Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Forum İslam > İslami Yazılar & Hikayeler

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
cereyan, eden, fıtriye, hidâ, içinde, şartları, şeriati

Şerîat-İ Fıtriye Şartları İçinde Cereyan Eden Hidâ

Eski 08-02-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Şerîat-İ Fıtriye Şartları İçinde Cereyan Eden Hidâ




1 ŞERÎAT-I FITRİYE ŞARTLARI İÇİNDE CEREYAN EDEN HİDÂYET

Her varlık, yaratılış ve fıtrat kanunlarına göre kendisi için takdir edilen hedef ve gayeye doğru giderken cebrî bir istikamet takip etmektedir Buna ilahî sevk demek daha uygundur

İnsanın ilk yaratılışı, anne karnındaki ceninin bir rüşeym halinde gelişmesi ve embriyolojik safhalardan geçmesi işte hep böyle bir sevk ile cereyan etmektedir

Umum mahlûkat için de, maslahatları istikametinde devam edip duran böyle bir sevk ve insiyak günümüzde herkes tarafından bilinen bir mevzu Buna tabiatperest ve maddeci zihniyet “İçgüdü” veya “Sevk-i Tabiî” diyedursun, bunun ilahî bir sevk olduğuna vicdan dünyası ittifak halindedir Zaten tevhid delilleri arasında, “Hidayet delili” de, başlı başına müstakil bir mevzu olarak, bu şekilde cereyan eden sevk ve hidâyetleri, doğrudan doğruya Cenâb-ı Hakk’ın varlık ve birliğiyle irtibatlandırmaktadır

Zerrelerden kürrelere kadar yani, atom çekirdeği etrafında dönen elektronlardan, gökyüzünde Mevlevî gibi dönen yıldızlara, galaksilere ve bütün gök cisimlerine kadar herşey bu sevk sayesinde kendisine düşen vazifeyi yerine getirmeye çalışmaktadır Herşey, Allah karşısında matlup hali alabilmesi için, çizilen istikametten zerrece inhiraf etmez ve varmak istedikleri hedefe doğru süratle koşarlar

Tavuk yumurtaların üzerine yatar ve bütün bir kuluçka devresinde sabırla bekler Aç durur, susuz kalır, kendisi ateşler içinde yanar ama, nöbetini terketmez Tavuk, çıkacak civcivlerden acaba haberdar mıdır? Daha sonra başlarına vurarak ellerindeki taneyi alacak olan bu tavuk, niçin onlar için böyle bir çileye katlanmaktadır? Cevabı bizce bellidir: Cenab-ı Hakk onu, o istikamete sevketmektedir

Ya o civcive ne demeli miadı dolup belli gün gelip çattığında, yumuşacık gagasıyla kabuğunu kırıp dışarıya çıkan bu civciv, evet, yumurtanın dışında, yumurtaya göre çok daha mükemmel ve geniş olan bir hayatın varlığını acaba nereden bilmektedir ki, oradan çıkmak için büyük bir gayret sarfetme ihtiyacını duymaktadır

Dünyaya yeni gelen bir çocuk, hemen annesinin memesine sarılır ve emmeye başlar Evvela, çocuğun doğumuna yakın anne memesine süt stoku yapan kim? İkinci olarak çocuğa orada süt olduğunu ve süt emme tekniğini öğreten ve rehberlik yapan kim? İşte bu ve benzeri bütün sorulara verilecek tek cevap vardır: O da bunların hepsi ilâhî bir sevk ile olmaktadır

Kur’an-ı Kerim yer yer bize, bu ilâhî sevkleri hatırlatır İşte onlardan birkaçı:

a “Rabbin, bal arısına şöyle ilham etti:†Dağlarda, ağaçlarda ve hazırlanmış kovanlarda yuva edin; sonra her çeşit üründen ye, sonra da Rabbinin gösterip müyesser kıldığı yollara koyul” (Nahl, 16/68)

