etmesin Hizmette olan müritler daima Yüce Allah’ın şu ayetini düşünsünler: “Süleyman’ın emrine de kasırga gibi esen rüzgarı verdik Rüzgar onun emriyle hareket eder, içinde bereket yarattığımız yere doğru eserdi Biz her şeyi biliriz Ayrıca şeytanlardan bir grubu da Süleyman’ın emrine vermiştik Onun için dalgıçlık yaparlar (denize dalıp inciler çıkarırlar) ve bunun dışında başka işler de görürlerdi Biz onları özel gözetim ve muhafaza altında tutuyorduk” [218] Bakınız Yüce Allah sadık dostlarının hizmetinde bulunan ve emri altında çalışan kimseleri nasıl muhafaza ediyor” [219] Bugün kâmil mürşitlerin, Rabbani alimlerin nezaretinde görülen bütün hizmetler ve o hizmetleri yürütenler, Hz Süleyman’ın (as) nezaretinde görülen hizmetler ve hizmetçiler gibi Yüce Allah’ın himayesi altına girmek için çaba sarfeder Hizmetin bu menfaati kıyamete kadar böyledir Yeter ki, hizmet edenin ihlası zedelenmesin, hizmetteki edepler zayi edilmesin Bu menfaati zedeleyen bazı etkenler mevcuttur İnsanı bütün hayırlı ibadet, iş ve hizmetlerden geri koyan önce nefsi, sonra kötü arkadaşıdır Bir de boş kalmaktan, işsiz, ibadetsiz, hedefsiz yaşamaktan şiddetle sakınmalıdır Tek başına kalan kimseye şeytan yakın olur Onun hem niyetini, hem amelini bozar Boş kalan kimse, boş işlere bulaşır Onun için her insan salih insanların nezareti altında Allah yolunda bir çeşit hizmet etmeyi ve onların nazarları altında kalmayı cana minnet bilmelidir Her mümin Allah yolundaki hizmetlere bir şekilde katılmalıdır Malı ve canı ile bizzat hizmetin içinde olamayan kimseler, kalbi, niyeti, duası, sevgisi ve rızası ile hizmetlere destek vermelidir Zira Hace Ubeydullah Ahrar (ks) hizmetin ibadetler içindeki sevap ve yerini şöyle belirtir: “Hâcegân yolunda (Nakşibendî terbiye sisteminde) içinde bulunulan vaktin icabı neyse ona göre davranılır Şahsi zikir ve murakabe, ancak Müslümanlara hizmet edecek bir durum olmadığı zaman yapılır Gönül almaya vesile olacak bir hizmet, zikir ve murakabeden önce gelir Bazıları nafile ibadetlerle uğraşmanın hizmetten üstün olduğunu zannederler Halbuki gönül feyzini temin eden şey Allah için başkalarına hizmet etmektir” [220] Yapacağı hangi işin daha etkili ve terbiyede menfaat verecek olduğunu bilmeyen bir hak yolcusu farzların dışında hangi iş ve ibadeti yapacağını kendisi belirlemez Tercihi mürşidine bırakır Mürşid ona hangi işi ve nafile ibadeti gerekli görüyorsa onu emreder İnsan için en hayırlısı ve emniyetlisi odur Hizmet eden zikir çekmez denemez Zikir, duruma göre değişik şekillerde yapılabilir Fakat şunu unutmamak gerekir: Zikir hiç ara verilmeyecek bir ibadettir Bütün ibadetlerin hedefi devamlı zikir hâlini muhafaza etmektir Kalbin Yüce Allah ile irtibatını ve uyanıklığını artırmayan bütün hizmetlere şeytan karışmış olabilir Bu durumda hizmet ehli, niyet ve vaziyetini bir daha kontrol etmelidir Hizmetteki hedef, hem nefsimize hem de mümin kardeşlerimize fayda vermektir Asıl fayda, Yüce Allah’a yakınlık sağlayıp dost olmaktır Bu da nefsi ıslah etmekten geçer Bir insanın nefsini ıslah etmesinden daha büyük bir hizmet yoktur Çünkü nefsi ıslah, kalbi ihya, ahlakı güzel olan bir insan hem kendisine, hem çevresine hayır verir, rahmet olur Bütün dünya, böyle bir insana muhtaçtır Yüce Allah bütün dünyayı bu şerefli insanın o büyük hizmetini görmesi için yaratmıştır Yüce Allah’ın boyası ile