Evet arı, bal yapma tekniğini işte böyle bir irşad, talim ve hidayetle öğrenmiştir

Allah arıya bal yapmasını, dağlarda, ağaçların kovuklarında ve kovanlarda barınmasını vahyediyor Arı da bu vahiy ile petek yapmasını öğreniyor Petek yapımında kullandığı hendese, hiç de arının bilebileceği ölçülerle olacak gibi değil Demek petek yapımında kullanılan hendese de arıya vahiy ile öğretiliyor Sonra arı kendisine has bir uçuşla çiçekten çiçeğe konuyor ve onlardan çeşitli hüzmeler alıyor Bu arada gidiş gelişlerinde yolu kaybetmemek için belli bir metod kullanıyor Geçtiği yerlere kendisine has âdetâ izler bırakıyor ve dönüşünü de aynı izler üzerinden yapıyor Nihayet, çiçeklerden topladığı hüzmeleri getirip peteklere koyuyor

Kovanda da fevkalâde bir idare görüyoruz Evet, burada da açık bir sevk-i ilâhî müşahede ediliyor Öyleki, sistemini kurmuş güçlü bir devlet mekanizması ancak kovandaki kadar düzgün çalışabilir

Kovana hâkim bir ana arı vardır Bir de vazifeleri sadece telkîh olan sayısı çok az erkek arı diğer arılar ise durma ve dinlenme bilmeden çalışan arılardır Bir sistem içinde kendilerine düşen vazifeyi aksatmadan yerine getiren işçi arılar

Yumurta bırakma mevsimi gelince ana arı bütün peteklerin ağzına yumurtalarını bırakır Tabiî kovanda bulunan az sayıdaki erkek arılar da fıtrî vazifelerini ifa ederler Bunlar vazifelerini yaptıktan sonra artık işleri kalmamıştır Dolayısıyla, kovanda tufeylî olarak sadece bal yemekle meşgul olurlar Ana arı bunlardan birkaçını bırakarak diğerlerinin hepsini ifnâ eder, öldürür Bıraktığı erkek arılar ise gelecek sene işe yarayacaklardır

Erkek arıların, tufeylî olarak yaşamalarına müsaade edilmediği gibi, yabancı bir arının da kovana girip yerleşmesine müsaade edilmemektedir Bu fevkalâde idarî ciddiyetin yanında bir de aynı oranda temizlik görürüz Öyle ki, çiçeklerin özünü ve hüzmesini alan arı, peteğe döndüğünde şayet temizlik kurallarına uygun olmayan bir kılıkla dönmüşse, meselâ vücudunun bir yerinde çamur varsa, o hâliyle peteğe kabul edilmez Veya bir arı yapısı itibariyle kanun ve kurallara başkaldırıp anarşistlik yapıyorsa o da derhal petekten uzaklaştırılır

Acaba minnacık bir kafa taşıyan arıya bunları öğreten kimdir? Öğreten kimdir ki, elli milyon sene evvel yaşamış arıların yaptığı balla, bugünkü arıların yaptığı bal, terkip ve hendesî ölçü bakımından hiçbir farklılık göstermemektedir Arı tekâmül etmemiş Yaratıldığı andan itibaren yaptığı işin âlimi olarak yaratılmış öyle de devam etmektedir Peteğinin deliklerini altıgen olarak hazırlaması, üçgen veya dörtgen olarak hazırlamaması hikmetinden alın da, bal yapış keyfiyetine kadar, evet, önümüze nefis bir yiyecek ve aynı zamanda şifa kaynağı olarak gelen balın her safhasında biz, bir vahiy ve ilham esintilerini duyar gibi olmaktayız Biz duyar gibi olmaktayız ama, ihtimal arı, bu ilham esintilerini kat’iyen duymakta ve yaptıklarını, gayr-ı şuurî sevklerle yapmaktadır Evet, arının bu icraatını sevk-i ilâhîye vermeden izah etmeniz mümkün değildir

Hasılı, arıya bal yapma san’atını Allah öğretti Ana arıya, erkek arılara ve diğerlerine ayrı ayrı vazife görmeyi yine Allah talim etti Allah’tır ki, ana arıyı orada hâkim, diğerlerini de ona itaatkâr kıldı

b Karınca da Cenâb-ı Hakk’ın ilhamına mazhardır: “Sonunda karıncaların bulunduğu vadiye geldiklerinde bir karınca “Ey karıncalar! Yuvalarınıza girin Süleyman ve ordusu bilmeden sizi ezmesin” dedi”(Neml, 27/18) âyeti bize bunu anlatmaktadır

Karınca bu sözü nasıl söyledi? Elbette onun kendine göre bir dili ve karıncaların birbirleriyle görüşebilmelerinin bir şekli vardır Şimdilerde zoologlar şunları heceliyorlar:

Mevcud iki karınca yuvası var Bunlardan biri küçük bir hendeğin öbür tarafında bulunmaktadır Yuvalardan birinden alınan bir karınca diğer yuvaya bırakılır Çok kısa süren bir sessizlikten sonra, arkadaşlarını kaybetmiş yuvanın karıncaları, arıların kovandan boşaldıkları gibi yuvalarından boşalır, diğer yuvaya doğru ilerlemeye başlar ve üzerine çubuk uzatılmış hendekten geçerek diğer yuvaya hücum ederler Şimdi bu karıncanın kaybolduğunu ve diğer yuvada bulunduğunu, arkadaşlarına kim haber vermiştir? İşin mütehassısları meseleyi şöyle izah etmektedirler:

Diğer yuvaya bırakılan karınca elektromanyetik dalgalar halinde çıkardığı şerarelerle, arkadaşı olan karıncalara gizli bir mesaj göndermiş ve başına gelen hâdiseyi ve nerede bulunduğunu koordinatlarıyla onlara haber vermiştir Gayet gizlilik içinde cereyan eden bu muhavereden sonra da arkadaşları bu karıncayı kurtarmak için seferber olmuşlardır

Demek ki, karınca da konuşuyor Cenâb-ı Hakk, ona öğrettiği dili hususi bir ihsan olarak Hz Süleyman’a da talim buyurmuştu Onun için Hz Süleyman âyette anlatılan şekliyle, karınca arkadaşlarını uyarınca tebessüm etmiş ve mazhariyetinin buudlarını “tahdis-i nimet” suretinde ilan ederek Rabbine yönelmişti

Karıncalar, cumhuriyet sistemi gibi bir sistemle idare edilmektedir Bütün karıncalar çalışır ve yuvaya gıda stoku yapma işinde aktif görev alırlar Tembel hiçbir karınca yoktur Taşıdığı yük bazen kendisine ağır gelince, hemen arkadaşlarını çağırır ve bu ağır yükü birkaç karınca omuzlayarak yuvaya taşırlar Onlar yaz boyu durup dinlenme bilmeyen bir gayret içindedirler Sonunda yaptıkları stok kışı idare edecek duruma gelince, yuvalarına sığınır ve kapıları da kapatırlar

Ancak bazen onlara göre bir terslik olur Nemli toprakta stok edilmiş buğday veya arpalarda nemlenme görülür Bu durumda yapılacak şey, buğdayı veya arpaları dışarıya taşıyıp güneşlendirmektir; karıncalar da işte bunu yapar Tahıl kuruduktan sonra da, tekrar içeriye taşırlar Ancak, bazen bu taneler çimlenmeye başlayabilir Bu durumda hemen taneyi ikiye böler ve ayırırlar Şayet parçalardan birisi yine çimlenecek olsa, onu da tekrar ikiye bölerler Böylece taneyi kendi istifadeleri çerçevesinde tutmuş olurlar Şayet çimlenmesine göz yumsalar o tane onların işine yaramaz

Karıncaya bütün bunları kim öğretmiştir? Bizim hafıza kuvvemiz kadar bir bünyeye sahip olmayan bu varlığa bütün bu girift meseleleri acaba kim talim etmiştir?