boyanıp Allah adamı olmayan kimse, kainata bir yüktür Kalbi Allah Allah diye atmayan ve Yüce Allah’ını tanımayan kimse ölüdür En büyük ve en güzel hizmet işte bu ölü kalbi diriltmektir Her şeyin yok olacağı ve hiçbir şeyin fayda vermeyeceği günde insana fayda verecek sadece bu kalptir Buna kalb-i selim denir Kalbe bu hizmeti vermeyen ve insanı edeplendiremeyen bütün hizmetler, sonuçta hezimettir Hizmetin hedefi binaları değil, insanı süslemektir Güzelleşmesi gereken ahlakımızdır Allahu Teala bütün ibadetleri kendisini zikir için emretmiştir Her ibadet ve hizmetten sonra kalbimize yönelip kendimizi kontrol etmeliyiz Bu ibadetin ve hizmetin içinde iken kalbim ne kadar Allah’ı zikretti, ne derece gafletten uyandı ve hangi kusurlarını anlayıp istiğfar etti diye düşünmelidir Gavs-ı Sânî Hzleri buyurdular ki: “İnsanlara hizmet ve iyilik etmek isteyen kimse, kendi nefsini ıslah etsin yeter Nefsini ıslah etmeyen kimse, insanlara gerçek faydayı veremez Sâdatlar, nefislerini ıslah edip istikamet üzere gittiklerinden, insanların hidayetine ve ebedi saadetine vesile olmaktadırlar” Kendi nefsine ve halka hizmet eden bir mürit Rabb’ine kullukta ve güzel ahlakı temin etmekte birçok yollar kat edecektir Bu da mürşidinin izinden gitmekle ve verdiği görevlere sadakat göstermekle mümkündür Zira mürşid, müridin olgunluk seviyesini insanlarla geçimi ve halka hizmeti ile ölçer Güzel geçim ve hizmet kadar insanın cevherini ortaya koyan hiçbir şey yoktur İmandan sonra her mümin güzel ahlakı ile ölçülür Güzel ahlak, Yüce Allah’ın ve halkın haklarını güzel korumaktan ibarettir Bununla herkesin niyeti, kabiliyeti, aklı, ilmi ve ulaştığı terbiye seviyesi belli olur Abdurrahman-ı Tâhî Hzleri şöyle buyurur: “Nispet (manevi feyiz ve yardım) hizmete göredir Hizmetteki ilahi rahmet hiçbir şeyde yoktur Nakşibendi tarikatında rahmete sebep olacak her türlü amel ve hizmet vardır İbadet için evine kapanıp halkın hizmetinden kaçan kimse, pek çok hayırdan mahrum kalır Sadece zikirle yetinmek olmaz Mal ve can ile Allah yolunda cihat ve gayret etmek gerekir” [221] Onun içindir ki,müridin“Himmet şeyhim” talebine ,mürşitler, “Önce hizmet evladım!” derler [193]-Sâbûnî,Mâtûridîye Akaidi,161 [194]-Âl-i İmrân suresi ayet-122 [195]-Müslim, Kader, 18; Malik, Muvatta, Kader, 4; Ahmed, Müsned, II, 110; İbnu Hıbban, Sahih, No: 6149 [196]-Ebu Davud, Sünnet, 16; İbnu Mace, Mukaddime, 10 [197]-Kamer suresi ayet-53 [198]-Necm suresi ayet-39 [199]-Tevbe suresi ayet-111 [200]-Meryem suresi ayet-61 [201]-el-Mekki,Kutu’l-Kutub,III,154 [202]-el-Mekki,Kutu'l-Kutub,II,33;Tefsîru'l-Kur'âni'l-Hakîm,IV,213 [203]-Tefsîru'l-Kur'âni'l-Hakîm,IV,213 [204]-İbn Mâce,Zühd:14;Tirmizî,Zuhd:33;Ibn Hanbel,Müsned,I,30,52 [205]-el-Mekki,Kutu’l-Kutub,III,24 [206]-el-Mekki,Kutu’l-Kulub,III,27 [207]-Tirmizî,Kıyamet,60 [208]-Necm suresi ayet-39 [209]-Yunus suresi ayet-84 [210]-Şa’rani,el-Envaru’l-Kudsiyye,I,200 [211]-Cami,Nefahatü’l-Üns,532 [212]-Mevlana Celaleddin Rumi,Tahir-ül Mevlevi Mesnevi şerhi,I,75 [213]-İmam Rabbani,Mektubat,148Mektup [214]-İmam Rabbâni,Mektubat,207Mektup [215]-Hud suresi ayet-123 [216]-Taberi,Tefsir,IV,535 [217]-Buhari,İman,4,5;Müslim,İman,64,65;Ebu Davud,Cihad,2;Ahmed,Müsned,II,400 [218]-Enbiya suresi ayet-81-82 [219]-Şa’râni, el-Envaru’l-Kudsiyye,I,191-192 [220]-Safi, Raşahat, 264 [221]-Abdurrahman-ı Tahî,İşaretler,188 |
|