Her zaman olduğu gibi cevabımız yine bellidir Karıncaya bütün bu hayat serüvenini ilham eden Allah’tır Ve onlar böyle bir ilhamla sevkolunmaktadır

Ebu Hureyre (ra)’ın rivayet ettiği bir hadîs-i şerifte, Allah Rasulü bize şöyle bir hâdiseyi nakletmektedir:

“Peygamberlerden biri, bir vadiden geçerken, gölgelenmek için bir ağacın altına oturmuştu Oturduğu yerde de bir karınca yuvası bulunmaktaydı Karıncanın birisi bu peygamberi ısırdı O da kendisini ısıranın ne olduğunu bilmediği için yuvayı yaktırdı Bunun üzerine Cenâb-ı Hakk’dan ona şöyle bir ikaz geldi:

“Bir karınca seni ısırdı diye, durmadan Allah’ı tesbih eden bir ümmeti mi yakıyorsun?”1

Görülüyor ki, karıncalar da bir ümmettir ve bizim bilmediğimiz bir dille, onlar da Cenâb-ı Hakk’ı tesbih etmektedir

Hâkim’in Müstedrek’inde rivayet ettiği bir diğer hadiste de Efendimiz şöyle buyurmaktadır:

“Hz Süleyman yağmur duasına çıkmıştı Giderken de çoluk çocuk kim varsa hepsini götürmüştü Ayrıca herkes evindeki davar ve hayvanlarını da yanlarına almışlardı (Orada herkes yalvaracak, koyun ve kuzular meleşecek ve Cenâb-ı Hakk’ın rahmetini celbetmek için herkes kendi diliyle tazarru ve niyazda bulunacaktı)

Hz Süleyman ve yanındakiler yolda giderken, bir manzara Nebi’nin dikkatini çekti: Sırtüstü yatmış, büyükçe bir karınca, antenlerini el gibi kullanarak havaya kaldırmış ve kendi diliyle birşeyler söylüyordu Hz Süleyman dikkat kesildi ve karıncanın şu şekilde dua etmekte olduğunu duydu: “Allah’ım, ben senin mahlukatından bir mahlukum Senin vereceğin rızıktan müstağni olamam Eğer bize su gönderirsen sulanırız, rızka mazhar oluruz Gayrı ne diyeyim Bundan böyle ya su gönderir bizi yaşatırsın ya da biz böyle helak olur, gideriz

Hz Süleyman, karıncanın bu içli feryadını duyunca etrafındakilere şöyle dedi: “Artık geriye dönün Sizin duanızdan başka bir dua sebebiyle Allah yağmur gönderecektir”2

Karınca bütün bunları sevk-i ilahî ile, Cenab-ı Hakk’-ın ilham ve irşadıyla yapıyordu

c Kur’an-ı Kerim, bütün hayvanat cinsinin kendileri arasında bir ümmet olduğunu ifade ederek şöyle buyurmakta ve kaderin bu yönüne dikkat çekmektedir†: “Yerde†yürüyen hayvanlar ve kanat çırpıp uçan kuşlar da ancak sizin gibi bir ümmettir Kitap’ta Biz hiçbir şeyi eksik bırakmadık Onlar sonra Rablerine toplanacaklardır”(En’am, 6/38)

Ebu Dâvud’un rivayet ettiği bir hâdiste de Efendimiz: “Eğer köpekler bir ümmet olmasalardı öldürülmelerini emrederdim”3 buyurmaktadırlar Evet onlar da kendilerine göre bir millet teşkil etmektedirler

Kelaynakların nesli tükeniyor diye ilim adamları telaşa kapılmışlardı Zira her varlığın, ekolojik dengede bir yeri vardır Onun tükenmesi ise, dengeden bir gedik açılması demekti Şimdi her varlığa böyle ekolojik dengede bir yer tutmayı kim öğretmiş ve kim talim etmiştir? İşte biz bu meseleye cebrî hidayet veya şerîat-ı fıtriye şartları içinde cereyan eden hidayet nazarıyla bakıyor ve bütün bu sevklere ve insiyaklara da bu zaviyeden yaklaşıyoruz

Alıntı Yaparak Cevapla

Şerîat-İ Fıtriye Şartları İçinde Cereyan Eden Hidâ

Eski 08-02-2012   #2
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Şerîat-İ Fıtriye Şartları İçinde Cereyan Eden Hidâ




2 İNSAN İRADESİNİN NAZARA ALINDIĞI HİDAYET

Allah (cc), çeşitli vesileler göndererek insanları hidâyete erdirir Peygamberler insanların hidâyetine vesile olduğu gibi gönderilen kitaplar da yine aynı şekilde insanların hidâyetine vesiledir Tebliğ yapan insanların yaptıkları tebliğ ve irşad faaliyetleri de bu ma’nâda birer vesile ve vasıta kabul edilebilir Ancak burada unutulmaması gereken bir nokta vardır; o da şudur: Cenâb-ı Hakk, böyle çeşitli vesileler gönderir, ama hiç kimseyi bu vesile ve vasıtaları kabullenmeye zorlamaz Durum böyle olunca da peygamber hânesindeki bir insan bile bazen hidâyete eremez Veya tam tersine olur; Firavun sarayında bir mü’min-i âl-i Firavun ve Âsiye yetişir Tabiî bu çeşit hidâyette daima beşer iradesi devreye girmektedir Allah (cc), hidâyete götürücü bütün vesileleri yaratır Ama hidâyeti yaratması insan iradesine bağlıdır Mahiyet ve hüviyeti meçhûl bu izafî varlık, burada da bir âdi şart olmaktadır

Kur’an-ı Kerim’in birçok âyetinde bu tür hidâyet ele alınmaktadır Biz, bunlardan bir-ikisini zikretmiş olacağız:

a “Semûd milletine doğru yolu göstermiştik, ama onlar körlüğü doğru yolda gitmeye tercih ettiler Kazandıklarının karşılığı olarak onları alçaltıcı azabın yıldırımı çarptı”(Fussilet, 41/17)

Demek oluyor ki, esasen Semûd kavmine hidâyet vesilesi ulaşmıştır Bu Hz Sâlih (as)’dir Fakat onlar kendi irade ve ihtiyarlarıyla körlüğü tercih etmişler ve temerrüdle burunlarının doğrultusunda giderek gayyaya yuvarlanmışlardır

b Allah (cc), hidâyete vesile olmaları için nice peygamberler göndermiştir Tâ ki, kendi iradeleriyle sapıtanlar, hiçbir mazeret ileriye süremesinler: “Peygamberlerden sonra, insanların Allah’a karşı bir hüccetleri olmaması için, müjdeleyen ve korkutan peygamberler gönderdik Allah Aziz’dir, Hakim’dir”(Nisa, 4/165)

İnsanlar sapıklıklarına karşı hiçbir mazeret ileri sürecek durumda değildir Çünkü ard arda gelen peygamberler, insanlara hakikatleri bütün çıplaklığı ile anlatmışlardır Kötülüklerin encamını ve iyiliklerin insanı hangi zirvelere ulaştıracağını bir bir söylemişlerdir “Biz seni hak ile müjdeleyici ve inzar edici bir peygamber olarak gönderdik Geçmiş her ümmet içinde de mutlaka bir uyarıcı (peygamber) bulunagelmiştir”(Fâtır, 35/24)

Evet, hiçbir ümmet yoktur ki, içinde bir nebi zuhur etmesin Bu itibarla her ümmete mutlaka nebi gelecek, mübeşşir ve münzir olarak onlara hakikatleri tebliğ edecek ve ardından da iradeleriyle onları dinleyenler hakkında Allah (cc) hidâyetini yaratacaktır Sapıklığı tercih edenler ise dalâlette kalacaktır ki, bu da onlar için de Cenâb-ı Hakk, dalâlet murad etmiş olacaktır “Biz peygamber göndermedikçe hiç kimseye azap etmeyiz” (İsra, 17/15)

Allah (cc), herkesin sesini-soluğunu kesmek ve itiraza hiçbir mahal bırakmamak için peygamberler gönderdi Onlar da birer hidâyet meş’alesi gibi ümmetleri arasında yol gösterici oldular Bizim payımıza düşen ise bir meş’ale değil hidâyet güneşiydi Zira bize gelen Hz Muhammed Aleyhisselamdı, Nebiler Sultanıydı

Bizler için de hiçbir mazeret söz konusu olamaz Çünkü Efendimiz’in sesini soluğunu duyduğumuz gibi, o günden bu güne Kur’an’ın füsûnkâr ifadeleri her an içimizi okşayıp durmaktadır

Bununla beraber, Cenâb-ı Hakk, ayrıca kemâl-i kereminden her asrın başında birer müceddit gönderdi4 İçimizi saran toz ve dumandan gönüllerimizi temizledi Onlar vasıtasıyla her asrın insanı, dinî hayatına yeniden bir canlılık getirdi Fakat bütün bunlar olurken insanın iradesi nazardan uzak tutulmadı Yâni, Cenâb-ı Hakk, hidâyete götürücü vesile ve vasıtaları yaratarak hidâyeti yaratmayı kulun istemesine bağladı Bu bölümde cebrî bir hidâyet söz konusu değildir

Bazen de Allah (cc), insanların liyakatını nazara alarak, hidâyet ve dalâleti doğrudan doğruya yaratır

Allah (cc), Nebi’sini gönderir O nebi, Hz Ebu Bekir’e dini tebliğ eder O da hiç duraklamadan tebliğ edilen mesajı kabul eder ve hakikat karşısında birden eriyiverir Gönlü hidâyetle apaydın olur, derken gider “Sıddıkiyet”in zirvesine yükselir

Yine Allah (cc), Nebi’sini gönderir Bu sefer de karşısına Ebu Cehil gibi biri çıkar Cenâb-ı Hakk, ezelî ilmiyle onun hidâyete liyakatının olmayacağını bildiğinden onun hakkında dalâleti yaratır O da hakkındaki bu hükmü fiilleriyle tasdik eder Her geçen gün küfür ve küfranını artırır Başaşağı gider Sonunda hayatını, Bedir’de Allah Rasûlü’ne karşı kılıç kullanırken noktalayarak bir çukura, hem de ebedî olarak yuvarlanır5

3) Zaten Kur’an-ı Kerim her iki hidâyet şeklini şu âyette bir arada toplamış ve her iki hidâyet şekline de dikkati çekmiştir: “Allah Dârü’s-Selâma çağırır Dilediğini de doğru yola eriştirir”(Yûnus, 10/25)

Cenâb-ı Hakk, çeşitli vesileleri kullanarak insanları hidâyete, sırat-ı müstakime davet eder Ancak, hidâyete gelince, onu bizzat kendi meşietine bağlar Dilediğini hidâyete erdirir, dilediğini de dalâlette bırakır

Meselenin bir küçük yönü insana aittir O Allah’ın davetine icabet eder ve hidâyet vesilelerinden istifadeye çalışırsa, Allah da meşietiyle tecelli eder ve onu hidâyete erdirir

Kur’an-ı Kerim bir hidâyet kaynağıdır Ondan ancak Allah’ın diledikleri istifade edebilir ve Kur’an sadece onlar için bir hidâyet vesilesi olur “Müttakiler için bir hidâyet kaynağıdır”(Bakara, 2/2) denilmekle bu hakikata işaret edilmektedir Kelimenin ma’nâyı masdarî olmasından anlıyoruz ki, kul evvela müttaki olmaya çalışacak ve Kur’an’dan istifade etme liyakatını ortaya koyacaktır ki, bu kula ait yöndür Cenâb-ı Hakk’ın meşietine ait yön ise birkaç âyet aşağıda anlatılmakta ve şöyle denmektedir: “İşte onlar Rablerinden bir hidâyet üzeredirler”(Bakara, 2/5)

Onlar ki gaybe inanmışlar, namaz kılmışlar, oruç tutmuşlar, zekat vermişler ve kendilerine gelen kitaba da kendilerinden öncekilere gelen kitaplara da inanmışlar ve âhireti tasdik etmişlerdir Bu davranış onları müttaki olma seviyesine çıkarmış ve Allah (cc) da onlar için hidâyet dilemiş ve hidâyet yaratmıştır

4) Ve yine Allah (cc), peygamberine hitaben: “Ey Habibim! İşte sana da buyruğumuzla Cebrâil’i gönderdik Sen kitap nedir, iman nedir, bilmezdin Fakat biz onu, kullarımızdan dilediğimizi onunla doğru yola eriştirdiğimiz bir nur kıldık Şüphesiz sen de insanlara göklerin ve yerin sahibi olan Allah’ın yolunu, doğru yolu göstermektesin İyi bilin ki, işler sonunda Allah’a döner” (Şûra, 42/52-53)

İşte bu âyette de anlatıldığı gibi, hidâyette iki mertebe görüyoruz Birinci mertebede sadece vesile ve vasıtalık var ki, Kur’ân-ı Kerim bu vesile ve vasıtalığı da bazen hidâyete erdirme olarak vasıflandırmaktadır Esasen bu tür hidâyete erdirme vesilelikten öteye de geçmez Hidayetin ikinci mertebesine gelince bu Cenâb-ı Hakk’ın insan gönlünde hidâyeti yaratmasıdır Bu yaratmayı Cenâb-ı Hakk, vesilelerle yaptığı gibi doğrudan doğruya da yapmaktadır O’nun bu tür hidâyete erdirmesi ise, sırf bir lütuftur Büyüklerimiz buna “Cebr-i Lütfî” demişlerdir Rabbimizden niyazımız, bizleri de böyle cebrî bir lütuf ile hidâyete erdirmesidir

Hem hidâyet hem de dalâlet doğrudan doğruya Cenâb-ı Hakk’ın yaratmasıyla vücuda gelir Bu ma’nâyı ifade eden şu hadîs-i şerif bu hakikati tam tenvir eder: “Ben tebliğ ve davet edici olarak gönderildim Hidayet meselesinde benim hiçbir müdahalem ve selahiyetim söz konusu değildir Şeytan da bâtılı süslü göstermek ve sizi azdırmak için gönderilmiştir Onun da dalâlet hakkında bir söz ve selahiyeti yoktur”6

İnsan, iradesiyle talepte bulunur Sonra da Cenâb-ı Hakk talep edilen şeyi yaratır Şu kadar var ki, insanın sevap cihetine iktidarı çok az olmasına rağmen, günah ve şer cihetine surî bir iktidarı vardır Zira şer ve günahlar tahrip nevindendir İnsan bir kibritle bir evi yakabildiği gibi, çok küçük bir iradeyle de şer ve günah işlemeye güç yetirebilir Halbuki ona isabet eden bütün sevap ve hayırlar Cenâb-ı Hakk’dan gelmektedir Kula düşen ise bu sevap ve hayır kapısında sebat edebilmektir O’nun kasdı ve azmi hayır olduğu müddetçe de Allah (cc), ona hayır ve sevabı nasip edecek ve onun için bütün hayır yollarını kolaylaştıracaktır Hidayet bu zaviyeden bakılacak olursa, herkes için ve her zaman ve zeminde lazımdır



1) Buhârî, Cihâd, 153
2) Müstedrek, I/325
3) Darimî, Sayd, 3
4) Ebû Dâvud, Melâhim 1
5) İbn Kesîr, el-Bidâye, III/350
6) Kenzu’l-Ummâl, I/546

Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.